19 Fitnesi

Share

Aşağıdaki yazı, Bülent Şehin Ergüder imzasıyla Aralık 2002 tarihli Haksöz dergisinde “TEPKİSEL SAVRULMANIN İZİNDE… 19 Sınavının Öğrettikleri” başlığıyla yayımlandığını öğrendiğim makalesine iki yıl ve üç ay sonra verdiğim cevaptır. Bülent Şahin Ergüder’in makalesinin tamamını sitemizde yayımladığımız için makalesinden kısa alıntılarla yetindik. Genç bir araştırmacı olan Bülent Şahin Ergüder’in şahsı yerine savunduğu inanç, mantalite ve tavra karşı bir cevap olduğu için ismi yerine onun temsil ettiği ekol olan Kuran + Sünnetçi, kısacası K+S ifadesini kullanacağım. Umarım Bülent kardeşimiz, kozmetik ifadelerle cilalamadığım bu cevabımdaki belirlemelerimi şahsına yönelik bir eleştiri olarak değil, sahip olduğu çelişkili ve geriletici düşüncelere yönelik dostça bir hatırlatma olarak değerlendirir.

Fitne Fesat Fanusunun Fitilini Fitleyen Fehl-i Fünnet Fırkasının Figüranlarına

Edip Yüksel (Edip Yuksel)

© 19.org

 

“Oysa Edip Yüksel’in yaklaşımına göre Musa’nın asası sadece müminler arasında bir lüx olmalıydı… Bu yaklaşımın bir başka tutarsız yanı ise “Tanrısal Ödül” olarak tanımlanan “19 Kodu”nun zaten kabul edilmesi beklenilmeyen insanların kabul etmemesi sebebiyle Şeytani olmakla itham edilmesidir!”

Kuran’da misyonundan ve mücadelesinden en çok sözedilen peygamber olan Musa, Mısır halkına Allah elçisi olduğunu destekleyen dokuz mucize/delil gösterdi ve o mucizelere rağmen kendisine inanan insanların sayısı çok azdı ve onlar neredeyse tümüyle Yahudilerdi. Musa’ya Mısır’ın yerlileri arasında inananlar yok gibiydi! Kuran 17:59 ayetinde şöyle buyurur:

“Öncekilerin onları yalanlamış olması Bizi ayetler (mucizeler) göndermekten alıkoymadı. Örneğin; Semud’a açık bir (mucize) olarak deveyi vermiştik. Fakat ona haksızlık ettiler. Biz mucizeleri yalnızca uyarı amacıyla göndeririz.” (17:59).

“Edip Yüksel, Reşad Halife’nin beyanlarına dayanarak bu mucizeyi öğrenen her üç Amerikalıdan birisinin müslüman olduğunu, diğer ikisinin de bu konuda düşünmeye başladıklarını, bu müjdenin yankılarına pek yakın zamanda dünyanın şahit olacağını 1988’de iddia etmektedir. ( “Kur’an En Büyük Mucize”, sf.167 )”

O dönemlerde mucizeden farklı bir beklentim vardı. Zamanla bu beklentimin Kuran’a uygun olmadığını öğrendim.

“Kur’an bütünlüğünde mucizelerin karakteristik özelliklerinden birisi tüm insanlara apaçık şekilde aciz bırakması diğeri de Ana Mesaj’a yönelten bir işaret taşı olmasıdır. Oysa 19 kodu görünen o ki hesaplamaların ve binbir sayısal manevraların yapıldığı bir alan… Dolayısıyla 19 mucizesi sokaktan geçen bir adama değil daha elit bir kesime hitap ediyor… “

Allah insanları kapasitelerine göre sorumlu tutar. Ondokuz mucizesi K+S’nin ifade ettiği gibi elit bir kesime özgü bir bilgi değildir. Zira 19 sisteminin tanımı, amacı ve örnekleri, cebindeki parayı saymasını bilen, atılan yüz yazı turadan doksan beşi yazı gelince hileden şüphelenebilecek kadar zekası olan her insanın rahatlıkla kavrayacağı örneklere de sahiptir. Kurandaki 19 kodlu matematiksel sistem, bir ilkokul mezununun bile rahatlıkla anlayabileceği çok bedihi ve çok basit örneklerden başlar ve bir matematik profesörünün tüm mesaisini alabilecek kompleks parametrelere uzanır. Basit örnekleri anlayan bir insan, bilgi, ilgi ve anlayış kapasitesi elverdiği düzeye kadar 19 sistemine tanık olur. Kendisini aşan örnekleri görünce inkar etmez ve etmemeli. Zira anladıkları anlamadıklarına tanık olmuştur. Bildiklerini politik endişelerle gizlediklerine tanık olduğum insanları eleştirme hakkım olduğuna inanıyorum. Ben Yaşar’ı ve Adnan’ı, onlarla şahsen tanışan, ve onların bu konudaki bilgi ve zaaflarını bilen birisi olarak eleştiriyorum.

Numeroloji ve Nusemantik

“Oysa Numerolojinin temel mantığı sayılar ile ilgili oldukları harf ya da metinler arasında bağlar kurma, anlamlar yorumlar çıkarabilmektir. Sayın Yüksel’in safsata dediği yöntemi aynı kitabın ilerleyen sayfalarında kendisi yapması ise dikkat çekici bir tutarsızlık örneğidir…. “

“Edip Bey ne hikmetse kendi tanımlamasına göre Hadisçi Sünnetçi şeytani öğretiye uyan Nevfel’in bu numerolojik yorumlarına hiç değinmeden (örneğin Muhammed (as) ile ilgili sayımları zorla uydurmaya hiç değinmeden.) Gün, Ay gibi ayetlerdeki kelime sayımlarını Matematiksel koda bir ön hazırlık olarak takdim eder. Oysa dikkatlice incelendiğinde görülecektir ki Kur’an’daki kelime tekrarları istenilen sayılara tutturulmak için bazen sayılacak bazen sayılmayacaktır! “

Ben Newfel’in çalışmalarını 1980’lerde Çanakkale E-Tipi cezaevinde mahpusken öğrendim ve o kitapta verilen bazı örneklerin objektif matematiksel gerçekler olduğunu, bazılarının ise zorlama olduğunu gördüm. Kuran’da sınanabilen ve yanlışlanabilen objektif gözlemler olduklarına kanaat getirdiğim ve ilginç bulduğum bazı örnekleri Kuran En Büyük Mucize ve daha sonra Kuran Görülen Mucize, ve en son olarak da Üzerinde 19 Var adlı kitaparımda yer verdim.

Ben Gün kelimesinin tekil ve bitişik ekler olmadan yalın olarak geçiş sayısının 365, Gün kelimesinin çoğullarının ikili kip hariç 27, ikili kip dahil 30, Gün kelimesinin tüm türev ve formlarının geçiş sayısının 475 (19×25), zaman birimi olan Ay kelimesinin tekil olarak geçiş sayısının 12, ve buna benzer nice örneği rastlantı olarak göremiyorum. Nitekim, 19 sisteminin keşfinden önce yayımlanmış kaç kitapta rastlantı olarak SADECE bu örnekleri bulabilirsiniz? Bunlar herhangi bir sayı değil, kelimelerin anlamlarıyla uyuşan en anlamlı sayılardır. Nitekim, sayı ve anlamın kesiştiği bu özelliği number ve semantik kelimelerinin birleşimi olarak “nusemantic” diye adlandırıyorum.

19 sayısından zebralar gibi kaçan Amerikalı bir Sünni ile bu konuda yaptığım uzun bir tartışma bu gerçeği delilleriyle ortaya koyuyor. Bu tartışmada sozkonusu Sünninin iddilarını çürüttüğüm gibi o tartışma vesilesiyle yaptığım araştırmada yeni bilgiler edindiydim. Bu tartışmayı www.yuksel.org sitesinin RELIGION bölümünde 365 Days başlığı altında bulabilirsin.

“Nevfel gibi samimi ama yanlış bir metodla Kur’an’ın mucizeliğini diğer insanlara ispatlamaya çalışan kimselerin kafalarındaki tezi doğrulatmak için yaptıkları zorlamalarda bulunmak Resul (a) döneminde uğraşılmayan işlerle uğraşıp esas mesajı ikinci plan atmayı ve bu ayrıntılarla ana mesajı ipotek almayı beraberinde getirecektir.”

Allah’ın kıyamete kadar gelecek kuşaklara gönderdiği ve “gaybin haberleri” diye tanımladığı mesajını, o mesajı ulaştıran bir insan olan elçinin (postacının) bilgisiyle sınırlayan bir kafa, ne Allah’ın gücünü, ne hikmetini, ne de O’nun mesajının içerdiği çağlarüstü bilgiyi takdir edememiştir. Mükemmel ve Hakim olan ilahi bir sözü bizim gibi bir beşer olan bir elçinin 1400 yıl önceki bilgisiyle sınırlamak mesajı değil postacıyı, Hakim ve Habir olanın bilgisini değil, bir insanın bilgisini, Rabbi değil onun kulu ve kölesini ön plana çıkarmaktır. Kuran hiçbir ayetinde Kuran bilgisini Muhammed ile sınırlandırmıyor. Aksine, anlamı geleneksel olarak saptırılan 3:7 ayetinde müteşabih (çok anlamlı) ifadeler dahil tüm Kuran’ın “ilimde derinleşen” kişilere açık olduğunu bildiriyor. Kuran’ın Tanrısal ve evrensel bilgisini bindörtyüz yıl önce Arabistan’da yaşayan ve “mesajı tebliğ etmekten başka bir görevinin bulunmadığı” defalarca hatırlatılan ölmüş, yani artık dünyada yaşamıyan bir elçinin anlayışına veya uygulamasına ipotek etmek, hem Allah’a ve hem elçisine ihanet etmektir.

Kendisinden ayetler (mucize ve deliller) isteyen inkarcılara elçinin, “Gayb Allah’ındır. Bekleyin; ben de sizinle birlikte bekliyorum” (10:20) demesini isteyen bir kitabı nasıl da Muhammed’in bilgisi ve zamanıyla kısıtlayabilirsin? “Bu, tüm dünyaya bir mesajdır. Ve onun haberlerini bir süre sonra öğreneceksiniz.” (38:87-88) ayetindeki “süreyi” hangi bilgi ve otorite ile 1400 yıl önce ile sınırlayabiliyorsun? “Onun gerçek olduğu onlara apaçık oluncaya kadar onlara, ufuklarda ve kendi içlerinde ayetlerimizi (mucize ve kanıtlarımızı) gösterecegiz. Rabbinin her şeye tanık olması yetmez mi?” (41:53) sorusuna rağmen hangi cüretle bu tanıklğı görmezlikten gelebiyorsun? Kuran’ın Muhammed tarafından uydurulduğunu ileri sürenlere verilen “Onu, göklerin ve yerin GİZEMLERİNİ bilen indirdi. O, Bağışlayandır, Rahimdir” (25:6) ayetinde gizemli bir ifadeyle haber verilen rahmete karşı nasıl da nankör bir tavır gösterebilirsin?

Kuran’ın tanımladığı müslüman tipi elçileri maymunlar gibi taklit eden bir Sünnetçi tipi değildir. Sünnetçiliğin tüm kombinesyonları ve ifrat-tefrit bahanesiyle uydurulan sandöviç formülleri dahil. Kuran’ın tanımladığı müslüman tipi aklını ve duyu organlarını kullanan, sorgulayan ve irdeleyen bir tiptir (17:36). Müslümanlar, “yerin ve göklerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişmesinde ayetler (deliller)” (2:164; 3:190) çıkarsayabilen rasyonel kişilerdir.

“Yerin ve göğün neresinde ‘Bizi Allah yarattı?’ diye AÇIKÇA yazılıdır?” diye soran ve böylece Allah’ın ayetlerine karşı nankörlük gösteren ateistler ile, “Kuran’ın neresinde ’19 Kuranin sure, cümle, sözcük, ve harflerini ilgilendiren bir matematiksel sistemdir’ diye AÇIKÇA yazılıdır?” diye soran ve 74’uncu surede bildirilen “büyüklerden birisi”ni nankörce inkar edenler arasında aklı kullanmama açısından hiçbir fark yoktur. Evren kitabının satır aralarında Allah’ın ayetlerini görebilen bir insan Kuran adlı kitabının satır aralarında da Allah’ın ayetlerini görebilmeli. Hele, bu sözlü ayetler belirlenen zamanda seçilmiş bir kişi yoluyla gaybi bir haber olarak tecelli ettikten ve ayan beyan olup satır aralarını aşıp Kuran’ın harf, kelime, cümle, ve surelerinde güneş gibi parladıktan sonra onu görmemekte inat edenler ve gözlerini kapayıp ona savaş açanlar akıllarını kullananlar sınıfına giremezler.

Kuran’ın matematiksel niteliğinden gocunmak Allah’ı hakkıyla takdir edememenin bir göstergesidir. Muhammed’e verilen tek AYETIN (mucizenin) Kuran’ın bizzat kendisi olduğu Allah tarafından ilan edilmesine rağmen (29:50-511), tümüyle subjektif ve keyfi olan “edebi mucize” iddialarına pek tepki göstermeyen, ama sıra evrenin yaratılış dili olan matematiğe gelince birden bire bunu mesajı ikinci plana atmak olarak suçlayanlar Allah’ın ayetlerine karşı savaş açtıklarının bilincinde olmayacak kadar cahil veya inatçıdırlar.

“Kelime geçiş sayıları ve kelimelerin anlamları arasında bağ kurma girişiminin numerolojinin bir yöntemi olduğunu hem kendisi söyleyip hem de safsata diyen bir yazarın tutarlı olması beklenemez elbette… “

K+S numerlojiden neyi kastettiğimi anlamamış olabilir. Anlamadığı nice şeyin arasında bu pek önemli değil. Eğer numeroloji K+S’nin tanımladığı gibi “kelime geçiş sayıları ve kelimelerin anlamları arasında bağ kurma girişimiyse” numeroloji akıllarını kullanan ve düşünen insanların bir eylemidir. O zaman ben onun tanımladığı numeroloji ile uğraşmayı kutsal bir görev olarak biliyorum.

Kelimeler ile sayılar arasında bir ilişki varsa ve bu ilişki birileri yoluyla ifşa edilmişse bu ilişkiyi görmek ve takdir etmek Kuran’a muhatap bir müminin görevidir. Ayrıca böyle bir ilişki, tefekkür eden, düşünen, akleden bir toplum için mesaj içinde bir mesajdır; nur içinde bir nurdur; Kuran içinde bir zikirdir; ayet içinde bir ayettir (21:2; 26:5; 24:35; 38:1; 27:93; 41:53). İlgi yoksa, böyle bir ilgi kurmak kuşkusuz hayalciliktir. Anladığım kadarıyla K+S: “Kelime anlamları ile sayılar arasında ilgi olamaz. Kim böyle bir ilgi ararsa batıl ile uğraşır” diyor. Böyle bir karara, hem de Allah adına böyle kesin ve peşin bir karara ulaşmasının delili nedir? Kuran’ın hangi ayeti böyle bir ilişkinin veya bağın olamıyacağını bildiriyor? Kendi cehalet ve bağnazlığını başkalarının ufku, bilgisi ve tanıklığı için bir ölçü ve sınır olarak ilan etme cesaretini nereden buluyor? Üstelik Allah’ın rahmetini sınırlamayı hiç bir delili olmadan Kuran adına yapmaya nasıl cüret edebiliyor?

Demek istediğim şu: İlişki olarak sunduklarımızın mantıksal veya metinsel yönden doğru veya yeterli olmadığını ileri sürebilir ve tartışabilirsiniz ama “Kuran’da kelimeler ve sayılar arasında ilişki yoktur; olamaz” diye peşin bir kural ile kestirip atamazsınız. Böyle bir iddiayı yapabilmeniz için ya Kuran’dan delil getirmeniz ya da Kuran’daki tüm kelimelerin olası tüm matematiksel ilişkilerini tek tek inceleyip bunların anlamsız olduğunu ortaya koymanız gerekir. Birincisine deliliniz olmadığını ve hatta Allah’ın herşeyi birbir saydığını, Allah’in sıfatlarından birinin Seriul Hisab (hızlı sorgulayan ve hızlı hesaplayan) olduğunu biliyoruz. İkincisi için ise binlerce yıl ve binlerce cilt kitap yazmaya ihtiyaç var ki buna kudretiniz yok.

Yüzlerce örnekten sadece bir örnek vereyim: Kuran’da AMeNe (inandı) kökünün tüm türevleri 811 kez geçer. Bu kelimenin karşıtı olarak kullanılan KeFeRe (nankör oldu; inkar etti) kökünün tüm turevleri ise 697 kez geçer. Bu iki sayı arasındaki farkın 114 olduğunu görmek ve bu farkın114 sureye sahip olan Kuran’a bir işaret olduğunu düşünmek neden kınanan bir tavır olsun? Mesajını hem insanların uydurduğu dille veren bir Allah neden kendi sanatının dili olan matematiksel ilişkilerle de pekiştirmesin ve zenginleştirmesin bu mesajı?

Allah’ın kitabında vadedilen hesaba inanmayanlar ahiret gününde hesaba çekilecektir. Allah’ın müminlerin inancını güçlendirmek için ortaya çıkardığı mucizelere tanık olmayı hakketmeyenler kuşkusuz bu ayetlerin mesajını da anlayamıyacaklardır; zira onlar ile Kuran arasında bir engel vardir:

“Senden önce elçiler gönderdik ve onlara eşler ve çocuklar verdik. ALLAH’ın izni olmadan hiç bir elçi bir mucize getiremez. Her dönemin bir yazgısı vardır. ALLAH dilediğini siler, dilediğini bırakır. Ana Kitap O’nun yanındadır. Onlara söz verilenlerin bir kısmını sana göstersek de, senin canını alsak da, sana düşen görev bildirmektir. Hesap ise bize düşer.” (13:38-40).

“Kendilerine söz verilen şeyi gördüklerinde kimin yardımcısının güçsüz ve sayıca az olduğunu görecekler. De ki: “Size söz verilen yakın mıdır yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi belirlemiştir bilmiyorum”. O geleceği bilendir; ve O sırrını hiç kimseye göstermez. Ancak seçtiği bir elçi hariç; nitekim O, o elçiden önceye ve sonraya ait bir gözlem sunar. Böylece, elçilerin Rab’lerinin mesajını ilettikleri ortaya çıksın. O onların yaptıklarını tümüyle kuşatmıştır ve herşeyi sayı olarak hesaplamıştır.” (72:24-28).

Bezirgan diyor ki!

“Oysa Kur’an metninin matematiksel yapısı inceleyen bir araştırmacı kendisini kendi alanının mahkumu etmeden ve metni edilgen kılmadan da araştırmasını yapabilir. Ancak araştırmasını kendi tezini mutlak doğru öncülüyle metne dayattığında problemler ortaya çıkmaktadır. Bu konuda örnek bir davranış sergileyen mühendis Mehdi Bazergan, Kur’an’ın kelime uzunlukları ve iniş sırası arasındaki bağıntıyı içeren matematiksel nüzul teziyle ilgili araştırmalarında bu hataya dikkat çekmiştir. Bazergan öncelikle kendi tutarlılığı ve ahlakiliği için şu düşüncelere sahiptir:”

“”… Kur’an-ı Kerim’in ayetleri, fabrikaların özel ve çeşitli hesaplamalar sonucu tasarlanmış kalıplarına dökülmüş değillerdir.” (Mehdi Bazergan, Kur’an’ın Nüzul Süreci, Fecr Yay. Sf.53-55) “

Bezirgan’ın o kitabı yıllardır bende var ve takdir ettiğim bir çalışmadır. Ancak Bezirgan amca böyle söyledi diye bir iddiayı kabul etmem. Bezirgan, son cümlesindeki iddiası için ne delil ileri sürüyor? Tümüyle kişisel bir kanaat. Kuran’daki sayısal sistemin keşfinden önce ileri sürülmüş cüretli ve haddini aşan bir ifade. Kimbilir, eğer Bezergan 19 sistemini öğrenseydi Kuran hakkındaki o iddiasının cehaletinin bir ürünü olduğunu kabul ve ilan edecekti. Bezirgan veya Mezirgan, Edip veya Medip farketmez. İsimlere, şöhretlere, iltifat etmemeliyiz. Benim için, senin için önemli olan hakkın ne olduğu veya Hak’kın ne buyurduğu olmalı. Bezirgan’ın bu iddiasını destekleyebilecek Kuransal bir delile, mantıksal veya deneysel bir tartışmaya sahip mi K+S? Yoksa, böylesine bir alıntılama ile hiçbirşeyi isbat edilemez. Alıntı Ayetullah’tan, Einstein’den, veya “büyük ehli sünnet alimi” babamdan bile olsa, farketmez!

Ebced sayı sistemi

““Sadece Kur’an!” sloganıyla bilgi kaynağı olarak sadece Kur’an ayetlerini kabul eden bir zihniyetin tarihsel süreç içinde edebi bir kolaylık amacıyla üretilmiş insani bir metodu delil kabul etmesini de bir iç-çelişki olarak değerlendirmek zorundayız. Harflerin sayısal değeri gibi daha masum bir açıklamayla kullanılan Ebced sisteminin ne kadar nesnel gerçekliği olduğunu ise Ebcedin tarihine baktığımızda göreceğiz: …. İşin ilginç yanı ise bu sistemin günümüzdeki verileri de Hz. Peygamber sonrası yeni bir metoda dönüştürülmüştür. Tüm bu tarihsel süreç Kur’an Arapçasıyla günümüzdeki Ebced sayı değerleri arasında hiçbir ilginin olmadığını gösterir.”

Matematik tarihi alanında şu ana kadar yazılan en esaslı çalışma olarak tanınan, 2000 yılında yayımlanan İnglizce nüshasını kütüphanemde bulundurduğum ve çok sevdiğim bir kitaptan alıntılar yapılması hoşuma gitti; ama o kitabı Ebjed sistemine karşı kullanılması sürpriz oldu. Kitabı daha önce okuduğum için K+S’nin yaptığı alıntıları ve yorumları okuyunca acaba aynı kitap mı diye kuşkulandım bir süre.

K+S’nin Georges Ifrah’nın “The Universal History of Numbers” (Sayıların Evrensel Tarihi) adlı kitabından yaptığı alıntılar ve onlara dayanarak yaptığı yorumlar, bir kitaptaki bilgi ve iddiaların kırpılmış alıntılar yoluyla nasıl çarpıtılabileceğine, o kitapta ifade edilenlerin nasıl yükseksen derece zıddına çevrildiğine klasik bir örnektir. Bu çarpıtmayı bile bile yapmamışsa, o zaman 19 sayısına savaş açarken mahkumu olduğu fitnedeki ateşin dumanından dolayi basireti kapanmış ve alıntıda bulunduğu kitabı tersinden okumuştur. “Sarhoşken namaza yaklaşmayın” ayetini kırpıp “namaza yaklaşmayın” olarak alıntılayan bir bektaşiden farksız davranmıştır.

Yanımda Türkçe çevirisi olmadığı için sözkonusu kitabın İnglizce orijinalinin 19’uncu Bölümünden bazı alıntıları Türkçe’ye çevirip bilginize sunuyorum.:

“Arap yazısı eski Arami yazısından türediği için Arap alfabesinde yirmi iki batılı Sami harfi bulmayı umuyoruz; hem de aynı sıralamada. Peki, Sami harflerinin geleneksel sıralaması Arapça’da nasıl değişti? Cevap onların sayıları yazış sistemlerinin tarihinde yatıyor.”

“Araplar, alfabelerinin her harfine karşılık gelen bir sayısal notasyonu kullanarak alfabelerindeki her harf belli birsayısal değer vermişlerdi (Fig 19.3); F. Woepke’ye göre onlar “[Bu sistemin] özgün ve kendi seçimleriyle oluşturulduğunu kabul etmişlerdir.”

“Bunu, ‘harfler yoluyla toplamlar’ anlamına gelebilecek huruf al jumal diye adlandırırlar.”

“Bu nedenle, ilk yirmi iki harfin Araplarca alfabetik numaralama olarak kullanılması adetinin, Yahudiler ve Suriyeli Hristiyanlara öykünülmesi sonucu (400’ün altındaki sayılar); ve geri kalan altısının da Yunan örneğine göre olduğunu (400’den 1000’e kadar olan değerler) girdiği sonucuna ulaşabiliriz.”

“Ondan sonra herşey netleşir. Miras olarak aldıkları batılı Sami alfabesine altı harf ekledikten sonra, harflerin geleneksel sıralamasını koruyarak alfabetik numaralama sistemi oluşturduktan sonra, yedinci ve sekizinci yüzyıl Arap gramercileri, görünürde eğitim amacıyla, birbirine grafik olarak benzeyen harfleri biraraya getirerek harflerin sıralamasını tümüyle değiştirdiler. Bu dönemde bu gramerciler “Yahudi ve Hristiyan araştırmalarının yeşerdiği Mezopotamya civarında Yunan etkisi altında çalıştılar” (M: Cohen).

“Bu açıkça gösteriyor ki, Ebeced (veya aksanına göre Ebced, Ebuced, Aboced, vs) olarak telaffuz edilen “ABC” sıralaması, ki bazan Arap alfabesindeki harf sıralamasını düzenler, ne fonetik değerlerine ne de grafik biçimlerine; ancak doğu Arap sistemine göre onların sıralamadaki sayısal değerlerine karşılık gelir (Fig. 19.4).

“Öte yandan, bu [ebced]sıralaması sadece Yahudilerde değil, aynı zamanda tüm kuzeybatı Samilerinde, hatta Yunan, Etruscans (?) ve Ermenilerdahil nice uygarlıklarda mevcuttur. Bu çok eski bir sıralama sistemidir, Araplardan yirmi yüzyıl önce, Ugarit halkı buna aşina idiler.”

“Ne var ki, diğer Sami dilleri hakkında bilgileri olmadığından, Araplar kavramadıkları bir gelenekle kendilerine gelen ebced sıralaması için başka açıklamalar aradılar. Bu konuda önerdikleri en güzel açıklama, ilginç olmasına rağmen, tamamıyla bir efsanedir. Bazılarına göre, altı Medyen kralı Arapça harfleri kendi isimlerine göre sıraladılar. Bir başka geleneğe göre, bu mnemoniclerin (ezberlemeyi kolaylaştırıcı ifadelerin) ilk altısı altı şeytanın ismidir. Üçüncü geleneğe göre, haftanın günlerin isimleriydiler. . . . Yine de, bu efsanelerin arasından ilginç bir detayı öğrenebiliriz. Medyen’in altı kralından biri diğerleri üzerinde egemenliğe sahipti (ra’isuhum): bu Kalaman idi, ki Latince elementa ile bir ilişkiye sahip olabilir. Kuzey Afrika’da, bucadi sıfatı hala acemi, yeni başlayan anlamına yani hala ABC’de olan biri için kullanılır” [G.S. Colin].

Görüldüğü gibi, Ifrah K+S’nin iddia ettiklerinin tam tersini yazıyor. Arap alfabesi ve Ebced sistemi Kuran’ın vahyinden yüzyıllarca öncesine dayanır. Bunun Yahudilerden alınma olduğu iddiası tartışılabilir, zira hem Ibranice hem Arapça ortak bir ana dil köküne sahip kardeş dillerdir. Arapça alfabesinin ve sayı sisteminin Ibranice’den doğduğunu ileri sürmek İbrahim’in Yahudi olduğunu ileri süren mantaliteye benziyor. Bu yorum hariç, Ifrah’ın iddiaları tarihi dokumanlar ve diğer tarihçiler tarafından kabul edilen bir gerçektir.

Kuran’ın vahyedildiği dönemde Araplar Ebced alfabesini ve sayı sistemini kullanıyorlardı. Daha sonra bu orijinal sistem yedinci ve sekizinci yüzyıllarda Emeviler döneminde her nedense değiştirilmiştir. Bunun değiştirmenin sebebi olarak ileri sürülen harfleri öğretme kolaylığı olabilir; ama Kuran döneminde kullanılan bir sayı sistemini değiştirmiş oldular. Bu, aslında Kuran’ın bilgisine karşı yapılan bir ihanet idi. Her ne hikmetse bizim sünnetçi K+S, bu bidate sahip çıkıyor ve Kuran döneminde kullanıldığı tarihi delillerle isbat edilmiş olan Ebced sistemini Kuran’da aradığımız için bizi bidat çıkarmakla suçlayabiliyor. Kuran, döneminde İNSANLARIN ÜRÜNÜ OLAN Arap dilini kullandıysa, aynı dönemde aynı insanlarca kullanılan bir sayı sistemini de kullanmış olmasından daha makul ne olabilir? Nitekim, 19 sistemi yoluyla Allah’in isimleri üzerinde yaptığımız incelemeler Kuran’ın ebced sayı sistemini kullandığını konuya ideolojik bir bağnazlıkla yaklaşmayan herkese kanıtlamış bulunuyor.

Kuran ayetlerini muskaya çevirip suistimal eden sahtekar dinadamları ve üfürükçüler Ebced sistemini de suistimal etmişlerdir. Ama, Ebced sisteminin Emevi kralı Mervan döneminde değiştirilmesinden sonra Ebced sistemi hakkında uydurulan cahili efsaneleri ve palavraları ciddiye alan, ve o hikayeleri kullanarak Ebced sistemini bir hurafe olarak göstermek cehaletin bir ürünü değilse fitnenin bir ürünüdür. Kuran’ın vahyi döneminde peygamber başta olmak üzere tüm müslümanların bilip kullandığı bir yazı ve sayı sistemini “peygamber sünnetine tabi olma” bahanesiyle reddetmek ve sapıklık olarak nitelemek anlaşılır bir tavır değildir.

Daha sonra İslam Ansiklopedisinden bir alıntı yapan K+S ne hikmetse yaptığı alıntıyla yüzde yüz çelişen bir yorumla başlıyor.

“İşin ilginç yanı ise bu sistemin günümüzdeki verileri de Hz. Peygamber sonrası yeni bir metoda dönüştürülmüştür. Tüm bu tarihsel süreç Kur’an Arapçasıyla günümüzdeki Ebced sayı değerleri arasında hiçbir ilginin olmadığını gösterir. Çünkü:

““Hz. Peygamber devrinde de kullanılan ebced tertibi, Emevi Halifesi Abdülmelik Bin Mervan zamanında (685-705) değiştirilerek yerine Nasr bin Asım ile Yahya bin Yamer el-Udvani’nin hazırladıkları birbirine benzer harflerin ard arda sıralanması esasına dayanan bugunkü “huruf’ül heca” tertibi getirilmiştir.”(Ahmed Şevki en-Neccar, s.161’den TDV. İslam Ansiklopedisi, “EBCED” maddesi, Cilt-10, sf.68)”

Tarihçiler bildiğimiz Ebced sayı sisteminin Muhammed peygamber döneminde kullanılan sistem olduğu konusunda muttefikler ve nitekim K+S’nin alıntıladığı bölüm bunu sorgulamıyor. Ifrah’nın da ifade ettiği gibi, Muhammed peygamber döneminde aynı zamanda bir sayı sistemi olarak kullanılan Ebced sistemi Emeviler döneminde terkedilmiş ve yerine bugün kullanılan alfabe sıralaması kabul edilmiştir. Kurani sistem olan Ebjed, maalesef böylece sahtekarlara, üfürükçülere, hadisçi sünnetçi hurafe kitaplarına bırakılmıştır. Ondokuz sistemi, nihayet yaklaşık 14 yüzyıl sonra bu sistemi getirmiş ve peygamber döneminde kullanıldığı amacıyla tekrar gündeme getirmiştir.

İnkar için bahaneler, bahaneler ve 365 güne karşı 6 saat!

Boş saksıya tersinden bakan uyurgezerler saksının hem ağzı hem dibi olmadığını sanabilirler. K+S maalesef boş saksıya tersinden bakan ve saksının ağzını ve dibini inkar eden bir antika saksı yorumcusudur.

“Edip Yüksel’in düşünce dünyasının iki temeli bulunmaktadır. Bunun en önemli ve temel maddesi “19 Mucizesi” iken ikincisi ve müslümanlardan toplumsal ve itikadi anlamda temel ayrışmasına sebep olan “Kur’an, Tüm Kur’an, Başka şey degil sadece Kur’an!” olarak ta sloganlaştırdığı 1 Temmuz 1986’dan sonra savunmaya başladığı görüştür. (Sakıncalı Yazılar, Taha Yay. Sf.7) Edip Yüksel’in öğretmeni Rashad Khalifa’dan geliştirerek ve evrimleştirerek sunduğu “19 Mucizesi” iddiası ile sünnetin dinsel bir gereklilik olarak rededilmesi gerektiği iddiası arasında ne gibi bir bağ vardır? Edip Yüksel bizlere 19 Mucizesi bulguları olarak sunduğu sonuçlarda sünnetin inkar edilmesiyle ilgili bir tek bilgi sunması kendisinin tutarlılığı açısından yeterli olacaktır. Oysa Edip Yüksel 19 mucizesini inkar edenlerin sünnet öğretisi yüzünden inkar ettiklerini belirtmektedir. … Nitekim sünneti inkar eden bir kişi 19’u kabul etmeyebilir. ( Yazar Serhat Hızlı örneğinde olduğu gibi.) ya da Hadisçi, Sünnetçi bir kişi 19’u benimseyebilir.(Bahaeddin Sağlam örneğinde olduğu gibi.).”

19 Sistemine tanık olanların büyük kısmının hadis ve sünneti Kuran’a ortak koşmadığını ve 19 sistemine en büyük düşmanlığı duyanların hadis ve sünnet izleyicileri olduğu hala gerçekliğini koruyan bir olaydır. İstisnalar bu ilişkiyi değiştirmez. Aslında, bunların istisna olup olmadığı bile kuşkuludur. K+S’nin mantalite problemini birkaç örneğe karşı K+S’nin vereceğini beklediğim cevabıyla açıklayayım:

İddia: “Kuran’a inananlar muvahhit olurlar.”

K+S: “Yanlış. Örneğin, Kuran’a inanan falanca şeyh ve müritleri türbelerden yardım istiyorlar. Ayrıca, Kuran’a inanmadığı halde muvahhit olanlar da var.”

İddia: “Bir binanın beşinci katından atlamak tehlikelidir.”

K+S: “Yanlış, falanca beşinci kattan atladı ve burnu bile kanamadı. Ayrıca, filanca hiçbir yerden atlamadı; ama sokakta yürürken kalp krizi geçirip öldü.”

K+S’ye biraz mantık ve felsefe dersleri almasını tavsiye edersem bir yararı olur mu?

“19 kodunun 1974’te bulunduğunu bunun da ilahi bir işaret olduğunu savunmaktadırlar. 19×74=1406 deniyor. Peki neye göre 1406? Hicrete göre mi? neden Vahyin ilk iniş tarihi ya da 74.surenin iniş tarihine göre değil? Bu soru elbette kurguyu oluştururken işine gelenin malzeme yapılmasını ortaya koyuyor. 19 ve 74 = 1974 Bu Matematiksel bir ifade mi? Mesela neden 74 ve 19= 7419 değil?”

Müthiş bir gaybi tecelliyi basit birkaç soruyla geçiştirmek istiyor K+S. 19 sayısı ve amacı ismi GİZLENEN olan 74’üncü surede geçer ve bu iki sayının çarpımı 1406 olup Kuran’ın ve büyük olasılıkla 74’üncü surenin vahiy tarihi olan miladi 610 yılından itibaren kameri yılların sayısını vermektedir. Kuranla ilgili bir sırrın ortaya çıkması tarihinin Kuran’ın ve o sırrı bildiren surenin iniş tarihiyle endeksli olmasından daha makul bir şey olamaz. Nitekim, K+S bunu daha makul buluyor; ama fitneyle kafası karışık olduğu için makul gördüğü şeye de karşı çıkıyor. Bu iki sayının yanyana konmasıyla elde edilen iki seçenekten biri olan 1974 tarihinin sırrın keşfediliş tarihini dünyada en çok kullanılan miladi takvimle vermesi üzerinde biraz düşünmek yerine, K+S 7419 sayısını soruyor. O tarihe kadar dünyanın sonu gelmezse o tarihte neler olacağını bilmiyorum. Ancak, şunu biliyorum: tarih boyunca en büyük mucizelere tanık olan tüm inkarcılar tanık oldukları büyük ayetleri inkar etmek için bahaneler aramışlardır. K+S geçmiş inkarcılarla aynı kafaya sahip.

Daha önce bir kitabımda anlatmıştım. 19 mucizesine eleştiri yönelten dünyadaki birçok dinadamı ve yazarın içinde, klasik eserlere olan vukufiyeti, mühendislikten gelme titizliği ve yazarlık yaparak cilaladığı güçlü ifade yeteneğiyle en başta yer aldığına inandığım Hikmez Zeyveli ile Beyan Yayınlarında 1987 yılında bir grup yazar ve yayıncının önünde Kuran’ın matematiksel mucizesini tartışıyorduk. Bir ara, gün kelimesinin tekil ve yalın halinin Kuran’da tam olarak 365 kez geçtiği bilgisini paylaşıyordum oradakilerle. Zeyveli, bu gözlemi daha önce kontrol ettiği için biliyordu. Bazi cahillerin yönelttiği “niye Kameri yıldaki günlerin sayısı olan 354 kez değil?” sorusunu yöneltmedi. Zira gün ve yıl olayının ay ile ilişkili bir astronomik olay değil, dünya ile güneş arasındaki ilişkiden doğan bir astronomik olay olduğunu biliyordu. Ama, orada herkesin önünde inkarını savunma zorunluluğu hissetti: “Edip bir yılda 356 gün ve 6 saat var; 6 saat nerede?” diye sormuştu. Bu soruyu ciddi mi sormuştu, yoksa aklınca dalga mi geçiyordu bilmiyorum. Farketmez. Ben de ona: “Altı saat, senin gibi inkarcıların mucizeyi inkar edebilmeleri için sığınmaları için hazırlanan bir süredir.” Bu bilgili ve yetenekli bilimadamı, maalesef içine düştüğü nankörlük fitnesi yüzünden Kuran’da Gün kelimesinin yalın ve tekil olarak tam 365 kez geçmesiyle bir güneş yılındaki 365 gün arasında ilişki kuramıyordu. Senin bu itirazın bana bu anımı anımsattı. Hani, “Hangisini Görüyorsunuz: Mucize mi, yoksa Cehennem mi?” başlıklı makalemde belirttiğim gibi dileyen Kuran’da büyük bir mucizeye tanık olur dileyen de ateşe ve cehenneme tanık olur.

Eleştiride hokkabazlık

“”İSM” kelimesi 19 yerde geçiyor deniyor. peki 11/41 ve 27/30 daki “İSM”ler niçin sayılmıyor? Onları da sayarsak sayı 21 eder. 19 Kurgusuna uymadığı için bu ayetlerde anlamsal farklılık öne sürülmektedir. Kur’anda “ALLAH” lafzı 2698 kere geçiyor ve bu 19’un katı deniyor. Ama Kur’anda “ALLAH” lafzı 2703 kere geçmekte. Fatihadaki besmeleyi eklersek 2704 eder. 2703 te 2704 te 19 un katları değillerdir. “

Kuran’da Allah kelimesinin 9:18-129 hariç numaralanmış ayetlerde tam 2698 kez geçtiği tartışma götürmeyen bir gerçek. Allah kelimesinin geçtiği tüm ayetlerin listesini, hem kitap olarak hem de internette yayımlanan Üzerinde 19 Var kitabında vermiş bulunuyorum. Eğer K+S bundan 6 adet fazla ALLAH kelimesi bulmuşsa onların sure ve ayet numaralarını vermesi gerekmez miydi? Altı ayetin referansını vermek çok mu zor? Bu uzun makaleyle bize eleştiri getiren biri böylesine bir şeyi nasıl veya niye esirger? Yoksa K+S palavra attığını biliyor ve bu palavrayı böylece gizlemek mi istiyor?

İsim kelimesiyle ilgili eleştirisine gelince… Bu eleştiriye verdiğim cevap Üzerinde 19 Var adlı kitapta mevcut ve K+S o kitabı okumuş ve bu makalesinde o kitaptan alıntılar yapıyor. Peki K+S verdiğim cevaba niçin hiç değinmiyor? O cevabımı yanlış veya yetersiz görüyorsa neden onu ifade etmiyor? Yoksa K+S palavra attığını biliyor ve bu palavrayı böylece gizlemek mi istiyor?

“Kur’anda 20 adet “ARŞ” kelimesi var. Tevbe’nin son ayetlerini çıkarırsak 19 kalıyor deniyor. Oysa Kuranda 22 adet “ARŞ” kelimesi var. O zaman da 12/100 ve 27/23 teki ler Allah için değil kullar için deniyor.Oysa “ism” kelimesinde kullar için kullanılan “ism’ul füsuku” yu sayıma dahil ediliyor. 19 a uyunca anlam farklılığı gözetmeksizin 19’a uymayınca anlam farklılığı gözeterek sayım yapılmaktadır. Bu da sayımlarda bir keyfilik olduğunu göstermektedir. “

Bu eleştiriye de aynı kitabın son bölümünde gerekli cevabı verdim ve K+S bunu bile bile sanki bu eleştiriye cevap verilmemiş gibi tecahül yapıyor. Neyse, bunu burada bir iki cümleyle yine açıklayayım: İSİM kelimesi gramatik bir kategorinin adı olup bu kelimenin anlamı tamlamalar içinde hiçbir değişiklik arzetmez. “Allah’ın ismi,” veya “falanca adamın ismi” veya “falanca okulun ismi” ifadelerindeki isim kelimesinin anlamı hepsinde aynıdır. Bunu “ayak” kelimesiyle karşılaştıralım dilerseniz. “Masanın ayağı,” veya “leyleğin ayağı” veya “K+S’nin ayağı” ifadelerindeki ayak kelimesinin anlamı ve referansı bu üç örnekte farklıdır. Masanın ayağı ifadesindeki ayak tahtadan bir ayaktır; leyleğin ayağı ince uzun bir ayaktır; K+S’nin ayağı ise büyük olasılıkla kıllı ve beş parmaklı bir ayaktır. Arş (taht) kelimesi de ayak gibi, sıfat veya isim tamlamaları içindeki bağlama göre anlam değişimine uğrayan bir kelimedir. Örneğin “Allah’ın arşı” ile “Sebe melikesinin arşı” ve “Üçüncü Sultan Selim’in Topkapı sarayındaki arşı” arasında hiçbir benzerlik yoktur.

Elçilik konusu

Sayımlarla ilgili diğer eleştirilerine de Üzerinde 19 Var, ve İnglizce Running Like Zebras ve çeşitli makaleler ve mektuplarda defalarca cevap verilmiştir.

“Rashad Khalifa’nın kendi şahsı için ortaya attığı ve bugün Edip Yüksel tarafından da sürdürülen iddiaya göre Rashad Khalifa Al-i İmran 3/81. ayetinde belirtilen “Tüm peygamberlerin topluca tasdikledikleri” bir Resuldür. … Eğer bu kişi bir insan/Elçi ise tum resullerin üzerinde bir konuma sahip olur ki bu Kuranda Tüm Elçiler arasında eşit bir perspektife sahip olmamız gerçeğine terstir (2/136, 285 ; 3/84) Oysa tüm bunların da ötesinde Rashad Khalifa bizzat kendi nefsi için ortaya attığı iddialar çeşitli kaynaklardan, yazıtlardan, kitaplardan bildiğimiz özet bilgi şu şekildedir:”

“Oysa Kur’an’da tasvirlenerek anlatılan misak’ın elçisi tablosu yeryüzündeki tüm insan Resullere verilen ortak Tevhid mesajına sadık kalmaları için Melek/Eliçi Cebraille yapılan antlaşmayı ifade etmektedir. Çünkü “Allah meleklerden ve insanlardan elçiler seçer. Elbette Allah işitendir, görendir. „ ( Hacc 22/75 Ayrıca Bknz. Fatır 35/1; Hud 11/69,81; En’am 6/61; İsra 17/95; Meryem 19/19; Ar’af 7/37; Yunus 10/21; Zuhruf 43/80 ) bu ayetler ışığında görülmektedir ki Allah tüm insan/elçilerden O elçilere ortak tevhid mesajını getiren melek/elçi aracılığıyla Şirk koşmayacakları ve halkı şirke yönlendirmeyeceklerine dair misak almıştır…”

Kuran, Allah’ın elçiler arasında tercihlerde bulunduğunu bildiriyor. Biz bu tercihlere dayanarak onları üstünlük yarışına koyamayız. Nitekim, Kuran Ibrahim’i kendisine arkadaş seçtiğini, Musa ile konuştuğunu bildiriyor. Elçilerin farklı özellikleri var; ve 3:81 ayetinde sözü edilen elçinin de tüm peygamberlerin mesajının doğrulanması görevini yükleneceği bildiriliyor. Bunu “elçiler arasında ayırım yapmayınız” ayetiyle çelişkili görmek yukarıda belirttiği nüansı görmemekten kaynaklanıyor.

3.81 ayetinde haber verilen elçinin Muhammed peygamber olamıyacağını teslim ediyor K+S ama kendisinin önerdiği elçi de o ayette anlatılan elçinin niteliklerine uymuyor. Cebrail, peygamberlere verilen kitapları (yasaları) ve bilgeliği kendilerine bizzat iletendir. Ayette haber verilen elçi, peygamberlere zaten verilmiş olan kitapları ve bilgeliği destekliyor, doğruluyor. Nitekim, insan elçileri betimleyen 2:101 ayetindeki “ellerinde bulunanı onaylayıcı bir elçi geldiğinde” ifadesinin 3:81 ayetinde haber verilen elçiyi tanımlayan ifadeyle aynı olması o elçinin de insane elçi olduğu anlayışını destekliyor.

Mesaj çevirisinde 3:81 ayeti içind düştüğüm dipnottan şu bölümü aktarayım: ” Kuran’da türevleri beşyüzden fazla geçen ReSuL (elçi) kelimesi Kuran’ın başından bu ayete kadar tüm türevleriyle birlikte 19 ayette geçer. Bir başka deyişle bu ayet baştan itibaren ReSeLe kelimesinin tüm türevleriyle geçtiği 19’uncu ayettir.”

Allah’ın sünnetine, yani Allah’ın yasasına başka sünnetleri ortak koşmak

“Öncelikle sünnetin sübutu veya içeriği konusunda yapılan tartışmada içinde göz ardı edemeyeceğimiz ve ölçüsü kişiden kişiye değişmeyen Kur’an’ın konuyla ilgili açık, anlaşılır net ve muhkem ayetlerine baktığımızda, ki Rasulullah’ın sünnetinin, kendisine indirilen kitabın bildirimlerini ve hükümlerini eylemleştirmek anlamına geldiğini anlayabiliriz. Bu çerçevede Hz. Muhammed’in sünnetini, Kur’an’ı yaşama geçirme eylemi olarak ifade edebiliriz. ( Hz. Muhammed’in Sünneti Doğru Anlaşılıyor mu? Hamza Türkmen, Haksöz Dergisi Sayı:20 sf.2) “

“Sünnet hem Kur’an’daki kullanımlarında hem de Arapçadaki genel kullanımda uygulama, fiili tatbikat, süregelen adet, yasa, çığır gibi anlamlarını ifade etmektedir. (Ayrıntılı bilgi için bknz. “Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması” M.Ebu Reyye, “İslam Düşüncesinde Sünnet: Eleştirel bir Yaklaşım” Hayri Kırbaşoğlu, “Temel Kaynağımız Kur’an” Fevzi Zülaloğlu) “

Bu iddia Kuran ile çelişiyor. Sünnetin anlamı için bir ayet bile bulamıyan K+S arkadaş bize falancanın ve filancanın kitaplarını referans veriyor. 33:38 ayetiyle ilgili düştüğüm dipnotta bu konuyu kısaca tartıştım: Kuran, “hadis” (söz) kelimesini Tanrı’nın sözlerinden farklı sözler için kullandığında genellikle kötü bir anlamda kullanır (12:111; 31:6; 33:53; 45:6; 52:34; 66:3). Peygambere yakıştırılan yalanların “hadis ve sünnet” adıyla anılacağını önceden bilen Tanrı “sünnet” (yasa) kelimesini de sürekli “Tanrı’nın sünneti” olarak kullanmıştır (33:38,62; 35:43; 40:85; 48:23). Tanrı’nın sünnetine karşı putlaştırdıkları Muhammed peygamberin sünnetini uyduranlar, 35:43’te sözü edilen sünnete mahkum olacaklardır. İşin daha da ilginci, Hadis ve Sünnet’in yanında uydurulan üçüncü öğreti olan İcma (toplu karar) kelimesi de Allah hariç kimin için kullanılmışsa olumsuz bir anlamla mahkum edilir (20:60; 70:18; 104:2; 3:173; 3:157; 10:58; 43:32; 26:38; 12:15; 10:71; 20:64; 17:88; 22:73; 54:45; 28:78; 7:48; 26:39; 26:56; 54:44…). Tüm bunlar bir rastlantı mı? Bak 39:18; 66:3.

“Kur’an’ın elçisinin Dindeki otoritesini ve hakemliğini ortadan kaldıran bu anlayışın sonucu ibadetler başta olmak üzere Kur’an’ın tüm sosyal pratiklerinin kargaşaya kurban verilmesini doğurmaktadır. Artık her isteyen istediği gibi din adına hareket etmektedir. Örneğin http://19.org sitesindeki 19cuların herbirinin farklı namazları, oruçları vb. uygulamaları bulunmaktadır.”

Kuran’dan başka dini kaynak kabul etmediğini söyleyen herkesin gerçekten ağızlarıyla söylediklerini icra ettiklerini varsayma garabetini gösteren, ayrıca sanki herkesin herşeyi aynı şekilde anlaması gerektiğini bekliyormuşum intibaını veren K+S, 19.org sitesinin forumlarına katılan herkesin sanki beni taklit etmeleri gerekirmiş gibi bir akıl yürütüyor. Bu mantatile, tektipçi, kışlacı ve tarikatçı mantalitesidir. 19.org tartışma forumlarına uğrayanlar bilir ki o forumlar internette islami forumlar arasında en özgür ender rastlanır forumlardan biridir. Sansürün olmadığı bir forumdur. Çirkin hakaretler ve bariz kişisel hakaretler içeren mektuplar o forumun altında yer alan TRASH adlı bir foruma transfer edilir ve dileyenler orada sövüşmeye devam edebilirler. Her inançtan insanın, kafasını yemiş kişilerin, nurcusundan mehdicisine, tarikatçısından şeriatçısına, ateistinden Hristiyanına, birçok meşrep, mezhep, ve dinden insanın  katıldığı serbest bir meydandır bizim forumlarımız. Nitekim o foruma K+S te yıllarca Kuran + Sünnet nakaratıyla ve sandöviç teorileriyle katılmıştır ve hala katılmaktadır. Bir başka birisi, K+S’nin “tektipçi” beklentisiyle, K+S ile olan bazı ortak paydalarımıza vurgu yaptıktan sonra K+S’nin tavrından beni bile sorumlu tutarsa K+S bunu haklı görür mü?

“Metodoloji farklılıklarına ve birbirbirlerine olan karşıtlıklarına rağmen tüm bu mezhepler Dinsel uygulamaların ana hatlarını “mütevatiren” aynı şekilde yapmaktadırlar. Aynı şekilde namaz kılıp (farz namazların erkanı, rekatları ve vakitler) aynı şekilde tesettüre bürünüp aynı şekilde hacc yapmaktadırlar. Görülmektedir ki Dini pratiklerdeki ihtilaflar ise daha çok “hadis” kaynaklı ve nafilelere yönelik farklılıklardır (Örneğin Namazda ellerin bağlanıp bağlanmayacağı, nafile namazların rekat sayısı vs.). Sonuç olarak önümüdeki tabloda eğer paranoya halinde bir zihinle bütün bu düşmanların, birbirlerinden delil almayanların, Allah’ın Dinini bozmak için ortak bir plan yapıp (!) bunu hiç kimseye de çaktırmadan(!) yürürlüğe soktuklarını gibi hayali bir fanteziyi hesaba katmazssak tüm bu uygulana gelen fiili tatbikatın tesadüfi mi olup olmadığını sormnamız gerekir. Yoksa bütün Sünniler’e ( Hanefisi, Şafiisi, Malikisi, Hanbelisi) Bütün Şiilere (Caferisi, Zeydisi) Bütün Hariciler’e Bütün Mutezililer’e aynı rüya mı göründü ki hepsi aynı dinsel pratikleri yapıyorlar! “

Kuran’da ifadesini bulmayan hiçbir ortak uygulamayı Sünnet diye kabul edemem. Tüm mezhepler taşla öldürme cezası uygulamasında ittifak ediyorlar örneğin. Tüm mezhepler kabenin yanındaki hacerül esvede, yani kara taşa tapınmayı onaylıyorlar. Tüm mezhepler, “kovulmuş şeytan” anlamına gelen “şeytan-il recim” ifadesindeki RECM kelimesinin anlamını kaydırıp şeytan taşlama gibi saçma sapan bir adeti normal görebiliyorlar. Bazı uydurma hadisler, hele fırka ve mezhep savaşlarına katılmayan apolitik sahabe ve tabiin isimlerine dayandırılan hadisler, hem Sunni ve hem Şii mezheplerce kabul görmüş ve her iki mezhepte de ortak adetler, senin tabirinle sünnetler, oluşturmuşlardır. Hangi adetin uydurma hadislerin etkisiyle sonradan oluştuğunu hangi teleskopla veya mikroskopla inceleyerek ayıracaksın? Eğer bu konuda tek kaynağın Kuransa o zaman senin bayraklaştırdığın Sünnet bir ARTI olmuyor; olsa olsa, Kuran’daki ifadenin “günümüzdeki” uygulaması veya uygulama versiyonlarınan biri olur.

“İşin ilginç yanı ise Sünnet’e şeytani öğreti diyen Edip Yüksel’in adını vermeden sünneti savunduğu hatta tavsiye ettiği gerçeğidir. “

“Evet. Edip Yüksel İbrahim’in Sünnetini savunuyor. Ama her nedense İbrahimin sünnetini ihya eden Kur’an’ın Elçisinin Kur’an Pratiklerininin nesilden nesile yüzbinlerce, milyonlarca insan tarafından (hem de bu insanlar birbirlerini hiç sevmiyorlar birbirlerini asla örnek almıyorlar!) uygulanarak bize ulaşan Muhammedi Sünneti görmezden geliyor, şeytani ögreti diyebiliyor. Şimdi paraonid olmayan ve hiçbir ön şartlanmaya tutsak düşmemiş insanlara soruyoruz Islam’ın kurucusu İbrahim’den nesilden nesile uygulanarak gelen ve Muhammed (as)’ın Kur’an merkezli ıslahından sonra da bize kesintisiz bir biçimde uygulanarak gelen Namaz, tesettür, hacc menasıkı gibi uygulamalara bizlerin de uyması gerekmez mi? Bunlar için ne hadisler’e ne de başka bir kaynaga (Edip Yüksel’in içtihadlarına) ihtiyacımız var…”

Sadece Kuran mesajını 1986 yılında kabul etmeme rağmen, Kuran’ın mesajının teferruatlarını birden bire öğrenmedim. Kafamda, farkına varmadan hala taşıdığım cahiliyye dönemi izleri vardı. Bu izler, Allah’a hamdolsun, zaman geçtikçe tek tek ifşa olup çöpe atılıyor. Bir zamanlar Namaz başta olmak üzere dini ibadetlerin Kuran’da detayıyla açıklanmadğını sanıyordum. Böyle olunca, Kuran’a uygun olması koşuluyla bu konudaki uygulamaların gerekliliğine inanıyordum. Gerçi bu ibadetlerin hala İbrahim peygamberden başladığına inaniyorsam da ve bazı yönleriyle orijinal kural ve biçimlerini koruyabileceklerine ihtimal veriyorsam da, dini ibadetler konusunda Kuran’ın gerekli detayı verdiğine inanıyorum. Benim bu konuda yıllar önce yazdığım kitaplara muracaat eden K+S arkadaş her ne hikmetse hem websitelerimde yayımlanan hem de MESAJ adlı Kuran çevirimin son bölümünde yer alan “Kuran’a Göre Namaz” başlıklı çalışmamı görmemiş veya görmek işine gelmemiş.

Yukarıdaki Sünnet örneklerine “tesettür”ü de eklemeyi unutmuyor K+S. Ancak, mezheplerin sünnet anlayışlarına göre çok farklı tesettür anlayışı oldugunu ise unutuyor. Bir kaç Sunni mezhebe göre kadına yüzüne peçe takmasını farzlayan Sünnet uydurma ise, neden kadına başörtüyü farzlayan Sünnet aynı şekilde uydurma olmasın? İki veya üç mezhep sünnette ittifak ederse o sünnet sünnetsiz olacak; ama dördü veya beşi birden ittifak ederse o zaman sünnetli bir sünnet mi olur?

“Görüldüğü üzere İslam Dininin Kurucusu olarak kabul ettiği İbrahim Peygambere fiili tatbikatların (yani sünnetlerin) Vahyedildiğini belirten sayın Yüksel ne hikmetse bugün çocukların sünnet etirilmesini başka bir eserinde İslam’ın Kurucusu İbrahim’e rağmen kabul etmemektedir! (karşilaştiriniz. Edip Yüksel, Kur’an Meallerindeki Hatalar, Milliyet Yay. Sf.109 ve Mesaj: Kuran Çevirisi 4:119 dipnotu, Ozan Yay. Sf.91)”

Yanlış anlama veya çarpıtma illetiyle müptela olmuş benim eleştirmenim. Ben Kuran’da ibadetlerle ilgili detayları farketmediğim dönemde bile Kuran’da geçmeyen bir adetin, kime isnat edilirse edilsin, taklit edilmeyeceğine inanırdım. Böyle olunca ben “cinsel organların uçlarının kurban edilmesi” anlamındaki sünneti hiçbir vakit dini bir ibadet olarak algılamadım. Ne var ki, bir zamanlar onu zararsız bir adet sanıyordum. Ancak, Kuran hakkındaki bilgim arttıkça ve eski sünni öğretilerin bilinç ve bilinçaltımdaki etkileri azaldıkça, normal olan insan bedeninin sünnet yoluyla tağyir edilmesini reddettim. Bunun Ibrahim’den kaynaklanan bir adet olduğuna da inanmıyorum. Ibrahim peygamber kimbilir cinsel organında bir iltihap yaşamış olabilir ve o zaman çözüm olarak küçük bir ameliyatla onu önlemiş olabilir. Ibrahim’i daha sonra maymun gibi taklit eden bir nesil bu kişisel uygulamayı dini bir ibadete dönüştürmüştür kanaatindeyim. Muhammed peygamberin bazi kişisel tercihlerini Sünnet diye kutsayarak din haline getirenleri görünce bu kanaatımın makul olduğuna inanıyorum.

Kuran’ı kağıt ve mürekkep mi? Kuran’ın korunmuş nüshasını kelle sayıları mı yoksa Kuran’ın sayısı mı belirler?

“Edip Yüksel, 19 Mucizesi iddialarını sistematik olarak kitaplaştırdığı “Üzerinde 19 Var” isimli eserinin bir bölümünü de neden Tevbe Suresinin son iki ayetini inkar ettiğini izah etmeye ayırmıştır. Yüksel bu bölümün ilk başlarında “Allah’ın Son kitabında en ufak bir tahrif bile kuşkusuz büyük bir fitneye yol açar.” (Üzerinde 19 Var sf.213) demektedir. Oysa Edip Beyin Rashad Khalifa’dan devraldığı ifadelerine göre Kur’an 1974’e kadar tahrif edilmiş bir halde bulunmuştur. Kendi ifadelerine göre 1400 yıl boyunca tahrif edilmiş bir kitabın neden diğer ayetlerine bu fitnenin(!) sıçramadığı ve Kur’an metni üzerinde bir tartışma olmadığı gerçeği Yüksel’i tutarsız kılmaktadır. “

Ben Kuran’a hiçbir vakit tahrifin girmediğine inanıyorum. Kuran’a inandığını iddia eden insanların kafasındaki Kuran muharref bir Kuran olabilir; ama Allah’ın ilmiyle indirilmiş ve ilim sahiplerinin göğsünde olduğu bildirilen Kuran hiçbir vakit tahrif olmadı (15:9; 16:43; 29:49; 74:31). Olsaydı, o zaman Kuran’ın içindeki 19 sistemiyle mushaflarda mevcut hatalara tanık olması mümkün olmazdı.

Asıl çelişki içinde olan eleştirmenin ta kendisi. K+S’ye göre Kuran kağıt üzerinde basılı bir kitaptır veya kelle sayılarının inandığı belli bir nüshadır. 1989 yılından itibaren Reşad Halife’nin 9:128-129 içermiyen mushafı onbinlerce baskı yaptı ve şu anda Amerika ve Kanada’nın hemen her kütüphanesinde ve dünyanın birçok yerinde mevcut. Amazon.com sitesinde en çok satılan Kuran nüshaları arasında yer alıyor. Şimdi K+S’ye göre, Kuran tahrif mi edildi? Kendilerini müslüman olarak adlandıranların çoğunluğunun inancına dayanarak mı bu iddiada bulunuyor? Yarın kendilerini müslüman sayanların çoğunluğu Reşad’ın yayımladığı Kuran nüshasını asıl nüsha saysa ne olacak? Bir şey değişmeyecek mi? O zaman aynı mantığı neden eski zamanlar için de yürütmeyelim? Mervan’ın orijinal Kuran’ı yakması sonucunda tahrif edilen müshaflara inananların sayısı artınca neden o müshaflar gerçek nüsha kabul edilmeli?

Bu konuyu merak edenlere Üzerinde 19 Var adlı kitabımın ilgli bölümünü okumalarını öneririm. Hani, K+S’nin eleştirme bağnazlığı ve illa da hatalar bulma telaşıyla okuyup anlamadığını başkaları rahatlıkla anlayabilir.

““Sadece Kur’an!” gibi ilk görünüşte içeriğiyle tutarlı gibi gözüken ancak biraz incelendiğinde “bu iddialarda sadece Kur’an’ın mesajı yok!” dedirten bir söylem hakkında mülahazalarda bulunmaya çalıştık. Kur’an’ın kişisel ve toplumsal arınma çağrısını arkasına atıp, kendi nefislerini resullüklerle ya da o sahte peygamberlerin havariliğiyle meşgul olmanın sapkınlığına dikkat çektik. “

Hadisten vazgeçtiğini söyleyen ama çoğu uydurma hadislerin veletleri olan geçmiş kavimlerin sünnetlerini peygamber adına Kuran’a eklemek isteyen bu kafa Kuran’ın 74:35 ayetinde “büyüklerden biri” olarak tanımladığı mucizesine karşı gösterdiği nankörlük ve düşmanlık yüzünden 74:37 ayetinde tanımlanan “geri kalanlardan” olmaya karar vermiştir.

“Onların bir kısmı seni dinler. Fakat, kalpleri üzerine anlamalarına engel olacak örtüler, kulaklarına da ağırlık koyarız. Her bir mucizeyi görseler de ona inanmazlar. Bundan ötürü sana geldiklerinde seninle tartışır ve inkarcılar, “Bu ancak bir efsanedir” der. Kendileri uzaklaştıkları gibi başkasını da ondan menediyorlar. Böylece farkında olmadan kendilerini mahfediyorlar.” (6:25-26).

“Yeryüzünde haksız yere büyüklenenleri mucizelerimden çevireceğim. Her türlü mucizeyi de görseler inanmazlar. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Ama azgınlık yolunu görseler onu yol edinirler. Zira onlar ayetlerimizi yalanladılar ve aldırış etmediler.” (7:146).

NOT:

Böylece, harfler, kelimeler, cümleler ve sayılar arasında bağlantı kuramadıkları halde Sünnet dedikleri adetler ile Kuran arasında ortaklık kurabilen fitnezadelerin Arizona’dan sipariş ettikleri 13 kollu kaktüs incitilmeden özenle paketlenip adreslerine gönderilmiştir. Kendilerine gönderilen bu acaip ve garaip 13’lü kaktüsün dikenlerini, çiçeklerini hissedip ilişikteki mesaj üzerinde akletseler, şimdiye kadar kör ve sağır oldukları mucizeye tanık olmamaları için hiçbir bahaneleri kalmayacaktır.

FTS. Fitne fesat fanusunun fersiz fitilini fitleyen fehli fünnet fırkasının farfaracısı figüranların fanatikçe frikikten fırlattıkları fıstıklı fasa fisolarını fikirle faşlayıp fişledik, fesahatla faraşlayıp farzimuhalistanlarına fırıl fırıl fiskeledik.

Avcı, cemaatin her kurumu ‘imam’ adını verdiği bir kişi eliyle yönettiğini ifade ederken, “Öğrendiğim kadarıyla MİT, ordu, yargı ve milletvekilleri içerisinde imam konumunda kişiler bulunmaktadır” diyor. Ve cemaatin emniyetteki imamının da ‘Kozanlı Ömer’ kod adlı Osman Hilmi Özdil olduğunu açıklıyor.

 

Share