İkiyüzlü Amerika

Share

İkiyüzlü Amerika

Bir Amerikan Vatandaşının Amerika’yı Eleştirisi

Edip Yüksel
29 Aralık 2010
www.19.org

Çeviren: Ensar Üzümcü

İlk olarak İngilizce yazdığım bu makalemi tekrar Türkçe yazmaya vaktim olmadığı için
Ensar Üzümcü adlı arkadaşımın yaptığı çeviriyi düzelterek sunuyorum.

The American Janus

The American Janus

Amerika’da sürdürdüğüm kaygısız yaşamım konusunda vicdanım rahatsız; ahlaki bir ikilem yaşıyorum.

Doğduğum ülkenin bir zamanlar uyguladığı fikir özgürlüğünü sınırlayan ceza yasalarından ve bağnaz dincilerin rahatsız edici saldırgan tavırlarından kaçtığım bir dönemde özgürlüğüm ve can güvenliğim için bana sığınak olmuş bir ülkenin kalburüstü bir vatandaşıyım. ABD bana inanç ve fikirlerimin ifadesi için bir sığınak olmaya ek olarak ayrıca bu dünya üzerinde maddi bir cennet sundu.

Düşünce ve ifade özgürlüğü cennetinde(mi)yim

Büyük şirketlerin kontrol ettiği Amerikan medyasının hoparlörlerinin propaganda yayınları arasında benim gibi düşünen aydınların sesi bastırılıp neredeyse halk tarafından işitilmez hale getirilse de ifade ettiğim anti-emperyalist ve ilerici görüşlerim sebebiyle yargılanmıyor ve rahatsız edilmiyorum. Birçok Amerikan başkanını ve hükümetini sert dille eleştirmeme, onların yurt içi ve yurt dışındaki siyasetleri hakkındaki görüşlerimi sansürlemeden yayınlamama rağmen, böylesi cüretkâr bir işe kalkıştığım için bir kez olsun polis tarafından sorguya tutulmadım.

New York’un merkezinde, 9 Eylül’de yıkılan İkiz Kulelerin bulunduğu meydandaki kalabalığa Amerika’nın dünyanın en büyük terörist örgütü olduğunu haykırırken arkamda duran polislerden biri bana doğru geldi. Polis bana yaklaşırken ona “Ben anayasal hakkımı kullanıyorum. Beni engelleyemezsin” dedim. Polis, “Elbette. Merak etme; biz burada seni ve senin gibi muhalifleri herhangi bir saldırıdan korumak için bulunuyoruz. Bunu hatırlatmak istedim” deyip gitti. Youtube kanalımda paylaştığım Running Like Zebras başlıklı dokümanter filmin ilgili bölümüne bakarsanız ben Amerikalılara meydan okurken arkamda birkaç polisi görebilirsiniz… Felsefe derslerimde Amerikan emperyalizmini ve işgallerini, kapitalizmi ve daha nice yanlışı eleştiririm. Sözümü hiç esirgemeden. Amerikan başkanları için “salak” veya “vampir” gibi ifadeleri kullandım… Avrupa Parlamentosunda Amerikan ordusunun dünyada işlediği katliam ve cinayetleri lanetlerken hayatımda ilk kez bir sövgü ifadesini kullandım. Onun da videosunu youtube’de ve konuşmamın metnini 19.org sitesinde bulabilirsiniz. Daha neler neler… Bir tek kez bile olsun polis tarafından sorguya çekilmedim; rahatsız edilmedim.

Ben aynı zamanda finansal olarak da bu ülkenin şanslı bir vatandaşıyım. Birkaç ay önce, kendi isteğimle tam-zamanlı işimi yarı-zamanlıya çevirmeden önce ailece kazandığımız yıllık yüz bin dolara yakın bir gelirle Amerikalıların yüzde 95’inden çok daha fazlasını kazanırdık. Burada yaşayan çoğunluk gibi, bizler de ‘tüketicilik’ denilen hastalığa yakalandık; kazandıklarımızın neredeyse hepsini tüketiyoruz. Bir şekilde iki ev almayı başardık, iki arabaya ve teknolojinin bizlere sunduğu en yeni elektronik cihazlara sahip olduk. Şimdi sizi işitir gibiyim. Herkes gibi, sizde merak ediyor olabilirsiniz: “Öyleyse, derdin ne Edip? Amerika’da mutlu ve mesut olmalısın.” Hatta bir Amrekin milliyetçisi iseniz; faşist, ırkıyla veya ulusuyla vahşi ve şeytani bir gurur duyan zihinsel engelli biriyseniz; Rush Limbaugh, Sean Hannity, Glenn Beck, Sara Palin ve Pentagon propagandasıyla beyninin içine edilmiş sağcı bir faşistseniz bana “Amerika’yı sevmiyorsan geldiğin ülkeye veya deliğe geri dön!” diye yüksek sesle ahkam kesebilirsiniz.

Önce Amerikan jingoistlerine birkaç söz

İçerisinde olduğum ikilemi sizlerle paylaşmadan evvel, vatansever olduğunu iddia eden jingoistlere birkaç şeyi belirtmek isterim. Eğer özel kuruluşların ve hükümetin yapmış olduğu propagandalarla akıllarını kirletmemişlerse ve eleştirel düşünebilme yetilerini tamamen kaybetmemişlerse, bana “sus ya da çek git” demeye utanmalıdırlar.

Özgürlüğü sadece kendi tekellerinde tutanlar için de bir-çift sözüm var: Yeryüzü, Allah’a aittir. Belki de sizlerin ataları, buradaki yerli halkın iznini (şimdi ‘vize’ diyoruz buna ) bile almadan Amerika’ya giren katillerdi. Dahası, ben bu ülkeye bir hayat kazanmak ya da daha fazla para elde etmek için gelmedim. Aksine,  umut vaat eden genç bir politik lider iken –eski arkadaşlarım bugün Türkiye’nin Başbakanı ve bakanlarıdırlar–  ve kitapları satış rekorları kıran bir yazar iken, lüks ve saygınlık içerisindeki bir hayatı ve parlak bir geleceği, felsefi ve etik bazı problemlerden dolayı terk ettim. Ben bu ülkeyi özgür ve erdemli bir insan olarak yaşayabilmek için seçtim.

Eğer yıkıcı rejimlere ve baskıcı hükümetlere karşı dillendirdiğim sözlerim sizler gibi bağnaz ve dar görüşlü insanlar tarafından da sekteye uğratılacak olursa, özgürlüğümü kazanmak için bu dünyanın başka bir ülkesine hicret ederim, Rabbimin izni ile. Fakat o zamana kadar, bu ülkeye göç ettiğim gün neyi yapmayı umut ettiysem ve bu ülkenin kurucularının da yapmamı istediği şey ne idiyse onu yapmaya devam edeceğim: özgür bir adam olarak yaşayacağım;  çoğunluktan korkmadan, devletten ya da kiliseden çekinmeden…  Ben gerçek özgürlüğü gerçeği kabul etmekte bulanlardanım!

Yarın onbirinci köye gidebilirim

2007 Edip YukselSöylediğim gibi, mutluyum ve bulunduğum yerde mesudum.  Ne ateistim ne de Tanrı’ya inanan bir mukallit. Merhametli, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten bir Yaratıcının var olduğunu bildiğim için, kendimi rasyonel tek Tanrıcı bir insan olarak tanımlıyorum. Bir filozof olarak, “bilmenin” ne anlama geldiğini de biliyor ve bunun epistemolojik savunmasının karşılaşacağı beklentilerin veya engellerin ne kadar yüksek olduğunun da farkındayım. Bu yüzden, burada yaşadığım hayatın entropi tünelinde karşılaşacağı felaketli sürprizlerinden hiç endişe duymuyorum. Çünkü Toy Story filmindeki kahraman Buzz gibi, ben de  “sonsuzluğu ve ötesini” hedef alıyorum.

Benimle yüz-yüze tanışanlar, içimdeki çocuğun tüm saflığı ve iyimserliğini görürler. Şeffaf bir balonunun içinde ordan buraya zıplayan, kalbi ve aklıyla samimice konuşan biri olduğuma tanık olurlar.  Huysuz ve aksi bir filozof görmeyi, ya da yaşadığı deneyimler nedeniyle paranoyak bir karakterle karşılamayı bekleyenlerin birçoğu, benimle tanıştıklarında kafa karmaşıklığı yaşarlar. “Bu adam gerçekten şu ünlü putkıran Edip mi, yoksa yaşlanmış bir bedende sıkışıp kalmış bir çocuk mu? ”

Ben her ikisiyim ve her iki karakter de aynı kafada barış içerisindeler, aynı bedende olamasalar da! Birçok kralın ve yardakçılarının çıplak olduklarını kalabalıklar içerisinde haykırarak ilan etmiş biriyim.  “Doğruyu söyleyen dokuz köyden kovulur” Türk atasözüne göre, 10’uncu köyün bir sakiniyim. Yarın 11’inci köye göçmeye de hazırım.

Vicdanım rahat değil

Bir yandan tatmin olmuş ve mutlu bir insanım, ama bir yandan çok huzursuzum. Karmaşık duygulara sahibim. Amerika’da sürdürdüğüm kaygısız yaşamım nedeniyle bazı sıkıntılarla karşı karşıyayım. Ahlaki bir ikilemi yaşıyorum ben.

Çevreye göz atıp ülkemin hükümetinin dünyanın geri kalanına neler yapmakta olduğuna baktığımda, okyanusu aşıp sığındığım bu güvenli limanın ve şu anda tadını çıkarmakta olduğum mutluluğumun diğer ülkelerin yok edilmesi pahasına oluşturulduğunu görüyorum. Binlerce insanın öldürülmesi pahasına, “yabancı” ülkelerde yaşayan milyonlarca insanın katledilmesi ve milyonlarcasının dul ve yetim bırakılması pahasına… Sabah kahvaltısında yediğim bal, muhtemelen diğer ülkelerin halkından zorla veya kukla rejimler yoluyla emilen kan ile üretiliyor. SUV marka otomobilimle tükettiğim galonlar dolusu yakıt, “çirkin” ve “terörist” tiplerin yaşadığı diğer ülkelerden hortumlanan petrolün sayesinde çok daha ucuza geliyor!

İkiyüzlü USA-Co Canavarı

USA imperialismTüm bu düzeni yöneten emperyalist canavarı kendi oylarımla ve ödediğim vergilerle besleyenlerden biri olduğum için dünyadaki bu refahı tadabilmekteyim; bunu biliyorum. Onu destekleyişimin bir karşılığı olarak, veya en azından işlenen suçlara razı oluşum sebebiyle, İkiyüzlü USA-Inc Canavarı savaşlardan kalan ganimetlerin çok küçük bir kısmı ile beni ödülllendirerek kısıtlanmış ya da önemsiz bir özgürlüğü bana sunuyor. “Diğerlerine” karşı işlediği suçlara karşı gözlerimin körelmesine, dilimin tutulmasına bir rüşvet olarak… Konuşulmayan ve yazılmayan “şeytana-göz-yum ve hayatını-yaşa” biçiminde özetlenebilecek vampir anlaşmasını farkedecek kadar bilgi ve akıl sahibiyim. Gördüklerimi inkâr edemem,  yüreğimi de. Doğanın bana sunduğu insan-beynini yapay ve yağlanmış bir Amerikan beyniyle değiştiremem.

Dünyanın geri kalanına öğütler yağdırıp boy gösteren fakat insanlığa karşı işlediği suçlar ve cinayetler karşısında sorumlu tutulmayan, firavunluğun dünya üzerindeki sembolü bu sözde American Exceptionalism (Amerikan ayrıcalıklığı) ile övünemem. Bir yandan barış ve sevgi için kiliselerinde şarkılar söylerken diğer taraftan daha fazla silah, daha çok askeri güç ve “diğerlerine” karşı daha çok nefretin oluşması için oy verebilen ve bu uğurda para harcayan insanlar tarafından kavramların ahenksizleştirildiği bir evrende yaşayamam. Ben “Diğerlerinin” acılarını hissediyorum. “Yaşam biçimimiz” adına tehlike oluşturduğu bildirilen, savaş-tüccarları tarafından ‘düşmanlarımız’ olarak görmem istenen “Diğerlerinin” acılarını…

Bayrak ve ulus adına işlenen katliamlar

us-corporate-flagBir Türk vatandaşı olmadan önce bir insan olarak doğdum ve aynı şekilde, bir Amerikan vatandaşı olmadan önce de… Âdem’in çocukları olan kardeşlerim tarafından oluşturulan bütün düşmanlıkları ve yapay duvarları zaten en başından reddetmiş idim. Dünyanın birçok yerinde Çin’de, Japonya’da, Avustralya’da, Meksika, Endonezya, Türkiye’de, İsrail’de ve İran’da kardeşlerim var. Ben bir Müslüman’ım, bir Barış Gönüllüsüyüm ve sadece iki duvarı kabul edeceğim: Adaletin ve barışın duvarları! Adaletin ve barışın hüküm sürdüğü evrensel değerler içerisinde yaşamayı arzu eden ve bunun için çaba gösteren herkes benim kardeşimdir. İnsanlar tarafından üretilmiş dinler, mezhepler ve milliyetçilik gibi ideolojiler adına dünyadaki ailem ile bir ayrılık yaşamayı kabul edemem.

Bir bayrak bir semboldür ve eğer bir bayrak herkes için barış ve adalet üretmiyorsa, o tehlikeli ve zehirli bir bez parçasıdır.  Böylesi bir bayrak şeytan tarafından üretilmiş bir puttur. Milliyetçilik adına şeytanca suçların ve korkunç gaddarlıkların işlendiğini görebilmek için sadece geçtiğimiz yüzyıla yüzeysel bir bakış atmak yeterlidir. Milliyetçilik, insanları vampirlere ve yamyamlara dönüştüren bir virüstür. Geçmişte, Krallar ve Papazlar halkları dini inançlar yoluyla sömürüyor ve onları vampirlere ve yamyamlara çeviriyordu. Şimdi ise, onların yerine sözde demokratik hükümetler ve şirketler aldı. Tanrı-vergisi akıllarını kullanma yetisini kaybetmiş vatandaşları kendi rızaları doğrultusunda yönetebilmek ve rahat bir çıkar sağlamak adına din yerine milliyetçiliği kullanıyorlar.

Amerikan’ın vahşi canavarını doğuran milliyetçiliğe tepki gösteren birisinin benzeri bir canavarın daha küçüğünü doğuran bir başka milliyetçiliğe sempati duyması yaman bir çelişkidir. Başka bir canavara karşı bir başka canavarın yanında yer almak yerine ben tüm canavarlara karşı bir Davut gibi durmayı tercih ederim. Elli yaşını geçmiş bir adam da olsam, zulmü ayakta tutmaya çalışan tank paletlerinin ve namlularının karşısında dimdik duran delikanlıdır ve onlara taş atan yiğit çocuktur benim örneğim.

Üniformalı veya Üniformasız teröristler

Aba Gharib Torture 3İnsan soyuna yabancılaştırılarak bana sunulan milliyetçilik, ırkçılık ve dini kavgaların bir müşterisi yapılmaya çalışılıyorum. Üniformalı kitle-teröristleri ile terörist örgütler arasında ayırım yapmam isteniyor ve 666 kat daha fazla ölüme sebep olsa da, işkence dahil akıl almaz vahşetler sergileseler de sadece ilk grubu desteklemem gerektiğini söylüyorlar.

Filipinliler, Kore, Vietnam, Nijerya, İran, Afganistan, Irak ve daha nicesini hatırlıyor musun? En son kitabımda, “Peacemaker’s Guide to Warmongers,” bitmek bilmeyen savaşların istilaların, “kötüler” in yaşadığı ülkelere düzenlenen gizli ve açık operasyonların uzun listesine de yer verdim. Baş döndürücü bir liste… Bizler, Amerikalılar, sadece son yüzyılda, düzinelerce ülke yok ettik, milyonlarca insan öldürdük ve buna karşın kendi halkımızdan sadece birkaç kişiyi kaybettiğimizde, kurban rolünü oynamaya cüret edebiliyoruz. Kanlı ölümleri ve savaşları başlatan bizler oluyoruz, hatta kimi zaman iki ya da üç tanesini aynı zamanda, fakat gerçek acıları yaşamaktan genelde tamamen uzak kalıyoruz.

Tüketicilik gezegenimizi ve insanlığımızı tüketiyor

Buy CrapÜlkemizdeki yoksul insanların çocukları diğer ülkelerdeki yoksul insanların çocuklarını katletsinler diye ekonomik ihtiyaçları istismar edilip paralı “gönüllü askerler” olmaya zorlanırken, bizler mağazalardaki en yeni cep telefonlarını ya da yüksek çözünürlü TV’leri almak için adeta çılgıncasına koşuşturuyoruz. Iraktaki milyonlarca çocuğu açlığa mahkûm eden bizler, Gaza isimli toplanma kampında şu anda binlerce çocuğu açlığa ve ölüme terk eden bizler, fazla yiyerek aldığımız kiloları kaybetmek için diyetlere ve aletlere milyarlarca doları harcayabiliyoruz.

Romanlarımız ve filmlerimiz darmadağın olmuş ruhlarımızı yansıtıyor: bizler şiddet ve saldırganlık içeren filmleri izlemeyi seviyoruz ve çocuklarımız da saçma ve tiksindirici vampir hikâyelerini olabildiğince çok okumayı ve izlemeyi seviyorlar.

Milyarlarca dolar harcayarak beslediğimiz köpeklerimiz ve kedilerimiz diğer ülkelerdeki  “kahramanlarımız”  tarafından öksüz bırakılan çocuklardan çok daha iyi bakılıyor ve besleniyorlar, hani şu “shock and awe” ederek “nasıl medeni olunacağını öğrettiğimiz” diğer ülkelerin çocukları… Bombalar, silahlar, işkenceler,  paralı-askerler, petrol firmaları, silah antlaşmaları ve devlet adamları olarak tanıttığımız rüşvetçi çaylaklar yoluyla dış ülkelere demokrasi ihraç ediyoruz. Firmalarımızın hisse senetlerini kendi halklarına tercih etmedikleri sürece bir ülkenin demokratik olduğunu  kabul etmiyoruz. Ama eğer bize sorarsanız, dünya tarihindeki en iyi ulusuz biziz.

ABD Emperyalizmi

9780979671531 CoverABD-Inc, ünlü yazar Mark Twain tarafından “üniformalı suikastçılar” diye tanımlanan “kahramanlarımızı” kullanıyor. Niye? Demokratik mühendislik yoluyla ülkelerin başına musallat edilin kuklalar desteklenebilsin ve ABD-Inc’e hizmet eden diktatörler aklansın diye…  Şirketlerimiz başka ülkelerin öz kaynaklarını rahatça ucuza işletebilsin ya da el yakan fiyatlarla etiketlenen hurda silahlarımız ve jetlerimiz satılabilsin diye. ABD-Inc kendi şirketlerinin koşullarını fakir ülkelere dayatıyor. ABD-Inc, istihbarat ajansları yani çakalları yoluyla kendilerine dayatılan politikaları kabul etmeyen ülkelerin hükümetlerini cezalandırır. Onları maşa paşalar yoluyla askeri darbeler yaptırarak, gizli operasyonlar düzenleyerek, medya propagandası ile çamur atarak, iç savaşları körükleyerek, ve suikastlar düzenleyerek gerçekleştirmeye çalışır. Örneğin, 1953 yılında İran halkını büyük desteğine sahip Musaddık hükümetini devirip Şah’ı geri getirten ve böylece 1979 yılında Humeyni’in iktidarına yol açan aynı çakallardır. Peacemaker’s Guide to Warmongers kitabımdan bir paragrafı buraya alıntılayacağım:

“Müslümanlar İspanyayı işgal etmiş ve beş yüzyıla yakın bir süre orada hüküm sürmüşlerdi. Fakat işin asıl önemli kısmı, Yahudi ve Hıristiyan toplulukları bu Müslüman İspanyada barış ve adalet içerisinde yaşamışlardı. Üstelik Müslümanlar İspanya’dan çıkmaya zorlandıklarında, geride neler bırakmış olduklarını iyi biliyoruz: bir Hıristiyan nüfusu, kütüphaneler, üniversiteler, bir uygarlık, ve Rönesans ve Reformun Avrupa’daki tohumları. Osmanlı İmparatorluğu için de aynısı geçerli… Onlar da Avrupa’nın güneydoğudaki kısmını uzun bir süre işgal etmişlerdi ve onların da geride neler bıraktıklarını biliyoruz. Her ikisinin de yandaşı olmadığım bu iki büyük imparatorluğu ve onların 1000 yıllık tarihsel akış süreci içerisinde işledikleri zulümleri, ABD-Inc’in muhafazakâr Protestanları tarafından yoğun bir şekilde desteklenip iki kez seçilen koyu Hıristiyan başkan, Bush aracılığı ile sadece son 5 yılda, Irakta işlediği zulümler ve yıkımlar ile karşılaştırınız.”

Ne yazık ki, Obama hiçbir şeyi değiştirmedi; emperyalist politikayı devam ettiriyor. Bizlerin ” Umut Cüretkârlığı”  kısa sürede ” Umut Sömürme Cüretkârlığına” dönüştürüldü. Obama, maalesef Bush, Dick ve Rumsfeld’i savaş suçları işlemekten ve yapılan tüm çirkinlikleri meşrulaştırmaktan yargılamayı reddetti. Böylece gerçekleri saklayarak Amerikalılara yalan söylemeye, aynı ekonomik ve dış politikayı sürdürmeye devam edebilecekti. Değer üreten çalışkan Amerikalıların zor-bela kazandıkları paraları soyan bankaları kurtarmak ve onları birkaç şişman domuza transfer etmek için geleceğimizin çocuklarımızdan ‘milyarları’ bankalara ve büyük şirketlere transfer etmeye devam etti.

İki-partiyle oynanan oyun

Obama, belki de ona göre ayağını denk alır diye kendisine peşinen verilmiş bir Nobel Barış Ödülü almış olmasına rağmen emperyalist saldırıları ve işgalleri aynen devam ettirdi. Sadece var olan siyaseti devam ettirmekle kalmayıp, insan hayatını hiçe sayan zalimliklerin düzeyini ve hızını da arttırdı. Obama’nın hükümeti, Afganistan, Kuzey Pakistan ve Yemendeki sivil nüfusa karşı düzenlediği drone-terörizminin sayılarını da arttırmaya devam etti.

Pilotsuz uçan suikast silahları şimdiye kadar yüzlerce çocuk öldürdü ve evlilik arifesinde olan birçok aileyi katletti. Belki de, diğer ülkelerin pilotsuz ölüm makinaları, biz mangal partileri yaparken ya da Amerikan futbolu izlerken gökyüzünde belirip bizleri gökten yağdırdığı bombalarla buharlaştırmadan diğer insanlara terörü ve korkuyu nasıl yaşattığımızı hiçbir zaman anlayamayacağız. İşte Peacemaker’s Guide to Warmongers isimli kitabımdan sizin için başka bir alıntı:

“ABD savaşlara neden bu kadar bağımlı? Cevap Eisenhower tarafından 1961 yılında Military Industrial Complex’e karşı yapılan isabetli bir uyarı ile verilmiş idi. Siyonist ve Haçlı hormonlarının ek katkısıyla, dinmek bilmeyen savaşlar ve kötülükler en yüksek potansiyel seviyesine ulaşmış durumda… Sözde ana haber kanalları ve Hollywood en gelişmiş propaganda yöntemlerini şiddet, işkence, devlet terörü, jingoism ve ırkçılık üretmek için kullanıyor. Video oyunları, TV programları, filmler Amerikalıları büyük ölçüde ve layıkıyla duyarsızlaştırdı ve bunların hepsi orduya yeni eleman adayları oluşturmak için kullanabileceği mükemmel araçlardır.”

ABD-Inc bizleri hipnotize etmek için sihirli bir kelimeye sahip: “Teroristler !” Ki vergi olarak ödediğimiz dolarlar savaş-tüccarlarına, askeri endüstri bloğuna ve onların müttefiklerine aktarılsın!  Amerikan hükümetinin ve Pentagonun propaganda makineleri aracılığı ile geçmişte ürettiği kanlı yalanların büyüklüğüne ve sayısına vakıf olduğumdan, sözde “Terörist” faaliyetlerin bir kaçının, hatta belki de hepsinin, bizleri korkutup aptallaştırmak için kasıtlı olarak tasarlandığı ve sahneye sunulduğunu duymuş olmak benim için bir sürpriz olmaz. “Çete-terörünün” bu devlet terörünün bu “terör endüstrisisinin” bir yan etkisi olduğundan kuşku duymuyorum. Çete terörü emperyalist savaşlarda ve işgallerde işlediğimiz terör ve gaddarlıkların bir kara faturasıdır! Nitekim  1967’den önce de dünyada Müslümanlar vardı ve o dönemde Müslümanlar tarafından ABD’ye karşı yapılan bir tek saldırı gerçekleşmemişti.

Demokrasi değil, Şirket Oligarşisi

Bizler işkence ve savaş suçlarını destekleyen korkaklar haline geldik.  “Korkunun kendisinden başka korkmamız gereken bir şey yok” diyerek korkunun şeytani etkisine karşı bizleri uyaran bir başkanın sözlerini takdirle karşılıyormuş gibi yapsak ta, korkaklara dönüşüverdik. Bizlerle hiçbir alıp vermediği olmayan bir milyon Iraklı insanın ölümünü haklı çıkardık. Düğünlerde eğlenen çocukları öldüren ve yaralayan pilotsuz uçan katliam makinalarını yasallaştırdık. İtibarımızı ve saygınlığımızı hava alanlarında yitirdik ve kişisel hayatımızı Amerikan hükümetine ve onunla aynı yatakta yatan büyük şirketlerin ellerine teslim ettik.

“Şirketlerce seçilen, şirketler için var olan, ve şirketlere ait hükümetler” tarafından idare edilirken “halk tarafından halk için oluşturulan bir halk hükümeti”ne sahip olduğumuzu sanıyorsak kendimizi kandırıyoruz. Medya ve hükümet, her ikisi de büyük firmalar tarafından gasp edilmiştir ve ürettikleri çakma ikiz partileri yoluyla bizlere demokrasi illüzyonunu sunmaktadırlar. Arkadaşım Noam Chomsky’nin de güzel bir biçimde ifade ettiği gibi medya “halkın rızasını üreten” bir propaganda aletinden başkası değildir ve Ralp Nader’in güzelce tanımladığı gibi, “Oyunun adı Duopoly” yani İkili Parti sistemidir ve her iki parti de şirketlere çalışıyor.

Milyonlarca Amerikalı işsiz iken, milyonlarcası evsiz kalırken ve milyonlarca Amerikalı çocuk açlığın ve yetersiz beslenmenin acısını çekerken, bizler trilyonlarca doları sadece yıkım getiren iş sahalarına yatırıyor ve böylece daha fazla düşman üretiyoruz. Yeni üretilen düşmanlar yoluyla savaş aletleri üreten ve satan endüstriye daha çok ihtiyaç duyulur ve daha çok kazanç sağlanır.  Amerikan’ın korkunç borç açığını azaltmak için federal ve eyalet hükümetlerindeki sözde ‘seçilmiş’ memurlar eğitim ve sağlık gibi yaşamsal değerler üreten sosyal programları sonlandırmak için ciddi tartışmalar yaparlarken, en iyi 20 ülkenin bütçesinin toplamından daha fazla askeri bir bütçeye sahip Amerikan ordusu hakkında tek bir söz bile etmiyorlar.

Üç kutsal inek

zionismDemokratlar ve Cumhuriyetçiler farklı birçok konuda birbirleriyle anlaşmayabilirler ve her şeyi sorgulayan bir tutum içerisinde olabilirler ancak hepsinin ortak bir paydası var. Wall Street’in kayırılması, askeri harcamaların onaylanması ve azgın bir devletin varlığının desteklenmesi hususlarında anlaşma içindeler. Bu üç kutsal inek (büyük şirketler, silah endüstrisi, ve İsrail) Birleşmiş Devletlerde diledikleri her yeri pisleyebilir ve tarlaya gübre sağladıklarını öne sürerek yaptıkları rezaleti sıvamaya çalışabilirler, yine de bu politikacılar o ineklerin kuyruklarını kaldırmak için parmaklarını oynatmaya bile cesaret etmeyeceklerdir.

Şimdiye dek, 1994 yılında başlayan vatandaşlığım boyunca (Amerika’ya 1989 yılında hicret ettim), eskilerin ifadesiyle “Ehven-i şer” yani “En kötünün en iyisi” prensibini izledim ve oyumu Demokratlar için kullandım. Böylece yaşadığım ülkenin geleceğini kesinlikle yok edecek olan ölümcül oyuna katılmış oldum. Fakat bu yıldan başlayarak, sadece adalet, barış ve açık fikirliliği destekleyenlere oy vereceğim. Oyum biricik oy olsa bile.

Ben bir milliyetçi değilim… Ben bir Amerikan vatandaşıyım, peki ya siz?

Edip Yuksel, J.D. İslami Reform için Manifesto, Reformist Kuran Çevirisi gibi kitapların yazarıdır. Islamic Reform hareketinin kurucusu ve Muslims for Peace, Justice and Progress (MPJP) örgütünün ortak kurucusudur. Edip ile 19@19.org yoluyla veya Facebook yoluyla haberleşebilirsiniz.

 

Share