Bir Deistten Edip Yüksel’e Sorular

Share

Bir Deistten Edip Yüksel’e Sorular

Kasım 2005

Deist ismiyle yazan arkadaşın bana yönelttiği sorulara tek tek verdiğim cevapları aşağıda bulacaksınız. Aşağıdaki cevapları 6 Kasım 2005 yılının bir gecesinde birkaç saat içinde verdim. Bu yüzden Kuran ayetlerine yaptığım referanslarda ayet numaralarını veremedim. Kuran öğrencileri, dilerlerse o ayetleri rahatlıkla bulurlar. Umarım nisbeten acele yazılmış bu cevaplar Deist arkadaşın sorularına kısmen de olsa ışık tutar. Yönelttiği bu güzel sorular/eleştiriler için Deist’e çok teşekkür ederim.

DEİST: Selamlar

Bu sorular 5 dk.’da hazırladığım ya da hazırlayabileceğim sorular değil. Daha önceden tam olarak sorulmamış olmasına dikkat etmeye çalıştım. İçlerinde önceden sorulmuş sorular da olabilir, bu tamamen eksik okumadan kaynaklanan bir durumdur. Fikir alışverişini temel alarak yöneltiyorum sorularımı. Yoksa; yargılama, hırpalama, ipliğini pazara çıkarma gibi bir hedefim yok. Aynı biçimde mezhepleri savunma derdim de yok Edip Yüksel’den bir fetva arayışım da yok.

Soruların bir kısmı yalnızca Edip Yüksel’e yönelik olmadığından dileyen arkadaş da kendine göre cevabını yazabilir.

Ahiret soruları sorma yetkisine sahip olduğunu sananlardan olmadığımı anlarsınız da bu bağlamda gereksiz bir tartışmaya girmeyiz inşallah… Her ne kadar iyiniyetimi belirttiğim halde bir artniyet sezinlerseniz de kusura bakmayın.

Danışıklı bir dövüşe yol açmamak için hemen hiç kimseye danışılmadan oluşturulmuş sorulardır. Ya da çerez hükmüyle “batıl”ı kolayca yıktırma amacıyla yazılmamıştır.

Kişisel inancıma ve bilgi düzeyimi ölçmeye yönelik sorularınıza itirazım olmaz. Ancak savunma psikolojisi içine girip karşı saldırı stratejisine geçerseniz –ki benim niyetim saldırmak ya da çatışmak değil, bir kez daha söylüyorum- beni tamamen yanlış anlamış olduğunuzu anlarım.

Cevapları da birdenbire beklemiyorum. Uzun ve zahmetli cevapları olacağını düşünüyorum.

Hayra vesile olması dileğimle…

EDİP: İnşallah.

DEİST: (1) “Mutlak tevhid” ülküsü doğrultusunda “Allah’ın sözü” ile herhangi bir kişinin sözlerinin eş tutulamayacağı sonucuna ulaşmak çok yerinde olmakla birlikte;

– Kuran’daki din, bireysel olmaktan çok topluluğa adanmış bir din. Hemen her alanda (işte, evde, ibadette, vs) sürekli beraber olmayı öğütlüyor. O zaman davranışlarımızı, koordineli ve yararlı bir standarta kavuşturmak gerekir. Kollektif şuurun oluşturulması ve korunması için bu gerekli. O halde standartları oluştururken yararlanılması gereken kaynaklardan biri de sünnet(klasik olarak bilinen manasıyla) olmayacak da ne olacak?

– Hayatımızı biçimlendirirken dine verdiğimiz önem oranında değer yargılarımızı dinin kaynağına dayandırma eğilimindeyiz. İslam’ın biricik kaynağı Kuran’da hiç değinilmeyen olgu ve olaylar karşısında davranışlarımızı belirlerken asli kaynak ne olmalıdır? Muhammed’in “ayaklı tefsir” olma özelliğini (ayetle şahsına yapılan uyarılarla birlikte) hesaba katarak; iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış elimizdeki hadis kaynakları dururken Konfüçyüs, Buda, Sokrates, Locke, Weber, vs. bilumum yol gösterenlerin önerilerine hep beraber ya da bireysel olarak uymak, kolektif şuurun muhafazası açısından nasıl izah edilebilinir?

EDİP: Kuran sadece Muhammed’in veya onun zamanında yaşayanların anlayacağı bir kitap olarak değil, tüm zamanlarda o mesajın dilini öğrenen herkes için gönderilen bir mesajdır. Böyle olunca, Kuran’da değinilmeyen konularda başvurulacak kaynak kişinin kendi başıdır, bilim adamlarının başıdır, veya yaşayan toplumun politik başıdır. Kuran bizi birçok konuda serbest bırakmıştır.

DEİST: (2) Kuran’ın sıfatlandırılması meselesinde;

– Kuran’ın “mükemmel” yani “eksiksiz” ve “kusursuz” olduğu önkabülünün perde arkasına inildiğinde temel birkaç problem ile karşılaşılır. Bunlardan birisinde, eşyanın ve mananın emsalleri ile kıyaslanması halinde ancak eksik ve fazlalıkları anlaşılabilir. Kuran ise eşsiz bir kitaptır, emsali yoktur. Çünkü kendi ifadesi ile yazılı vahyin “tamamlayıcısı”‘dır, rakibi değildir. Bu bakımdan evvelki vahiyle kıyaslanması veya aynı kategoride algılanması doğru değildir. Buradan hareketle, madem Kuran’ın bir emsali daha yok ve madem eşyanın ve mananın eksik ve fazlası ancak “eşi” ve “benzeri” ile kıyaslandığında anlaşılabilinir, o halde kim, neye dayanarak Kuran’ın “mükemmel” ve “kusursuz” bir kitap olabileceğini iddia edebilir?

– Allah’ı, (fizik kanunları dahilinde) varolan eşya ve manayı kullanarak sıfatlandırmak, tasvire çalışmak antropomorfik bir yaklaşımdır. İnsan da tabiatı gereği Allah’ı bilinir kılmak için defalarca bu hataya düşer. Oysaki Allah’ın Varlık Bilgisi yalnızca O’ndadır. O halde panteizm ve Vahdet-i Vücud gibi öğretiler için rahatlıkla Allah’ın Varlık Bilgisi’ni tanımlamaktan münezzeh oldukları söylenebilir. Buradan hareketle; Kuran için “Allah’ın sözü” ve dolayısıyla “Allah’ın parçası” demek ne derece doğrudur?

– Eğer ki Kuran, bir yaratık ise, Yaradan da tüm yarattıklarını “eksik” ve “kusurlu” yarattığına göre Kuran’ın “mükemmel” ve “kusursuz” olduğunu iddia etmek yanlış değil midir?

– Tüm bu soruların ve cevapların sonucunda Kuran’ın “eksik” olduğu gerçeği hasıl olursa bunu açık bir dille ifade etmekten kaçmak yobazlık hatta putperestlik olmaz mı?

EDİP: Bir şeyin eşsiz oluşu veya benzerinin olmayışı ifadesi genel bir ifadedir. Bu ifadenin içerdiği veya dışladığı kategorileri bilmek gerekir. Örneğin, Kuran, bir kitap olarak eşşiz değildir; dünyada milyonlarca kitap vardır. Örneğin, Kuran Arapça diliyle yazılmış bir kitap olarak da eşşiz değildir. Kuran, yasalar içeren bir kitap olarak da eşşiz değildir; binlerce yasa koyucu dini veya ladini kitaplar var.

Aslında, birbirinin kopyası olmayan her kitap eşşsizdir. Benim yazdığım bir kitap, senin yazdığın bir makele eşşizdir. Aynı şekilde birbirinin kopyası olmayan her bina eşşizdir. Kuran’ın eşşsizliği tüm kitapları dışlayan bir eşşizlik olmalı…. Bir şeyin eşşiz olduğunu anlamak kastedilen kategori ile alakalı bir şey. Örneğin, Mendelevium diğer elementlerle kıyaslandığında eşşizdir; ama diğer Mendelevium atomlarına göre eşşiz değildir. Ancak, evrende sadece bir Mendelevium’a rastlasak o zaman eşşiz olur. Bu eşşizlik, ikinci bir Mendelevium ortaya çıkıncaya kadar objektif bir gerçeklik olarak devam eder. Başka Mendelevium atomları varsa ve biz bundan habersizsek bu durumda eşşizlik bir başka Mendelevium atomu keşfedilinceye kadar subjektif bir gerçek olarak devam eder. Benzeri keşfetmeden önce eşşizliğin bilgisizlikten mi kaynaklandığını veya mutlak mı olduğunu bilemeyiz, isbat edemeyiz.

Penguen bir kuş olarak benzeri olan bir yaratıktır. Dünyada binlerce çeşit kuş vardır. Ancak bazı farklı özellikleriyle eşsiz bir kuş olarak kabul edilebilir. Bu eşşizlik tam anlamda mükemmel bir eşşizlik değildir; zira bir sürü penguen bulmak mümkündür. Ancak dünyada bir tek penguen varsa, penguen setinin/cinsinin bir tek üyesi olarak eşşizdir. Belki de her penguen, genetik yapısından dolayı, yumurta ikizleri hariç, eşşiz olarak kabul edilebilir.

Kuran, insan ürünü diğer kitaplarla kıyaslandığında benzeri olan bir kitaptır. Ancak onlardan farklı özellikleri varsa ve bu özellikler o kitapları üreten insanların becerilerinin ve kapasitelerinin üzerinde bir karakter arzederse o zaman bir eşşizlikten sözedilebilir. Ne var ki bu eşşizlik iddiası geleceği içermekte problemler arzedecektir. Bugün benzer özellikte bir kitap üretemiyen insanlar niye yarın üretemesin ki?

Kuran’ın eşşizliği konusunda “Üzerinde 19 Var” adlı kitabımdan bir alıntıyı size sunmak istiyorum:

Demek ki “objektif ve matematiksel bir kriter ” olmadan yapılacak bir meydan okumanın pratikte hiçbir anlamı yok. Matematiksel bir kriter olmadan düzenleyeceğimiz en adil bir yarışma bile meydan okuyan tarafın zaferini ilan edebilmekten uzak olacaktır.

Açıklayalım: Bir kitabın diğer bir kitaptan üstün olup olmadığını samimiyetle öğrenmek istiyorsak, o kitapları önceden okumamış ve onlardan birine angaje olmamış uluslararası tarafsız bir kurulun önüne isimleri rumuzlu olarak çıkarmalıyız. Kuruldaki kişilerin ittifakıyla verilecek lehte bir karar, söz konusu kitabın hanesine bir olumlu puan koyabilir. Ancak yine de söz konusu puanlamanın değeri, kuruldaki kişilerin sayısına, seçimine, yetkinliğine, kültürüne ve yarışmaya katılan kitapların sayısına bağlıdır. Kuruldaki kişilerin farklı özgeçmişleri, görüşleri ve inançları objektif bir değerlendirme şansını alabildiğine küçültür. Kitapların hangisinin daha yüce ahlaki değerler ve kriterler sunduğunu belirlemek de yine kurul üyelerinin özgeçmişlerine, kültür ve normlarına sıkı sıkıya bağlıdır. Ayrıca, kitabımız yüz yarışmadan zaferle çıksa dahi yüz birinci yarışmada yenilgiye uğramayacağını garantileyemeyiz. Matematiksel bir kriter olmadan yapılacak en objektif değerlendirmeler bile yüzde yüz bir garanti sağlayamaz.

Öyleyse, Kuran’ın bu meydan okuması, insanların ve cinlerin vereceği cevaplara bağlı olmaksızın, kendi başına bir değere ve kanıta sahip olmalı. Aksi takdirde, Kuran’ın Tanrı sözü oluşu kıyamete kadar kanıtlanmamış olur. Demek ki, Kuran’ın meydan okuyuşu, tüme varım (endüksiyon) değil, tümden gelim (dedüksiyon) yöntemine sahip olmalıdır. Bir başka deyişle, Kuran’nın meydan okuyuşu bir çağrı değil, kanıtlanmış bir tezin zaferinin ilanıdır.

Diyelim, ünlü teorik fizikçi Einstein mevcut ve gelecek teknolojiye şöylesine meydan okudu: “Tüm mühendisleriniz ve fabrikalarınızla bir araya gelseniz ışıktan hızlı giden bir uzay gemisi yapamayacaksınız.” Einstein’ı desteklemek için ışık hızını tek tek mevcut uçakların hızıyla mı karşılaştırırsınız, yoksa ışık hızını aşmanın mümkün olamayacağını mı denklemlerle kanıtlarsınız? Birinci yöntem hem çok zaman alır ve hem de Einstein’ın tezini gelecekte üretilecek roketlerin çürütebileceği kuşkusunu bulaştırır.

Kuran’ın Allah sözü olması konusuna gelince… Kuran Allah’ın sözü olarak Allah’ın bir parçası değil, bir yaratığıdır. Allah’ın kulu, Allah’ın devesi, Allah’ın elçisi, Allah’ın sözü ifadeleri ayni ontolojik ve semantik gruba dahildirler.

Kuran Allah’ın yaratığı ise diğer yaratıklar gibi kusurlu olmalı değil mi diye soruyorsunuz. Allah’ın yarattığı her şeyin kusurlu olması gerektiğini nereden çıkarıyorsunuz? Tabi “kusur” dan kastınız ne? Kafanızdaki mükemmel ifadesi evrensel anlamda bir mükemmellik ise, yani mükemmel bir şey tüm güzel sıfatları içermeli ise kuşkusuz Allah’ın zatından başkası tüm güzel sıfatlara sahip olamaz. Örneğin, Kuran yaratmaz veya varlıkları beslemez. Ancak, Kuran, yaratılış amacı doğrultusunda mükemmel olabilir. Kuran’ın yaratılış amacı sağlıklı bir kalple düşünebilen, aklını kullanan ve gerçeğe saygı duyan insanları aydınlatmak, onlara deliller sunmak ve onları Allah’a yöneltmekse, Kuran bu bağlamda mükemmel kabul edilebilir ve bu kabul Yaratıcısının mükemmelliğiyle bir çelişki oluşturmaz. Bununla çelişen her hangi mantiki veya Kurani bir ifade bilmiyorum.

DEİST:  (3) İslam için en değerli tevhid dini yakıştırması yapılmasında bir sorun yok. Ancak “mutlak tevhid İslam’dır” dedin mi orada biraz durmak gerek;

– İslam, Kabe’nin içindeki putları yıkmasına karşın –insanlar tarafından putlaştırılmış olması bir yana- putperestliğin merkezi ve sonuçta bir eşya hükmündeki Kabe’nin, ziyaret edilmesinin emredilmesi bakımından ve namazda sabit yön olarak hükmedilmesi bakımından değerlendirildiğinde, bunun bir çelişki mi, bir imtihan mı, bir emsal mi ya da ne şekilde izah edilmesi gerekir?

– Peygamber, akıl, kainat, melek, vs. hepsini bir arada ya da her birini tek tek düşündüğünüzde bunların bilinen sıfatı ne olursa olsun sonuçta hepsinin Allah’ın keşfi ve tanınması bakımından birer araç olması “araçsız, aracısız, doğrudan ve mutlak tevhid” arayışının beyhude olduğunu göstermiş olmaz mı?

EDİP: Güzel bir soru… Putlaştırma veya şirk, Allah adına veya Allah’a yaklaşma adına uydurulmuş bir iddiaya inanıldığı veya Allah adına uydurulmuş bir iş yapıldığı veya terkedildiği vakit gerçekleşir. Nitekim, Allah adına uydurulan haramlara inanmak ve ona göre davranmak şirktir. Veya Allah’ın şefaat yetkisi vermediği insanlara o yetkiyi yakıştırmak şirktir. Veya mutluluğu Allah’ın rızası yerine başkalarının rızasında aramak da şirktir.

Görüldüğü gibi şirkin ve putlaştırmanın temelinde yalan vardır, Allah’a isyan vardır. Allah bize Kabe’ye dönün emrini vermişse, bu emrin Allah’a ait olduğuna aklen ve kalben mutmain olmuşsak Kabe’ye döneriz. Bunda ne Allah’a iftira ne de Allah’a isyan sözkonusudur. Zira, Kabe’ye dönmemiz veya orada toplanmamız Allah’ın emri olduğu için bu tavır Kabe’ye olan kulluğun değil Allah’a olan kulluğun bir ifadesidir. Allah yarın bir başka yere dön derse bizim hiç tereddüt etmeden başka yöne dönmemiz gerekir. Nitekim, Kuran belli bir kıbleyi putlaştıranlar ile Allah’ın emri olduğu için belli bir kıbleye dönenleri birbirinden ayırıyor. Bir başka örnek vereyim: Allah Muhammed’i dininde/şeriatinde kendisine ortak  kabul etmiş olsaydı o zaman bizim Muhammed’in hadislerini ve sünnetini araştırıp izlememiz ve Kuran’a ortak koşmamız gerekirdi. Bir başka değişle, Allah hükmünde ortaklar kabul etseydi bizim de hadis ve sünnete uymamız gerekirdi! Ama, Allah’ın sözü olduğuna kuşkumuz olmayan bir kitap, dinin sadece Allah’a özgülenmesi gerektiğini, Allah’ın biricik affetmeyeceği günahın şirk olduğunu bildiriyor.

Araç konusuna gelince… Araç ulaşılmak istenen hedefin yasalarıyla çelişmemeli. Ayrıca araç o hedefin yasalarına göre kullanılmalı. Hedef Allah ise, ona ulaşmak için kullanılan araçlar O’nun onayını almalı ve O’nun onayladığı biçimde kullanılmalı. Senin saydıkların içinde AKIL farklı bir kategoride yer alır. Zira, AKIL kayıtsız şartsız onaylanan bir araçtır. Dahası bu araç ilk kullanılması gereken araçtır. Bir başka aracın doğru yöne götürüp götürmediğini de belirleyen bir araçtır akıl. Akıl vahiyden önce gelir ve vahiy iddiasında olan bir iletişimin gerçekten vahiy olup olmadığına karar verir. Akıl, Allah’ın bize yaratılışta bağışladığı RUH’tur, yani tanrısal değelendirme, düşünme ve karar verme programıdır. Peygamberlik iddiasında birinin doğru olup olmadığına, görülen veya hissedilen paranormal olayların gerçekten melek denilen ilahi elçiler olup olmadığına, hatta kainattaki ayetlerin aslını ve ilişkilerini anlamaya akılla başlarız. Allah’a peygambersiz, meleksiz ve hatta kainatsız yaklaşılabilir; ama akılsız yaklaşılamaz. Elçiler ve getirdikleri mesajlar bir anımsatmadan ibarettir, bir rahmettir.

Bu arada, akıllarını şeytanlarının, şehylerinin veya müctehitlerinin sepetine koyarak akla allerji duyan akılsızların aklın kullanılmasını engellemek ve eleştirmek için başvurdukları cahili tartışmalardan birine değinmek isterim burada. Maymunlar gibi mukallitleşen bu kişiler akıllarını kullanmak isteyen insanlara “aklını putlaştırıyorsun” suçlamasında bulunurlar sık sık. Bunlardan birisine burada verdiğim bir cevabı aşağıya alıntılıyorum:

Sevgili ……, akla kulluk etmek nasıl oluyormuş… Aklı kullanmak, doğruyu bulmaya çalışmadır, akletmek Allah’ın bize bahşettiği mantık programını heva ve hevesle çarpıtmadan kullanmak demektir.

Şimdi senin sorduğun sorudaki AKLI KULLANMAK kelimesinin anlamını yerleştirelim:

“Edip, doğruyu bulmaya çalışmak ile doğruyu bulmaya çalışmaya kuluk etmek arasındaki farkı söyle?”

veya

“Edip, Allah’ın bize bahşettiği mantık programını heva ve hevesle çarpıtmadan kullanmak ile Allah’ın bize bahşettiği mantık programını heva ve hevesle çarpıtmadan kullanmaya kulluk etmek arasındaki farkı söyle?”

Gördüğün gibi akılsızca sorulmuş saçma sapan bir soru… Böyle bir soruya verilecek cevap da saçma sapan, yani akılsızca bir cevap olur.

Allah aklını kullanma cesareti versin.

DEİST: (4) Kuran’ın kendi ifadesi ile “bir benzerinin daha olamayacağı, yazılamayacağı” ve “apaçık bir kitap” olması hususunda;

– Kuran’ın edebi yönden taklit edilemeyeceğini iddia etmek bir bakımdan kolay diğer bakımdan zor olsa gerek. İki yönden meseleye bakıyorum: 1-) Bir kitap yazacaksınız, içinde Allah’tan aldığınızı iddia ettiğiniz ya da iman ettiğiniz ifadeler olacak, bu ifadelerin tamamı ya da büyük bir kısmı herkes tarafından anlaşılabilinir olacak. Vs… İnsanın/insanların buna yeteneği ve cesareti ölçüsünde kalkışması akla yatkın gözükmüyor. 2-) Nefisle mündemiç olan insanın kendi dilinde yazılmış edebi eserlerden Kuran’a nazaran daha çok tad alıyor olması bence bir vakıadır. Hem de edebiyatın tabiatı bakımından sübjektiflik arzetmesi Kuran’ın edebi alanda eşsizliğini ispatı imkansıza yakındır.—- Bu tespitin yanında, “Vahiy Kitabı” olması özelliği dolayısıyla emsali olmaması gerçeğini de göz önüne alınız. Bunların ışığında, Kuran’ın matematiksel bir sistemle korunan ve taklit edilmesi (daha doğrusu emsalinin oluşturulabilmesi) imkansızlaşan bir kitap olarak adlandırılması selefleriniz, kendiniz ve yandaşlarınız tarafından savunulmakta. Matematiğin tabiatı bakımından objektiflik arzetmesi de savınızı kuvvetlendirmekte. İyi ama; madem “apaçık bir kitap” var, sizlerin bu ayetten türeyen görüşüne göre herkesin anlayabileceği bir kitap bu; o halde herkesin kavramakta güçlük çekeceği matematiksel bir sistemin varlığıyla bu durumu yan yana koyduğumuzda bir çelişki oluşmuyor mu?

EDİP: “Üzerinde 19 Var” adlı kitabımda genişçe tartıştığım bir konu bu… “Kuran İnkarcılara Meydan Okuyor; Ama Nasıl?” başlıklı bölümde “edebi mucize” denilen iddianın ne kadar anlamsız olduğunu tartıştım. (Bak: http://19.org/index.php?id=70,183,0,0,1,0 ) Kitabın sonundaki “Eleştiriler ve Cevaplar” bölümünde de senin yönelttiğin soru dahi olmak üzere birçok soruya cevap verdim. “Üzerinde 19 Var” adlı kitabımın son bölümünden alıntılıyorum:

1. Muhammed Peygamber ve İslam alimleri nasıl olur da 19 mucizesini görmediler? Peygamberimiz Kuran’ı herkesten daha iyi anlardı.

Kuran’a göre bu eleştirinin bir temeli yok. Kuran, bildirdiği bazı olayların ileride gerçekleşeceğini, çağdaşları gibi Muhammed’in de onun işaret ve niteliğinden habersiz olduğunu bildirir (10:20; 25:6; 6:158). Kuran, Tanrısal bilgiyi ulaştırır; Muhammed’in sınırlı bilgisini değil… Tanrısal bilgi zamanı kuşatır ve gelecek nesillerin ilgi ve bilgi durumunu hesaba katar.

Kuran’da yaratılış ve astronomiyle ilgili ayetleri Muhammed Peygamber’den daha iyi anlayabiliriz. Bu, Muhammed Peygamber’i küçültmez. Aksine onun getirdiği Kitabın Tanrı kitabı olduğunu destekler. Nitekim, bizden sonraki nesillerin Kuran’ın bazı ayetlerini bizden çok daha iyi anlayacağından kuşkum yok. Bugün bilmediğimiz ve hatta hayal bile edemeyeceğimiz nice olağanüstü özellikler keşfedilecek. Kuran’ın evrensel ve çağlar üstü mesajını dondurmak isteyenler aslında Kuran’a inanmıyorlar. Nitekim, bu dondurma işlemini ortaçağda yaşayan yalancıların uydurduğu hadis koleksiyonlarıyla yapmaya çalışmaları onların gerçek niyetlerini ortaya çıkarıyor.

DEİST: (5) Hicr:9’daki “Biz indirdik, biz koruyacağız” prensibine dair;

– Tevbe Suresi’nin son iki ayeti sonradan eklenmiş ise yaklaşık 1400 yıl –haşa- Allah sözünde mi durmamıştır, yoksa korumasını başka bir şekilde mi gerçekleştirmiştir?

– Yine 1400 yıl boyunca yaşamış/yaşayan ve iman etmiş/eden milyarca –ki neye ve nasıl iman ettikleri ayrı tartışılmalı- insan, korunmamış bir kitaba mı iman ederek yaşadılar?

-1400 yıl boyunca mukallit ve müşriklerin elinde olan Kuran’ın değişmediğine “19 mucizesi” öncesinde nasıl hükmetmiştiniz?

-Tüm bunların dışında;1400 yıl boyunca bahsi geçen güruh tarafından zedelenmediğine hükmettiğiniz Kuran’ın bu olumsuzluğa karşın muhafaza edilmiş olmasını bir mucize olarak nitelendirmekte bir sakınca görüyor musunuz?

EDİP: Bu sorulara ve benzerlerine “Üzerinde 19 Var” adlı kitabımda cevaplar verdim. Bu cevapları buraya alıntılamak yerine sana kitabın PDF nüshasını vereyim. Lütfen ilgili bölümü okuduktan sonra karşı eleştirin veya soruların varsa ilet.

41:42 ayetine düştüğüm dipnot sorunun ilk bölümüyle yakından ilgili olduğu için buraya alıntılıyorum:

41:42 Kuran, müşriklerin kağıtlarında değil, bilgi sahiplerinin kalbindedir (29:49). Mesajı insanlar değil, Allah korumaktadır (15:9). Kuran’ın olağanüstü matematiksel kompozisyonu, Kuran’ın herhangi bir elementinde herhangi bir ekleme, çıkarma veya tahrifat yapılması halinde ortaya çıkarılıp reddedileceğini garantilemektedir. Muhammed peygamberi putlaştıranların iki hadis ekleme girişimleri başarısızlığa uğramıştır. Yirmi dört ayar altın bir yüzüğe yapıştırılan sarının altın olmadığı altının atom özelliği tarafından sürekli olarak ilan edilir ve reddedilir. Altın yüzük gibi Kuran da yapısındaki matematiksel sistemle sürekli olarak orijinal olarak vardı ve orijinal olarak var olmaya devam edecektir. Kodlanmış olan Kuran’a ekleme veya çıkarma yapmaya hiç kimsenin gücü yetmez. Bak 9:127.

Nitekim Kuran, kendisinin “ilim sahiplerinin göğsünde” olduğunu bildirir. Geçmiş nesiller Kuran’a ait olmayan bazı cümleleri Kuran’dan sanmışlarsa onları yargılayacak olan ben değil, Allah’tır. Kendilerine bağışladığı nimetleri, bilgiyi ve onların niyetini bilen Allah’tır. Firavun’a ayetler gösteren ve ilahi mesajı ileten Musa’ya Friavun’un Musa’yı dinlememek için kendisine maziret bulmak amacıyla “Peki daha önceki kavimlerin durumu ne?” diye sorması üzerine Musa: “Onların durumunu Allah takdir edecektir” diye cevap vermişti. Bu cevap üzerinde düşünmeli ve ders çıkarmalıyız.

DEİST: (6) Cuma:9 “Ey iman edenler, cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ı zikretmeye koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır” ışığında;

-Vücuda gelen “Cuma Namazı”‘nın hurafe yönünün/yönlerinin olup olmadığı hakkında ne düşünüyorsunuz?

-Putperest, gelenekselleşmiş ve Kuran ile çelişen bir dinin mensupları ile aynı mabette aynı saflarda Cuma ve diğer namazların kılınması hakkında ne düşünüyorsunuz?

EDİP: Başkalarının durumunu bilmem; ama ben bulunduğum yerde Sunnilerin, Şiilerin, Ahmedilerin, Reşadilerin Cuma namazlarına cemaat olarak katılmıyorum. Onların “Allah’ı anmak” için yapılan bir toplantı sırasında Allah’ın yanında birçok putun ismini ve cismini anmaları ve hatta onlardan şefaat istemeleri benim dinime göre şirktir. Böyle olunca müşriklerin idare ettiği bir dini toplantıya katılmayı doğru bulmuyorum. Burada küçük bir müslüman grubuyla birlikte şehrin ortasında her Cuma bir saatliğine kiraladığımız bir salonda buluşup birlikte namazı gözetiyoruz.

DEİST: (7) Bütün hadislere karşı çıkarken özellikle insanüstü birtakım özellikler atfedilen Muhammed hakkında “onu bir sex manyağı, kol kesen bir cani olarak tanıtıyorlar” derken;

-Aksini savunduğunuzu ve buna hükmettiğiniz anlıyorum. Bu bağlamda yanılıyor muyum?

-Eğer yanılmıyorsam sizin bu hükme varmanızdaki dayanak ya da kaynak nedir?

-Yine yanılmıyorsam o şekilde ya da sıfat değiştirilerek sizin hükmünüzün aksine hükmedenlerin dayanağı ve kaynağının sizinkilerden aşağı olan tarafı nedir?

-Eğer siz de Muhammed’in kişiliği hakkında hükme varırken bu karşı çıktığınız insanların kaynaklarını referans alıyorsanız, hadis ve siyer kaynaklarının bütünüyle hükümsüz ya da uydurma olduğunu iddia edebilir misiniz?

EDİP: Evet, hadis kitaplarındaki bazı hadislerde tarif edilen seks düşkünü, pedofile, işkenceci, despot, saldırgan, kadınları hor gören, hurafeci, okuma yazma bilmeyen, kendisinin gece gündüz övülmesini isteyen bir Muhammed karakterinin onun düşmanları tarafından uydurulmuş bir karakter olduğuna inanıyorum.

Allah sözü olduğunda hiç kuşkum olmayan Kuran’da “sen büyük bir ahlak üzere yaratılmışsın” ayeti başta olmak üzere müminlerin karakterini ve tavırlarını ifade eden ayetler bu konuda yeterli ve güvenilir tek kaynaktır. Kuran Muhammed’in Kuran’a inandığını bildirir ve Kuran’a göre hüküm vermesi gerektiğini kendisine emreder. Dahası, Kuran’ın emirlerine aykırı önemli bir sapma gösterdiğinde kendisini uyarır (Zeyd olayı, kör olayı, halkın heva ve hevesine meyletmesi, vesaire). Böyle olunca Muhammed peygamberin Kuran’ın tanımladığı ahlaki sınırları aşmadığı, Kuran’da eleştirilerek düzeltilen büyük günahları (kebairel ismi, fawahish) işlemediği anlaşılır.

Kuran, gerek içerdiği çeşitli bilimsel gerçekler, gaybi haberlerinin tecellisi ve olağanüstü bir matematiksel sistem ile kendi kendisine tanıklık eden ilginç ve bu bağlamda eşşiz bir kitaptır. Hadis kitapları ise derleme zanni rivayetler olup hem evrendeki bilimsel ayetlerle çelişkiler hem de iç çelişkiler barındırırlar.

DEİST: (8) Her zaman tartışılacak olan Kuran’ın apaçık olma iddiasının yanında çevirideki zorluklar, lokal alışkanlıklar, algılamada seçicilik, vs. gibi engeller hasebiyle tefsir edilme zorunluluğu hasıl oluyor. Her ne kadar, bir Kuran talebesi apaçıklık prensibiyle tezat oluşturmaması bakımından tefsire ihtiyaç olmadığını iddia etse de bir çok hususta farklı yorumlamaların varlığı, tefsire duyulan ihtiyacın inkar edilemeyeceğinin en kesin göstergesi.

-Muhammed seçilmiş bir kişi midir? Allah’ın hangi kriterlere göre seçim yaptığına dair Kurani bilgi nedir?

-Kesinlikle tefsire Muhammed zamanında da ihtiyaç duyuluyordu ve O da açıklama ihtiyacı hissediyordu. En iyi açıklayıcının o olduğunun bir ispatı olmamasına karşın onun seçilmişliği göz önüne alındığında, söz ve davranışlarının örnek teşkil etmesine dayanan sistematiğin başta tevhid ilkesi olmak üzere Kurani prensipler doğrultusunda rafine edilmesinde sıkıntı nedir? Reformist Sünni/Şii hareketlerin olasılığı nedir? Varsa böyle bir teşebbüs bunda yanlış olan nedir?

EDİP: Kuran’ın anlaşılması ile ilgili iki ayete düşmüş olduğum dipnotları sorunun ilk bölümüne cevap olarak alıntılıyorum:

20:114 İlk okuyuşta anlayamadığımız bir ayeti, ikinci veya üçüncü okuyuşumuzda anlayabiliriz. Bazı ayetleri anlamak için Kuran’ın perspektifini kazanmak gerekir. Bazen de herhangi bir ayeti yıllar sonra ani bir ilham yoluyla anlayabiliriz. Kuranı, güçlü ve net yayın yapan bir radyo istasyonuna benzetirsek, biz de radyoya benzeriz. Gelenekler ve çevrenin etkisiyle kazandığımız yanlış bilgi ve tavırların oluşturduğu parazit yayınlar Tanrısal yayını olduğu gibi işitmemize engel olabilir. Ayrıca dalga ayarımız, transistorun durumu, pilin gücü ve antenin yönü gibi bizim kişisel tavır, ilgi ve bilgi durumumuza bağlı olan nedenler zayıf işitmemize veya hiç almamamıza neden olabilir. Hadisçi-Sünnetçi radyolar, Kuran kanalından parazitli ve kesintili yayın almaya mahkumdur (2:20).

30:52 Belli bir radyo yayınını nasıl ki pili bitmiş yahut düğmesi çevrilmemiş yahut, dalga ayarı yapılmamış bir radyo ile dinleyemiyorsak aynı şekilde Tanrı’nın mesajı da aklını kullanmayan, yeni düşüncelere kapalı bağnaz kafalarda yankı bulmaz.

Sadece Kuran mesajına inananların bazı detaylarda gösterdikleri farklılık onların farklı geçmişleri, bilgileri, anlayış kapasiteleri, Kuran’ı araştırmak ve anlamak için ayırdıkları zaman, ilgi durumları, zaafları, vesaire rol oynar. Bir kitabın açık olması illa herkesin onu aynen anlaması anlamına gelmez. Bir kitabın açık olması, onu anlamaya çalışanların geçmişlerini özeleştiriye tabi tutmaları, birçok alanda bilgilerini arttırmaları, mantıklı düşünme konusunda deneyim kazanmaları, Kuran’ı araştırmak ve anlamak için vakit ayırmaları, toplumun veya çıkarlarının oluşturduğu zaafların farkına varmaları halinde onu anlamada daha da ittifak sağlayacakları anlamına gelir.

DEİST: (9) Her nedense benim çok tuttuğum “Nefsinizin de sizin üzerinde hakkı vardır” şeklindeki Muhammedi prensibin Kuran’da bir dayanağı var mıdır? Niye sordum derseniz, şunu sorarım: Birtakım güruhun “nefsinizi putlaştırıyorsunuz” suçlaması ya da iftirasına bir cevap olarak “hayır, biz nefsimizi asla putlaştırmıyoruz” niteliğinde bir cevap verirken Kuran’dan hangi delilleri ortaya koyarsınız?

EDİP: Nefis, Kuran’ın dilinde “kişi” veya “kişilik” demektir ve Kuran’da bir iki istisna hariç kötülenmez. (İstisnalar üzerinde tartışmayı sonraya bırakacağım). Hadis, sünnet ve özellikle tasavvuf kitaplarında kötülenip horlanan nefis, Kuran tarafından korunur. Kuran’da nefislerine zulmedenleri eleştirir. Maalesef Kuran’dan habersiz insanlar “heva ve heves” denilen gerçek dışı eğilimlerle nefsi (kişilik) birbirine karıştırmışlardır. Kuran kişiliğimizi/nefsimizi geliştirmemizi ve ona günahlar veya cahili öğretiler yoluyla zulmetmemezi emreder. İnkarcılar nefislerini kaybedenlerdir Kuran’a göre. Kuran’ın öngördüğü model insan, kendine özgün kişiliği (nefsi) olan, kendi başına ayakta durabilen, kendi kafasıyla düşünen, falancaya veya filancaya mürit ve mukallit olmayan, sadece ve sadece Hakka kul olan ve hakikati arayan kişilerdir (nefislerdir). Müritler ve mukallitler Kuran’ın tanımladığı mümin veya müslüman tanımına girmezler.

DEİST: (10) Bakara:184-185 gereğince “hasta olanlar ve yolculukta bulunanlar” için Ramazan oruçlarında kolaylık gösterilmiş, tutamadıkları oruçları başka bir zaman tutabilecekleri söylenmiştir. Hiç de istisnai bir durum olmayan, hamile kadınların özellikle 5.aydan sonra oruç tutmalarının hem bebek hem de kendileri için hayati tehlike arzettiği konusunda doktorların uyarısı bulunmaktadır. Bu tür bir tavsiyeye uyan fıkıh bilginleri hamileliği “hasta” statüsünde kabul ederek kendi dinlerince kolaylık sağlama yoluna gitmişlerdir. Ayette geçen “hasta” kelimesinin hamileler için de geçerli olmasını savunmanın Kuran’a aykırı bir yönü var mıdır? Aksini savunabilir misiniz? Hasta kelimesini “sağlıklı bir insanın yapabileceklerini yapamama durumu” şeklinde yorumluyorsanız, benzer durumlarda farklı ayetlerin de farklı farklı yorumlanmasından kaynaklanacak sorunlar hatta çatışmalar için çözüm öneriniz var mı?

EDİP: Kuran, bilmiyorsak zikir/anlayış ehline sormamızı, sorumluluğu ehline vermemizi ister. Neyin hastalık olup olmadığına, bir bünyenin üzerinde orucun ne kadar yarar veya zarar vereceğine din adamları, fıkıhçılar, hadisçiler, madisçiler, kuran bilginleri, şairler, yazarlar değil, bu konuda bilgi sahibi olan tıp doktorları karar verir. Allah “hasta” kelimesinin anlamının gerçek hayattaki karşılığına karar vermeyi “hasta” olan kişiye bırakmıştır. Hasta veya özürlü bir kişi hastalığı/özrü ile oruç arasındaki bağlantıyı ya kendi kendine belirler veya bir uzmana danışarak karar verir.

DEİST: (11) Kuran’ın nüzulü esnasında ayetlerin sure sure gelmediği bilinmektedir. Sureler oluşturulurken Muhammed’in “bu ayeti filanca surenin şu sırasına, şu ayeti falanca surenin şu sırasına yazın” şeklinde bir yönlendirmesi rivayet olunur.

-Muhammed bu tasnifi neye dayanarak yaptırmıştır?

-Surelere dikkat edilirse surelerin bir kısmında birbiriyle bağlantısız konuların ardı ardına sıralandığı görülür. Burada bir tasnif hatası mümkün müdür? Tasnif hatasından kaynaklanan anlam daralması, çarpık anlam gibi arızalar meydana gelmiş olabilir mi? Veya tasnif hatası var ya da yok; bunun Kuran’ın meşruiyetine bir zararı var mıdır?

– Kuran’ın birçok yerindeki tekrarlar yapılan tasnif hatalarından kaynaklanıyor olabilir mi?

– Surelere isim koyma yetkisi kimindir?

-Ayetlerin mevcut tasnif ve sırayla gelmemiş olmasında nasıl bir hikmet olabilir?

-Elimizdeki Kuran kitaplarının birçoğunda Arap imla işaretleri dışında sure isim ve numaralarını yer alması –elbette bir kolaylık sağlamaktaysa da- insanın Kuran’a ekleme yaptığı manasına gelir mi? Yoka bu işin tamamiyle “kolaylık sağlama amacıyla” yapıldığını savunuyorsanız başka noktalama işaretleri ve dipnotlar eklenmesinin Kuran’a bir zararı var mıdır? Kendi çevirinizdeki bu işaretlemeleri yaparken örnek ya da kaynak olarak nelere dayandınız?

EDİP: Kuran, kendisinin derleyicisinin yani camiinin Allah olduğunu bildirir. Onu cemeden ve okunmasını öğreten Allah’tır. Muhammed inen ayetlerin 114 bölüm içine yerleştirilmesi konusunda vahye uymuş olmalı.

Dediğin gibi, Kuran ayetleri arasında zahiri kopukluklar mevcut… Bu konuda, Amerikan’ın ünlü edebiyat eleştirmenlerinden Harold Bloom’un “Genius” adlı kitabında çok ilginç bir yorum var. O yorumu Türkçe’ye çevirecek vaktim yok maalesef. The Reformist Translation’in önsözünde bir yere alıntıladığım bölümü kendi yorumlarımla birlikte alıyorum aşağıya:

Since its revelation, tens of thousands of books have been written to analyze, to study, to understand, to distort, to praise, or to criticize the Quran. Here, I would like to quote from Harold Bloom’s description of the Quran’s literary aspect in his book title The Genius:

“The Koran, unlike its parent Scriptures, seems to have no context… Strangely as the other Scriptures are ordered, they seem models of coherence when first contrasted to the Koran. The Koran has one hundred and fourteen chapters or sections (called suras) which have no continuity with one another, and mostly possess no internal continuity either. Their length varies enormously, their order has no chronology, and indeed the only principle of organization appears to be that, except for the first sura, we descend downwards from the longest to the shortest. No other book seems so oddly and arbitrarily arranged as this one, which may be appropriate because the voice that speaks the Koran is God’s alone, and who would dare to shape his utterances?

Sometimes I reflect that the baffling arrangement (or lack of it) of the Koran actually enhances Muhammad’s eloquence; the eradication of context, narrative, and formal unity forces the reader to concentrate upon the immediate, overwhelming authority of the voice, which, however molded by the Messenger’s lips, has a massive, persuasive authority to it, recalling but expanding upon the direct speeches of God in the Bible.”

The observation above is accurate in its literary aspect. However, when we study the Quran according to its message, semantic web, scientific accuracy, and its mathematical structure, we find it to be the most coherent, the most consistent, and the most organized book in the world. Thus, the Quran is like a beautiful tree that relaxes the eyes of its spectators with its apparently unorganized branches, leaves and flowers; but its chemical, biological, and microscopic structure is so marvelously organized it leaves its students in perpetual awe and wonder.

Surelerin ismi konusuna gelince… Eski Kuran nüshalarında sure isimleri yok. Nitekim Kuran’ın matematiksel sistemine de dahil değiller. Böyle olunca Sure isimleri Kuran’ın bir parçası değildir; insanların daha sonradan pratik bir amaçla vardıkları keyfi bir olaydan ibarettir. Nitekim, bazı surelerin isimleri konusunda farklı görüşler var. Önümüzdeki yıl yayınlanacak olan İnglizce Kuran çevirisinde sure isimlerini kullanmadım. Bunun yerine surelerin sırasını bildiren rakamları kullandım. Ancak, Kuran’ın aslından olmadığı bilinmesi koşuluyla müshaflarada sure isimleri konmasını yanlış bulmam.

Kuran’ın yayımlandığı bir kağıdın yanına, üzerine veya herhangi bir yerine not düşülebilir, yorum yapılabilir, resim çizilebilir… Kuran’ın yayımlandığı bir DVD’ye de çeşitli animasyonlar veya sesler konulabilir… Bunda bir sakınca bulmuyorum. İnsanlar tarafından eklenen bu notların ve yorumların Kuran’ın aslından olmadığı farklı formatlama, görüntü veya düşülen bir uyarı yazısıyla bildirilmek ve/veya bilmek koşuluyla…

Kuran’in elimizdeki en eski nüshaları noktasız ve harekesiz olduğu için birçok kelime veya cümle farklı okunmaya ve anlaşılmaya müsaittir. Yakın veya genel bağlam içinde diğer Kuran ayetleriyle veya kainattaki ayetlerle çelişkilere yol açmayan her türlü okuma makbuldur ve Allah tarafından kastedilmiştir inancındayım.

DEİST: (12) “Müslüman Din Adamlarına 19 Soru” kitabınızın 3.baskısında(2001) “İbrahim’den sonraki tüm elçiler 5 vakit namazı gözetiyorlar…(2:43; 3:43; 11:87; 19:31,59; 20:14; 28;27)” (s.90) şeklindeki ifadenizi, kitabı yeniden yazarken ne zaman ve niye değiştirdiniz?

– “İlginç Sorular” kitabınızın 10.baskısında (Mart-1999) Muhammed’in “son elçi (resul)” olduğunu(s.79) söylemişsiniz. Şimdiyse nebi ve resul diye iki farklı kavramı birbirinden ayırıp vahyin peygamberlere has bir meziyet olmadığını iddia etmektesiniz. Reşad Halife’nin hangi tarihten itibaren elçilik iddiasında bulunduğunu bilmiyorum. Ancak Meşhur “3:41” hadisesi ve Reşad Halife’nin iddiası ve sizin buna intisabınız zannımca 1999’dan çok önceye dayanmakta. Peki bu zan doğru ise 1999’da 10. baskısı yapılan kitaptaki bu ifadenin yer alması, sizin o tarihte henüz bu konuda netleşmiş bir fikre sahip olmadığınızı mı göstermektedir, yoksa tamamen gözden kaçmış bir hataya mı işarettir?

EDİP: İbrahim’den itibaren tüm elçilerin ve destekleyicilerinin namazı gözettikleri konusundaki anlayışımda herhangi bir değişiklik yok. Hala aynı inançtayım. Ancak o o makaleyi yazdığım zamanlar namazın 5 vakit olduğuna inanıyordum. Gelenekten kaynaklanan bu inancım, Kuran’da namazla ilgili ayetleri tek tek dikkatle incelemeye başlayıncaya kadar sürdü. Kuran’da üç vakit namaz olduğuna kanaat getirince o konudaki görüşümü düzelttim.

İlginç Sorular kitabindaki ifade 1984 yıllarına ait bir yazıma aittir. O kitap, 1984-1987 yılları arasında yayımlanan İlginç Sorular-1 ve İlginç Sorular-2 adlı kitaplarımdan seçilen bölümlerden oluştu. Kitabın düzenlemesini ve yayınını maalesef buradan gereken bir titizlikle izleyemediğim için sözünü ettiğiniz ifadeyle ilgili dipnot düşemedim. İnşallah bu kitaplar tekrar yayımlandığında bir dipnot düşeceğim.

Üç vakit namaz konusundaki kanaatim Reşad’ın vefatından yıllar sonradır. Az önce bu konuda İnglizce yazmış olduğum ilk makaleme baktım ve Temmuz 2000 tarihini gördüm. Demek ki üç vakit namaz konusundak görüşümün yaklaşık beş yıllık ömrü var.

DEİST: (13) “Osman Mushafı” , “İmam Mushafı”, “Osman Tertibi” ya da adı her neyse mevcut sırasıyla Kuran’ın insan eli ve iradesiyle tertip edildiği ve nüzul sırasına göre tertip edilmediği çok açık iken;

– “İlk vahyedilen 96. sure sondan 19. suredir.”, “Son kelimesi “Allah” olan biricik sure 82. sure olup “Allah” kelimesi 19. ayettedir. Ve bu, sondan 19. “Allah” kelimesidir.”, “Başlangıç harfli ilk surenin 2:1 ayetiyle başlangıç harfli son sure, 68:1 arasında 5263 (19×277) ayet vardır.”, “Bu iki sure arasında yer alan grupta 38 adet başlangıç harfsiz sure mevcuttur.” , “Yine bu grupta başlangıç harfli ve başlangıç harfsiz surelerin 19 değişen grubu vardır. ” , “19. sure beş harf ile başlar, yani K, H, Y, A’ ve SS . Bu beş harfin bu suredeki toplamı 798’dir, yani 19×42.”,vs..  gibi argümanlarla 19 mucizesini izah ederken mevcut Kuran tertibinin insan eliyle yapıldığını bile bile kutsayarak büyük bir hataya düştüğünüzü görmüyor musunuz?

EDİP: Kuran’ın yazımı ve tertibiyle ilgili hadislere güvenmiyorum. Bu konuda bir sürü hadis ve tarihi malumat uydurulmuştur. Örneğin, Muhammed peygamber döneminde Kuran’ın gelişi güzel taşlar, kemikler ve deriler üzerinde yazıldığı ileri sürülür. Bu iddia, hem o günün koşulları ve imkanlarıyla çelişir hem de Kuran’ın bir elçi eliyle deriye yazıldığını, Kuran’ın Allah tarafından derlenip toplandığını bildiren ayetlerle çelişir. Muhammed döneminde Araplar ticaretle uğraşıyorlardı ve o gün papirüs kağıdı piyasada yaygındı. Hele deri en bol nesnelerden biriydi. Kuran ayetelerinin kemikler ve taşlar üzerinde yazıldığı biçimindeki uydurma rivayetlerin motivasyonu üzerinde düşünmeni isterim. Bu rivayetleri uyduranların asıl amacı Kuran’ın Muhammed peygamber döneminde tedvin edilmediği yalanını yutturmaktı. Maalesef bunda başarılı oldular…

Muhammed’e indirilen ve Muhammed hayatteyken tamamlanan bir kitabın peygamber hayatteyken vahye göre düzenlenemediğine inanmak Kuran’ın ilahi kaynağından kuşkulanmakla eş anlamlıdır. Mervan, Muhammed peygamber döneminde onun eliyle yazılmış ve tedvin edilmiş Kuran’ı yakınca satılmış tarihçiler tarafından uydurulan, “kemik ve taşlar üzerine yazılmış dağınık Kuran nüshalarının” tedvin edilmesi hikayesi uyduruldu…

DEİST: (14) Kuran’ın matematiksel mucizesi

“Mesaj: Kuran Çevirisi” kitabınızın “Kuran’ı okuyup incelemek isteyenlere bazı hatırlatmalar ve öneriler” başlığı altındaki “Rabbinden yardım iste ve O’na güven. Senin gibi inananları bulup birbirinizle dayanışma halkaları oluştur. Birinizin evini mescid edinin ve orada Kuran çalışması yapınız. Çalışmayı kollektif olarak yapmaya çalışın ve namaz kıldırma işini eskiden olduğu gibi tekeline alma. Herkes namazı kıldırabilsin; hutbeyi verebilsin. Bu arada geçimini sağlamak için üretim veya hizmet dalında iş bulmaya çalış…” ifadesi ile ilgili olarak;

– Bu konuda herhangi bir organizasyon (cemaatleşme) yapılmış mıdır?

– Bu tür organizasyonlarla diğer müslüman olduğunu iddia eden çoğunluk karşısında kendini tecrit eden yeni bir tevhidi hareket mi planlanmaktadır?

– Bu tür organizasyonlar şimdi ya da ilerleyen zamanlarda camisi-mescidi farklı bir cemaat oluşumuna yol açar mı?

Teşekürler..

EDİP:  Bu tür çalışmalar bulunduğum ülkede birçok şehirde başlamış durumda. Türkiye’de de bazı kentlerde düzenli olmasa da bu tür oluşumlar var. Ancak, hiyerarşiye karşı olan tavrımız, organize dinlere karşı olan kuşkulu yaklaşımımız ve allerjimiz, kişisel sorumluluğu vurgulayışımız, tarikat kültürüne temelden karşı oluşumuz gibi nedenlerle bu tür oluşumları bir merkezden idare etmeyi doğru bulmuyorum.

Ancak, dünyadaki gelişmeler, bizim yirmi yıl önce başlattığımız islami reform hareketini dünyanın gündemine getirmiş bulunuyor. Reşad’ın 1990 yılının Ocak ayında el-Qaida ile bağlantılı sunni bir terörist örgüt tarafından şehid edilmesiyle başlayan ve el-Qaida üyesi 19 korsanın Amerika’nın en önemli sembollerine saldırmasıyla devam eden olaylar zinciri tesadüfi değildir. 1974 yılında gerçekleşen büyük gaybi haber ile Allah Kuran’ın mesajını hurafelerden ve şirkten arınmış bir saflıkta tekrar dünyanın gündemine getirmiştir. Gelişmeler, Kuran’daki bazı ayetlerin ve 74’üncü surenin gaybi tecellisi doğrultusunda olacaktır.

Ben de teşekkür ederim.

Selam,
Edip

Share