F Tipi Bilim

Share

F Tipi Bilim
Hocanın İlmi

Ender Helvacıoğlu

Fethullah Gülen Show

Bir bilim dergisinde, neden bir din adamı olan Fethullah Gülen’in düşüncelerini ele aldık? Birkaç nedeni var:

Birincisi, Fethullah Gülen bilimin alanına giriyor. Bilimsel gözükmeye, düşüncelerinin bilim ile çelişmediğini göstermeye özel bir önem atfediyor. Yazılarının çoğunda bilimsel gelişmelerden ve bulgulardan söz ediyor, örnekler veriyor. Bilim ile dini buluşturmak ve uzlaştırmak en büyük misyonlarından biri. Temelde iki iddiası var: 1) Bütün bilimsel gelişmelerin ve bulguların Allah’ın büyük düzenini ve doğadaki Allah yapısı ahengi kanıtladığı; 2) Bütün bilimsel gelişmelerin ve bulguların Kuran’da önceden işaret edildiği. İddiasına göre onun dini bilimsel bir din, bilimi ise dininin kanıtı olan bir bilimdir.

Dini, bilim ile kanıtlamak yeni bir moda. Eskiden dinciler bilim alanına pek girmezler, girmek istemezler, kendi alanlarında fikir yürütürlerdi. Dinin bilime sızmaya çalışması, ülkemizde dinsel düşüncenin giderek genişleyen ideolojik hegemonyasının bilim alanına yansımasından mı kaynaklanıyor, yoksa son derece itibarlı bir etkinlik alanı olan bilimin karşısında dinsel düşüncenin kendini savunmasının bir ürünü mü, yoksa ilginç bir biçimde ikisi birden mi veya ülkemize özgü bir post-modernist akımla mı karşı karşıyayız, tartışılır. Her ne ise, bu modanın dinsel düşünce ile bilimsel düşünce arasındaki sınırı bulandırdığı bir gerçek.

Dolayısıyla biz, kendi alanımıza yönelik bir saldırıyla veya en azından bir bulanıklaştırma girişimiyle karşı karşıyayız ve bununla ilgilenmek zorundayız. Fethullah Gülen’in biliminin nasıl bir bilim olduğunu göstermek ve teşhir etmek ile yükümlüyüz. Ve tabii bu, Gülen’in dininin de nasıl bir din olduğunu göstermek ve teşhir etmek anlamına geliyor, bir yan ürün olarak.

İkincisi, Fethullah Gülen’in günümüz Türkiye’sinde özel bir konumu var. Aslında, bilimsel düşünceyle bir parça haşır neşir olmuş herkesin kolaylıkla saptayabileceği gibi, Gülen’in yazdıklarının bilimsel hiçbir değeri ve ciddiye alınacak bir tarafı yok. Başka biri olsa gerçekten zaman ve emek harcamaya, derginin sayfalarını bu konuya hasretmeye değmezdi.

Fakat Fethullah Gülen bugün bırakın hayli genişlemiş ve etkisi itibarıyla diğer tüm tarikatların üzerine çıkmış cemaatinin varlığını, iktidar partisinde ve ülke yönetiminde de etkili bir kişiliktir. Cemaat, mecliste, hükümette, devlet kurumlarında örgütlüdür. Cemaat üyeleri üniversitelerde örgütlülükten öte yönetimdedir. Yurtiçinde ve yurtdışında yüzlerce eğitim kurumu vardır ve buralarda on binlerce öğrenci eğitim görmektedir. Ülkedeki medya kurumlarının önemli bir bölümünü yönetmekte ve yönlendirmektedir. Son derece yaygın bir cemaatin, ülkeyi ağ gibi sarmış bir örgütlülüğün başı konumundadır Gülen. Eskiden ülke demir ağlarla örülürdü, şimdi ise örümcek ağlarıyla… Hepsinden önemlisi Fethullah Gülen bu gücünü Atlantik ötesinden almaktadır. Dolayısıyla bu derece etkin ve derin bir örgütlenmenin başının nasıl bir fikir yapısına sahip olduğunu sergilemek önem taşıyor.

***

 

Dinsel düşünce (ideoloji) ve din sistemleri uygarlığın çocuğudur. İnsan topluluklarının, çıkarları birbirine zıt sınıflara bölünmesi, ezen-ezilen/yöneten-yönetilen/sömüren-sömürülen karşıtlıklarının ortaya çıkışı, özel mülkiyet, meta üretimi, devlet, ordu, din… bunların hepsi aynı tarihsel ve sosyolojik koşulların, aynı paketin, uygarlık paketinin ürünleridir. Devlet nasıl yönetim tekeli, ordu nasıl silah tekeli demekse, din de inanç tekeli demektir.

On binlerce, hatta yüz binlerce yıl süren uygarlık öncesi dönemin insan topluluklarının hakim düşünüş biçimi sihirsel (büyüsel) düşünüştür. İnsanların doğa güçlerine egemen olmaktan uzak bulundukları ilkel topluluk döneminde, sihirsel düşünüş, insan-doğa ve insan-insan ilişkilerini düzenlemenin ve etkilemenin bir yolu olarak ortaya çıkmıştır.  Doğa karşısındaki güçsüzlük, ama aynı zamanda doğa olaylarını etkileme isteği (zorunluluğu), doğayı düşünsel yollarla etkileme davranışını, yani sihri (büyüyü) yaratmıştır. Dinsel düşünüş ise, önce neolitik devrim (tarım devrimi), giderek uygarlığa geçiş ile insanların doğaya egemen olmaya başladıkları dönemde, daha sistemli ve daha soyut bir düşünüş biçimi olarak ortaya çıkar. İnsan-doğa ve insan-insan ilişkilerini sistematize ederek ilkel dönem kalıntısı bin bir türlü inancı bir düzene sokar ve tekleştirir. Toplumda ortaya çıkan hiyerarşik yapıyı (efendi-köle ilişkisini) egemenler lehine düzenleyen ve toplumu düzene sokan bir ideolojidir din. İnsanlık ilkel topluluktan uygar topluma doğru yol alırken, hakim düşünüş biçimi de sihirsel düşünüşten dinsel düşünüşe geçer. Tabi bu süreç birçok aşamadan geçmiş ve yetkinleşmiştir; en bilineni çok tanrıcılıktan tek tanrıcılığa geçiş…

Dinsel düşünüşün egemen ideoloji olarak ortaya çıktığı uygar toplumlarda, büyüsel düşünce itibarını kaybetmiş, marjinalleşmiş, hatta yasaklanmış ve sihirciler-büyücüler cezalandırılmıştır. Öte yandan on binlerce yıl insanlara yön vermiş sihirsel düşünüş, dinsel düşünüş biçimi içinde, bir kalıntı olarak, hiyerarşik yapının daha alt kademelerinde kendisine yer açarak devam edebilmiş, hatta kutsal metinlere de girebilmiştir. Ruhlar, cinler, periler, melekler, hayaletler, mucizeler, muskalar, nazarlar olarak… Oysa bütün doğa yasalarının üzerinde, her şeye hakim ve her şeyi düzene sokan soyut bir Tanrı (Allah) varken, ruhlara, cinlere, meleklere ne gerek vardır? Tanrıya yakarmak ve ondan dilemek varken, muskalardan medet ummak ne demektir? Bunlar sihirsel düşünüş biçiminin kalıntılarıdırlar.

Bütün bunları bir uygarlık ve düşünce tarihi ukalalığı yapmak için yazmadık. Biz ne dinsel düşüncenin eriyiz ne de sihirsel düşüncenin; bilimsel düşüncenin savunucusuyuz. Ama oraya gelmeden önce, sihirsel düşünce ve dinsel düşünce arasındaki farkı vurgulamak istedik. Sağlam ilahiyat eğitimi almış din adamları sihirsel düşünüş biçimlerine karşı aşılanmıştır, prim vermezler. Klasik din düşünürleri arasında, ruhçuluk, ruh çağırma, muskacılık, astroloji, parapsikoloji, telekinezi, medyumluk, kâhinlik, falcılık, rüya yorumlama gibi sihirsel düşünce kalıntıları küçümsenir, aşağılanır ve reddedilir. Bilimsel düşüncenin savunucuları açısından ise bu tür kalıntılar, “dincilik” olarak da değil, artık gelinen aşamada “şarlatanlık” olarak nitelenirler.

***

 

Şimdi gelelim konumuza, yani “hoca”mıza… Fethullah Gülen bir “din adamı” olduğunu iddia ediyor; etkili bir tarikatın şefidir. Ama “Gülen Külliyatı”nı şöyle kuşbakışı bir gözden geçirdiğimizde, bırakın bilim adamlığını, din adamlığı ile bile açıklanamayacak düşüncelerle karşılaşıyoruz. Fethullah Hoca’da (büyüsel-dinsel) ne ararsan vardır. İşte bazı örnekler:

  • Fethullah Hoca, esas olarak Batılı sosyetenin mistik bir eğlence aracı olan ve hokkabaz numaralarından ibaret olduğu defalarca kanıtlanmış ruh çağırma olayına ciddi ciddi inanıyor, dostlarının bu konudaki “deneyimlerini” aktarıyor, hatta bu seanslara hangi ruhların icabet edebileceğine dair analizlerde bulunuyor ve ruh çağırmayı düşüncelerinin bir delili olarak görüyor.
  • Hoca, rüyaların gaipten haber verdiğine inanıyor ve bu konuda kendi “deneyimlerinden” de söz ediyor. Hatta Said-i Nursi de “seçilmiş kişi” olduğunu bir rüya sonucu öğrenmiş!
  • Hoca, psikokineziyi düşüncelerinin en büyük delillerinden biri olarak görüyor. Tescilli bir şarlatan olduğu ortaya çıkan çatal-bıçak bükücüsü Uri Geller, eşyaları hareket ettiren medyumlar vb, Hoca’nın şahitleri arasında.
  • Hoca’ya göre paranoya, şizofreni gibi psikiyatrik bozuklukların nedeni habis ruhlar ve cinler. Tedavi ise dua etmekte.
  • Hoca, muskaların koruyucu ve iyileştirici gücüne inanıyor.  Hatta psikiyatrik bir sorunu olan teyzesi bu yolla iyileşmiş!
  • Hoca, öte dünyaya gidip gelenlerin anlatılarını düşüncelerinin kanıtı olarak sunuyor.
  • Ellerini dokundurarak, hatta buna bile tenezzül etmeyip sadece hastanın fotoğrafına bakarak her türlü hastalığı iyileştirdiğini iddia eden şarlatanlar Fethullah Hoca’nın şahitleri arasında.
  • Hoca, ilim adamlarından çok, ruhlar dünyasıyla iletişime geçen medyumlara güveniyor.
  • Telestezi, gelecekten haber verme, radyestezi vb., madde ötesi alemin gerçeklerini ortaya çıkaran “bilim dalları”dır Hoca’ya göre.
  • Hoca, “ermiş” kişilerin burunları ile duyabildiklerini, topukları ile koklayabildiklerini, parmakları ile görebildiklerini iddia ediyor; birer telestezi örnekleri olarak. Hatta Mevlana mikropları ve ne yediklerini bile görebiliyormuş!
  • Medyanın gözde konularından olan fotoğraflarda boy gösteren ruhlar da Hoca’yı çok etkilemiş; ruh fotoğrafçılığı şarlatanlığını madde ötesi alemin delili sayıyor.
  • Hoca’ya göre bir kişi aynı anda yirmi ayrı yerde gözükebilir! Ruhen terakki etmiş insanlarda bu duruma çok sık rastlanırmış. Örneğin Nakşi şeyhlerinden Aziz Efendi hem Havran’da hem de Edremit’te aynı anda görülmüş. Said-i Nursi de cezaevinde yatarken aynı anda camide namaz kılarmış.
  • Hocamız, arpa-buğday gibi bitkilerin başaklarının da şuurlu olduklarını düşünüyor. Çünkü yaptıkları hareketler (başını topraktan çıkarıyor, etrafına bakıyor, durum uygunsa fırlıyor!) o kadar akıllıcaymış ki, bir şuur olmadan bunun izahı mümkün değilmiş.
  • Fethullah Hoca’ya göre cinler birçok işte istihdam edilebilirmiş. Örneğin gizli haberleşmelerde cinler rizikosuz biçimde kullanılabilirmiş (İşte şimdi anlaşıldı telefonlar nasıl dinleniyor, bel altı kasetler nasıl çekiliyor!). Cinleri etkin kullanmanın yolunu bulan devlet, geleceğin süper devleti olacakmış!
  • Hoca’ya göre melekler, soğan, sarımsak, sigara, pırasa, köpek, resim, heykel, çan, çıngırak gibi şeylerden hiç haz etmezlermiş.
  • Hoca’ya göre büyü bir gerçekmiş, ama maddeci bilim insanları bunu anlayamazmış.
  • Hoca’ya göre el ve yüz falı da bir gerçekmiş. Allah cismaniyetimize bazı işaretler yerleştirirmiş.
  • Hoca yogilerle fakirlere büyük değer biçiyor. Bunlar “çok rahatlıkla bir treni durdurur, ellerinin bir işaretiyle kendilerinden çok uzakta olan bir insanı yatırır-kaldırır, havada uçurur ve daha nice harikulâde haller gösterirler”miş.
  • Hoca 270 milyon yıllık insan iskeletlerinden, 120 milyon yıllık maymun iskeletlerinden söz ediyor. Şimdi bittin Evrim Kuramı!
  • Hoca’ya göre, erkeklerin birçok noktalarda kadına karşı üstünlüğü vardır. Kadın dövmek, onu terbiye etmenin usul ve metodunun bir parçasıdır. “Böyle bir dövme, müspet tesir icra ederek o kadını yola getirecekse, İslâm dini niçin böyle bir çarenin önünü tıkasın”mış?
  • Hoca’ya göre kesilen kurbanın çırpınması duyduğu hazdanmış! Aslında koyunlar kesilmek için birbirleriyle yarışırlarmış!

Ve daha neler neler… Görüyor musunuz değerli okurlar, nelerle uğraşıyoruz? Görüyor musunuz, “Hayatta en hakiki yol gösterici bilimdir, fendir” diyerek yola çıkan Türkiye’yi bugün hangi kafalar yönetiyor? Üniversitelerin, yargının, emniyetin, medyanın başında kimler vardır? F-tipi kolejlerde, dershanelerde çocuklarımıza neler öğretiliyor?

Fethullah Gülen’in düşünce dünyası, ruhlar, cinler, periler, melekler, mucizeler, medyumlar, yogiler, büyüler, fallar, muskalar dünyasıdır. Hoca’nın “ilmi”nde matematik, fizik, kimya, biyoloji, jeoloji, astronomi… yok. Onun bilim dalları: parapsikoloji, telekinezi, telestezi, psikokinezi, radyestezi, falcılık, ruhçuluk, medyumluk, falan filan… Bütün bunlara bilim dünyasının ne ad taktığı belli. Kibarca söylersek: Sahte Bilimler. Peki, ciddi din adamları ne ad veriyor? Onu da, onlar söylesin.

***

 

Dinsel görüşleri bilim ile kanıtlamaya çalışmak yeni bir moda. Büyük-kapsamlı modelleri ve projeleri reddeden, herhangi bir tutarlılık ve mantıksallık kaygısı duymadan “ben yaptım oldu” türü bir eklektizmi uygulayan post-modernist akımın dinci kesimler içindeki tezahürü. Bu akım, bilimi bilim olmaktan çıkardığı gibi, dini de din olmaktan çıkarıyor.

Bu post-modern dinciler, neden kendi görüşlerinin bilim tarafından kanıtlanmasına ihtiyaç duyuyorlar? Allah tarafından yazıldığı söylenen kutsal kitap ayetlerinin ve peygamber hadislerinin böyle bir kanıta ihtiyacı mı var? Oysa hiçbir gerçek bilim insanı, yaptığı buluşun ve geliştirdiği kuramın kutsal kitaplarla uyum içinde olup olmadığı kaygısı taşımaz. O sadece gerçeğin peşindedir. Ulaştığı gerçeğin, herhangi bir dinsel dogmayla veya politik görüşle uyup uymadığıyla ilgilenmez; bu, onun sorunu değildir. Bilimci geliştirdiği kuramın mutlak olmadığını, yeni veriler ve olgular biriktikçe yetersiz kalabileceğini, hatta yanlışlanabileceğini bilir. Herakleitos’un dediği gibi “her şey akar” ve bilimci de bu akışın peşinden koşar. Gerçek bilimci görüşlerinin yetersiz çıkmasından gocunmaz, hatta sevinir; hemen daha kapsamlı ve yeterli tezler oluşturmaya çalışır; olmadı kuramını tümden değiştirir. Mutlak olmamak, geliştirilebilir, değiştirilebilir, hatta yanlışlanabilir olmak, bilimin bir zaafı değil, üstünlüğüdür.

Dincinin ise dogmaları vardır; mutlak gerçeği ulaştığı iddiasındadır. Onun sözü bir kez söylenmiş ve orada kalmıştır, hiçbir biçimde değiştirilemez. Dolayısıyla evrenin, doğanın, yaşamın ve toplumun akışı, dönüşümü, dinamizmi karşısında sürekli bir gerilim (kaygı) içindedir. Bu akışı ve dönüşümü bir biçimde dogmasına uydurmak zorundadır, yoksa işi biter. Bu nedenle dinci, dogmasını (sözcük oyunlarıyla) sürekli eğip bükmek zorunda kalır; giderek onu her kalıba uyabilecek bir hamura dönüştürür.

Mutlak olmak zor iş! Tek bir aykırılık ve çelişki bile tüm yapınızın çökmesi anlamına gelir. İşte dinin, bilim (daha doğrusu akış) karşısındaki gerilimi buradan kaynaklanıyor. Sürekli “uydurmak” zorundasınız! Bu “uydurma zorunluluğu”, dincinin giderek ya gerçeğe karşı savaşan bir yobaza, ya da gerçeği eğip bükmeye uğraşan bir şarlatana dönüşmesine yol açmaktadır.

İnsanlık bu gerilimleri geçmişte çok yaşamış. Bin bir türlü kavgadan ve çekilen acıdan sonra bir yol bulmuş: Din ile dünya işlerini birbirinden ayırmış (laiklik). Dincilere demiş ki, “madem var olduğunu söylüyorsunuz, siz öte dünya ile ilgilenin, bu dünyayı bilime, hukuka, siyasete bırakın. Bu dünyada her şey akar, evrim ve devrim kanunları işler.”

Günümüzde dinciler, ortamın müsait olduğunu sanarak, yeniden bu dünyaya girmeye çalışıyorlar. Neo-liberalizm ve post-modernizm onlara böyle bir kapı açtı. Görelilikten kuantum kuramına, Büyük Patlama’dan genetiğe kadar her şey kutsal kitaplarda bulunuverdi! Henüz uyduramadılar ama eminiz Evrim kuramını da kitapta bulanlar çıkacaktır. Ama kendileri açısından çok tehlikeli bir yola sapıyorlar. Kuran’da “keşfedilen” bu modern kuramların hepsi ucu açık, kapalı bir sitem oluşturmayan, bilimcilerce sürekli tartışılan, geliştirilen, yanlışlanma riski yüksek dinamik yapıda kuramlar. Hepsi birer başlangıç, yeni açılan pencereler. O pencerelerden neler görüneceği henüz meçhul; zaten bu nedenle de son derece heyecan verici. Böylesi dinamik ve henüz oluşma halindeki kuramları dogmalar içine sokmaya çalışmak ne sonuç verir dersiniz? Üstelik bugün, Aristoteles gibi, Batlamyus gibi itibarlı otoriteler de yok. Bunlar Said-i Nursi’yle, Adnan Hoca’yla, Fethullah Hoca’yla olacak işler mi?

Günümüzde (hakim sistemin, mevcut iktidarların desteğine ve ideolojik iklimin uygunluğuna karşın) gerçek dünyaya girmeye çalışan dinciliğin şarlatanlığa dönüşme süreci çok daha kısa olacaktır.

***

 

Okuyacağınız dosya, Fethullah Gülen’in kitap ve makalelerinden yaptığımız alıntılardan oluşuyor. Kendimizden herhangi bir yorum katmadık; sadece başlıklar bize ait. “Yazılardan cımbızlamışlar, aslında Gülen öyle demek istemiyor” türü itirazları engellemek için -dosyayı biraz uzatmak pahasına- görece uzun alıntılar yaptık. Metinler esas olarak Gülen’in Varlığın Metafizik Boyutları adlı kitabından alıntılandı. Bu kitaptan olmayan metinlerin ise nereden alındıkları ve son güncellenme tarihleri her yazının sonunda belirtildi. Bütün bu metinler Fethullah Gülen’in kendi internet sitesinde bulunabilir.

Gülen, Evrim Kuramı konusunda da bir kitap yazmış. İçeriğini tahmin edebilirsiniz. Gülen’in evrim ve yaratılış üzerine düşüncelerini bu dosyaya dahil etmedik. Onları ayrıca ele alacağız.

Sizleri Fethullah Hoca’nın inanç ve düşünce dünyası ile baş başa bırakıyoruz.

Not: Ender’in bu makalesi dahil diğer makalelerini şu sitede bulabilirsiniz:

http://www.bilimvegelecek.com.tr/

 

Share