Fethullah Gülen’e 19 Soru ve Cevapları

Share

Makaleye başlamadan önce önemli bir not:

Fethulla’ı 1980 yıllarından beri bilirim. Bu adam hakkında otuz yıl boyunca doğru dürüst bir makale yazmadım. Tüm olumsuzlukları küçük görmeye çalıştım.. Hani elimden geldiği kadar olayları lehinde yorumlamaya çalıştım. Ancak, 2010 yılında Marmara gemisinde şehit edilenleri ve zulme uğrayanları “otoriteden izin alsaydınız” diye eleştirerek Siyonist zulmünü otorite olarak belirleyen sözlerinden sonra hüsnü niyetimin hüsnü kuruntudan ibaret olduğunu anladım.

Fethullah’a yönelttiğim 19 Soruyu 3 Ekim 2010 tarihinde Facebook, Bilgagi.net, 19.org ve  benzeri forumlar yoluyla kamuyla paylaştım. Fethullah’tan ve yakın çevresinden daha bir  cevap alamadım, ancak hayranlarından ve müritlerinden yüzlerce kişi o sorulara adam  gibi cevap vermek yerine şahsım hakkında iftiralar uydurarak tepki gösterdiler. Hepsi Fethullah’ı ismiyle Fethullah diye hitap ettiğim için beni üslup yönünden eleştirdiler. Sanki adamın ismi hakaret imiş gibi… Fethullah’ı “muhterem Fethullah Gülen hocaefendi hazretleri” diye ananlar 19 sorunun hiçbirisine ilgi ve tepki göstermediler. Zaten Allah’ın insanlara verdiği en büyük nimet olan akıllarını mezhep ve tarikat sepetlerinde kaybetmiş kişilerden fazlasını beklemem realist bir beklenti değil.

Hani ben Fethullah gibi bir cemaatin lideri olsaydım, hani ben ağlayarak para toplasaydım, hani bana hazret ve efendi diye hitap eden iyi huylu robotlarım olsaydı, şahsıma yönelik uslup ile ilgili sorgulamalar ve hatta iftiralar haklı ve tutarlı bir tepki olurdu. Mantıkta “ad hominem” denilen hatayı bu kadar sık işleyen kafalarla doğru dürüst bir tartışma yürütmek gerçekten zor.

Bana “Edip” diye hitap edilmesini şahsıma hakaret olarak algılamadığım gibi başkasına ismiyle hitap etmeyi de muhatabıma hakaret olarak algılamıyorum. Dahası, kişiyi ismiyle çağırmak Kuran’ın onayladığı bir üsluptur. Hatta Kuran bunu teşvik eder. Kuran, Allah’ın elçilerini ilk isimleriyle zikreder ve bize de bunu uygulamayı emreder. Bak 2:136. Benim bu üslubumu eleştirenler aslında Muhammed’in ve onun arkadaşlarının üslubunu da eleştirmiş oluyorlar. Kuran yerine peygamberden birkaç yüzyıl sonra cahillerin ve palavracıların uydurdukları hadis hikayelerini izleyenler birçok konuda olduğu gibi bu konuda da çelişki içindedirler.

Kişileri abartmaya ve putlaştırmaya hizmet eden kültürel normları özellikle çiğniyorum. Resmi veya dini lakaplar, abartılı ve uyduruk övgü ifadeleri insanların özellikle felsefi, dini ve politik konuları dürüst ve rasyonel bir biçimde tartışmalarını engeller ve hiyerarşik kulelerde doğmalar üreten kutsal inekler oluşturur. Dini liderleri ve politikacıları putlaştırmayı gelenek ve kültür haline getirip hipnoz olanların bu makalenin içeriğini nasıl ıskaladıklarına tanık olmak için bu makalenin sorular bölümünün yayımlandığı Internet sayfasına (www.bilgiagi.net)  gidebilirsiniz.

Fethullah Gülen’e 19 Soru ve Cevapları

Edip Yuksel
www.19.org

 

 

Fethullah kardeşim, sizi gençlik yıllarımdan tanırım. Babamla içli dışlı bir dostluğunuz olmasa da birbirinizle tanışıyordunuz. Babam Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı 1919 yılında, siz de 19 yıl sonra Mustafa Kemal’in öldüğü 1938’de Dünya’ya gelmiştiniz. Ben de sizden 19 yıl sonra uzay çağının başladığı 1957’de bu gezegene ışınlandım. Babamla karşılıklı saygıya dayanan ama üslup, tavır ve vurgu farklılıklarıyla parçalanmış bir dostluğunuz vardı. Babam sizi uzlaşmacı, siz de onu aşırı bulurdunuz. İkiniz de köylüydünüz ama siz şehirli adabını benimseyip özümsediniz. Babam duygularını toplum içinde ifade etmezdi, siz ise binlerce kişinin huzurunda ağlayabiliyordunuz. Sizi izleyen bir cemaati, özellikle öğretmenleri, uzun sürecek bir mücadele için eğitiyor ve büyük bir hareketin taktik ve stratejisini engelli ve dolambaçlı yollarda karmaşık hesaplar yaparak, gözyaşı dökerek, arada bir takiyye ruhsatını kullanarak sabırla belirliyordunuz. Babamın ise böylesi yetenekleri ve hesapları yoktu. Babam bildiği ve inandığını pek hesap yapmadan ilan ediyordu. Sonuç malum: Sizin dünya çapında gelişen, politik ve ekonomik alanda güçlenen bir cemaatiniz var. İçine çekilen bireyi eğitip öğüten, yeni bir dil öğreten ve hatta aynı biçimde bıyık traşlatan bir cemaat… Hala kuluçka döneminde olan ve Fethullah’ın fethini bekleyen bir hareket… Yumurtadan ne doğacağını belki sizin ve yakın arkadaşlarınızın dışında herkes merak ediyor.

Babam Sadreddin veya Sadrettin, Nurcusundan Süleymancısına, Selametçisinden İhvanına, Çarşambalısından Menzillisine kadar her camianın lider kadrosunun saygı gösterdiği veya ciddiye aldığı bir kişiydi. Kapısı herkese açıktı. İnsanlar arasında rütbe ve mevki ayırımı yapmazdı. Diğer “alimler” babamın laik T.C devletine karşı gösterdiği cesur duruşu taklit edemiyorlarsa da gizlice takdir ederlerdi. 1 Temmuz 1986’da babamla yollarımız ayrılmasına rağmen, babamın dürüstlüğünü, samimiyetini ve ender görülen cesaretini takdir ederim. Babam, Said-i Nursi hayranı Sünni bir hocaydı. Ancak tipik bir Nurcu değildi. Yani, sabah akşam Risale-i Nurlara talim etmiyor, Risaleleri Kuran yerine ikame etmiyordu (Maalesef, her Sünni gibi babam hadis ve fıkıh kitaplarını Kuran’a ortak koşuyor ve hatta bazen tercih ediyordu). Mezhepler üstü olamasa da mezhepçileri ürkütecek derecede mezheplerarası bir mollaydı. Babam zamanla Said-i Nursi, Seyit Kutup ve Ayetullah Humeyni’den oluşan antika bir üçgenin açıortayında karar kıldı. Hemşerisi, Bitlisli Kürt Said gibi fen bilimleri ve felsefi tartışmaları az çok takdir eden babam, Mısır’ın milliyetçi diktatörü Abdun Nasır tarafından katledilen Sünni Seyit gibi İslami bir devlet özlemiyle yaşarken nihayet 1979 yılında Şii Ayetullah Humeyni’nin şahsında hayalindeki ideal devleti acem makamında da olsa İran’da buldu. Siz İran’a hiç sempati duymadınız. Üslubunuz ve metodunuzla çelişiyordu her şeyden önce.

Dahası, siz Osmanlı hayranıydınız. Nitekim Yetmişli yılların kardeşi kardeşe düşman eden siyasi ortamında sağcı militanlar tarafından Fatih Camisi avlusunda şehit edilen kardeşim Metin Yüksel için, Necmettin Erbakan ve Alpaslan Türkeş dahil birçok parti ve cemaat liderinin gönderdiği taziye mektupları arasında sizinkisi alfabesi ve diliyle dikkati çekiyordu. Daha sonra dergi ve kitaplarda yayımlanan taziyeniz, Osmanlıca yazılan tek mektuptu. O mektup içeriği kadar lisani haliyle çok şeyler söylüyordu:

***

Es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve beraketuhu

Muhterem Hocam

Mahdûm-i âlîlerinin mazlûmen şehîd edilmesi peder-i muhteremleri sizler için ciğer-sûz bir hâdise olmakla beraber “Allah yolunda katledilenleri ölüler olarak saymayın” medlûl-i âlîsince Hazret-i pervardigâra takdîm edilmiş bir tuhfe-i mübeccele olduğu zât-ı devletlerince derkârdır.

Mazlûm-ı muhtereme Hazret-i Rabbu’l-İzzet’den derecât-ı âliyât dileği ile siz çok muhterem hocaamın ve mazlumun vâlide-i muhteremelerinin gamnâk olan fuâd-ı münkesirelerinin sabrıyla medâr-ı teselli-yi vâridat-ı celile-i seniyyenin devam ve temâdisini niyâz ederim muhterem hocam

Ed-Dâ’i Ve’l-Müsted’î

M. Fethullah

(Mektubun Arap alfabesiyle olan elyazı orijinalinin kopyası için bak: Şehid Metin Yüksel: Kardelenlerin Kan Kırmızı Açtığı Gün, Mehmet Ali Tekin, Beka Yayınları, 3. Baskı, 2008, sa: 215,)

***

Kuran 30:22 ayetinde dillerimizin farklılığının Allah’ın ayetlerinden (işaretlerinden) olduğunu bildiriyor ve diller arasında bir üstünlük ayırımı yapmıyor. Böyle olunca, Araplar Arapçayı, Kürtler Kürtçeyi, Türkler de Türkçe’mi düzgün konuşmalıydı. Diller birbirlerinden sözcük alışverişinde bulunur. Ama yukarıdaki ifadeler, bu normal alışverişin boyutlarını aşıyor. Farsça ve Arapça ‘ya kutsallık atfeden bir yaklaşımın ürünü gibi… (Bu konuda size ve hayranlarınıza Cengiz Özakıncı’nın Dil ve Din adlı kitabını tavsiye ederim.)

Sizinle yollarımız birkaç kez kesişti… Popüler bir Sünni yazar olduğum gençlik yıllarımda, Demirin Kuran’daki Kimyasal Esrarı adlı bir makalem sizin Dahhak takma ismiyle başyazılarını ağdalı bir dille yazdığınız Sızıntı dergisinde yayınlandı. Hala hatırlarım, 12 Eylül darbesinden sonra Anayasa için Oylama yapılacaktı. Darbeci generaller Anayasa’ya karşı propagandayı yasaklamıştı. Darbecilerin Anayasasına “Hayır” diyen birçok kişi tutuklanıp cezalandırıldıydı o günler. Sızıntı dergisi oylamadan bir önceki sayının arka kapağında mavi zemin üzerine “Yeni Anayasa Hayırlı Olsun” diye iki anlama gelen tevriyeli bir temenniyi koymuştu. Daha sonra sizinle İstanbul’da bir caminin imam odasında görüşüp tanışmıştım. Size mürit olacak bir yapıya sahip değildim; ama dostça bir yaklaşımla sizi, daha doğrusu seni tanımak istiyordum. Beni hatırlamanı beklemiyorum, ama yıllar sonra bir mezhep mukallidi olmaktan vazgeçip aklını kullanan bir müslüman olmaya karar verdiğimde kopan yaygarayı işitmişsinizdir, izlemişsinizdir.

Liderliğini yaptığınız grup beni “mürtet” diye ölüme mahkum etmedi. Gazete ve dergilerinin ilk sayfalarında aleyhimde iri puntolarla naralar atan Selametçi (Milli Gazete), Nurcu (Sur Dergisi), Tarikatçı (Türkiye Gazetesi), Milliyetçi (Tercüman Gazetesi), Süleymancı (Yeni Sabah), İrancı (Vahdet), Entelektüel İslamcı (Girişim Dergisi, Kitap Dergisi) gibi birçok mezhep ve meşrebin linç koalisyonuna katılmadı. Ancak cemaatiniz, “Yahu, kitapları şeriatçı çeteler tarafından toplanan, kendisine yöneltilen eleştirilere ve iftiralara cevap hakkı verilmeyen, kendi imkanlarıyla yayımladığı cevabi makalelerini içeren kitabı daha dağıtılmadan matbaadan çalınan, sesi kesilen, geleceği karartılan ve babası tarafından bile reddedilen bu öksüz delikanlıya hep birden saldırmaktan utanmıyor musunuz?” diye adil bir tavır da koymadı… Sızıntı Dergisi ismine layık bir tepki gösterdi: dini medyada koparılan fırtınayı sessizce izledi. Sızıntı’ya daha sonra Yağmur ve Aksiyon dergileri eklendi. Bunları Fırtına mı Tufan mı yoksa Gökkuşağı mı izleyecek bilmiyorum.

Size hayran olup sizi göklere çıkaranlar olduğu gibi sizden nefret edip yerin dibine batıranlar var… Ben her iki gruba da dahil değilim. Bu tür duygusal tavırları göstermiyorum. Sizi ve cemaatinizi arada bir uzaktan izliyorum. Ben bir cemaatin kelle sayısından veya sahip oldukları maddi imkanlardan etkilenen biri değilim. Ancak cemaatteki disiplin, odaklaşma ve gayret bana Amerika’daki Mormonları veya Evangelistleri anımsatıyor. Olağanüstü liderlik yeteneğinizi ve gayretinizi takdir etmemek mümkün değil.

Maşallah, Orta Asya’dan Amerika’ya kadar cemaatin okulları papatyalar gibi açıyor. Geçen yıl Kazakistan’da katıldığım bir konferansta cemaatin açtığı okulların tedrisatından geçmiş birkaç gençle tanıştım. Hatta yaşadığım çölün ortasında bile okul açtılar şakirtler.  Okulun ismini daha önce Daisy (Papatya) koydular, ama bu isim erkek öğrencilerin ilgisini çekmeyince değiştirdiler. Arı gibi çalışıyorlar ve başarılılar. Burada da yollarımız kesişti… Ülkesinde ana dili yasaklandığı için Kürtçeyi pek konuşamayan bir Kürt olduğum halde, kaderin bir cilvesi olarak, Amerika’da devlet okullarında ilk kez Türkçe dersi öğretme şansına sahip oldum. Üniversitede felsefe, mantık ve hukuk derslerine ek olarak, 2001 yılından bu yana, oğlumun öğrencisi olduğu bir ortaokulda ve lisede yüzlerce Amerikalıya Türkçe öğrettim ve hala öğretiyorum. Yıllar sonra sizi izleyenlerin Türkiye dışındaki okullarda medyada abartıldığı gibi olmasa da Türkçe eğitimi başlattıklarını görmek beni bir bakıma sevindiriyor bir bakıma da düşündürüyor.

Sizi anlayamıyorum, çözemiyorum… Sizi anladıklarını sananları da anlayamıyorum. Siz benim için kara bir kutusunuz. Havada kanatsız uçan bir kutu… Yere düşüp bin parça mı olacak yoksa kanat açıp Anka kuşuna mı dönüşecek bilmiyorum. Benim gibi sizi ve amacınızı anlamakta zorlananların aydınlanması için bazı sorular yönelteceğim size. Soruları bir mürit veya size yaltaklık yapmaya çalışan bir gazeteci edasıyla sormayacağım. Babamdan miras aldığım üslupla ve sevip saydığınız Said-i Nursi’nin pervasızlığıyla soracağım.

Sorulara geçmeden önce önemli bir konuya değinmek istiyorum. Sizin Kelime-i Tevhidi, yani birleme ifadesini, Kuran’a göre düzelttiğinizi ve birlemeyi ikilemeye çıkaran Muhammed eklemesini çıkardığınızı duydum. La ilahe illa Allah. Eğer bu doğruysa ve bunu politik hesaplarla değil de, Allah’ın son peygamberinin getirdiği mesaja uyma amacıyla gerçekleştirdiyseniz sizi canı gönülden tebrik ederim (3:18; 3:64; 39:45; 72:18; 6:22-23; 2:285; 63:1-3) Nitekim Quran: a Reformist Translation‘in notlar bölümünde sunduğum arkeolojik deliller, Muhammed peygamberi putlaştıranların uydurduğu bu büyük bidati ifşa ediyor ve Kuran’da otuz kez Muhammedsiz geçen tevhit ifadesini destekliyor.

Bazı soruları suçlayıcı bir üslupla yazdım ama cevabınızı aldıktan sonra vicdanımdaki yargıda değişiklik yapmaya hazırım. Bir kısmının cevaplarını bilsem de sizin en son görüşünüzü ve duruşunuzu merak ediyorum. Büyük olasılıkla bana cevap vermeyeceksiniz. Aforoz edildikten sonra Arizona çölündeki onuncu köyde karar kılmış, kendisi gibi ipten saptan kopan birkaç arkadaşı haricinde cemaati olmayan, dosttan çok düşman edinmiş, organize dinlerden hoşlanmayan, karizmasını sürekli sabote eden, ailesinin geçimi için didinen, Türkiye’deyken Türk devletine, Amerika’dayken de Amerikan devletine meydan okuyan, dünyada kritik düşünen müslüman aydınların ilgisini çeken islami reform hareketinin militanlığını yapan, yüzde yetmiş anarşist ve yüzde yüz ‘rasyonel monoteist’ bir felsefecinin yönelttiği sansürsüz soruları cevaplamaya tenezzül etmeyebilirsiniz. Papayla elele tutuşup dünyanın kaderini tartışan bir lidersiniz ne de olsa. Ama sürpriz de yapabilirsiniz.

***

İnsanlıkta kardeşim olan sevgili Fethullah:

Sizi bu sorulara cevap vermeye zorlamak için gerekirse bu soruları Internette imzaya açacağım. Hem Türkçe ve hem İngilizce olarak. Hani, Türkiye ve dünya politikasını, şimdimizi ve geleceğimizi böylesine etkileyen bir liderin sansür edilmemiş sorulara cevap vermesini beklemeye hakkımız var. İbrahim genç yaşta halkının liderleriyle tartıştı, Sokrates Yunan senatosuyla tartıştı, Musa Firavun ile, İsa Ferisilerle, Muhammed hem Mekke hem Medine liderleriyle tartıştı. Onları izleyenler de delillere ve mantığa dayalı tartışmalarla toplumu değiştirdiler. Sizi karşıt fikirden insanlarla önemli konuları tartıştığınızı hiç anımsamıyorum. Bir ülkenin eğitim sistemini, kültürünü, dinini ve politikasını bu derece etkileyen birisinin tartışma ortamında görülmemesi inanılmaz bir olay. Fikir meydanında karşıtların eleştirilerine cevap vermek, seçilmiş bir gazetecinin yönelttiği dostça sorulara cevap vermekten çok farklı.

Aşağıdaki 19 soruya dört ay içinde cevap vermediğiniz taktirde kendi sorularımızın cevaplarını sizin söz ve tavırlarınızdan çıkararak biz vermek zorunda kalacağız. Belki de daha kapsamlı bir araştırma ile destekleyerek kitap halinde yayınlayacağız. Amaç size ve cemaatınıza zarar vermek değil, amaç halkın sizi ve idealinizi daha yakından tanımasıdır. Eğer dilerseniz, sizi Pennsylvania’daki evinizde ziyarete gelir ve bu soruları orada konuşup tartışmaya da hazırım. Dilerseniz, Arizona’daki evime her zaman misafir olarak gelebilirsiniz. Tucson’daki şakirtler yoluyla benimle irtibat kurabilirsin. Galiba benden biraz kaçıyorlar ama siz emrederseniz beni anında bulabilirler. Küçük oğlumun katıldığı matematik yarışmalarında şakirtleriniz en başarılı öğretmenler arasındaydı. İnşallah önümüzdeki yıl İstanbul’da düzenlemeyi düşündüğümüz İslami Reform İçin Kritik Düşünenler başlıklı konferansta sizi veya sizi temsil eden birilerini panelistler arasında görür ve canlı yayında tartışırız bu konuları.

Barış, adalet ve tevhit için, hiçbirinden taviz vermeden, birlikte çalışmak umuduyla. Selam ve sevgilerimle.

***

Fethullah veya onun yakın çevresinden hiç kimse kendisine yönelttiğim aşağıdaki 19 Soruya verdiğim süre içinde cevap vermedi. Aradan tam bir yıl geçti. Bu yüzden, kendisine verdiğim sözü tutacak ve yönelttiğim sorulara onun vereceği cevapları onun adına ben vereceğim. Bu cevaplarda yanlış ve abartma varsa her zaman düzeltmeye ve onu ilan etmeye hazırım. Zaman Gazetesinde yazan herhangi bir makale yazarı veya kendisine yakın olarak bilinen herhangi birisi verdiğim cevaplara itiraz ederse memnun olurum.  Uzunca girişten sonra, oto-sansür yapmadan klavyeye aldığım aşağıdaki 19 soruyu ve cevaplarını dikkatinize sunuyorum. Cevaplar için Fethullah’ın kullandığı ağdalı dil yerine günümüzde konuşulan Türkçeyi seçtim:

SORU 1. Iran Şahına karşı başlatılan devrim, “istiklal, azadî, hükümet-i islamî” ideali doğrultusunda mollalarla işbirliği yapan bir aydınlar grubunun desteğiyle gerçekleşti. Beni Sadr ve Bazergan gibi aydınlar kısa sürede mollarşi tarafından tasfiye edildiler. Sizin ekibinizin idealindeki devleti merak ediyorum. Acaba, İran devriminde olduğu gibi sonunda kaybetmeye mahkum bir aydınlar grubuna mı oynuyorsunuz yoksa kazanacak olan mollalar grubuna mı? Yoksa bilmediğimiz üçüncü bir şıkka mı?

CEVAP 1: İnanmayacaksın belki ama hepsine oynadım. İlk başta İran’daki devrimin Sünni versiyonunu hayal ettim. Osmanlı’nın şanlı sultanları ve fütuhatları konusunda rüyalar gördüm. Kendimi Türkiye’nin sakalsız Ayetullah’ı olarak hayal ettim. Kendimi bir ara sabahları Beni Sadr, akşamları Humeyni gibi hissettim. Ancak daha sonra iş büyüyünce ve vakıflarımın kasaları milyonlarca dolarla dolunca benimle irtibat kuran politik güçlerle ittifaklar kurmaya başladım ve her iki hayalden de vazgeçtim. İlk başta takiyye yapıyordum. Ancak Papa’nın ellerini sıktıktan ve Amerika’ya göç ettikten sonra, ABD-Co ve İsrail’in Büyük Ortadoğu Projesi yoluyla güç kazanıp hedefime ulaşacağımı anladım.

SORU 2: Siz bir işadamı ve eğitimciden çok dini bir lider olarak tanınıyorsunuz ve sizi destekleyip izleyenlerin üzerinde öyle bir etkiye sahipsiniz. Dünyanın yaşayan en güçlü dini liderleri arasında yer alıyorsunuz ama dini konularda Sünni mezheplerin doğmalarından farklı bir teoloji sunmuyorsunuz. Bu nasıl olur? Yeni Ümit Dergisinin Temmuz-Eylül 2010 sayısında derginin Genel Yayın Koordinatörü Dr. Ergün Çapan çocukluk yıllarından beri okuduğunuz ve okuttuğunuz kitapları listeleyen uzunca bir makale yazmış: Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Bilinmeyen Bir Yönü: Ders ve Tedris Metodu. Makaleyi okurken başım döndü. Sizi diğer mollalardan ayıran teolojik bir farklılık yok gibi. Doğrusu ve yanlışı, gerçeği ve hurafesi ile birlikte eskiyi kabul ediyorsunuz. Sadece sunuş tarzınızda ve kullandığınız ambalajda bir farklılık var gibi. Tarikat ile medrese arasında melez bir ekol oluşturmak bir yenilikse bunu hemşehrim Said-i Nursi ve Mısırlı Hasan el Benna kadar becermişsiniz. Ne var ki, size nispet edilen hareket daha çok kişi kültüne benziyor. Kafanızda ulaşmayı istediğiniz istasyon hakkında bir netlik olabilir; ama bu istasyonun biçimini ve boyutunu bilmiyoruz. Hakkınızda doktora tezleri yazan hayranlarınız veya şakirtleriniz (biliyorum Nurculuk kültüründen gelmiş biri olarak mürit kelimesini sevmiyorsunuz) son istasyonu ne kadar biliyorlar o da malum değil. Asr-ı Saadet diye bilinen sahabe dönemini tekrar yaşamak özlemiyle hüngür hüngür ağladığınızı biliyorum. Ama o dönemi Kuran yerine “sahih” diye tanıtılan uydurma hadis kitaplarında arıyorsanız sizin Türkiye başta olmak üzere tüm dünyayı ulaştırmak istediğiniz cennetin Afganistan’daki Taliban, İran’daki Mollalar, Suudi Arabistan’daki Selefiler tarafından oluşturulan cehennemlerden farklı olmayacağından eminim. Zira hepsi “asr-ı saadet” idealini hadis ve siyer kitaplarında anlatıldığı biçimiyle tekrar hayata geçirmeye gayret ettiler. Niyetinizin iyiliğini veya kötülüğünü tartışmıyorum. Sizin iyi niyetli biri olduğunuza inanıyorum veya inanmak istiyorum ama “cehennem yolu iyi niyetlerle döşelidir” sözündeki gerçek payını da görüyorum. Bir milyarı aşan müslüman nüfusun her konuda geri kalmışlığının temelinde yatan mezhep öğretilerine, hadis ve sünnet adı verilen cahili doğmalara epistemolojik ve teolojik bir eleştiri yöneltmemiş bir dini lider olarak sizin oluşturmaya çalıştığınız dünyaya nasıl güvenebiliriz? İdeallerinizin egemen olduğu bir dünyada Sünni mezheplerin doğmaları ve uygulamaları egemen olmayacak mı? Sızıntı dergisiyle 1979 yılında medya yoluyla kamuyla iletişime başladığınızdan beri teolojik alanda bazı değişimlere tanık olduk. Örneğin, Sızıntı’nın ilk sayılarında hadis, sünnet ve mezhep öğretilerine sadık bir tavır gösteriyor ve insan ve hayvan resimleri yayınlamamaya gayret ediyordunuz. Arada bir koyduğunuz canlı resimlerin özellikle boyun bölgesine kalınca çizgiler koyarak güya kesip öldürüyordunuz ve böylece kitabına uyduruyordunuz. Ama daha sonra büyük bir haramı hadis ve sünnete göre vaftizleyip helalleştiren o çizgiler zamanla inceldi ve bir kaç yıl sonra birden bire kayboldular. Bu teolojik değişim için hiçbir açıklama yaptınız mı? Yani daha önce izlediğiniz hadislerin ve mezhep fetvalarının yanlış olduğu sonucuna mı vardınız, yoksa onları hala sahih olarak kabul etmenize rağmen, maslahat bahanesiyle günah işlemeye mi karar verdiniz?

CEVAP 2: Fark ettiğiniz gibi hadislerle başım belada. Hadislerle bu dünyada normal bir insan gibi yaşamak mümkün değil. Ama hadisleri reddetme cesaretini de gösteremiyorum. Bu cesareti göstermememin nedenlerinden birisi çocukluğumdan beri “hadissiz sünnetsiz bir din olmaz” doğmasıyla yetiştirilmem ve Kuran’ı da hadislerin ışığında (biliyorum sen ‘karanlığında’ diyeceksin) anlamaya çalışanların tefsirlerini ezberlememdir. Gerçi senin İlginç Sorular 2 ile ve Sakıncalı Yazılar ile başlayan sorgulamanı ve daha sonra yayımlanan Müslüman Dinadamlarına 19 Soru adlı kitabını okudum ve orada hadislere ve mezhep öğretilerine yönelttiğin eleştirileri çoğunlukla haklı buldum, ama senin başına gelenleri görünce benzeri bir şeye cesaret edemedim. Bundan sonra böyle bir riski alacak enerjiye ve cesarete de sahip değilim. Herkes beni lider olarak bilir, ama birçok lider gibi aslında ben aynı zamanda iyi bir izleyiciyim. Gece gündüz çalışarak, başlattığım mukaddes dava için cüzdanlarını boşaltan, yıllarını veren binlerce Sünni dava arkadaşım var. Ben bir zamanlar Hazreti Ömer’in dediği gibi “Allah’ın kelamı bize yeter” deyip tüm hadisleri çöpe atsam ve beni izleyenleri dinimizi sadece Allah’a özgülemeye çağırsam onları hayal kırıklığına uğratabilirim ve hatta birçoğunun desteğini kaybedebilirim. Sen bir zamanlar hadisçi sünnetçi kesimin gençlik lideriydin, kahramanıydın. Ama sen hadislere ve sünnetlere dokununca izleyicilerini, arkadaşlarını ve hatta aileni kaybettin. Daha önce peynir ekmek gibi satılan kitapların satılmaz oldu, hatta basılamaz oldu. Ben yufka yürekliyim. Kaloriferli ve klimalı salonlarda sahabe hikayeleriyle ağlarım ve milleti ağlatırım. İstemediğim halde maalesef TC’deki bazı paranoyak paşaların dikkatini çektim ve Amerika’ya göç etmek zorunda kaldım. Aslında bundan memnunum. ABD-Co beni seviyor ben de onu.

SORU 3: İslami Reform İçin Manifesto adlı kitabımda detaylarıyla tartıştığım gibi, Muhammed peygamberin vefatından yüzyıllar sonra derlenen hadisler yoluyla peygamberin ilettiği biricik kitap olan Kuran’a en büyük ihanet yapılmış ve bu ihanet nihayet Gazali ile galibiyetini ilan etmiştir. Siz, çelişkiler dolu hadis kitaplarında Ömer’e isnat edilen “Hasbuna Kitabullah” (Allah’ın kitabı bize yeter) prensibini mi savunuyorsunuz, yoksa Kuran’a ihanet eden uydurma hadis koleksiyonlarını “Sahih” diye kabul edip Kuran’a ortak mı koşuyorsunuz? Siz, sayıları yüz bine varan sahabeler tarafından dinlendiği iddia edilen veda hutbesinin son bölümünde yer alan en önemli ifadelerin üç sürümünden hangisini kabul ediyorsunuz? İzlememiz gereken kaynak, sadece Kuran mı? Kuran artı Muhammed’in sünneti mi? Yoksa Kuran artı Ehli Beyt mi? Yoksa hadislerde olmayan dördüncü bir şıkkın eklenmesiyle “hepsi” mi?

CEVAP 3: Sevgili Edip niye yarama tuz ve biber ekiyorsun? Biliyorsun ki ben o hadislerin çoğuna inanmıyorum. Ben çok zeki bir adamım. Muhammed aleyhisselamdan iki yüz kusur yıl sonra derlenen o rivayetlerin zanni olduğunu ve hatta büyük çoğunluğunun uydurma olduğunu biliyorum. Bunu bilmeyenler ya geri zekalıdır, ya hipnoz altındadır veya o kitapları hiç okumamışlardır. Ama bunu halka ilan etmem fitneye sebep olabilir. Halk cahildir, taklidi bir imana sahiptir. Halk tahkiki bir imana sahip olsaydı belki ben de senin İslami Reform için Manifesto kitabında dile getirdiğin görüşlerin altına imzamı atardım. Sana bir sır: aslında ben hadisleri ve sünnetleri, halk fark etmeden yavaş yavaş unutturmaya çalışıyorum. Bunda ne kadar başarılı olacağımı bilmiyorum doğrusu. Görüyorsun ki benim şakirtlerim hadis kitapları okumuyor. Eskiden Risale-i Nur külliyatına talim ediyorlardı. Bir anne bebeği nasıl sütten keserse, ben de onları yavaş yavaş içinde bir sürü çelişki bulunan o Risalelerden kestim, kesiyorum. Benim kitaplarıma bakarsan genel ifadeler, afaki, edebi ve şiirsel ifadelerden oluşuyor. Ciltlerle kitap yazdım ama onlarla ne devlet kurabilirsin, ne köy, ne kasaba. Belki iyi okulların kurulması için öğretmenlere teşvik olabiliyorlar. Doğrusu beni izleyenlerin kurdukları okullarda genelde bilgi ve biraz da hikaye ezberletiliyor. Maalesef okullarımızda kritik ve yaratıcı düşünme eğitimini bulamazsın. Eğer ben Mehdi değilsem belki eğitim ve öğretim sistemini düzeltmek Mehdi’ye kalmış.

SORU 4: Geçen yıl Oxford Üniversitesinde verdiğim ilk konferansta dinleyicilere Theometer or Sectometer diye adlandırdığım çoktan seçmeli 45 soru yöneltmiştim. O sorulara vereceğiniz cevapları çok merak ediyorum doğrusu. Oradaki sorulardan birkaç tanesini iki seçeneğe indirerek sorayım: Evli olup zina edenler için recim diye bilinen taşla öldürme cezasına inanıyor musunuz? Aç bir keçinin, Muhammed peygamberin vefatından yıllar sonra, deri üzerinde yazılı olan recim ayetini Ayşe validemizin yatağının altında bulup yiyerek onu Kuran’dan neshettiğine inanıyor musunuz? Böylesine “kutsal bir keçi” tarafından neshedilmiş, yani iptal edilmiş bir ayetin hükmen baki olduğuna katılıyor musunuz?

CEVAP 4: Edip sen niye anlamıyorsun beni? Ben o saçmalıklara inanacak bir adam mıyım? Ben eğer medresede değil, iyi bir üniversitenin Fizik, Kimya veya Biyoloji bölümünde okusaydım bugün iyi bir bilim adamı olurdum. Ben o hikayelere bir ara inanmak zorunda kaldıydım. Ama neresinden tutulursa hazan yaprakları gibi dökülüyorlardı. Hani Said-i Nursi’nin kitaplarından feyiz aldığım için aklımı tamamıyla taklit sepetine koymamıştım. Zamanla aklımı kurtardığımı sanıyorum. Ben ayet yiyen kutsal keçi hikayelerine inanmadığım gibi o hikayelerle savunulan recim (taşlayarak öldürme) cezasına da inanmıyorum. Benim gibi şefkatli ve yufka yürekli bir insanın böyle bir cezayı tasvip etmesi mümkün değildir. Ne var ki az önce bildirdiğim gibi, bu reddiyemi ilan edecek cesareti de bulamıyorum. Ortada milyonlarca dolar, yüzlerce okul, binlerce öğrenci var. Onlara ihanet etmeyi doğru bulmuyorum.

SORU 5: Hadislere ve mezheplere göre, İslam dininden, daha doğrusu mezhep öğretilerinden, dönenler “mürtet” olarak yaftalanır ve hayat haklarını kaybederler. Siz o hadislere ve mezhep hükümlerine inanıyor musunuz?

CEVAP 5: Sen ne kadar da ısrarlısın… Ayrıca çok muzipsin. Hani ben “mürtedin öldürülmesi gerekir biçimindeki şeriat hükümlerine inanmıyorum” desem Sünnilik mezhebinden çıkmış olurum ve hemen mürtet ilan edilirim. Hayatımı riske sokacak böyle bir beyanatı niye vereyim ki? Ben hayatım boyunca riskleri azaltmaya çalışarak hedefime doğru ilerlemeye çalıştım. Hatta ilk başlarda şakirtlerimle birlikte yıllarca akmadık, sadece sızdık. Gerçi hedefimin ne olduğu konusunda şu anda kafam karışık, ama Türkiye dahil birçok ülkede yüzlerce okul kaytan bıyıklı ve güzel yüzlü öğretmenlerimiz medyada aynı telden çalan yazarlarımız, üniversitelerde aynı davaya gönül vermiş profesörlerimiz ve devlet kadrolarını dolduran siyasetçilerimiz var. Düşün… Bir zamanlar cemaat evlerini “dini ayin yapıyorlar” diye basıp bizi tutuklayan polislerin bir kısmı şimdi cemaat evlerindeki derslerimize katılıyorlar.

SORU 6: Bize örnek olduğu bildirilen Muhammed peygamberin 54 yaşındayken 9 yaşındaki bir kızla evlendiğini iddia eden ve pedofili denilen cinsel sapıklığı kutsayan hadis rivayetlerine ne diyorsunuz? Peygambere ve arkadaşlarına yönelik binlerce hakaret ve iftira içeren hadisleri rivayet eden Buhari, Müslim, Tirmizi, İbni Maceh, Ebu Davud, Ibni Hanbel gibi kitaplara saygı duyuyor musunuz?

CEVAP 6: Yine yarayı kaşıyorsun. Said Nursi’yi izleyerek papazların bidati olan ruhbanlığı uyguladığım ve böylece bile bile fıtratıma ihanet ettiğim için bir hayat arkadaşım olmadı ve bu yüzden duygusal sıkıntılar çektim. Papa ile el tokuşurken aklıma bu nadir ortak yönümüz geldi. O da davası için evlenmedi, ben de evlenmedim. (Tabi farklı yönlerimiz de var. Örneğin, Papanın kafasına şatafatlı bir külah; ama benim kafamda ise yüzyıllar önce Yahudilerden aldığımız takke var). Hadis kitaplarında anlatılan peygamber örnekliği ise öteki uçta. Sahih hadis kitaplarındaki rivayetlere göre bir gecede dokuz eşiyle cinsel ilişkiye girmiş. Hani peygamberimizin mahrem hayatını geceleyin dikizlediği iddia edilen sahabe münafık mıydı, cinsi sapık mıydı, yoksa peygamberin seks sünnetini öğrenmeye çalışan samimi bir müslüman mıydı bilemeyeceğim, ama hayatı boyunca hiç cinsel ilişkiye girmemiş benim gibi birisi için hadis kitaplarında çizilen peygamber portresi Papa’dan daha çok yabancı.

SORU 7: Kadınları horlayan, cehennemin çoğunluğunu kadınlarla dolduran, kadınları eşek ve domuzla bir tutan, kadınları siyah torbalara sokan ve hatta bazı mezheplerde yüzlerini bile kara peçelerle kapatıp özgürlüklerinden ve kimliklerinden mahrum eden ve böylece onları erkeğin kölesi haline dönüştüren hadisler ve sünnetler konusunda ne düşünüyorsunuz?

CEVAP 7: Kadınlar konusunda çok bilgisizim. Hani annem ve ailemdeki kızlar ve kadınlar haricinde kadınlarla pek bir irtibatım olmadı. Başka soruya geç, Edip. Kimseye söyleme ama ben sana hayranlık duyuyorum. Sen kendini sansürlemeden konuşabiliyorsun. Keşke senin gibi özgür olabilseydim. Yok düzeltiyorum. Bir başka yönden bakarsak, ben senden daha özgürüm. Zira bir Arap atasözüne göre, “Sudur ul-ahrar, kubur ul-esrar”, yani “Özgürlerin göğüsleri sırların mezarlarıdır.” Benim göğsümde çok sır var. Gerçi bu sırların birkaçını en yakın şakirtlerle paylaştım; ama her birisini paylaştıktan sonra pişman oldum. Onca sırrı onca yıl göğsümde tutmanın getirdiği müthiş bir yükü taşıyorum ve bundan dolayı büyük bir ızdırap yaşıyorum. Sanırım artık mazoşist oldum. Acı çekmekten ve mustarip olmaktan zevk alıyorum.

SORU 8: Kuran, başkalarına maddi zarar vermeyen kişisel günahları cezalandırmamızı emretmez. Aksine, dünyadaki sınavın gerçekleşmesi için günah işlenmesini serbest bırakır. Günah işlenmesini yasaklamak Allah’ın dünya hayatı için belirlediği sınav sünnetine (yasasına) karşı şeytani bir müdahaledir. Örneğin, aklı kullanmamak, dini konularda mukallit olmak, Allah’ın ismini anmayı yeterli görmemek, mescitlerde Allah’tan başka isimler çağırmak, peygamberi putlaştırmak, peygamberlere hakaret etmek, peygamberler adına uydurulmuş hadisleri din diye insanlara satmak, şefaat etme iddiasında bulunmak, ölülerden medet ummak, Allah’ın sözünün yetersiz olduğuna inanmak, Allah adına haramlar uydurmak, din adamlarının fetvalarını din diye izlemek, dinle alay etmek, Allah’tan başkalarını rab (efendi) kabul etmek, salatı gözetmemek, başkalarına zarar vermeden sigara veya alkollü içki kullanmak gibi günahlar devlet tarafından Allah adına cezalandırılamaz. Sizin idealinizdeki dünyada, bu ve benzeri kişisel günahları işleyen insanlar Allah adına sokaklarda ahlak polisliği yapan firavuncuklar yoluyla cezalandırılacak mı?

CEVAP 8: Eğer cezalandıracaksak biz anarşistleri cezalandıracağız, devleti ve devlet adamlarını sokaklarda protesto edenleri cezalandıracağız. Asayiş çok önemlidir. İran çok tehlikelidir.

SORU 9: Sizin nostaljik bir duyguyla idealleştirdiğiniz Osmanlı devleti 300 yıl boyunca matbaayı yasakladı. Eğitime önem veren biri olarak Osmanlı’nın 500 yıldan fazla süren iktidarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Başkalarına ait ülkeleri ve şehirleri işgal edip halkını vergiye bağlayan, o ülkelerin gençlerini başka işgaller için asker olarak istihdam eden, iktidar hırsıyla kundaktaki bebekleri öldüren, hilafeti kılıç zoruyla alan bir saltanatı onaylıyor musunuz? İstanbul’un Bizans’tan kılıç zoruyla alınması sizce Türkiye’deki tarih kitaplarının ileri sürdüğü gibi yeni bir çağ mı açtı? Bir kentin bir başka ulus tarafından işgali nasıl olur da yeni bir çağ açar? İstanbul’un fethinden sonra Osmanlı’nın bilim ve medeniyete ne katkıları oldu? Bir Caminin zorla Kilise ‘ye çevrilmesine haklı olarak karşı çıkan birisi Ayasofya kilisesinin zorla camiye çevrilmesini desteklerse onu “ahlaki tutarlılık,” “adalet” ve “dinde zorlama olmayacağı” prensipleriyle nasıl açıklar?

CEVAP 9: Osmanlı’nın birçok iyi yönleri de vardı. Osmanlı Hristiyanları zorla müslüman yapmadı. Osmanlı engizisyonlar kurmadı. Osmanlı Yahudilere karşı katliamlar yapmadı. Osmanlı işgal ettiği ülkelerin dilini bile değiştirmedi. Takma kafana Osmanlı’yı… Gelmez artık saltanat. Bak, benim bir tek oğlum bile yok.

SORU 10: Geçmişte Kürtlerin varlığının bile inkâr edildiğini, başka hiçbir dil yasaklanmazken Türkiye’nin yüzde 15’inden fazlasını oluşturan Kürt yerlilerinin dillerinin yasaklandığını, birçok Kürdün ana diliyle konuştuğu veya yazdığı için hapislere atıldığını, Kürtlerin çoğunlukta olduğu birçok köyün adlarının değiştirildiği, Kürtlerin çocuklarına Kürtçe isim takmalarının veya Nevruz’u kutlamalarının yasaklandığını, binlerce Kürt köyünün boşaltılıp sakinlerinin büyük şehirlerin banliyölerindeki gecekondulara sürüldüğünü, binlerce Kürd’ün faili meçhul cinayetlerle öldürüldüğünü, benzeri ve hatta daha acımasız haksızlık ve saldırıların Irak veya İran’daki Kürt kardeşlerimize karşı sistematik bir politika olarak gerçekleştirildiğini ve daha nice faşist politikanın “ulusun bütünlüğünü korumak” paranoyası ve propagandasıyla gerçekleştirildiğini yaşadık ve biliyoruz. Kürtlere yönelik bu inkarcı, ayırımcı ve dışlayıcı politikaya ek olarak, okullarda ve orduda Kürt çocuklarına, Ne mutlu Türküm Diyene, Bir Türk Cihana Bedel, ve Varlığım Türk Varlığına Armağan Olsun sloganları söylettirildi. Yüzyıllarca barış ve dostluk içinde birlikte yaşamış bu iki halkı birbirine düşman edici nasyonalist ve ırkçı ideolojiler ve uygulamalar maalesef her iki halkı iç savaşa doğru sürükledi. Bölünme paranoyasıyla tektipleştirilmek istendikçe bölünme tehlikesi arttı ve tehlike arttıkça bu paranoyayla tektipleştirme desteklendi. Tüm bunlar olurken, Türkiyeli halkların kanı ve bütçesi bu faşist politikanın doğurduğu terörle mücadele adı altında onlarca yıldır harcanırken bir dini lider olarak siz o politikaya karşı nasıl bir tavır takındınız, nasıl bir çözüm önerdiniz? Türk-İslam sentezi adını verdiğiniz nesne, eğer islam denilen din bireyin, toplumun ve dünyanın birbirleriyle ve yaratıcısıyla barış içinde yaşaması için gerekli olan evrensel prensiplerse nasıl bir sentez olabilir? Türk-İslam sentezi Arapların Muhammed peygamberden yüzyıllar sonra hadis yoluyla kutsallaştırıp mezhepler yoluyla dinimize soktukları Arap kültürü ve adetlerini Türk kültürü ve adetleriyle değiştirmek mi? Örneğin sakal yerine bıyık, çarşaf yerine manto, fistan yerine pantolon, Arapça dua yerine Türkçe dua, Arapça ezan yerine Türkçe ezan, Arapça isimler yerine Türkçe isimler gibi makul görülebilecek reformları mı kastediyorsunuz? Sizin mezhebe göre İslam’ın bir amentüsü var, peki Türklüğün amentüsü nerede? Türk kelimesinden ne kastettiğinizi açıklar mısınız? Türk bir ırk değilse nedir? Türkiye’deki Türkler, Bulgaristan’daki Türkler, Kıbrıs’taki Türkler ile Irak’taki Kürtler aynı mı, yoksa farklı mı? Eğer Türklük bir kültürse sizin Türk kültürü ile Ahmed-i Khani’nin, Said-i Kurdi’nin, Nazım Hikmet’in, Turan Dursun’un, Ahmet Altan’ın, Edip Yüksel’in kültürü bir mi? Türk-İslam sentezi, Kürt-İslam, Arap-İslam veya İngiliz-İslam sentezleriyle aynı mı? Aynı değilse farklılıklar ne? Bu sentez Çelik-Ruh veya Asil-Kan sentezi gibi bir şey mi, yoksa Yüzük-Aşk, Elma-Portakal, Bıyık-Nur, Hoşgörü-Diktatör, Helyum-Balon gibi bir sentez mi?

CEVAP 10: Ben Osmanlı dönemindeki birliği ve hilafeti gerçekleştirmeyi hayal ediyorum. Kürtlerin sayısı Türklerden daha az ve üstelik daha yoksullar. Türklerin desteğini almam için Kürt sorununa (belki sen Türk sorunu diyeceksin) bulaşmaktan kaçınıyorum. Dikkat edersen benim tek amacım Osmanlı gibi büyümek, büyümek, büyümek. Bu yolda her türlü ittifak kurabilirim. Oğlum olsaydı kurulacak imparatorluğun adı Fethullahoğulları olabilirdi. Sanırım Kalbistan, Sevgistan, Nuristan, belki de Gülenistan gibi isimler daha uygun…

SORU 11: Filistin halkını bir yüzyıldır esaret altında katliamlar ve işkenceler ile inleten, topraklarını işgal eden, evlerini yıkan, gençlerini ve bebeklerini katleden, hapishanelerde işkencelere mahkum eden, mahallelerini ve köylerini yüksek duvarlarla birbirinde ayıran, her noktaya koyduğu gestapolarla özgürlüklerini sınırlayıp onurlarını çiğneyen, korkunç bir propaganda makinasıyla kendisini dünyaya mağdur ve kurbanlarını terörist olarak lanse eden Siyonist İsrail rejimine karşı neler öneriyorsunuz? Firavunun binlerce yıl önce, İspanyolların beş yüz yıl önce, Nazilerin yetmiş yıl önce kendilerine karşı uyguladığı ırkçı politikanın bir benzerini Filistinlilere reva gören ve başta ABD-Co olmak üzere batı ülkeleri, silah ve petrol şirketleri tarafından desteklenen bu zulme karşı sizin cemaat ne tepki gösterdi? Gazze’de barbarca bir abluka altında inleyen bir milyonu aşkın Filistinliye yardım için yola çıkan Mavi Marmara gemisindeki barış ve adalet gönüllülerine karşı uluslararası sularda İsrail askerleri tarafından işlenen terör ve cinayeti eleştirmek yerine insan hakları gönüllerini “otoriteden izin almalıydınız” diye eleştirmeyi İslam dininin hangi prensibiyle açıklıyorsunuz, hangi vicdanla izah edebiliyorsunuz? Firavun döneminde yaşasaydınız, Firavuna meydan okuyup İsrail oğullarını kölelikten özgürlüğe kavuşturmaya çalışan Musa’ya, “Firavun otoritesinden izin almadan nereye götürüyorsun onları?” diye mi çıkışacaktınız? “La ilahe illa Allah” diyerek Mekke’nin teokratik oligarşisini ürküten ve onların köleci, kadınları aşağılayan, ırkçı, kapitalist düzenlerini çekinmeden eleştiren Muhammed peygambere, “La demek için Mekke otoritesinden izin aldın mı?” diye çıkışarak Mekkeli azgınları otorite mi kabul edecektiniz? İbrahim döneminde yaşasaydınız, atalarının heykellerine tapan putperestlere felsefi bir ders vermek için küçük heykelleri yıktıktan sonra baltayı en büyük heykelin boynuna asıp suçu en büyük heykele yükleyen o delikanlı ölümle tehdit edilince “küçük heykelleri kırarak insanları rasyonel düşünmeye çağırmak sana mı düştü? O küçük heykelleri kırmak için sen otoriteden niye izin almadın” diye mi eleştirecektiniz? USA-Inc ve Siyonist ittifakın Irak’ta ve Afganistan’da milyonlarca müslümanı öldürmesine ve masumları katletmesine karşı bir tepki koydunuz mu? Rusya’nın zulüm ve katliamlarına maruz kalan Çeçenistan ve Doğu Türkistan’daki Türklerin özgürlük için verdikleri mücadeleye ne gibi bir destek verdiniz? Müslümanlık güçlüden yana mı yoksa adaletten yana mı olmaktır?

CEVAP 11: Sen stratejiden anlamazsın Edip. Anlasaydın aforoz edilen bir yazar olarak Amerika’ya kaçıp sığınmazdın. Gerçi ben de kaçtım ama ben kaçmadan önce bana bağlı güçlü bir cemaat oluşturdum ve cemaatim için Amerika’da büyük imkanlar verildi. Şu anda Amerika’nın birçok eyaletinde açtığımız okullar çalışıyor. Ayrıca, Amerika’daki Türkiyeli öğrencileri, akademisyenleri ve işadamlarını örgütlüyoruz. Stratejiden ve politikadan anlasaydın, sana yerleşme izni veren Amerikan devletine eleştiriler getirmezdin. Adalet ve barış sokaklarda yürümekle, bağırmakla olmuyor. Hele otoriteye kafa tutmakla hiç olmuyor. Sloganla muhataplarımızı kışkırtmak değil, güzel tavırlarla onların kalplerine sinmek lazım. Sır şurada: sindirmek için önce sinmeli… Arzedebildim mi? Evet. Sırrın senin esirindir, söylersen esiri olursun.

SORU 12: Ben Sünnileri ve Şiileri teolojik ve politik açıdan alabildiğine eleştirmeme rağmen Haçlı ve Siyonist ittifakının onlara karşı işlediği zülüm ve cinayetlere de aynı şekilde karşı duruyorum. Ancak, siz Sünnilerle aynı mezhebi ve teolojiyi benimsemenize rağmen, onların arasından çıkan terör örgütlerinden 666 kez daha vahşi olan Hristiyan ve Siyonist kanlı ittifakına laf etmezken, açlık ve sefalete mahkum edilmiş insanlara yiyecek ve ilaç götüren barış gönüllüleri alçakça saldırılarla katledildiğinde mağdurları eleştirme cüretinde bulunuyorsunuz! “İnsanları kazanmak için herkesle her şey olurum” diyen St. Paul’un takiyyeci politikasını izlediğiniz izlemini bırakıyorsunuz. Köprüden geçinceye kadar “ayıya dayı demek” siyaseti köprünün başında oturan bir ayıya karşı uygulanırsa, sonunda o dayının küçük bir ayısı olma ihtimalini doğurur. USA-Inc ve Siyonist ittifakı dokuz yıl önce yalanlar üreterek Irak’ı işgal edip yerle bir etti. Bir milyondan fazla Iraklının ölümüne sebep oldu. Milyonlarca çocuğu yetim ve öksüz, milyonlarca kadını dul bıraktılar. Milyonlarca insanın evlerini başlarına yıktılar. Falluja’da korkunç katliamlar işlediler. Kadınların ırzına geçtiler… Afganistan’da da benzeri katliamları ve zulümleri işlediler ve hala işlemeye devam ediyorlar. Bu işgallere tepki olarak doğan ve birkaç kişiyi öldüren örgüt terörizmini lanetliyorsunuz. Peki, milyonları katleden devlet terörizmini de lanetliyor musunuz? İslam’a göre, cinayetleri Amerika, Israil, İngiltere, İran, Türkiye, Çin gibi devletler işleyince cinayet olmaktan çıkıyor mu? Müslümanlık güçlüden yana mı yoksa adaletten yana mı olmaktır?

CEVAP 12: Edipler edepli olmalı! Gerçi TC devleti topladığı vergilerle benden daha çok okul ve üniversite açmıştır ama ben Müslümanların temiz duygularına hitap ederek, samimiyetle gözyaşları dökerek topladığım paralarla sadece Türkiye’de değil, dünyanın birçok ülkesinde okullar açılmasına önderlik ettim. Ben para ve mülk düşkünü değilim. Davasına innmış bir insanım ve bu konuda bazı riskler aldım ve sıkıntılar çektim. Davam uğruna aile sahibi olmaktan bile vazgeçtim. Doğru, St. Paul, Dalai Lama ve Papa da davaları için fedakarlık gösteren insanlardır.

Bu sorunun cevabını aslında gizli bir toplantıda vermiştim. Maalesef bir münafık onun video kaydını ifşa etmiş. Toplantıya katılan ve bizden de daha gizli birisinin çektiği bir video klipindeki sözlerim ana hedefimizin devleti ele geçirmek olduğunu ve bu hedefe ulaşmak için herzeyi mubah gördüğümüzü belgeliyor.

“İster maddi güçleri bakımından, isterse kendi ülkelerindeki güç kaynakları ve gücü temsil eden kaynaklar bakımından, isterse ilim mahfilleri açısından, isterse toplumun büyük kesimlerine, büyük kısımlarına bu duygu, bu düşünceyle ulaşmaları açısından, belli bir noktaya ve kıvama gelecekleri ana kadar, bu şekilde hizmete devam etmeleri şart, zaruri ve lüzumlu. Yanlış bir şey yapar, kıvama ulaşılmadan, özleriyle tam bütünleşmeden, gereken mesafe alınmadan, bir kısım erken huruç diyebileceğim çıkışlar yaparlarsa dünya başlarını ezer. Ve Müslümanlara Cezayir’deki hadise gibi yeni bir hadise yaşatırlar. Suriye’deki 82 vakası gibi bir fecaat yaşatırlar. Her sene Mısır’da yaşanan fezaat ve fecaat gibi bir fezaat ve fecaat yaşatırlar. Firavunlar çağını yaşıyor. Toprak Firavun bitirmek için pek münbit. Öyle bir dönemde, tam özünüzü bulacağınız, kıvama ereceğiniz ana kadar, dünyayı sırtınıza alıp taşıyacabilecek güce ulaşacağınız ana kadar, o kuvveti temsil edeceğiniz şeyler elinizde olacağı ana kadar, Türkiye’deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki gücü ve kuvveti cephenize çekeceğiniz ana kadar her adım erken sayılır. Her adım, 20 gününü doldurmadan yumurtayı kırmak gibi bir şeydir. Civcivleri terkedip, terkeden bir kuluçka gibi, civcivleri doluya, fırtınaya terketmek gibi bir şeydir. Ve burada yapılan şeyler bunlardır. Burada yapılan şeyler mikro planda dünya ile hesaplaşma işidir. Sesimiz soluğumuz bu. Bunca kalabalık içinde ben bu duygu düşüncemi sözde mahremce anlattım. Ama sizin mahremiyete sadık, mahremiyet mevzuunda hassas duygularınıza sığınarak anlattım. Biliyorum ki, elinizdeki meyve suları boş kutularını dışarı çıkarken bir çöp kutusuna attığınız gibi bu düşünceleri de açık olmayanıyla çöp kutusuna atıp geçeceksiniz. Arzedebildim mi?. Evet.. Sırrın senin esirindir, söylersen esiri olursun.”

Kuran’da takiyye ruhsatını tahrif ettiğimizi iddia ediyorsun ama yanılıyorsun. Doğru, İbrahim ölümü göze alarak doğruya tanıklık etmişti. Musa ölümü göze alarak Firavuna karşı durmuştu. İsa ölümü göze alarak Ferisilerin sahtekarlığını eleştirmişti. Muhammed ölümü ve sürgünü göze alarak Mekke toplumunun hurafeciliğini, köleciliğini, ırkçılığını, kadın düşmanlığını, akıl düşmanlığını ve şirk teolojisini eleştirmişti. Ama onlar azimet yolunu seçtiler. Bizim gibi peygamber olmayanlara takiyye kullanma ruhsatı var.

SORU 13: Amerikadaki (1) Neonconlar, (2) Silah ve petrol sanayisi, bankalar ve uluslararası şirketler (3) Mesih’in hortlamasını bekleyen Evangelist Hristiyanlar ve (4) Siyonistler diye listeleyebileceğimiz dört grup, Ortadoğu ülkelerinin daha iyi kontrol edilmesi ve emperyalist diktaya boyun eğmeyen iktidarların yerle bir edilmesi amacıyla bir koalisyon kurdular. Şu anda Papalık makamını işgal eden adam, makamına oturduktan kısa süre sonra bu koalisyonun kanlı icraatlarını eleştirmek ve lanetlemek yerine bir Bizans imparatorunu alıntılayarak Muhammed peygamberi şiddet kullanmakla eleştirdi. Böylece 10’uncu Haçlı seferini onayladığını duyurdu dünyaya. Emperyalist güçlerin propagandasına katılan veya alet olan tütsülü ve püsküllü bir palyaço ile elele verip barış şarkıları tüttürmenin kime yararı olacağını düşünüyorsunuz? O Papa yerine, yüzyıllardır barış ve adaletten yana tavır alan Unitarian Univarsalists, Quaker veya Yalova Şahitleri gibi gruplarla, yüzlerce barış ve insan hakları örgütleriyle ve liderleriyle el ele vermeniz daha makul değil miydi? Örneğin, Papa yerine niye Noam Chomksky ile görüşmedin? Tarih boyunca en korkunç zulümleri teşvik etmiş “yanılmaz” Papalar mı yoksa Barış ve adaleti savunan agnostik ve ateistler mi dünyada islam’ın, yanı barışın egemen olmasına daha yakın? Papa’ya karşı yazdığım The Naked Pope in Glass House (Cam Evde Yaşayan Çıplak Papa) başlıklı makalemi okumanızı öneririm. Bu makalem, Peacemaker’s Guide to Warmongers (Barışçılar Savaş Tüccarlarını İfşa Ediyor) başlıklı kitabımın 316-344’üncü sayfalarında yer alıyor.

CEVAP 13: Bu soruya usulca kitap reklamını da eklemen yok mu?! Sen gerçekten muzip ve muzır bir adamsın! Ben Said-i Nursi’nin kitaplarıyla yetiştim. O zaman komünizm ve ateizm büyük bir tehlikeydi. Bolşeviklere ve ateizme karşı ehl-i kitap ile ittihad içinde olmamız gerektiğini öğrendim o risalelerden. Gerçi şimdi komünizm tehlikesi azaldı ama hala ateizm tehlikesi var. Dahası, Hristiyanlık dünyası Müslümanları barbar ve terörist olarak göstermek ve mahkum etmek istiyor. Onların bu desiselerini boşa çıkarmak için biz kendilerine dostluk eli uzatıyoruz, “bak hepimiz terörist değiliz” diyoruz. Yani bir bakıma, teröristlerin işlediği suçlardan ötürü günah çıkarıyoruz.

SORU 14: Dünyanın sonuna yakın zamanda çıkacağı ileri sürülen Mehdi konusunda ne düşünüyorsunuz? Tarih boyunca kendisini mehdi sanan birçok meczup çıktı. Hatta zengin çocuklarını kandırmakta büyük beceri gösteren ve birçok müslüman bilim adamının Darvin’den yüzyıllar önce savunduğu evrim teorisine savaş açan bir tarikatın lideri bile mehdi olduğunu sanıyor. Said Nursi’nin mehdi konusunda beklentileri vardı. Siz kendinizi mehdi mi sanıyorsunuz, yoksa Said gibi mehdinin habercisi mi? Said Nursi’nin 5. Şua’da iddia ettiği gibi Atatürk’ün Deccal olduğu fikrine katılıyor musunuz?

CEVAP 14: Mehdi’yi bir kişi değil bir grup, bir hareket olarak anlıyorum. Liderliğini yaptığım gönüldaşlarımın, şakirtlerimin beklenen mehdi hareketi olduğu konusunda temennilerim var.

SORU 15: Tüketiciliği teşvik eden kapitalist sistemin karada, denizde ve havada oluşturduğu kirlenme ve küresel ısınmaya karşı tepkiniz ve önerileriniz nedir? Bu bağlamda önem kazanan enerji politikası ve nüfus planlaması hakkında ne düşünüyorsunuz? Papa ile son görüşmenizde bu önemli konuyu tartıştınız mı?

CEVAP 15: Bu tür konuları tartışmaya ve çözüm üretmeye maalesef vaktimiz yok. Biz iman kurtarma davasındayız. Elbette suyumuzun, havamızın, toprağımızın temizliği bizim için önemlidir; ama imanı kurtarma en önemlisidir. O konuları zaten başkaları düşünüyor.

SORU 16: Cemaat dışında, diğer dinlere ve kültürlere karşı alabildiğine hoşgörülü davranmanıza rağmen cemaat içinde tam aksine otoriter bir ilişki ve tektipçi bir tavrı onayladığınız iddia ediliyor. Zamanında cemaatınıza katılmış birçok kişi cemaatınızın işlettiği ev ve yurtlarda yetişen öğrencilerin bireyselliklerinin, sorgulayıcı kişiliklerinin köreltilip dikta rejimlerinde olduğu gibi tektipleştirici bir torna tezgahından geçirildiklerini ileri sürüyorlar. Tek gazete, tek kitap, tek televizyon kanalı, tek siyasi tercih, tek tip elbise, tek tip bıyık… Kendilerinin düzenlemedikleri her faaliyet ve eylemi yasaklayan bu anlayıştan nasıl bir altın nesil çıkmasını bekliyorsunuz? Robotlar gibi yetiştirilmiş cemaat üyeleri bilim ve medeniyette dünyaya örnek oluşturabilecek bir yaratıcılık gösterebilir mi? Bugün iyi davranan robotlar, yarın düğmelerine basacak parmak değişince kolayca canavarlara dönüştürülemez mi?

CEVAP 16: Kuran müminlerin bir duvarın tuğlaları gibi birlik ve dayanışma içinde olmalarını emreder. Bu birlik ve dayanışmayı robotluk olarak tavsif etmeniz sizin bir anarşist olduğunuzu ortaya koyuyor. Anarşistler komünistler gibi kamu düzeni ve güvenliği açısından tehlikelidirler. Sanırım fırkay-ı dalle’den Şia’nın etkisi altında kalmışsın. Allah seni ıslah etsin.

SORU 17: Soyadınız Gülen. Hatta onun Arapça abartılı karşılığı olan Dahhak (çokça gülen) kelimesini yıllarca künye olarak kullandınız. Son vaazlarınızı bilmiyorum, ama ben Türkiye’deyken siz hemen her vaazınızda ağlıyordunuz. Soyadınıza inat, künyenize kat be kat inat… Neye ağladığınızı kestiriyordum. Genelde müslümanların hali, idealinize ulaşmak için aşılması gereken engellerin büyüklüğü sizi duygulandırıyordu… Tabi bu arada ağlamanızla düz orantılı olarak okullarınıza ve vakıflarınıza yapılan yardım miktarının arttığını ileri sürenler de var… Gülmek ve ağlamak insani eylemlerdir. Ben de duygulu bir insanım. Ender de olsa ben de bazen halk arasında gözyaşlarımı tutamıyorum. Örneğin, geçenlerde Oxford Üniversitesinde düzenlediğimiz uluslararası bir konferansta müslüman kadınların sorunlarını tartışan bir panelin moderatörlüğünü yaparken gözyaşlarımı tutamadım. Paneldeki dört kadından hiçbiri ağlamazken benim ağlamam biraz mahcup etmişti beni. Tüm gençlik ve evlilik hayatı boyunca yüzü peçeli kara bir çuvala diri diri gömülmüş olarak yaşamaya mahkum edilmiş annemi anımsayıp ağlamıştım. Ama ben bir robot olmadığım veya korumak istediğim bir karizma kaygım olmadığı için arada bir gülerim de. “Seni güldüren de ağlatan da O’dur” (53:43). Merak ediyorum; acaba siz hiç gülmüyor musunuz? Kahkahalarla örneğin? Sizi en çok güldüren bir şaka, fıkra veya olay varsa paylaşabilir misiniz? Yoksa ilk isminizin tecellicisine muttali olunca soy isminizin tecelli edeceğine mi inanıyorsunuz? O zamanı mı bekliyorsunuz? Hani “son gülen” misali?

CEVAP 17: Maalesef islam ümmetinin durumu benim aklımdan hiç çıkmıyor. Asr-ı saadet dönemiyle karşılaştırırsak felaket. Böyle bir durumda gülmek mümkün değil. Ayrıca, ben artık ağlamaktan zevk alıyorum. Önümde ağlamaya hazır vecd içindeki insanları görünce ağlayasım geliyor. Alışkanlık haline geldi.

SORU 18: Her söylediklerine ve yaptıklarına kafalarını diklemesine sallayan evetçilerle sarılmış liderler çok büyük hatalar işlerler. Kafa sallayıcıları liderlerini hem dünyada hem de ahirete hüsrana yöneltirler. Ekşi Sözlük’te “fethullah gülen hoca efendi hazretleri” maddesini görünce, 20 Ağustos 2010 tarihinde Google hazretlerine sordum ve 0.16 saniye içinde bana 16,300 (on altı bin üç yüz) internet sayfası sundu. Hoca ile efendi’yi birleştirip arayınca, “fethullah gülen hocaefendi hazretleri” ifadesi içinde 0.08 saniyede 11,800 sayfa buldu. Toplam yirmi bini aşıyor. Yani, sizin için hoca + efendi + hazret sıfatlarını birlikte kullanan binlerce makale var Internette. Bunların büyük bir kısmı alıntı veya eleştiri olarak kullanılmış olsa da bir kısmı sizi destekleyenlere ve izleyenlere ait. Böylesi dalkavukluklara prim vermeyen bir insan hayranları tarafından hiç böyle çağrılabilir mi? (Yüz bini aşkın sayfada geçen “edip yuksel” arasından “edip yüksel hocaefendi hazretleri” ifadesini tırnak içinde sordum Hazret-i Google’ye ve Allah’a hamdolsun SIFIR sayfa çıktı. Dalkavukluk dozunda iki derece tenzilat yapıp “edip yüksel hoca” diye sorunca da sadece bir kez çıktı.) Hayatında abartılıp göklere çıkarılan, öldükten sonra da uydurma hikayelerle efsaneleştirilip putlaştırılan yüzlerce örnek var tarihte. Eğer siz bu meddahlardan hoşlanmıyorsanız sizin desteklediğiniz dergilerde sizi insanüstü göstermek için kullanılan abartılı ifadeleri niye tekzip etmiyor veya o kişileri engellemiyorsunuz? Size Feto diyen veya liderliğini yaptığınız hareketi F-Tipi olarak yaftalayanları etkilemeniz zor. Ama size destek verenleri de mi meddahlık konusunda etkileyemiyorsunuz? Sizin liderlik yeteneğinizi inkar eden yok. Ama sizin ne tefsir ne fıkıh dalında orijinal bir katkınızı bilmiyorum. Fizik, kimya, tıp, elektronik, genetik gibi bilim ve teknoloji alanlarında da keşiflerinizden haberim yok. Öyleyse sizin için koparılan bu vaveyla niçindir? Meddahlarınızın sizin için kullandığı üçlü dalkavukluğa tepki gösterenlerden biri Ekşi Sözlük’te bakın neler yazmış: “islamiyete hristiyanlık gibi azizlik mantığı getirme çabasının son ürünü. öldükten sonra da suratına osurdu çocuğum kanseri yendi gibi saçmalıkları duymamıza neden olacak akımın başlangıç noktası” (coverthetaiba, 19.05.2005 01:05 ). Çevrenizde sizin hatalarınızı çekinmeden eleştiren arkadaşlarınız var mı? Yoksa sizi dinleyen herkesin başı önlerine eğik şakirtler taifesi mi? Sizi yakından izleyen Yasin Çolak adlı bir gencin aşağıdaki suçlamalarına ne dersiniz: “Peygamberimizle rüyada yapıldığı söylenen istişareler, şefkat tokatları, kendinden makbul kerametler, deccal ve mehdi hikayeleri, ara sıra küpün dışına sızması engellenemeyen ve daha sonra bin bir teville geçiştirilmeye çalışılan söylemler ve gözyaşlarıyla toplanan milyar dolarların bilinmeyen akıbeti… Hoşgörü ve diyalog örtüsünün altında yapılmasına müsaade edilen Hıristiyanlık propagandası ve bir sürü dini kitabın arasında çoğu zaman bahsetmeye bile gerek duyulmayan Kur-an… Bu cemaat(ler)in sohbetlerine katılanlar gayet iyi bilirler ki, anlatılan dini bilgiler ya “üstatlar” ya “hoca efendi” diye anılanların kitaplarından seçilirler. Allah’ın kelamı Kuran’dan pek bahsedilmez. Bu ülkenin temel değerlerini din sömürüsü adına dinamitleyenler, “nurlu” evlerde başka sokakta başka konuşanlar… Ve sonuçta zarar gören Türkiye ve kaybolan nesiller…” Bu suçlamalara karşı savunmanız var mı?

CEVAP 18: Bazıları beni LA YUSEL (sorgulanamaz) biri haline getirdiler. Geçen yıl Devlet Bahçeli’nin bana yönelttiği sorular bile büyük tepki görüyor beni sevenlerden. Sorularına benden özür dileyerek başlamasına rağmen… Bu nefsime hoş geliyor ama doğru bulmuyorum. Karşı çıkmak da istemiyorum doğrusu. Zira şu zamanda düşmanlarımıza galip gelmemiz için tam bir birlik ve itaat içinde hareket etmemiz gerekiyor! Ayrıca, benim Papa’dan eksik neyim var? Bilirsin ki Katolikler Papa’yı eleştiremezler.

SORU 19: Biliyorum, kelle sayılarını Kuran’da büyüklerden birisi olarak tanımlanan 19 sayısına tercih edenler kafalarını bu makalenin başlığındaki 19 sayısına takacaklar ve belki alerjilerinden dolayı bu makaleyi buraya kadar okuyamayacaklar. Bu makalemin muhatabı onlar olmadığı için sorun yok. Bu konunun sizin ilgi alanınız içinde olduğunu biliyorum. Kuran’ın insan ürünü olduğunu iddia eden birisine cevap olarak verilen 19 sayısı sadece 74’uncu surede anılır ve o sayının Kuran’ın Allah sözü olması bağlamındaki gizemi nihayet bu iki sayıda oluşan 1974 yılında ortaya çıktı. Dahası, 1974 yılı Kuran’ın Muhammed Peygamber’e vahyedilmesinden tam 1406 (19×74) kameri yıl sonra idi. Bu surenin ilk iki ayetini oluşturan ilk cümle tam 19 harfe sahip olup, Kuran zamanında sayı sistemi olarak da Kullanılan Ebced alfabe dizinine göre tam 1974 sayısal değerine sahiptir. İsminin türevleri Kuran’da 19 kez geçen Mısır asıllı Amerikalı bir biyokimyacı tarafından keşfedilen bu olağanüstü sır ortaya çıktıktan sonra, Kuran’ın elementlerinin, yani harf, kelime, ayet ve surelerinin, 19. sayısının tam katları olarak iç içe geçmeli bir matematiksel sisteme göre düzenlendiğini ortaya koydu. Örneğin, Besmelenin 19 harfe sahip olması, Kuran’daki sure sayılarının tam 19’un katı olması gibi… On dört yüz yıl boyunca Kuran’da bir sır olarak gizlenen bu matematiksel sistem sizce bir rastlantıdan mı ibaret? Atatürk’ün hayatındaki 19 rakamının sıkça görünmesini neyle açıklıyorsunuz? Kuran’da Gizlenen adlı surede haber verilen bu sayının fonksiyonları 74:31 ayetinde madde madde veriliyor. O ayeti nasıl anlıyorsunuz? Kuran için verilen korunma garantisi mushafların kağıt ve mürekkebi için midir yoksa Allah tarafından mucizevi bir biçimde yerleştirilmiş matematiksel bir kodlama sistemiyle midir?

CEVAP 19: Ne diyorsun? Ne alaka? On dokuz sayısı cehennem zebanilerinin sayısıdır, bir fitnedir! Üstat Said-i Nursi’nin sevip tavsiye ettiği Cevşen duası birkaç 19 sayısı içeriyor, ama Risale-i Nurlar bir sürü sayı ile doludur. Ayrıca, 19’un kötü bir sayı olma ihtimali büyük. Örneğin deccalın ismi tam 19 harfe tekabül ediyor. Doğum tarihinden ölüm tarihine kadar hemen her şeyi 19’un katıdır. Gerçi Risalelerde Ebced yoluyla yapılan işlemlerin bir benzerini paylaşabilirim. Hani rakamlar biraz eksik veya fazla gelince Bediüzzaman her birisinden nükteler ve hikmetler çıkarıyor. Ben de onun usulünü bir örnekle izleyeceğim ve ismimden doğum tarihini ve ömrümü çıkaracağım. Sevenlerim tarafından benim için sıkça kullanılan sıfatlardaki harf sayıları da 19’un katı değil: “Muhterem Fethullah Gülen Hoca Efendi Hazretleri”. Tam 42 harf. Hani 38 harf olsaydı başına 19 koyup doğum yılımı bulabilirdim. Ama bu dört harflik fazlalıkta iki nükte ve iki hikmet var. Hoca Efendi’yi (Cuma Ertesi) Hocafendi (Cumartesi) olarak birleştirsek o zaman benim için sıkça kullanılan yarım metrelik isim tam 41 harf olur. İfadeyi “Muhterem Hazreti Fethullah Gülen Hocafendi” biçiminde değiştirsek o zaman tam 38 harfe sahip olur. Nitekim 38 sayısı 19 sayısının sağına konunca doğum tarihimi verir. Soluna konunca da muhtemelen ömrümde geriye kalan günlerin sayısını verir. Allahu a’lem bissevab. Sahi, niye Ondokuz? Ondokuz da ne demek?

Share