Sadrettin Yüksel

Share

Sadrettin Yüksel

Edip Yüksel
15 Ekim 2012
www.19.org

Babamın vefatı dolayısıyla bana bassagligi dileginde bulunan tum arkadaslara tesekkur ederim.  Sadrettin Yuksel hakkinda yazilan bazi makaleleri, hem kendim icin, hem de merak edenler için aşağıya alıyorum.

Sürreya, Metin (kucakta), Sadrettin ve Edip 1960 yılında Qulungo yaylasında

Hoş bir sadâ bıraktı

Hazırlayan: Müfid Yüksel

http://milligazete.com.tr/index.php?action=show&type=privfiles&topicid=127

25 Aralık 2005

1920’de Sarayönü’nde doğan Sadreddin Yüksel’in ömrü ilim peşinde koşmakla ve ilim öğretmekle geçti. Sultan Ahmed Camii imamı Merhum Gönenli Mehmed Efendi’nin kurslarında ve İsmail Ağa Kur’an Kursunda talebelere Arapça İslâmî ilimler okuttu. Sultan Ahmed Camii eski imamlarından, Şeyh Muhammed Şefik Arvasi’den  teberrüken ilim icâzeti aldı. 1968 yılında ise, Diyanet İşleri Başkanlığınca İstanbul Merkez vaizliğine tayin edildi. Bu arada, İstanbul müftülüğü ile Yüksek İslam Enstitüsü’nde Tefsir dersleri vermeye başladı.  Yine aynı tarihlerde, günlük Bugün gazetesinde yazıları yayınlandı.

Aslen Bitlis’in Adilcevaz İlçesinin Koçeri (Bugünkü Erikbağı) Köyünden olup ailesi Kürtlerin Haydaran Aşiretinden gelmektedir. Babası Tahir Efendi (Vefatı:1927) Haydaran aşiretinin Asiyan kolundan, Annesi Hatun Hanım ise (vefatı: 1985) aynı aşiretin Marhuran kolundandır. Dedesi Ali Ağa Birinci Dünya Savaşı sırasında Kafkas Cephesinde şehit düşer. Cihan Harbi esnasında Rus ordularının Ermeni çeteleriyle birlikte Adilcevaz ve çevresine tasallutu dolayısıyle Tahir Efendi bir kısım akrabalarıyla birlikte memleketini terk eder ve Konya’nın Sarayönü kazasına gelip yerleşir.

Sadreddin Yüksel 1336/1920 tarihinde Sarayönü ilçesinde doğar. Doğumundan sonra ebeveyni tarafından Konya’nın merkezine, Şeyh Sadreddin Konevî  Camiine1 götürülür. Bu camide postnişîn olan bir şeyh tarafından kendisine ‘Sadreddin’ adı verilir. Kısa bir süre sonra, mütareke döneminin ardından memlekete, Koçeri köyüne dönülür. Aynı köyde, Hamidiye alayları paşalarından ve aynı aşiretten, ünlü Haydaranlı Kör Hüseyin Paşa da bulunuyordu. Ailesi, bu paşanın maiyyetinde bir aile, dolayısıyle Paşa’nın çocuklarıyla birlikte büyür. Henüz yedi yaşında iken babası Tahir Efendi hastalanarak Adilcevaz’ın Arin köyünde (bugünkü Göldüzü Köyü) genç yaşta vefat eder. Vasiyeti üzerine cenazesi Koçeri Köyünde defnedilir. Bir yıl sonra da -1928’de- Hüseyin Paşa namaz kılarken, kendisinin eski adamlarından ve Huyti Aşireti Reisi Hacı Musa Bey’in oğlu Medeni Bey tarafından öldürülünce aile himayesiz kalır. 11-12 yaşlarında okumak üzere ailesinden ayrılıp Kur’an-ı Kerîm’i hatmeder.

Bir medresede çeşitli Kürtçe kitaplar okuduktan sonra, Arapça tedrisata başlar. İlkin, Muş’un Bulanık ilçesinin Purkaşin Köyünde Molla Zübeyr’in yanında biraz sarf-nahiv okur. Sonra, Resulan Ve Koğak Köylerinde okumaya devam eder. 1934 yılında Bitlis’in Norşin Nahiyesine (bugünkü Güroymak İlçesi) gider. Burada, ünlü Kürd Nakşibendi-Halidî meşayihinden Şeyh Abdurrahman Et-Tahî’nin2 (Vefatı: 1304/1886) medresesine girer. Bu sırada, medrese, adı geçen Şeyh Abdurrahman Et-Tahî’nin torunu Şeyh Ma’sum (vefatı: 1971) tarafından idare edilmektedir. Bu medresede Şeyh Takiyuddin3 (Vefatı: 1968) ve Molla Abdülbâkî ‘nin4 yanında okur.

Daha sonra, Norşin Medresesine bağlı, Mutki’nin Ohin (Şimdiki Yukarı Koyunlu) Köyündeki medrese’ye giderek, burada, medresenin sahibi ve Şeyh Fethullah El-Verkanisî’nin5 (Vefatı: 1317/1899) oğlu Şeyh Alauddin Efendi6 (Vefatı: 1949) ve onun oğlu Mazhar7 (Vefatı: 1988) Efendi’nin yanında tedrisata devam eder. Ve Şeyh Alauddîn Efendi’den el alarak Nakşibendi tarikatına intisab eder. Daha sonra Baykan ilçesinin Havil köyüne gidip Molla Muhyiddin Efendi’nin8 (Vefatı: 1988) yanında tedrisatını tamamlar. Bundan sonra Norşin’e dönüp burada ders vermeyi, talebe yetiştirmeyi sürdürür. 1947 yılında Şam’a gitmek ister. Şeyh Ma’sum’un oğlu Şeyh Ma’şuk Efendi (Vefatı: 1975) ile Suriye’ye bir seyahatte bulunur. Burada, Şeyh Ma’şuk Efendi’nin9 şeyhi ve Şeyh Muhammed Ziyauddîn Efendi’nin10 hulefasından Şeyh Ahmed El-Haznevî’yi11 (Vefatı: 1950) ziyaret eder. O sırada Şam’da bulunan Şeyh Muhammed İsa’nın12 isteğiyle Şam’a gidip yerleşmek istese de Şeyh Ma’sum gitmesini istemediğinden vazgeçerek Norşinde medrese hocalığı yapmaya devam eder. Bu sıralarda, 1945 yılında Bediüzzamanla tanışıp mektuplaşmaya başlar. 1952 yılında ise birkaç kez bizzat Emirdağ’da kendisini ziyaret eder.

Şeyh Ma’sum Efendi onu kendisine damat olarak seçer. Ve 1951 yılında Şeyh Ma’sum’un kızı Sarete ile evlenir. 1955 yılında mecbur kaldığından askere gitmek durumunda kalır ve Menemen’de başladığı askerliğini Ankara’da tamamlar. Askerlik dolayısıyle Ankara’da iken, bazı subaylar kendisinden Arapça dersler alıp , yanında okurlar. Bunun yanısıra Diyanet Teşkilatı ile de irtibat sağlayıp, kendisine teşkilattan fetvalar sorulmaktadır. 1958 yılında, Ankara’da Müftülük imtihanına girer. O sırada Diyanet İşleri Reisi olan Eyüp Sabri Hayırlıoğlu tarafından imtihan edilir. Müftülük imtihanında birinci olarak Siirt’in Baykan ilçesi müftülüğüne tayin edilir. Aynı yıl Bediüzzaman’ın talimatıyla, İşaratu’l-İ’caz tefsirini yayına hazırlayıp bir takriz ile birlikte Ankara’da yayınlar. Fakat kısa bir süre sonra müftülük görevinden istifa edip Norşin’e dönüp ders vermeye devam eder. 1960 yılında, Muş’un Bulanık ilçesinin Neynik köyüne taşınıp burada fahri imamlık yapar. 1962 yılında ise yine Bulanık ilçesinin Liz Nahiyesine (bugünkü Erentepe beldesi) taşınarak burada da fahri imamlığa devam eder. 1963 yılında ise, İstanbul’a gelir. İstanbul ile memleketi arasında gidip gelir. Bu sırada, İstanbul’da neşredilen haftalık Yeni İstiklâl gazetesinde yazılar yazmaya başlar. 1964 yılında Diyanet İşleri Reisliği tarafından Kur’an-ı Kerim meâl ve tefsiri hazırlamakla görevlendirilir. Fakat bu proje sonradan yarım kalır. 1966 yılı sonunda ise, ailesini alarak İstanbul’a taşınır. Sultan Ahmed Camii imamı Merhum Gönenli Mehmed Efendi’nin (Vefatı:1991) kurslarında ve İsmail Ağa Kur’an Kursunda talebelere Arapça İslâmî ilimler okutur. Bu tarihlerde, Sultan Ahmed Camii eski imamlarından, Şeyh Muhammed Şefik Arvasi’den13 teberrüken ilim icâzeti almıştır14. 1968 yılında ise, Diyanet İşleri Başkanlığınca İstanbul Merkez vaizliğine tayin edilir. Bu arada, İstanbul müftülüğü ile Yüksek İslam Enstitüsü’nde Tefsir dersleri vermeye başlar. Bu sıralarda, günlük Bugün gazetesinde yazı yazmayı da sürdürür.

1972 yılında, evinde Risale-i Nur külliyatı bulundurmaktan takibata uğrayıp mahkemeye sevkedilir. 1975 yılında ise, o sırada İstanbul müftüsü olan Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı’nın kendisine olumsuz bir tavır takınmasından dolayı İstanbul merkez vâizliğinden istifa etmek durumunda kalır. Yeniden çok sevdiği tedrisata döner. 1996 yılında gözlerinde arız olan damar hastalığının artıp, tedrise engel olmasına kadar tedrisata devam eder. Bu dönemde, çeşitli usûl, fıkıh, tefsir, kelam, siyer ve mantık kitaplarıyla Sarf ve Nahiv kitapları okutur. Bunların yanısıra, Mevlâna Celâleddîn-i Rumi’nin Mesnevisi, Sa’di’nin Gülistan’ı, Molla Cami’nin Divânı ve Baharistan’ı, İbn Fârız Divânı, Hafız Divânı, Mevlâna Halid-i Bağdadî’nin Divânı, Birgivî’nin Tarikat-ı Muhammediye’si gibi önemli eserleri de okutur. Ayrıca, Bediüzzaman’ın, İşaratu’l-İ’caz Fi Mezani’l-İcâz adlı tefsiri, Mesnevi-yi Nuriye ve mantık üzerine yazdığı Kızıl İcâz adlı eserlerini de okutur.15 7 çocuk babası olup, Kürdçe ve Türkçenin yanısıra Arapça ve Farsça bilmekteydi. 13 Zilhicce 1425/25 Aralık 2004 Tarihinde bir Cumartesi günü sabah saat 10:30 civarında evinde vefat eder.

Eserleri

*Dinî Ve İlmî İncelemeler, 1969, Ötüken Yayınları, İstanbul

*Asrî Kâmus, Arapça-Türkçe Lügat, 1973,  Hilâl Yayınları, İstanbul

*İctihad-Taklid Ve Telfik Risalesi ( Muhammed Abduh, Reşid Rıza Ve Hayreddin Karaman’a Reddiye), 1975, Fazilet Neşriyat İstanbul

*Prof. Muhammed Hamidullah’ın İslâm Peygamberi ve Muhammed Resulullah Adlı Eserlerine Reddiye, 1975, Fazilet Neşriyat, İstanbul

*Mevlâna Halid-i Bağdâdî’nin Divanı Ve Şerhi, 1977, Sabah Kültür Yayınları, İstanbul

*İslâmî Araştırmalar, 1982 Tûba Yayınları, İstanbul

*İslâmî Açıdan Lâiklik, 1983, Tahran-İran

*Makaleler-I, 1985, Madve Yayınları, İstanbul

*Makaleler-II, 1987, Madve Yayınları, İstanbul,

*Günümüz Meselelerine Kur’an’dan Cevaplar, Makaleler-III, 1988, Madve Yayınları, İstanbul

*Makaleler-IV, 1990, Madve Yayınları, İstanbul.

*İslamî Araştırmalar, İkinci Baskı, 1992, Madve Yayınları, İstanbul

*Makaleler-V, 1993, Madve Yayınları, İstanbul

Arapça eserleri

*Şerhu’l-Elğâz, (Bahauddîn ‘Amilî’nin “Keşkul” adlı kitabındaki Lüğazlar üzerine Şerh), 1983, Şamil Yayınevi, İstanbul.

Risâletun Fi Şe’ni’l-Cum’ati, (Cum’a Namazı Üzerine) 1983, İstanbul.

*Haşiyetu ‘Ala Şarhi’s-Sudûr Fi Şerhi Hâli’l-Mevta Fi’l-Kubûr, (İmam Celaluddîn ‘Abdurrahman Es-Suyûtî’nin (Vefatı: 911/1505), Kabir Alemi ile alakalı kitabına Haşiye), 1985, Kahraman Yayınları, İstanbul

*Haşiye ‘Ala Tefsiri İşârâti’l-İ’caz Fi Mezani’l-İcâz (Bediüzzaman’ın İşaratu’l-İ’caz adlı Tefsirine Haşiye), 1988, Med-Zehra Yayınları, İstanbul

*Şerhu İsa Ğoci, (Molla Halil El-Es’ardî’nin (Vefatı: 1257/1841) İsa Goci adlı Mantık kitabına Şerh), 1988, Tebliğ Yayınları, İstanbul.

*Tahkîk Ve Haşiya ‘Ala Mecelleti’l-Ahkâmi’l-’Adliyye (Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’nin Arapça Nüshası üzerine Tahkik Ve Haşiyeler; Yayınlanmamıştır.)

*Haşiyetu ‘Ala Divâni İbn Fârid (İbn Farız Divanı’na Haşiye), yayınlanmamıştır.

*Ta’likât ‘Ala Haşiyeti Kızıl İcâz Fi ‘İlmi’l-Mantik (Bediüzzaman’ın Ahdarî’ye ait Süllem adlı manzum mantık kitabı üzerine  Kızıl İcâz adıyla yazıp yayınladığı, Haşiyesi üzerine geniş bir Ta’likat; Müfid Yüksel tarafından yayına hazırlanmış olup, yayınlanma aşamasındadır.)

Makalelerinin Yayınlandığı Gazeteler:

*Yeni İstiklâl (Haftalık Gazete, 1961-66 yılları arasında Mehmed Şevket Eygi Tarafından yayınlanmıştır.)

*Bugün (Günlük Gazete, 1966-1971 yılları arasında yayınlanmıştır.)

*Sabah (Günlük Gazete, 1981 yılına kadar yayınını sürdürmüştür.)

*Ufuk (Haftalık Gazete)

*Büyük Gazete (Haftalık, 1976-1980 yılları arasında Mehmet Şevket Eygi tarafından yayınlanmıştır.)

*Yeni Asya (Günlük Gazete)

*Millî Gazete

Aylık Dergiler:

*Hilâl (Salih Özcan Tarafından çıkarılan aylık Dergi.)

*İmza (1989-1994 yılları arasında yayınlanmıştır.)

Girişim vs.

Dipnotlar:

1– Şeyh Sadreddîn Konevî, aslen Malatyalı olup, Mecdüddîn İshak’ın oğludur. Muhtemelen 606/1209 tarihinde dünyaya gelmiştir. Babası, daha sonra Konya’ya yerleştiğinden, Konevî olarak anılmıştır. Mecdüddîn İshak Konya’ya Şeyh Muhiddin-i Arabî ve Şeyh Evhaduddîn-i Kirmani ile birlikte gelmiştir. Şeyh Muhyiddîn-i Arabî’nin yanında yetişmiş onun evlatlığı gibi olmuş. Şam’da da onunla birlikte olmuş. Bir rivayete göre, babasının vefatının ardından, Şeyh Muhyiddîn-i Arabî onun vâlidesini tezvic eylemiş, bu suretle üvey babası olmuştur. Muhyiddîn-i Arabî’nin vefatının (H. 1240) ardından Konya’ya dönmüş, bazı çağdaş yazarların iddialarının aksine Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî ile ilşkileri son derece iyi olmuştur. Mevlâna’dan sekiz ay sonra 16 Muharrem  673/1274 tarihinde Konya’da vefat etmiş olup, türbesi, Alaaddin Tepesinden Meram’a giden yol üzerinde kendi adıyla olan camiinin avlusundadır. Vahdet-i Vucûd ekolünün Muhyiddîn-i Arabî’den sonraki en önemli temsilcisi olup, birçok eseri vardır. Sadreddîn Konevî Camii 673 yılında türbesi ve kütüphanesi ile birlikte yaptırılmış olup, kütüphanesi de buraya vakfedilmiştir. Bu kütüphane binası bilahare yıkılmış olup, içindeki kitaplar Konya-Yusuf Ağa Kütüphanesi’ne nakledilmiştir. 673 tarihli inşa kitâbesi  giriş kapısının üzerinde halen mevcuttur. Bu cami ve türbe en son Sultan İkinci Abdülhamid döneminde, 1317/1899’da o sırada Konya valisi olan Sadrazam Avlonyalı Ferid Paşa tarafından, asıl mimarisine dokunulmadan esaslı bir tamir görmüştür. Buna dair tamir kitâbesi de yine giriş kapısının üzerinde yer almaktadır. Cami avlusunda, tefsir sahibi ünlü İmam Bağavî’nin de kabri yer almaktadır. Cami halen mamur olup ibadete açıktır.

2– Şeyh Abdurrahman Et-Tahî Bin Molla Mahmud, Kürdistan’daki Nakşibendî-Halidî meşayihinin ünlülerinden olup aslen, Şirvan kazasının Bervuj nahiyesinin Mâvît köyünde bulunan hüsamân aşiretine mensup olup, babası Molla Mahmud’un Bitlis’in Hizan kazasının Tah köyüne yerleşmesi dolayısıyle, Tahî nisbeti ile anılmıştır. Kuvvetli bir medrese tahsili gördükten sonra tasavvufa intisab etmiştir. Önceleri Kadirî-Rufa’î tarikatına intisab ederek, Şeyh Emin Şirvani’nin müridi olur. Ancak Şeyh Emin Şirvani bir süre sonra şeyhi olan ünlü Kerküklü Şeyh Abdurrahman Halis Et-Talebânî tarafından rededilince, bu şeyhi bırakarak, Kadirî şeyhlerinin büyük meşayihinden  Şeyh Nureddin El-Berifkânî’ye intisap eder. Daha sonra ise, Nakşibendi-Halidi tarikatına meylederek, bu tarikatın ünlü şeyhlerinden Şeyh Sibğatullah El-Arvasî’ye (Vefatı:1287/1870) intisab eder. Tah köyünde büyük bir medrese kurar. Bu sırada, Tah’a yakın Nors köyünden olan Bediüzzaman Said Nursi de bunun medresesinde tedrisata başlar. Sonraları ise şeyhinin işaretiyle Norşin’e giderek orada yerleşir ve tarikat faaliyeti ile birlikte medrese faaliyetini de burada sürdürür. 20 Rebi’ulevvel 1304/1886 tarihinde 75 yaşında olduğu halde Norşin’de vefat eder. Burada hususi türbesinde medfundur. Minah ve İşârât adlı eserleri basılmıştır. Arapça-Farsça Mektubatı ise basılmamıştır . 4  Zilhicce 1302 Tarihinde, Murat Nehri üzerinde üç gözlü kârgir bir köprü yaptırmasından dolayı İstanbul hükümeti tarafından kendisine Üçüncü Rütbeden bir kıt’a Mecîdî Nişânı verilmiştir. (BOA. İDH. 76124). 19 halifesi olup, en başta geleni şeyh Fethullah El-Verkanisî’dir.

(Vefatı: 1317/1899). Diğer Halifeleri ise şunlardır:

Şeyh Muhammed Samî El-Erzincanî (Erzincanlı olup, türbesi Erzincan’ın şehir merkezindedir. Hâce-i Ezircani lakabıyla anılmıştır.)

Şeyh İbrahîm El-Çokreşî (Erzurum Karayazı ilçesinin Çokreş köyündendir.)

Şeyh Mustafa El-Bidlisî (Şeyh Abdurrahman Et-Tahî’nin aynı zamanda kâtibi olup, kendi el yazısıyla bir mektubu özel kütüphanemizdedir. Bitlisli Şeyh  Seyyid Emin Efendi’nin torunu olan Şeyh Mustafa Efendi İstanbul’da vefat etmiş olup kabri, Eyüp sırtlarında Necip Fazıl’ın kabrinin yanıbaşındadır.)

Hacı Süleyman El-Bidlisî

Hacı Yusuf El-Bidlisî (Bajarî)

Şeyh Abdülhâdî El-İspahirtî (Hizan’ın Çerçah Köyünden)

Şeyh İbrahîm En-Neynikî (Muş-Bulanık’ın Neynik Köyü)

Es-Seyyid Tahir El-Abrî (Muş-Bulanık’ın Abri Köyü)

Molla Ahmed Ed-Dumlî Taşkesenî (Erzurum)

Molla Abdullah El-Hizânî (Hizan’ın Hurus Köyünden)

Şeyh Abdullah Subaşî  (Köse Halife, Norşinli)

Molla Reşîd Subaşî (Norşinli)

Es-Seyyid İbrahîm El-Es’ardî

Eş-Şeyh Abdülkahhar El-Es’ardî (Siirt-Kurtalan-Zokayd Köyünden)

Eş-Şeyh Abdülhakîm El-Fürsafî (Siirt, Şeyh Muhammed El-Hazîn’nin-Vefatı: 1308- yeğeni)

Şeyh Abdülkâdir El-Mollakendî (Muş-Bulanık Mollakend Köyünden)

Hacı Yusuf El-Koşkî (Erzurum-Hınıs Koşk Köyünden)

Şeyh Abdurrahman Et-Tahî’nin tarikat silsilesi Mevlâna Halid-i Bağdadî’ye şu şekilde ulaşır.

Mevlana Halid-i Bağdadî (Vefatı: 1242/1827)

Seyyid Taha En-Nehrî El-Hakkârî (Vefatı: 1269/1852)

Seyyid Sibğatullah El-Arvasî (Vefatı: 1287/1870)

Şeyh Abdurrahman Et-Tahî (Vefatı: 1304/1886)

3– Şeyh Takiyuddîn Efendi, Şeyh Abdurrahman Et-Tahî’nin oğlu ve Şeyh Fethullah El-Verkanisî’nin halifesi olan Şeyh Muhammed Ziyauddîn Efendi’nin (Vefatı: 17 Receb 1342/9 Şubat 1925) torunudur. Nakşibendi-Halidî halifeliğini dedesinin halifelerinden Karaköylü Şeyh Mahmud Efendi’den almıştır. Vefatı 1968 yılındadır. Kabri Norşin’de Türbenin yanındadır.

4– Norşin’de bulunan  Subaşı aşiretinden olup, vâlidesi tarafından Şeyh Abdurrahman Et-Tahî’nin torunudur. Babası Köse Halife lakaplı Şeyh Abdullah Efendi ise Şeyh Abdurrahman Et-Tahî’nin hulefasındandır. Medrese tahsilini Şeyh Muhammed Ziyauddin Efendi’nin yanında tamamlamış olup, tarikat icâzetini, Tah medresesinden beri medresenin müderrisi olan Kursincli Molla Muhammed Emin Efendi’den almıştır. (Molla Muhammed Emin Efendi, Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı’nda adı geçen Tah Medresesi müderrisi Mehmed Emin Efendi olup, Şeyh Abdurrahman Efendi’nin damadı da olmuştur. Tarikat hilâfetini Şeyh Muhammed Ziyauddin’den almıştır.’ Mela-yı Mazin “Büyük Molla” lakabıyla anılan, Mehmed Emin Efendi 1936 yılında vefat etmiş olup, kabri Norşinde Şeyh Abdurrahman Et-Tahînin türbesi yanındadır. Bilinen bir çok eseri varsa da basılmadığından zamanla kaybolmuştur.). Abdülbâkî Efendi 1972 yılında Norşin’de vefat etmiş olup, kabri de oradadır.

5– Şeyh Fethullah El-Verkanisî, aslen Baykan’ın Verkanis köyündendir. Şeyh Abdurrahman Et-Tahî’nin önde gelen halifesi ve damadıdır. Anılan tarihte vefat etmiş olup, türbesi Bitlis şehir merkezindedir. Çeşitli ilimlerde yed-i tula sahibi olup sadece tasavvufa ait, biri basılmış olan 30’u aşkın Arapça eseri vardır. Tasavvufa ait olan basılı eseri sonradan 1979 yılında Ahmet Şahin tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiş olup, Tasavvuf, Edep Ve Ahlâk Rehberi adıyla yayınlanmıştır..

6– Şeyh Alauddîn Efendi, adı geçen Şeyh Fethullah Efendi’nin oğlu olup, Şeyh Muhammed Ziyauddîn Efendi’nin halifelerindendir. Ohin köyünde yerleşmiş olup, buradaki medresesi bölgede şöhret bulmuştur. 1914’teki Molla Selim liderliğindeki Bitlis Hadisesi sırasında İstanbul hükümetine bağlı kaldığından  Sultan V. Mehmed Reşad tarafından kendisine Beşinci Rütbeden Mecidiye Nişanı verilmiştir. 1925’te Şeyh Said ayaklanması sonrasında Şeyh Masum ile birlikte İzmir’e sürgüne gönderilmiş 2 yıl sonra memleketine geri dönmüştür. 1930 yılındaki Zilan Deresi hadisesinden sonra ise, Şeyh Masum ile birlikte Gazianteb’e sürgün edilerek bir süre zorunlu ikâmete tabi tutulmuştur. 1949 yılında bu köyde vefat etmiş olup, mezarı buradadır. Babası gibi alim bir zat olup, çoğu fetva mecmuaları şeklinde 60 civarında Arapça ilmi eserin sahibidir.

7– Şeyh Mazhar Efendi, adı geçen Alauddin Efendi’nin oğlu olup, tarikat hilafetini babasının pirdaşı Karaköylü Şeyh Mahmud’tan almıştır. Çeşitli konularda yazdığı 40’a yakın Arapça eseri olup bunların en önemlisi, Nakşibendi tarikatı ve âdâbı üzerine yazdığı “En-Nehcetu’z-Zekiyye” adlı hacimli eseridir. Uzun zaman muammer olup 1988 yılında Ohin’de vefat etmiştir.

8– Molla Muhyiddîn Efendi, Baykan-Havilli olup, medrese tahsilini, Ohin ve Norşinde tamamlamıştır. Tarikat icâzeti Şeyh Muhammed Maşuk Efendi’dendir. Bölgenin en tanınmış ulemasından olup, fetva sahibi idi. 1988 yılında Havil’de vefat etmiş olup, çeşitli ilimlerde 100’e yakın basılmamış Arapça eseri mevcuttur.

9– Şeyh Muhammed Ma’şuk Efendi, Şeyh Ma’sum Efendi’nin oğlu olup, 1325/1906 yılında Norşin’de dünyaya gelmiştir. Medrese tahsili görmüş olup, uzun yıllar ders de vermiştir. Tarikat icâzetini Şeyh Muhammed Ziyauddîn Efendi’nin halifelerinden, Suriye-Hiznalı Şeyh Ahmed El-Haznevî’den almıştır. Birçok halifesi olup, 1975 Aralık ayında, 2. kez Hacc farizasını ifa ederken Mekke-i Mükerreme’de vefat etmiştir.

10– Şeyh Muhammed Ziyauddîn Efendi, Şeyh Abdurrahman Et-Tahî’nin oğlu ulup, 1272 tarihinde Hizan’da doğmuştur. Çok kuvvetli bir medrese tahsili vardır. Çok kimseye ilim icâzeti vermiştir. Bunlardan bazıları İstanbul’da şeyhülislâmlık arşivindedir. (Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı Uleması, 1996, Cilt 2, Shf. 99-100,427-430 )Tarikat icazetini babasının halifesi olan Şeyh Fethullah El-Verkanisî’den almıştır. Birinci Dünya savaşına Milis kuvvetlerinin başında katılmıştır. Savaş sırasında yaralanarak bir kolunu kaybetmiştir. Padişah Sultan V. Mehmed Reşad tarafından kendisine Beşinci Rütbeden  Mecidiye Nişanı ve ardından Gümüş Muharebe Liyakat Madalyası, protez bir kolla birlikte gönderilmiştir. Bu hususlardaki, padişah beratları özel kitaplığımızda mahfuzdur. 13 Ağustos 1335 (1919) Tarihinde, Mustafa Kemal tarafından bir mektup gönderilerek Sivas Kongresine davet edilmiş (Bkz. Nutuk, Vesikalar Bölümü, Vesika, 52), Ancak Mustafa Kemal’i benimsemediğinden bu daveti kabul etmemiştir. 17 Recep 1342/ 9 Şubat 1924 tarihinde vefat etmiş olup, babasının yanıbaşına defnedilmiştir. 15 Halifesi vardır.

11– Şeyh Ahmed El-Haznevî, Aslen Ağrı-Doğu Beyazid’li olup, Nusaybinde doğmuş, çeşitli yerlerde medrese tahsili gördükten sonra, Şeyh Abdurrahman Et-Tahî’nin halifelerinden Şeyh Abdülkâdir Hezanî’nin tarikat sohbetlerine katılır. Daha sonra ise Norşin’e gelerek Şeyh Muhammed Ziyauddîn Efendi’ye intisab ederek tarikat icâzetini ondan alıp, Kuzey Suriye’de Hizna köyüne yerleşip, burada medrese ve tarikat faaliyetlerini yürüttü. 1369/1950 yılında burada vefat etmiştir. Birçok halifesi olup, Bunların en önemlileri Şeyh Muhammed Ma’şuk ve Kasrikli Şeyh Abdülhakim Efendi’dir. (Şeyh Abdülhakim Efendi, aslen Baykan’ın Bilvanis-Kasrik köyünden olup, hayatının son yıllarında Adıyaman’ın Kahta ilçesinin Menzil köyüne yerleşmiştir. Vefatı 25 Mayıs 1972’dedir. 1993’te vefat eden Şeyh Muhammed Raşid Efendi’nin de babasıdır.)

12– Şeyh Muhammed İsa; Norşinli Şeyh Muhammed Ziyauddîn’in halifelerinden Varto-Karaköylü Şeyh Mahmud’un oğludur. Babasının Şeyh Said ayaklanmasına destek vermesinden dolayı, babası ile birlikte küçük yaşta Türkiye’yi terk ederek  Suriye’ye yerleşmiştir. Sonradan affa uğrasalar da, Suriye’de kalmışlardır. Şeyh Muhammed  İsa sonradan siyasete girip, Kürdistan Demokrat Partisi’nin kurucusu Molla Mustafa Barzanî ile ilişki kurmuş ve onun Suriye temsilcisi olmuştur. 1940’lı yılların sonunda Norşin’e gelerek Norşin Şeyhlerinden Barzanî hareketine destek aramışsa da, bu desteği bulamamıştır. 1970’li yılların sonunda ise siyasi faaliyetlerini bırakarak, dini tedrisat ve tarikat faaliyetlerine yönelmiştir. Şam’daki bir camide Şeyhlik ve imam-hatiplik yapmıştır. 1997 yılında ise Şam’da vefat etmiştir.

13– Şeyh Muhammed Şefik El-Arvasî; Arvasî  (Arvas, Van’ın Müküs-Bugünkü Bahçesaray- kazasının bir köyüdür) Seyyidlerinden olup, ünlü Şeyh Abdülhakim Arvasî’nin amcazâdesidir. Medrese tahsilini Norşin ve Ohinde yapmıştır. Norşin’de Şeyh Muhammed Ziyauddîn Efendi ve onun yeğeni  Sultan Veled’in (Vefatı:1936) yanında tahsil görmüş, sonra Ohin’de Şeyh Alauddîn Efendi’nin yanında tahsilini tamamlayarak icâzet almıştır. Tarikat icâzetini de yine Şeyh Alauddîn Efendi’den almıştır. Mütareke döneminde İstanbul’a gelerek  Seyyid Abdülkâdir’in kurduğu Kürd Teâli Cemiyeti’ne girmiştir. İstanbul’da iken Kürdçe Mevlid-i Şerifi Ahmed Kâmil Matbaası’nda bastırmıştır. Bunun yanısıra, Eyüp’teki Hüsrev Paşa Nakşibendi-Hâlidî tekkesinin son postnişîni olmuştur. Birara, memlekete dönmüşse de Şeyh Said ayaklanmasının ardından tekrar İstanbul’a sürgün olarak gönderilmiştir. Bediüzzaman’la da dostluk tesis etmiş olup, Denizli ve Afyon hapislerinde beraber bulunmuştur.

Bedüzzaman’ın bazı risalelerine takriz yazmış olup, bazı risalelerde kendisinden sözedilmektedir.  Sonradan Sultan Ahmed Camii’nin baş imamı ve hatibi olmuştur. 1967 yılına kadar bu vazifesini deruhde etmiştir. Hz. Peygamber’in (SAV) hutbelerini cem’eden “Divânu’l-Huteb” adlı Arapça eseri 1965 yılında İstanbul’da Sahhaf  Muzaffer Özak tarafından bastırılmıştır. 1969 yılında, yıllarca özlemini çektiği memleketine gitmiş, Norşin ve Ohin’i de ziyaret etmiştir. Bu seyahatten döndükten bir süre sonra 1970 Ocağında, Eyüp’teki tekkesinin bitişiğindeki evinde vefat ederek, Edirnekapı dışında Sakızağacı mezarlığında defnedilmiştir.

14– Bu icâzetnâmenin aslı özel arşivimizde mahfuzdur.

15– Okuttuğu bu derslerin kayıtları ses bandlarına alınmış olup, ses kayıtları talebelerinde mahfuzdur.

***

Sadreddin hoca hakka yürüdü

Medreselerin yetiştirdiği son devrin alimlerinden Sadreddin Yüksel dün sabah evinde vefat etti. Sadrettin Yüksel Hoca’nın cenazesi Fatih Camii’nde öğlen namazını müteakip kılınacak cenaze namazının ardından Edirnekapı Mezarlığı’nda toprağa verilecek.

İSTİHBARAT SERVİSİ / İSTANBUL
Medreselerde yetişen devrin son alimlerinden Sadreddin Yüksel hoca dün sabah saatlerinde Hakk’ın rahmetine kavuştu. 84 yaşında vefat eden Sadrettin hoca, bugün Fatih Camii’nde öğlen namazına müteakip kılınacak cenaze namazının ardından Edirnekapı Mezarlığı’nda oğlu Metin Yüksel’in yanında toprağa verilecek. Uzun süredin evinde hasta yatan Sadreddin Yüksel hocanın 84 yıllık ömrü insanlığa ve İslam’a yaptığı hizmetlerle dolu. Bitlis Adilcevaz ilçesinin Koçeri köyünden olan Sadrettin Yüksel hoca, 1920 yılında ailesinin göçettiği Konya Sarayönü’nde doğar. 11-12 yaşlarında okumak üzere ailesinden ayrılıp Kur’an-ı Kerîm’i hatmeder. Dönemin önemli din adamlarından eğitim alan Sadreddin hoca, 1947 yılında Şam’a gider, ancak Şeyh Ma’sum izin vermeyince Şam’dan geri döner.Yine aynı yıllarda dönemin önemli alimlerinden Bediüzzaman’la tanışıp mektuplaşır.

Şeyhinin damadı olur

Şeyh Ma’sum efendi onu kendisine damat olarak seçer. Ve 1951 yılında Şeyh Ma’sum’un kızı Sarete ile evlenir. 1955 yılında mecbur kaldığından askere gitmek durumunda kalır ve Menemen’de başladığı askerliğini Ankara’da tamamlar. Askerlik dolayısıyle Ankara’da iken, bazı subaylar kendisinden Arapça dersler alıp, yanında okurlar. 1958 yılında, Ankara’da müftülük imtihanına girer. Aynı yıl Bediüzzaman’ın talimatıyla, İşaratu’l-İ’caz tefsirini yayına hazırlayıp bir takriz ile birlikte Ankara’da yayınlar. Fakat kısa bir süre sonra müftülük görevinden istifa edip Norşin’e dönüp ders vermeye devam eder. 1960 yılında, Muş’un Bulanık ilçesinin Neynik köyüne taşınıp burada fahri imamlık yapar. 1966 yılı sonunda ise, ailesini alarak İstanbul’a taşınır. Sultan Ahmed Camii İmamı Merhum Gönenli Mehmed Efendi’nin (vefatı:1991) kurslarında ve İsmail Ağa Kur’an Kursu’nda talebelere Arapça islâmî ilimler okutur. Bu tarihlerde, Sultan Ahmed Camii eski imamlarından, Şeyh Muhammed Şefik Arvasi’den teberrüken ilim icâzeti almıştır. 1968 yılında ise, Diyanet İşleri Başkanlığı’nca İstanbul Merkez Vaizliği’ne tayin edilir. Bu arada, İstanbul Müftülüğü ile Yüksek İslam Enstitüsü’nde tefsir dersleri vermeye başlar. Bu sıralarda, günlük Bugün gazetesinde yazı yazmayı da sürdürür. 1972 yılında, evinde Risale-i Nur külliyatı bulundurmaktan takibata uğrayıp mahkemeye sevkedilir. 1996 yılında gözlerinde arız olan damar hastalığının artıp, tedrise engel olmasına kadar tedrisata devam eder. Bu dönemde, çeşitli usûl, fıkıh, tefsir, kelam, siyer ve mantık kitaplarıyla sarf ve nahiv kitapları okutur. 7 çocuk babası olup, Kürtçe ve Türkçenin yanısıra Arapça ve Farsça biliyordu.

Ömrünü İslam’a adayan Sadreddin hoca, birçok esere imza attı

  • Dini ve İlmî İncelemeler, 1969, Ötüken Yayınları, İstanbul
  • Asrî Kâmus, Arapça-Türkçe Lügat, 1973, Hilâl Yayınları, İstanbul
  • İctihad-Taklid ve Telfik Risalesi (Muhammed Abduh, Reşid Rıza ve Hayreddin Karaman’a Reddiye), 1975, Fazilet Neşriyat İstanbul
  • Prof. Muhammed Hamidullah’ın İslâm Peygamberi ve Muhammed Resulullah Adlı Eserlerine Reddiye, 1975, Fazilet Neşriyat, İstanbul
  • Mevlâna Halid-i Bağdâdî’nin Divanı ve Şerhi, 1977, Sabah Kültür Yayınları, İstanbul
  • İslâmî Araştırmalar, 1982 Tûba Yayınları, İstanbul
  • İslâmî Açıdan Lâiklik, 1983, Tahran-İran
  • Makaleler-I, 1985, Madve Yayınları, İstanbul
  • Makaleler-II, 1987, Madve Yayınları, İstanbul
  • Günümüz Meselelerine Kur’an’dan Cevaplar, Makaleler-III, 1988, Madve Yayınları, İstanbul
  • Makaleler-IV, 1990, Madve Yayınları, İstanbul
  • İslamî Araştırmalar, İkinci Baskı, 1992, Madve Yayınları, İstanbul
  • Makaleler-V, 1993, Madve Yayınları, İstanbul

Arapça Eserleri:

  • Şerhu’l-Elğâz, (Bahauddîn Amilî’nin Keşkul adlı kitabındaki leğazlar üzerine şerh), 1983, Şamil Yayınevi, İstanbul
  • Risâletun Fi Şe’ni’l-Cum’ati, (Cum’a Namazı Üzerine) 1983, İstanbul
  • Haşiyetu ‘Ala Şarhi’s-Sudûr Fi Şerhi Hâli’l-Mevta Fi’l-Kubûr, (İmam Celaluddîn ‘Abdurrahman es-Suyûtî’nin -vefatı: 911/1505- Kabir Alemi ile alakalı kitabına haşiye), 1985, Kahraman Yayınları, İstanbul
  • Haşiye ‘Ala Tefsiri İşârâti’l-İ’caz fi Mezani’l-İcâz (Bediüzzaman’ın İşaratu’l-İ’caz adlı tefsirine haşiye), 1988, Med-Zehra Yayınları, İstanbul
  • Şerhu İsa Ğoci, (Molla Halil el-Es’ardî’nin -vefatı: 1257/1841- İsa Goci adlı mantık kitabına şerh), 1988, Tebliğ Yayınları, İstanbul
  • Haşiyetu ‘Ala Divâni İbn Fârid (İbn Farız Divanı’na haşiye), yayınlanmamıştır.
  • Ta’likât ‘Ala Haşiyeti Kızıl İcâz Fi ‘İlmi’l-Mantık (Bediüzzaman’ın Ahdarî’ye ait Süllem adlı manzum mantık kitabı üzerine Kızıl İcâz adıyla yazıp yayınladığı, haşiyesi üzerine geniş bir Ta’likat; Müfid Yüksel tarafından yayına hazırlanmış olup, yayınlanma aşamasındadır.)

***

Ömrünü İslâm’a vakfeden insan: SADREDDİN YÜKSEL

Milli Gazete
28 Aralik 2004
http://www.milligazete.com.tr/28122004/toplum.htm

 

Sadreddin Yüksel, 1920 tarihinde Sarayönü ilçesinde doğar. Doğumundan sonra ebeveyni tarafından Konya’nın merkezine, Şeyh Sadreddin Konevî Camii’ne götürülür. Bu camide postnişîn olan bir şeyh tarafından kendisine ‘Sadreddin’ adı verilir.

Aslen Bitlis’in Adilcevaz İlçesinin Koçeri (Bugünkü Erikbağı) Köyünden olup ailesi Kürtlerin Haydaran aşiretinden gelmektedir. Babası Tahir Efendi (Vefatı: 1927) Haydaran aşiretinin Asiyan kolundan, Annesi Hatun Hanım ise (vefatı: 1985) aynı aşiretin Marhuran kolundandır. Dedesi Ali Ağa Birinci Dünya Savaşı sırasında Kafkas Cephesinde şehit düşer. Cihan Harbi esnasında Rus ordularının Ermeni çeteleriyle birlikte Adilcevaz ve çevresine tasallutu dolayısıyle Tahir Efendi bir kısım akrabalarıyla birlikte memleketini terk eder ve Konya’nın Sarayönü kazasına gelip yerleşir.

Sadreddin Yüksel 1336/1920 tarihinde Sarayönü ilçesinde doğar. Doğumundan sonra ebeveyni tarafından Konya’nın merkezine, Şeyh Sadreddin Konevî Camii’ne götürülür. Bu camide postnişîn olan bir şeyh tarafından kendisine ‘Sadreddin’ adı verilir. Kısa bir süre sonra, mütareke döneminin ardından memlekete, Koçeri köyüne dönülür. Aynı köyde, Hamidiye alayları paşalarından ve aynı aşiretten, ünlü Haydaranlı Kör Hüseyin Paşa da bulunuyordu. Ailesi, bu paşanın maiyyetinde bir aile, dolayısıyle Paşa’nın çocuklarıyla birlikte büyür. Henüz yedi yaşında iken babası Tahir Efendi hastalanarak Adilcevaz’ın Arin köyünde (bugünkü Göldüzü Köyü) genç yaşta vefat eder. Vasiyeti üzerine cenazesi Koçeri Köyünde defnedilir. Bir yıl sonra da -1928’de- Hüseyin Paşa namaz kılarken, kendisinin eski adamlarından ve Huyti Aşireti Reisi Hacı Musa Bey’in oğlu Medeni Bey tarafından öldürülünce aile himayesiz kalır. 11-12 yaşlarında okumak üzere ailesinden ayrılıp Kur’an-ı Kerîm’i hatmeder. Bir medresede çeşitli Kürtçe kitaplar okuduktan sonra, Arapça tedrisata başlar. İlkin, Muş’un Bulanık ilçesinin Purkaşin Köyünde Molla Zübeyr’in yanında biraz sarf-nahiv okur. Sonra, Resulan Ve Koğak Köylerinde okumaya devam eder. 1934 yılında Bitlis’in Norşin Nahiyesine (bugünkü Güroymak İlçesi) gider. Burada, ünlü Kürt Nakşibendi-Halidî meşayihinden Şeyh Abdurrahman Et-Tahî’nin (Vefatı: 1304/1886) medresesine girer. Bu sırada, medrese, adı geçen Şeyh Abdurrahman Et-Tahî’nin torunu Şeyh Ma’sum (vefatı: 1971) tarafından idare edilmektedir. Bu medresede Şeyh Takiyuddin (Vefatı: 1968) ve Molla Abdülbâkî’nin yanında okur.

Daha sonra, Norşin Medresesine bağlı, Mutki’nin Ohin (Şimdiki Yukarı Koyunlu) Köyündeki medreseye giderek, burada, medresenin sahibi ve Şeyh Fethullah El-Verkanisî’nin (Vefatı:1317/1899) oğlu Şeyh Alauddin Efendi (Vefatı:1949) ve onun oğlu Mazhar (Vefatı:1988) Efendi’nin yanında tedrisata devam eder. Ve Şeyh Alauddîn Efendi’den el alarak Nakşibendi tarikatına intisab eder. Daha sonra Baykan ilçesinin Havil köyüne gidip Molla Muhyiddin Efendi’nin (Vefatı:1988) yanında tedrisatını tamamlar. Bundan sonra Norşin’e dönüp burada ders vermeyi, talebe yetiştirmeyi sürdürür. 1947 yılında Şam’a gitmek ister. Şeyh Ma’sum’un oğlu Şeyh Ma’şuk Efendi (Vefatı:1975) ile Suriye’ye bir seyahatte bulunur. Burada, Şeyh Ma’şuk Efendi’nin şeyhi ve Şeyh Muhammed Ziyauddîn Efendi’nin hulefasından Şeyh Ahmed El-Haznevî’yi (Vefatı:1950) ziyaret eder. O sırada Şam’da bulunan Şeyh Muhammed İsa’nın isteğiyle Şam’a gidip yerleşmek istese de Şeyh Ma’sum gitmesini istemediğinden vazgeçerek Norşinde medrese hocalığı yapmaya devam eder. Bu sıralarda, 1945 yılında Bediüzzamanla tanışıp mektuplaşmaya başlar. 1952 yılında ise birkaç kez bizzat Emirdağ’da kendisini ziyaret eder.

Şeyh Ma’sum Efendi onu kendisine damat olarak seçer. Ve 1951 yılında Şeyh Ma’sum’un kızı Sarete ile evlenir. 1955 yılında mecbur kaldığından askere gitmek durumunda kalır ve Menemen’de başladığı askerliğini Ankara’da tamamlar. Askerlik dolayısıyle Ankara’da iken, bazı subaylar kendisinden Arapça dersler alıp, yanında okurlar.

Bunun yanısıra Diyanet Teşkilatı ile de irtibat sağlayıp, kendisine teşkilattan fetvalar sorulmaktadır. 1958 yılında, Ankara’da Müftülük imtihanına girer. O sırada Diyanet İşleri Reisi olan Eyüp Sabri Hayırlıoğlu tarafından imtihan edilir. Müftülük imtihanında birinci olarak Siirt’in Baykan ilçesi müftülüğüne tayin edilir. Aynı yıl Bediüzzaman’ın talimatıyla, İşaratu’l-İ’caz tefsirini yayına hazırlayıp bir takriz ile birlikte Ankara’da yayınlar. Fakat kısa bir süre sonra müftülük görevinden istifa edip Norşin’e dönüp ders vermeye devam eder. 1960 yılında, Muş’un Bulanık ilçesinin Neynik köyüne taşınıp burada fahri imamlık yapar.

1961 yılında Adalet Partisi’nden Muş milletvekili adayı olsa da, seçimdeki milli bakiye sistemi yüzünden seçimi kazanamaz. 1962 yılında ise yine Bulanık ilçesinin Liz Nahiyesine (bugünkü Erentepe beldesi) taşınarak burada da fahri imamlığa devam eder. 1963 yılında ise, İstanbul’a gelir. İstanbul ile memleketi arasında gidip gelir. Bu sırada, İstanbul’da neşredilen haftalık Yeni İstiklâl gazetesinde yazılar yazmaya başlar. 1964 yılında Diyanet İşleri Reisliği tarafından Kur’an-ı Kerim meâl ve tefsiri hazırlamakla görevlendirilir. Fakat bu proje sonradan yarım kalır. 1966 yılı sonunda ise, ailesini alarak İstanbul’a taşınır. Sultan Ahmed Camii imamı Merhum Gönenli Mehmed Efendi’nin (Vefatı:1991) kurslarında ve İsmail Ağa Kur’an Kursunda talebelere Arapça İslâmî ilimler okutur. Bu tarihlerde, Sultan Ahmed Camii eski imamlarından, Şeyh Muhammed Şefik Arvasi’den teberrüken ilim icâzeti almıştır. 1968 yılında ise, Diyanet İşleri Başkanlığınca İstanbul Merkez vaizliğine tayin edilir. Bu arada, İstanbul müftülüğü ile Yüksek İslam Enstitüsü’nde Tefsir dersleri vermeye başlar. Bu sıralarda, günlük Bugün gazetesinde yazı yazmayı da sürdürür. 1972 yılında, evinde Risale-i Nur külliyatı bulundurmaktan takibata uğrayıp mahkemeye sevkedilir. 1975 yılında ise, o sırada İstanbul müftüsü olan Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı’nın kendisine düşmanca bir tavır takınmasından dolayı İstanbul merkez vâizliğinden istifa etmek zorunda kalır. Yeniden tedrisata döner. 1996 yılında gözlerinde arız olan damar hastalığının artıp, tedrise engel olmasına kadar tedrisata devam eder. Bu dönemde, çeşitli usûl, fıkıh, tefsir, kelam, siyer ve mantık kitaplarıyla Sarf ve Nahiv kitapları okutur. Bunların yanısıra, Mevlâna Celâleddîn-i Rumi’nin Mesnevisi, Sa’di’nin Gülistan’ı, Molla Cami’nin Divânı ve Baharistan’ı, İbn Fârız Divânı, Hafız Divânı, Mevlâna Halid-i Bağdadî’nin Divânı, Birgivî’nin Tarikat-ı Muhammediye’si gibi önemli eserleri de okutur. Ayrıca, Bediüzzaman’ın, İşaratu’l-İ’caz Fi Mezani’l-İcâz adlı tefsiri, Mesnevi-yi Nuriye ve mantık üzerine yazdığı Kızıl İcâz adlı eserlerini de okutur. 7 çocuk babası olup, Kürtçe ve Türkçe’nin yanısıra Arapça ve Farsça biliyordu.

Eserleri:

Dinî Ve İlmî İncelemeler, 1969, Ötüken Yayınları, İstanbul / Asrî Kâmus, Arapça-Türkçe Lügat, 1973, Hilâl Yayınları, İstanbul / İctihad-Taklid Ve Telfik Risalesi ( Muhammed Abduh, Reşid Rıza Ve Hayreddin Karaman’a Reddiye), 1975, Fazilet Neşriyat İstanbul / Prof. Muhammed Hamidullah’ın İslâm Peygamberi ve Muhammed Resulullah Adlı Eserlerine Reddiye, 1975, Fazilet Neşriyat, İstanbul / Mevlâna Halid-i Bağdâdî’nin Divanı Ve Şerhi, 1977, Sabah Kültür Yayınları, İstanbul / İslâmî Araştırmalar, 1982 Tûba Yayınları, İstanbul / İslâmî Açıdan Lâiklik, 1983, Tahran-İran / Makaleler-I, 1985, Madve Yayınları, İstanbul / Makaleler-II, 1987, Madve Yayınları, İstanbul, / Günümüz Meselelerine Kur’an’dan Cevaplar, Makaleler-III, 1988, Madve Yayınları, İstanbul / Makaleler-IV, 1990, Madve Yayınları, İstanbul / İslamî Araştırmalar, İkinci Baskı, 1992, Madve Yayınları, İstanbul / Makaleler-V, 1993, Madve Yayınları, İstanbul

Arapça Eserleri:

Şerhu’l-Elğâz, (Bahauddîn Amilî’nin Keşkul adlı kitabındaki Leğazlar üzerine Şerh), 1983, Şamil Yayınevi, İstanbul / Risâletun Fi Şe’ni’l-Cum’ati, (Cum’a Namazı Üzerine) 1983, İstanbul / Haşiyetu ‘Ala Şarhi’s-Sudûr Fi Şerhi Hâli’l-Mevta Fi’l-Kubûr, (İmam Celaluddîn ‘Abdurrahman Es-Suyûtî’nin (Vefatı:911/1505), Kabir Alemi ile alakalı kitabına Haşiye), 1985, Kahraman Yayınları, İstanbul / Haşiye ‘Ala Tefsiri İşârâti’l-İ’caz Fi Mezani’l-İcâz (Bediüzzaman’ın İşaratu’l-İ’caz adlı Tefsirine Haşiye), 1988, Med-Zehra Yayınları, İstanbul / Şerhu İsa Ğoci, (Molla Halil El-Es’ardî’nin (Vefatı:1257/1841) İsa Goci adlı Mantık kitabına Şerh), 1988, Tebliğ Yayınları, İstanbul / Haşiyetu ‘Ala Divâni İbn Fârid (İbn Farız Divanı’na Haşiye), yayınlanmamıştır. / Ta’likât ‘Ala Haşiyeti Kızıl İcâz Fi ‘İlmi’l-Mantik (Bediüzzaman’ın Ahdarî’ye ait Süllem adlı manzum mantık kitabı üzerine Kızıl İcâz adıyla yazıp yayınladığı, Haşiyesi üzerine geniş bir Ta’likat; Müfid Yüksel tarafından yayına hazırlanmış olup, yayınlanma aşamasındadır)

Makalelerinin Yayınlandığı Gazeteler:

Yeni İstiklâl (Haftalık Gazete, 1961-66 yılları arasında Mehmed Şevket Eygi tarafından yayınlanmıştır.) / Bugün (Günlük Gazete, 1966-1971 yılları arasında yayınlanmıştır) / Sabah (Günlük Gazete, 1981 yılına kadar yayınını sürdürmüştür.) / Ufuk (Haftalık Gazete) / Büyük Gazete (Haftalık, 1976-1980 yılları arasında Mehmet Şevket Eygi tarafından yayınlanmıştır) / Yeni Asya (Günlük Gazete) /Millî Gazete

Aylık Dergiler:

Hilâl (Salih Özcan Tarafından çıkarılan aylık Dergi)

İmza (1989-1994 yılları arasında yayınlanmıştır)

Girişim vs.

***

Hep, ‘Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibidir!’ deriz de…

Islamic Republic of Iran Broadcasting
28.12.04
Selahaddin Çakırgil
http://www.irib.ir/worldservice/turkishRADIO/siasi/yuksel_ve fat.htm

 

‘Sadreddîn Yüksel’ hocamızın dünyamızdan ayrıldığına, can emanetini ‘Sahib’ine biraz önce iade ettiğine dair haberi, çilekeş ve sabırlı ‘derin eylem ve kalem adamı’ Bahauddin Yıldız kardeşim, bir SMS mesajıyla 25 Aralık günü bildirdiğinde, Almanya’da saat 13.00 idi.. Bir taraftan, ‘İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn..’ (Biz Allah’tan geldik ve yine O’na dönücüyüz..) mealindeki âyeti okurken; diğer taraftan da dalıp gittim, geçmişe..

Sadreddin Hoca’yı 1970’lerde, Fatih Camii’ndeki derslerinde dinlerdim, ama, şahsen tanışıklığımız sözkonusu değildi.. Biraz Risale-i Nûr uslûbunu andıran kürdçe- farsça- arabça -türkçe karması bir dille konuşurdu; ama, yine de anlaşılır ve dahası, söyledikleriyle, farklılığını hemen fark ettirirdi.. Hemen herkesçe ilk planda fark edilen iki özelliği, ömür boyu süren sakalsızlığı ve derin fıkıh bilgisi idi.. Kalbinin, İslamî değerlere göre bir dünya kurulması idealiyle attığı hissedilebilirdi..

1972’lerde, B. Sabah gazetesinde günlük yazılar yazmaktayken, birgün, gazetenin yönetiminde sözsahibi olan bir Hoca, 50-60 daktilo sahifesiyle yazılmış bir yazıyı getirerek, yayına hazırlamam ricasında bulundu..Yazı, Sadreddin Yüksel Hoca’nındı.. Ve (merhûm) Muhammed Hamidullah’ın bazı kitablarını eleştirmek için kaleme alınmıştı.. Eleştirilerin pek çoğu, mantıken iyi yakalanmış noktalara dayanıyordu.. Ancak, Hoca, eleştirilerini yaparken, medreselerden kazandığı klasik tartışma uslûbunun tesiriyle, Hamidullah’ı aşağılayıcı o kadar ağır ifadeler kullanıyordu ki, bunların yayınlanması, o makûl, mantıkî eleştirilerin de seviyesini alıp götürebilirdi.. Bu yüzden, o metni bana veren Hoca’ya, ‘Bunu yayına hazırlamamın mümkün olmadığını’ söyledim. Ancak, ‘istediğin gibi tasarrufta bulunabileceğim’ bildiriliyordu. Ben yine de ihtiyatlı idim; ‘Ya, yarınlarda bana, ‘sen ne hakla böyle tasarruflarda bulundun?’ dese, ne derim?’ diye.. Ama, öyle bir itirazın sözkonusu olmayacağı ve olsa bile, benim sorumlu olmayacağım belirtilince, sözkonusu eleştiri metnini yayına hazırladım..

Yazı, 3 gün yayınlanmıştı ki, Hoca, gazeteye gelmiş, yayını durdurtmuş ve o düzeltmeyi yapanın kim olduğunu sormuş.. Bana haber verdiler, ‘Ben size baştan söylemiştim, ben Hoca’nın karşısına çıkmam, her ne dese, hakkıdır..’ deyip görüşmedim.. Sonra, Hoca, kendi metnini genişi çapta, ama bizzat gözden geçirip, kendi tasarruflarıyla düzelterek, -ki, doğru olan da o idi..- yayınlattı..

Aradan 5 yıl geçtikten sonra, Hoca’ya yakînen tanıştık, aramızda bir ünsiyet ve ülfet hâsıl oldu. Bu meseleyi hatırlatıp, hakkını helâl etmesini söylediğimde ‘Senin olduğunu söyleselerdi, dokunmazdım..’ diye iltifatlarda bulunmuştu. Sadreddin Hoca’nın vefatını haber aldığımda, o ilk gıyabî karşılaşmayı hatırladım, hemen..

Ve sonra, aklıma, rahmetli oğlu Metin Yüksel geldi.. Rahmetli Metin, ele-avuca sığmaz aktivitesinden dolayı, bizim kendi aramızda, sevgiyle, ‘Deli Metin’ diye andığımız bir kardeşimizdi.. Birgün, ‘Ülkücü’ denilen kesimden bir grup gelmişti bir gün, yanıma.. Metin’e arka çıkmamam gerektiğini hatırlatıyorlardı.. Gerekçeleri de, onun ‘komünist’ olabileceği idi. ‘Deliliniz nedir?’ diye sorduğumda, ‘Geçen hafta, Ankara- Demetevler’de, bizim arkadaşların kontrolündeki Şentepe semtine güpe-gündüz daldı. Öyle bir silah kullanıyordu ki, ancak, komünistler öyle silah kullanabilir..’ demişlerdi.. (12 Eylûl öncesinde şehirlerin, mahallelerin ‘Komünist, Ülkücü ve Akıncı gibi ideolojik gruplar elinde kurtarılmış bölgeler halinde taksim edildiğini bilmeyenler, bu anlattıklarımın ne mânaya geldiğini anlamakta zorlanabilirler..) İstanbul’un özellikle Fatih bölgesi de, genel olarak ‘Deli Metin’den sorulurdu..

Metin’e yakıştırdığımız bu ‘delilik’ lakabını rahmetli hoca da, sevecenlikle, ‘bizim deloğlan..’ diye tekrarlardı, bazen.. 1978-79’larda, haftalık Tevhîd dergisini çıkardığımız dönemde, Metin de sık sık gelir ve ne zaman namaza duracak olsak, hemen o da katılırdı.. Bir gün, kendisine, ‘Metin, ne o, ‘bizim abdestimiz sürekli olarak alınmıştır!’ mı diyorsun?’ diye takıldığımda, ‘Âbi, birgün bir kurşunla gideceğiz, onun için, hep hazırlıklı olmalıyım..’ demişti.. Öyle de oldu.. Şubat-79’un son haftasında, soğuk mu soğuk bir Cum’a günü, Lâleli’nin arka sokaklarında bulunan dergi bürosunda, arkadaşların hazırladığı çorbayı, içimizi de ısıtmak için içmeye hazırlanıyorduk ki, Metin’in Fatih Camii’nden çıkışta öldürüldüğü haberi gelivermişti..

Biz, ‘Haber Sadreddin Hoca’ya nasıl verilecek?’ diye düşünürken, o, haberi almıştı bile ve doğruca eve gelmiş ve merdivenlerden çıkarken, hanımına, -metanetini yitirmeden, soğukkanlılık içinde- ‘Yahu hatun, Metin’i vurdular, inşallah şehîd oldu..’ diye, bizzat vermişti, haberi..

Hoca için, herhalde, Metin’in öldürülmesinden daha hafif olmayan yıkıcı husus ise, Metin’in âbisi Edib’in durumuydu.. Edîb’in, itiqadî konularda yaptığı bazı değerlendirmeleri esas alarak; belki biraz da baba olmanın sorumluluk duygusu ve insanın çok sevdiğini daha zor bağışladığı ve daha haşin tepki vermesinin neticesinde, onu ‘mürted’ ilân eden ağır bir yazı yayınlamışıtı.. Edîb de babasına, aynı ağırlıkta cevab vermek istemiş, ama, bunun doğru olmayacağını hatırlatıp yayınlanmamasını sağlamıştık.. Ama, Edîb, daha sonra, -bana göre de- frensiz ve yanlış olan daha başka adımlar attı ve bazı internet yazışmalarından anladığım kadariyle, hâlâ da, o yolda yürüyor; Amerika’da..

Sadreddin Hoca, o temiz ve saf karakterli ‘kürd âlimi’ özelliğiyle hep dikkati çekerdi. İtimad ettiklerine, ‘Sizin İslamî hassasiyetinize güveniyorum, yapmak istedikleriniz konusunda, rahatça gelip, danışabilirsiniz..’ der ve hatta, bu itimada dayalı olarak, aynı konuda farklı ve çelişkili gibi gözüken ‘fetvâ’ları ile karşılaşıldığında, o, bunu, hükümleri ve genel prensipleri uygulamaya koyacak kişilerin kimliğine göre ortaya çıkan bir yansıma farklılığı olarak izah ederdi..

Hoca, has bir kumaştandı.. 12 Eylûl 80 Askerî Darbesi’yle fizikî görüşmemiz kesilmişti; ama, kalbî bağımız ve haberleşmemiz dolaylı yollarla sürmüştü..

‘İran- Irak Savaşı’ sırasında, Suûd rejiminin Saddam’a verdiği olanca desteğe İslamî kılıflar geçirmesi karşısında, Hoca da biraz duraklamış ve ziyaretine giden arkadaşlara, ‘Hz. Ali – Muaviye arasında cereyan eden Sıffîyn Savaşı sırasında, sahabelerden bir kısmının Hz. Ali, bir kısmının ise karşı tarafta yer aldıklarını ve üçüncü bir kısmının da, şaşkınlık içinde, savaş alanından savuşup gittiklerini’ hatırlatıp, ‘Ben de galiba, bugün, o üçüncü grubun durumundayım..’ diyecek bir noktaya gelmişti.. Onun gibi, inkılabçı tavır ve görüşleriyle temayüz etmiş bir kimsenin bile 1985’lerde böyle bir sendeleme geçirmesi, inkılabçı gençleri de epeyce etkilemişti..

Hoca’nın, son yıllarda, yaşlılığın bütün elverişsizlikleriyle karşılaştığı haberlerini alıyordum. Geçen Haziran’da görüştüğümüz Mehmed Güney kardeşimiz, Hoca da gündeme gelince, durumunu ve çok zor şartlar altında bulunduğunu hüzünle anlatmıştı..

‘Âlimin ölümü, âlemin ölümüdür..’ şeklinde ve Hz. Peygamber (S)’e nisbet olunan bir rivayeti tekrarlarız sık sık, ama, nice ‘hayır ve ilimsever ve de İslamî eğilimi güçlü kabul edilen şehsiyetler’, Hoca’yı o çok zor geçen son demlerinde hatırlamışlar mıydı?

Özellikle, fıqhî hükümlerin hikmetini kavratmak ve hayatın inandığımız değerlere göre şekillendirilmesi konusunda 1960’lardan beri oldukça etkili bir hizmeti olan ve şer’î sorumluluğunu müdrik olan bir müslüman âlim, dünyadan çok mazlûm bir şekilde ayrıldı.. İnşallah, bu mazlûmiyeti de sermaye olarak karşısına çıkacaktır..

Merhûm Sadreddin Yüksel Hoca’mızın değerler sistemini kabullenen yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı diliyorum. Allah rahmet eyleye..

e-mail: cakirgil@yahoo.de

***

Sadrettin Yuksel Dualarla Uğurlandı

Risale-inur.org
30 Aralık 2004
http://www.risale-inur.org/modules.php?name=News&file=ar ticle&sid=138

Ömrünü Kur’an hizmetine adayan ve binlerce talebe yetiştiren İslam alimi Sadrettin Yüksel, önceki gün evinde vefat etti. 84 yaşında vefat eden Yüksel’in cenaze namazına binlerce seveni katıldı. Aslen Bitlisli olan Sadrettin Yüksel, 1920 yılında Konya’da dünyaya geldi.

11 yaşında medresede eğitime başlayan Yüksel, memuriyet hayatına Siirt’in Baykan ilçesinde müftü olarak başladı. Yüksel, müftülüğü sırasında Bediüzzaman’ın talimatıyla, İşaratu’l-İ’caz tefsirini yayına hazırlayıp bir takriz ile birlikte Ankara’da yayınlattı. Yüksel, daha sonra müftülük görevinden istifa edip Norşin’e dönüp ders vermeye devam eder. 1964 yılında Diyanet tarafından Kur’an-ı Kerim meâl ve tefsiri hazırlamakla görevlendirilir. Fakat bu proje sonradan yarım kalır. 1966 yılı sonunda ise ailesiyle birlikte İstanbul’a taşınır. Sultanahmet Camii imamı merhum Gönenli Mehmed Efendi’nin kurslarında ve İsmail Ağa Kur’an Kursu’nda talebelere Arapça İslâmî ilimler okutur. 1968 yılında ise Diyanet tarafından İstanbul merkez vaizliğine atanır. 1972 yılında, evinde Risale-i Nur Külliyatı bulundurmaktan takibata uğrar. 1975 yılında İstanbul merkez vaizliğinden istifa etmek zorunda kalır. 7 çocuk babası olan Yüksel, Kürtçe ve Türkçenin yanı sıra Arapça ve Farsça biliyordu. 84 yaşında vefat eden Yüksel’in medrese eğitiminde önemli bir yeri vardı. Uzun süredir evinde hasta yatan Yüksel’in cenazesi, 23 Şubat 1979’da Fatih Akıncılar Derneği başkanlığını yürütürken Fatih Camii avlusunda vurularak hayatını kaybeden oğlu Metin Yüksel ile aynı camiden kaldırıldı. Yüksel, halen ABD’de yaşayan ve Kur’an-ı Kerim’i 19 rakamına bağlı mucizelerle açıklamaya çalışan Edip Yüksel’in de babasıydı. Baba Yüksel’in, Kur’an-ı Kerim’e olan yaklaşımı ve hadisleri hafife alan açıklamaları nedeniyle uzun süreden beri oğluyla arasının açık olduğu belirtildi.

27.12.2004
Mükremin Albayrak
İstanbul
www.zaman.com.tr

***

SADREDDİN HOCA DUALARLA UĞURLANDI

Insani Yardım Vakfı

http://www.ihh.org/modules.php?name=News&file=article&am p;sid=1143

 

Ömrünü Kur’an hizmetine adayan ve binlerce talebe yetiştiren İslam alimi Sadrettin Yüksel, önceki gün evinde vefat etti. 84 yaşında vefat eden Yüksel’in cenaze namazına binlerce seveni katıldı. Aslen Bitlisli olan Sadrettin Yüksel,

1920 yılında Konya’da dünyaya geldi. 11 yaşında medresede eğitime başlayan Yüksel, memuriyet hayatına Siirt’in Baykan ilçesinde müftü olarak başladı. Yüksel, müftülüğü sırasında Bediüzzaman’ın talimatıyla, İşaratu’l-İ’caz tefsirini yayına hazırlayıp bir takriz ile birlikte Ankara’da yayınlattı. Yüksel, daha sonra müftülük görevinden istifa edip Norşin’e dönüp ders vermeye devam eder.

1964 yılında Diyanet tarafından Kur’an-ı Kerim meâl ve tefsiri hazırlamakla görevlendirilir. Fakat bu proje sonradan yarım kalır. 1966 yılı sonunda ise ailesiyle birlikte İstanbul’a taşınır. Sultanahmet Camii imamı merhum Gönenli Mehmed Efendi’nin kurslarında ve İsmail Ağa Kur’an Kursu’nda talebelere Arapça İslâmî ilimler okutur. 1968 yılında ise Diyanet tarafından İstanbul merkez vaizliğine atanır. 1972 yılında, evinde Risale-i Nur Külliyatı bulundurmaktan takibata uğrar. 1975 yılında İstanbul merkez vaizliğinden istifa etmek zorunda kalır.

7 çocuk babası olan Yüksel, Kürtçe ve Türkçenin yanı sıra Arapça ve Farsça biliyordu. 84 yaşında vefat eden Yüksel’in medrese eğitiminde önemli bir yeri vardı. Uzun süredir evinde hasta yatan Yüksel’in cenazesi, 23 Şubat 1979’da Fatih Akıncılar Derneği başkanlığını yürütürken Fatih Camii avlusunda vurularak hayatını kaybeden oğlu Metin Yüksel ile aynı camiden kaldırıldı.

Yüksel, halen ABD’de yaşayan ve Kur’an-ı Kerim’i 19 rakamına bağlı mucizelerle açıklamaya çalışan Edip Yüksel’in de babasıydı. Baba Yüksel’in, Kur’an-ı Kerim’e olan yaklaşımı ve hadisleri hafife alan açıklamaları nedeniyle uzun süreden beri oğluyla arasının açık olduğu belirtildi.

***

Mizan
28 Aralık 2004
http://www.mizan.de/modules.php?name=News&file=article&a mp;sid=652&mode=thread&order=0&thold=0

Kürdistan’ın medreselerinde yetişmiş, atalar dinine karşı mücadele vermiş, egemen sisteme karşı memuriyet ve Cuma namazı gibi fetvaları ile ön kazanmış, Şehid Metin Yüksel’in babası alim Molla Sadreddin Yüksel vefat etti.

Bitlis’e bağlı Nurşin’de tanınan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Yüksel, medrese eğitimi sırasında, zekası ve sorgulayıcı kişiliği ile dikkat çekti. Kürdistan’da egemen gelenekçi tasavvuf anlayışını sorguladı. Bu nedenle akrabası olan şeyhlerle ciddi münazara ve münakaşalar yaşadı.

İstanbul’un Fatih ilçesine taşındıktan sonra da, ders vermeye devam etti. Bu arada ilmi çalışmalarını sürdürdü. Çeşitli kitap ve makaleleri yayınlandı.

1979 yılında Fatih Camii çıkışında şehid edilen Metin Yüksel’in haberini aldığında gösterdiği metanet ve verdiği mesajlarla Müslümanlar nezdinde saygınlığı daha da arttı.

12 Eylül darbecilerinin, memurlara baskı ile yemin metni imzalatmaları üzerine, bu metni imzalamanın İslam’a aykırı olduğu fetvası ile dikkat çekmişti. Yine Türkiye koşullarında Cuma namazının kılınamayacağına dair fetvası da yıllarca gündemde kalmıştı.

Kendi zamanı ve koşulları içinde hayırlı çabaları olan Molla Sadreddin Yüksel’in yetiştirdiği çocukları Metin, Edip, Süreyya, Nedim ve Müfit Türkiyeli Müslümanlarca tanınmaktadır.

Molla Sadreddin’e Allah’tan rahmet diliyor, ailesi ve Müslümanlara sabırlar diliyoruz. (Mizanhaber)

***

İslam âlimi Yüksel dualarla uğurlandı

Zaman
27 Aralık 2004
http://www.zaman.com.tr/?hn=125488&bl=haberler&trh=2 0041227
Ömrünü Kur’an hizmetine adayan ve binlerce talebe yetiştiren İslam alimi Sadrettin Yüksel, önceki gün evinde vefat etti. 84 yaşında vefat eden Yüksel’in cenaze namazına binlerce seveni katıldı. Aslen Bitlisli olan Sadrettin Yüksel, 1920 yılında Konya’da dünyaya geldi.

11 yaşında medresede eğitime başlayan Yüksel, memuriyet hayatına Siirt’in Baykan ilçesinde müftü olarak başladı. Yüksel, müftülüğü sırasında Bediüzzaman’ın talimatıyla, İşaratu’l-İ’caz tefsirini yayına hazırlayıp bir takriz ile birlikte Ankara’da yayınlattı. Yüksel, daha sonra müftülük görevinden istifa edip Norşin’e dönüp ders vermeye devam eder. 1964 yılında Diyanet tarafından Kur’an-ı Kerim meâl ve tefsiri hazırlamakla görevlendirilir. Fakat bu proje sonradan yarım kalır. 1966 yılı sonunda ise ailesiyle birlikte İstanbul’a taşınır. Sultanahmet Camii imamı merhum Gönenli Mehmed Efendi’nin kurslarında ve İsmail Ağa Kur’an Kursu’nda talebelere Arapça İslâmî ilimler okutur. 1968 yılında ise Diyanet tarafından İstanbul merkez vaizliğine atanır. 1972 yılında, evinde Risale-i Nur Külliyatı bulundurmaktan takibata uğrar. 1975 yılında İstanbul merkez vaizliğinden istifa etmek zorunda kalır. 7 çocuk babası olan Yüksel, Kürtçe ve Türkçenin yanı sıra Arapça ve Farsça biliyordu. 84 yaşında vefat eden Yüksel’in medrese eğitiminde önemli bir yeri vardı. Uzun süredir evinde hasta yatan Yüksel’in cenazesi, 23 Şubat 1979’da Fatih Akıncılar Derneği başkanlığını yürütürken Fatih Camii avlusunda vurularak hayatını kaybeden oğlu Metin Yüksel ile aynı camiden kaldırıldı. Yüksel, halen ABD’de yaşayan ve Kur’an-ı Kerim’i 19 rakamına bağlı mucizelerle açıklamaya çalışan Edip Yüksel’in de babasıydı. Baba Yüksel’in, Kur’an-ı Kerim’e olan yaklaşımı ve hadisleri hafife alan açıklamaları nedeniyle uzun süreden beri oğluyla arasının açık olduğu belirtildi.

27.12.2004
Mükremin Albayrak
İstanbul

***

Manevra alanı daraltılmış âlimlerimiz

Vakit

30 Aralik 2004
http://www.vakit.com.tr/detail.aspx?id=11923

Abdullah Büyük

“Bir toplumun kaderi, o toplum içindeki muttaki, cesur ve gerçek mânâda Allah’tan korkan, dolayısıyla salih insan özelliğine sahip olan âlimlerin etkinliğine bağlıdır. Eğer, bir cemiyet içinde kötülüğü ve bâtılı ortadan kaldırıp, onun yerine hakkı ve adaleti tesis etmeye gücü kuvveti yetecek sayıda salih kişi bulunursa, genel azap, bir ıslah, bir tedavi fırsatı tanımak için, o cemiyetten kaldırılır. Yok eğer, salih insanlar böyle bir girişim için yeterli sayıda değilseler ve toplum-cemiyet böyle salih kişilere müsamaha etmiyor ve onların ıslah girişimlerine izin vermiyorsa, o zaman topluluk kendi azabını, kendi helâkini hazırlamış demektir.”

Ali, Tefhimü’l Kur’an’ın 2/401’de bulunan yukarıdaki tespiti arkadaşlarına anlatıyordu. Büyük bir dikkat ve samimiyetle dinlenen bu kısa konuşma, yakın zamanda Hakk’ın rahmetine kavuşmuş büyük âlimlerimizden Sadreddin Yüksel Hocamızın vefatı üzerine yapılıyordu.

Bilhassa Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan “insanlar öldüklerinde değerlenir” mantığı, günümüzde her zaman yaşadığımız bir hâldir. Sağlıklarında kendilerine istenilen yakınlığı, irtibatı kuramadığımız için Allah erleri nice salih kullar, vefatlarında en üst seviyede yâd edilmeye çalışılır.

İşte; Ali, meselenin can damarına basmış olmalı ki, konuşmasının devamında:

“Eğer bir toplum ulemadan, salih insanlardan, fıkıh hocalarından uzak kalarak bir hayat sürerse, başlarına gelecek üç büyük belâya hazır olmalıdır. Bunlardan birincisi; kazançlarından, ücretlerinden bereketin kaldırılmış olmasıdır. İkinci belâ ise; o cemiyetin, o toplumun başına zulmeden idarecilerin geçmiş olmasıdır ve nihayet sonuncusu ise, o cemiyet insanının imanını kaybetmiş olduğu halde dünyadan ayrılmış olmasıdır. Halbuki dünyaya gelen her insan ezanla karşılanır ve dünyadan ayrılırken de tevhidle, yani ‘La ilâhe illallah’ ile uğurlanır. Karşılanma ve uğurlanma merasimlerinde başrol yine âlimlerin, hocalarındır. Yeryüzü coğrafyasında ne yazık ki sınırları daraltılmış bir din ve buna paralel olarak manevra alanları daraltılmış âlimlerimiz vardır. Adeta eli kolu bağlı âlimlerimiz.”

Konuşmaya devam ederken; Veli, “Özür diliyorum. Ali abi, ne olursun son cümleyi biraz açar mısın?” diye söze karışınca, Ali kaldığı yerden devam etti:

“Bugün Allah’ın dini üzerinde konuşan, yorum yapan, karar veren nice insanlar vardır. Ben sadece bunların ikisi üzerinde durmak istiyorum. Bunların birincisi hakiki âlimlerdir. Öğrendiklerini ihlasla yaşayan ve yaşatma mücadelesi veren, olgun ve dolgun insanlardır. İkinci zümre ise, malumat sahibi olanlar. Yani birkaç tefsir, birkaç fıkıh, birkaç hadis kitabı okuyarak öğrendiklerini harman yaparak konuşan ve yazan insanlar. Böyle insanlar çoğaldı ve dinde zikzaklar da çoğaldı. Tıpkı İsrailoğullarının başına gelen ‘Dinlerini karıştırıp içinden çıkılmaz hale getirdiler’ (En’am Sûresi/137) hastalığı. Buna paralellik arz eden bir başka âyet ise, yine aynı sûrenin 82. âyetidir: İnanıp da imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar… İşte güven onlarındır. Doğru yolda olanlar da onlardır.”

28 Şubat süreci, bizlere çok şeyleri öğretti. Sahte ve gerçekleri de kısmen öğrendik. Din üzerinde kişisel kanaatlerini bir âyetmiş veya hadismiş gibi anlatanlara şahit olduk. Şimdi bir örnek daha verelim ve konunun üzerinde düşünelim: Yeryüzü coğrafyasında özet olarak beş âlem vardır. Bunlar:

1. İnsanlar âlemi. 2. Hadisler-olaylar âlemi. 3. Sistemler-rejimler âlemi. 4. Fikirler âlemi. 5. Ve eşyalar âlemidir. Bu beş âlem üzerinde yapılan yorumların, hükümlerin, kararların verilmesi halinde hangisinin doğru ve hangisinin yanlış olduğunu kim ortaya koyacaktır? Kitab’ın ve Sünnet’in yanlış dediği, birilerinin kararında, yorumunda, fikrinde doğru olarak kamuoyuna dillendiriliyorsa, bunu söyleyene fikrinin, kararının yanlış olduğunu kim söyleyecek? İşte sıkıntı burada. Yaklaşık bir asırdır uygulanan yanlış ve bâtıl usûl budur. Bunun için, ‘sınırları daraltılmış bir din ve manevra alanı da daraltılmış âlimler’ ifadesini kullanmak zorunda kalıyoruz. Bunun acı neticesi, haram ile helalin, doğru ile yanlışın birbirine karışmış olmasıdır. İşte bu ürpertici gidişatı gören ve bilen Molla Sadreddin Yüksel Hocamız, gidişatın sıkıntısını içinde tutarak ve “Ağzım kurusun yok musun Ey adl-i İlâhi” dercesine Hakk’a kavuşmuştur. Gittiği yer inşallah cennet bahçesi olmuştur.

Not: 1.1.2005 Cumartesi Aksaray’da, Akim-Der’in organizesi ile akşam 19.00’da bir konferans programı vardır. 2.1.2005 Pazar günü akşam 19.00’da ise Mersin-Erdemli’de “Erdemli Düğün Salonu”nda konferans vardır. Her iki belde halkımız programlara davetlidir.

[Updated on: Thu, 30 December 2004 14:38]

 

 

Share