Ağlayan Adamın Sırrı

Share

Kalabalıkta Ağlayan Adamın Sırrı
4 Ağustos 2012
www.19.org

 

Bu makale Yaşar Tunagür’den başlayıp Fethullah Gülen’e çıkacaktır. Dikkatle okumanızı öneririm. Ergun Poyraz adlı birisi tarafından yazılmış “Kanla Abdest Alanlar” adlı kitaptan Yaşar Tunagür hakkında MIT raporlarına dayanılarak verilen ilginç bilgiler var.

http://turkalevi.wordpress.com/2012/08/03/gizlenen-rapor/

Taraflı ve abartılı bazı ifadeleri ve sıkça işlenen imla hatalarına rağmen, burada anlatılanların çoğu tanıdığım kişileri ve tanık olduğum olayları ve noktaları birleştiriyor. Gençlik yıllarından tanıdığım Yaşar Tunagür, Salih Özcan, Ali Arslan, Abdurrahman Dürre, Fethullah Gülen, ve babam Sadrettin Yüksel arasında yakın bir arkadaşlık olduğunu biliyordum… Nitekim babam üniversite diploması olmayan bir medrese mollasıydı… Doğu’da büyük bir şöhrete sahipti ve kısa bir zamanda İstabul’da da din adamlarının saygısını kazandı. Buna rağmen, babam resmi bir görev alamıyordu. O gün İlim Yayma Cemiyeti’nin desteğiyle Yüksek İslam Enstitüsü olarak bilinen İlahiyat Fakültesinde belletici olarak çalıştı, Gönenli Mehmet Hoca diye bilinen birisinin desteklediği Fatih’teki Hacı Hasan adlı kiliseden dönme caminin yanındaki binada yatılı bir medresede Arapça öğretiyordu…

Ama Demirel tarafından Diyanet’te başkan yardımcılığı görevine atanan Yaşar Tunagör icraata başlayınca babama İstanbul’da “Gezici Vaiz” görevi verildi. İlkokul mezunu olan Fethullah’ı da aynı yıllarda İzmir’de gezici vaiz olarak görevlendirdi. Babam hem Nurcuydu hem Kürt. Bir süre Kürtçülük hareketine katıldıysa da daha sonra vazgeçti. Bu yüzden yakın arkadaşı Abdurrahman Dürre ile aralarında bir gerginlik oluştu… Abdurrahman Dürre’yi birkaç kez gördüydüm ve o zamanlar kişiliğini sevmiştim… Dindar birisine benzemiyordu ve babam gibi şeyhlere karşıydı. Hatta bir kitabının kapağında birkaç doğulu şeyhi yılan gibi gösteren bir karikatür yer alıyordu. Yaşar tarafından Tekirdağ’a müftü olarak atanan Ali Arslan da babamın öğrencisi ve yakın dostuydu… Hepsi Norşin’deki dedemin tekke ve medreseden ders almışlardı. Tıpkı Said Nursi gibi…

Salih Özcan ise Türkiye’deki İslamcılığın ve Selefilik hareketinin öncüsüydü. Nitekim kurucusu olduğu Hilal Yayınları yoluyla Seyyid Kutup ve Muhammed Kutup gibi yazarların eserlerini ilk kez Türkçe’ye çevirip yayımlattı. Rabitat-ul Alemi-l İslami örgütünün Türkiye temsilcisiydi… Salih babamın yakın arkadaşıydı ve İstanbul’a göç ettiğimiz ilk yıllarda babamı her yönden destekledi… Babam Hilal Dergisinde makaleler yazıyordu falan… Daha sonra babam iyice radikalleşti ve Suudi Arabistan’ı tamamıyla reddetmese de İran devriminden yana tavır aldı.

Babam Said-i Nursi ile görüşmüş ve onun izniyle İşarat ül-İcaz kitabını bir takriz ile yayıma hazırlamıştı. Ama babam hiçbir zaman tipik bir Nurcu olmadı, olamadı. Eklektik bir yapısı vardı. Arap dili ve dört mezhep fıkhı ile doldurulmuş kazanında bir avuç Nurculuk, bir demet Selefilik, bir tutam Sufilik, bir kaşık Afganicilik, ve İran’daki devrimle birlikte bir kepçe devrimcilik karıştırıp pişiriyordu.

Kemalist Rejimin Zulmüne direnen Said’in Sahabeleri ve Tabileri

Fethullah’ın tabiriyle “Bediuzzamın’ın Ashabı” veya Necmeddin Şahiner’in tabiriyle “Son Şahitler” diye bilinen Nurcuların lider kadrosu, Fıkıh ve Arapça bilgisi ile şöhret bulan babama saygı duyarlardı. Dahası, babam onlar arasındaki hizipleşmenin üzerindeydi. Bazen aralarındaki kavgayı babamı hakem yaparak çözmeye çalışırlardı. Bu ashabın veya havarilerin hemen hepsi bekardı. Yazıcıların lideri Hüsrev Altınbaşak, Yeni Asya’cıların lideri Mehmet Kutlular, Abdullah Yeğin, Mehmet Fırıncı, Mehmet Kırkıncı, Mustafa Sungur, Bayram Yüksel, Tahir Mutlu (sanırım tek sakallı havariydi) Said Nursi’nin avukatı Bekir Berk… Bunların çoğunu şahsen tanıyordum. Mehmet Kutlular hariç hepsine saygı gösteriyordum… Örneğin, Abdullah Yeğin erdemli ve saygıdeğer bir insandı.  Nurcuların lider kadrosu, evimize periyodik olarak uğrarlardı.

Fethullah, Nurcular hiyerarşisinde sahabi değil, bir tabiin idi. Hakikatadamları.net sitesindeki http://www.hakikatdamlalari.net/forum/showthread.php?t=2633 sayfa Fethullah Gülen’in yazı ve konuşmalarından bu konuyla ilgili ilginç alıntılar içeriyor:

“Büyük doğumların ve iz bırakan hareketlerin temelinde Asr-ı Saadet’in iz düşümü denebilecek bir hayat tarzı vardır. Her dönemde insanlığa yeni ufuklar gösterenler, doya doya sıcak bir çorba yudumlayamayan, sırtlarına geçirecek bir palto bulamayan ve dünya nimetlerinden kâm alma peşine kat’iyen takılmayan kimseler olmuşlardır. Fakat, onlar öyle beklentisiz ve o denli fedâkarâne yaşamışlardır ki, maddî fakirliklerine rağmen mana âleminin sultanları hâline gelmiş ve bütün mü’min gönülleri kendilerine taht yapmışlardır. Bediüzzaman hazretlerinin ilk talebeleri de o kıvamda insanlardır.”

“Arkadaşlarımız bu terbiyeyi çok iyi aldıklarından dolayı inşallah öyledir.. ta ilk talebelerinden, Hulusi Efendilerinden, Sıddık Süleymanlara, Hüsrev Efendilere, orta dönem talebeleri Zübeyir Gündüzalplere, Mustafa Sungurlara, yakın dönem talebeleri gibi, Ceylanlara, Bayramlara kadar.. bunlara karşı hep Allah Resulü’nün ashabına, tabiin döneminde duyulan saygıyı duymuşuzdur. Onlara laf ettirmemişizdir”

“Abilere bütün güzellikler çok yakışıyor. İlk gördüğüm günden beri, onları sahabelerin günümüz temsilcileri olarak tanıdım. Bu kanaatim hiç değişmedi” (Pensilvanya Günlüğü)

Nurcular Türkiye’de yaklaşık elli yıl boyunca büyük baskılara ve zulme maruz kalmış ve çok çile çekmiş bir gruptu… Çok iyi hatırlıyorum. 1970’lerin ilk yıllarında Nurculuk mahkemeler ve cezaevleri ile birlikte anılırdı… Risale-i Nur okumak için toplandıkları evleri polis tarafından sık sık basılıyordu ve gazetelerde “Dini Ayin yapan bir grup Nurcu suç üstü Yakalandı” başlıklarıyla kamu oyunda mahkum ediliyorlardı… Suç aleti olarak da Risale-i Nur kitapları, teşbih ve takke bulunurdu. İnanılmaz ama bunlar suç aleti olarak listelenirdi savcıların iddianamesinde… Beyaz Türklerden bir nurcu olan Bekir Berk her mahkemeden mahkemeye Hızır gibi koşar ve onları savunurdu…

Said-i Nursi’nin bazı iddiaları Sünni mezheplerin hepsine göre sapıklık ve zındıklık kategorisinde olmasına rağmen, ona talebelik yapanların samimiyeti, cesareti, sabrı ve fedakârlığı ile Türkiye’nin en güçlü cemaati haline geldi… Pakistan’da marjinal kalan Ahmediye tarikatından daha şanslı olmalarının sebeplerinden biri sanırım Risale-i Nur’un ağdalı bir Osmanlıca dili kullanmasından kaynaklanıyordu. İlk başta dezavantaj gibi gelen bu dil sorunu Nurcuların kolay hedef tahtası olmalarını engelledi. Risaleleri anlamak için Nurcuların evlerine yıllarca sabırla devam etmek gerekiyordu zaten. Bu da doğal bir hiyerarşi ile yönetilen gruplar oluşturdu. Ağdalı dile ek olarak, Nurcuların o yıllarda Sünni cemaat ve tarikatların hışmına uğramamasının nedenleri arasında onların genelde (Yeni Asya grubu hariç) siyasi kavgadan ve çekişmeden uzak durmaya çalışmaları ve Kemalist devletin zulmüne maruz kalmalarını ve klasik tarikat yapılanmasından ve usulünden farklı yepyeni bir yapı ile ortaya çıkmalarını sayabiliriz.

Pavlos ile Humeyni karakterlerini birleştiren bir lider

Fethullah, bu tarikatı marjinallikten çıkarıp Türkiye’nin siyasetinde en etkin faktörlerden biri haline dönüştüren önemli bir tabiindir… Bu açıdan Fethullah ile Pavlos arasında müthiş benzerlikler vardır. İsa’nın havariler İsa’nın mesajını kitlelere ulaştırmada başarı gösteremediler. Ancak daha sonra Şam yolunda halüsinasyonlar gören Pavlos İsa adına tebliğata başlayınca durum değişti. Bunu becermek için Pavlos bazı tahrifatlar yaptı… Yunan mitolojisinden ilham alarak babası tarafından kurban edilen suçsuz çocuk hikayeleri ile halkın duygularına hitap etti… Tevhid mesajını Teslis ile karıştırarak paganların ilgisini çekmek istedi… Pavlos’un başarılı olmasının en önemli nedenleri arasında şunları sayabiliriz:

  1. Edebiyat ve hitabette çok yetenekliydi.
  2. Muhataplarını Yahudilerle sınırlamadı; dünyaya açıldı.
  3. “Herkesi kazanmak için herkes gibi olurum” biçiminde özetlediği bir yöntem kullandı.
  4. Yaptığı vaazlardan sonra para topladı ve kendisini verdiği vaazlar karşılığında para topladığı için eleştiren bazı havarilere, “Bir çoban koyunlarının sütünü içebilmeli” diyerek para toplamayı savundu

Fethullah’ın topladığı paralarla saraylarda safahat alemleri düzenlediğini iddia etmiyorum kuşkusuz. Bir eli yağda bir eli balda Pennsylvania’da büyük bir çiftliğin büyük bir villasında mütevazi (!) bir hayat yaşadığı malum. Kendisi gibi milyarlarca dolara hükmeden bazı kişiler gibi Las Vegas veya Havai’lere gidip eğlenmiyor. Zaten megalomanyak meczupların amacı lüks bir hayat yaşamaktan ziyade inandıkları dogmaların kendi liderliklerinde mutlak bir iktidarı ele geçirmesidir. İktidarı ele geçirmek için herşeyi yaparlar. Güçleninceye kadar her taklayı atarlar, her takiyyeyi uygularlar.

Sünnilik ve Şiilik arasındaki önemli farklılıklar var ama Fethullah birçok yönüyle Humeyni’ye benziyor. Humeyni de Fethullah gibi çok sade bir hayata sahipti. Budist monkları gibi yaşıyordu. Humeyni de Fethullah gibi uzun süre takiyye ile yaşadı. Ama mollaların gücünü sınırlamak için reformlar planlayan Şah ile araları bozulunca tavrı değişti. Ülkesinden Irak’a daha sonra Fransa’ya kaçmak zorunda kaldı. İnancı ve davası için yıllarca sürgünlerde yaşadı. Adaletten, bağımsızlıktan söz etti. Özgürlük ve adalet konusunda vaazlar verdi… Geçmiş sahabeler için her ahund gibi her molla gibi ağladı ve ağlamakta uzman oldu… Humeyni son yıllarında ağlamayı terk etti ve Amerika’ya karşı sert bir tavır takındı. Fethullah’tan bunu beklememeli. O’nun sert tavrı komşu İran’a karşı olacaktır. Zaten emperyalist güçler tarafından desteklenmesinin ve Vatikan tarafından vaftiz edilmesinin asıl nedeni de Ortadoğu’da İran’ı tamamıyla ekarte edecek ve emperyalist güçlerin menfaati ve direktifleri doğrultusunda halkını afyonlamaktır. Fethullah’ın kalbinde batı ile iyi ilişkiler içinde olan Sünni bir hilafeti hortlamak olduğunu bilmek için kâhin olmaya gerek yoktur.

Humeyni de aynı Fethullah gibi mezhebindeki felaketli öğretilerin, akla zarar dogmaların, uyduruk hikayelerin, dini kahramanları putlaştırmaların kılına bile dokunmadı. Allah, peygamber ve sahabeler adına uydurulmuş hadis rivayetlerine ve mezhep öğretilerine hiç dokunmadı. Aksine sürekli o kitaplardan dikkatlice seçtiği ifadelerden alıntılar yaparak, o kaynakları referans vererek, o şeytani öğretilerin Kuran yanında ve hatta Kuran’dan daha önemli dini kaynaklar olarak algılanmasını devam ettirdi. Böylece, İran’daki mevcut zalim, despot, teokratik sömürü rejiminin temellerini attı.

Başarının sırrı

Gerçi hazırda kullanabileceği iyi niyetli ve fedakar binlerce Nur talebesi vardı ama onları ilk kez sistematik olarak medreselerinden çıkarıp okullara ve devlet kurumlarına sokan Fethullah oldu… Bu “sızıntı” sonucunda Türkiye’de büyük değişimler gerçekleştirdi. Bu kolay bir iş değil. Bunu becermek için fesahat, belagat, zekice hazırlanmış bir strateji, gözyaşı, aktörlük, köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı demek, gizli kapılar ardında şeytani güçlerle ittifaklar kurmak ve karizmatik bir liderlik gibi nice araçlar ve yöntemler kullanmıştır. Bu yöntemleri başarıyla kullanabilmesinin asıl sırrı, Fethullah’ın Pavlos gibi halüsinasyonları olan bir meczup bir megalomanyak olmasıdır. Vaazlarını transa girmeden aklınız başınızda dinlerseniz bu önemli benzerliği siz de göreceksiniz.

Bu başarının sırrını başka bir perspektifle şöyle özetleyebiliriz: Fethullah’ın başarısının asıl sırrı, Türkiye’de 1980’li yıllara kadar büyük bir zulüm ve baskıya maruz kalmış olan nurcuların gizlice döktüğü gözyaşlarını kalabalıklar önünde, televizyon ekranlarında açığa dökmesi ve gözyaşlarını paraya ve iktidara dönüştürmeyi becermesidir. Buna ek olarak, Türklerin liderliği altında Kürt ve Türk kardeşliğini savunan Said Nursi’den üç adım daha ileri giderek, Kürt kelimesini sözlüğünden çıkarmış ve dahası Türk’ten daha çok Türkçülük, padişahlardan çok padişahçılık yaparak bayrak sallamış ve bölünme paranoyaklığı ile muallel Türk milliyetçilerine yaranmaya çalışmıştır. Nitekim, topladığı paralarla kurduğu yurtlar, okullar, ve finansal kurumlar yoluyla, vaazlarını dinleyenlerin milli ve dini duygularını gözyaşlarıyla gıdıklayıp onları hipnotik transa geçirmede uzman olmuştur. Uygun adım marş halinde yürüttüğü badem bıyıklı robotlarla Türkiye’yi yavaş yavaş bir istibdada, yarı teokratik bir polis devletine doğru götürecektir. Ağlamasına aldanmayın.

Tarih boyunca, ilk başta şefkat, adalet, hürriyet, merhamet ve barıştan sözeden megalo-manyak meczuplar ve demagoglar ellerine imkân ve iktidar geçtiği vakit dünyanın en korkunç barbarlarına dönüşmüşlerdir… Fethullah bunun bir istisnası olmayacaktır.

Share