Fethullah Gülen’in Şirk ve
Cehalet içeren Sözleri
Değerli Edip Hocam, … Sizler gibi sadece Kur’an diyenlerdenim. Yazılarınızı ve fırsat buldukça yorumlarınızı da özenle okumaktayım. Özellikle Fethullah Gülen hakkında yazdığınız yazılara gelen itirazlara yani diğer Sünni müşriklerin cenahının Arapça olarak mugalata ve cerbezeyle konuyu sulandırdıkları, başka mecralara çektiklerini, böylece vermek istediğiniz asil ve asil mesajınızın bertaraf edilmeye çalışıldığını maalesef görmekteyim, özellikle Murat Er denen kişiye hak ettiği cevapların verilmesinin zamanının geldiğini düşünüyorum. Elimde Fethullah Gülen’in tam bir Sünni müşrik olduğuna dair kendi kitaplarından deliller var. Bu Gülen denen adam Muhammed Peygamber’in ruhaniyetinin kendi cemaatinin okullarını, öğrenci evlerini ve hatta sohbetlerini ziyaret ettiğini söyleyen ve cemaatindeki şuursuz mukallitler tarafından da aynen söylendiği gibi inanılan, böylece yemek yenilen masada bir sandalye bos bırakılır, hatta oraya yemek dahi konur, sözde Muhammed Peygamber o masalarda yemek yiyor. Sohbetlerinde bir yer bos bırakılır ki Muhammed Peygamber gelip oraya otursun diye… Onların evlerini, kurumlarını ziyaret ediyor. Kur’an’a göre kesinlikle ölen Isa Peygamberin geri geleceğini, hasılı mehdi-Mesih inançlarının hepsi mevcut ve bunlara gerçekten iman etmişlerdir.
Berlin’den selamlar, muhabbetler…
1-2. BÖLÜMLER
FETHULLAH GÜLEN’in KİTAPLARINDAKİ SAPIKLIKLAR 1
“Ruhanilerin görmesi, cisimlenmesi” hurafesi. (s.21)
Ruhanîlerin Görmesi
Ruhanî kendi çerçevesi dahilinde pek çok şeyi müşahede edebilir. Ruhanilerin cismaniyete ait şeyleri görmeleri, onlar için zahmetsiz sıkıntısız bir şekilde gerçekleşebilir. Bazen ALLAH onlara, mükâfat-ı cismaniye de verir. Ancak bu, hiçbir zaman hulûl ve ittihad şeklinde gerçekleşmez. Bu ruhun, cismaniyetle iç içe münasebeti şeklinde tecelli eder. Dolayısıyla ruh-cesed beraber olarak kendilerine ait şeyleri müşahede ederler. Siz, bir dürbünle dağları gördüğünüz, daha hassas bir dürbünle yıldızları müşahede ettiğiniz gibi, ruhlar da, cismaniyete ait şeyleri böyle çeşitli dürbünler kullanarak, cismanîlerin görme ve duyma buudları içerisinde müşahede ederler.
[Fasıldan Fasıla 1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 21]
Ruhların tekrar cisimleşebileceği iddiası (s.23)
Ruh ve Cesed
Madde ile kayıtlı olmayan ruhlar, dünyadaki cesetlerine benzer misalî cesedleriyle tekrar görülebilirler. Bunun sayısız denecek kadar misalleri vardır.
[Fasıldan Fasıla 1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 23]
Veli dediği üç kişiyi nebi ile karşılaştırma hurafesi. (s.24)
Velinin bütün hayat boyu varacağı yere, nebi daha doğduğunda varmıştır. Mevlâna, Muhyiddin-i Arabî ve “80 küsur senelik hayatımda dünya zevki namına birşey tatmadım” diyen Bediüzzaman da buna dahil… Onlar bayraklarını nereye götürüp dikerlerse diksinler, orada Nebinin sesini-soluğunu duyarlar.
[Fasıldan Fasıla 1, M. Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 24]
Bişr-i Hafî ve köpekler hurafesi. (s.24)
Bişr-i Hafî’ye Saygı
Bişr-i Hafî’nin vefat ettiği gün, Bağdat’ın köpekleri sokaklara pislemeye başlamışlar. Bunu gören ehlullahtan biri, “Eyvah, Bişr-i Hafî vefat etti” diye irkilmiş. Zira, Bişr-i Hafî devamlı yalınayak gezermiş. Bundan dolayı köpekler de ona olan saygılarından orta yere pislemezlermiş. Bu bir menkıbe, aslına değil, faslına bakılmalı.!
[Fasıldan Fasıla 1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 24]
Veli ve keramet hurafeleri. (s.25)
Velâyet ve Keramet
Velâyetin ilk basamaklarında çok keramet görülür. Bunlar, şekerleme nevinden, veli namzedinin aşkını, şevkini artırmak içindir. Ama, evliyanın en mükemmelini temsil eden sahabe-i kiramda o kadar çok keramet yoktur. Çünkü onlar, yollarını ve istikametlerini bulmuşlardır ve şekerlemeye de ihtiyaçları yoktur.
[Fasıldan Fasıla 1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 25]
Velide hızır makamı yalanı. (s.25)
Hızıriyeti Temsil
Bazı veliler Makam-ı Hızıriyeti temsil ettiklerinden, uğradıkları yer yeşerir. Bediüzzaman da bu makamı temsil etmişse gezdiği yerler yeşerecektir. Bugün Türkiye’de hizmet adına birtakım yerlerdeki yeşillik bundandır. Buna Almanya, Rusya, Kosturma da dahil edilebilir. Onun geçtiği başka yerler de vakti geldiğinde mutlaka yeşerecektir.
[Fasıldan Fasıla 1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 25]
ALLAH’a ulaştıran aşk yolu yalanı. (s.26)
İnsanı Cenab-ı Hakk’a ulaştıran yollardan biri de “Aşk”tır. Aşk, beş duyunun dışında cereyan eden bir vak’adır. Aşk yolu, caziptir çekicidir. Bu yola girip de dönen olmamıştır. Bunun için, aşktan çok misal verilmiştir. Bir kere, aşk yolunda mahbûbda kusur aranmaz. Sonra aşkla ulaşılan cezbe gider ilâhî incizaba dayanır. Derken kul bir hamlede ALLAH’a ulaşır. Yaşadığımız devir arızalı bir devirdir. “ALLAH” deyip de burnunun kemikleri sızlayan insan, ne kadar da az..!
[Fasıldan Fasıla 1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 26]
Peygamberimize mesnedsiz bir iftira. (s.27)
İnsan-ı kâmil mertebesi ile ecel arasında bir ilişki vardır. O mertebenin sahibi, o makama gelmeden ölmez. Efendimiz, vefatından evvel “ALLAHümme Refika’l-A’la” diyerek adımını atmış ve yükselişini devam etmiştir. Zaten Rubûbiyet ile ubûdiyet birbiriyle ayrılmaz bir bütünlük arzeder. Ubûdiyyet dairesi, bütünüyle Rubûbiyet dairesi hesabına çalışır.
[Fasıldan Fasıla 1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 27]
Peygamberize yapılan büyük iftira. (s.27)
Soru: Muhyiddin ibn-i Arabî, “Hatemü’l-Enbiya’nın nuru Hâtemü’l-Evliya’nın nurundan istimdad eder” der. Bu, nasıl izah edilebilir?
Cevap: Çok su götürür bu soru ile alâkalı şimdilik şu kadarı yeter. Şöyle ki: Bu gibi zatlar, seyr-i sülûk ile ulaştıkları mertebelerde kendi nurlarını müşahede ediyorlar. Tabiî, kendi nurları kendilerine daha yakın, Efendimiz’in nuru da uzak bulunduğundan, kendi nurlarından gözleri kamaşıyor ve Sema-i Risâletin Kamer-i Münir’i olan Efendimiz’in nuru kendi çerçevesiyle görülemeyebiliyor. Bunu güneşten daha büyük oldukları halde, bu’dümüzün zulmetlerinden ötürü küçük gördüğümüz dev güneşlerle misallendirebiliriz. Ayrıca, bu zatlar söylediklerini bir sekir halinde de söylemiş olabilirler.
[Fasıldan Fasıla 1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 27]
Seyr ü sülûkun tanımı adı altında Yüce Rabbe mesnedsiz hakaretleri. (s.28)
Seyr ü sülûkun üç mertebesi vardır: Seyr ilâllah, Seyr fillah, Seyr minALLAH ve billah.
“Seyr ilâllah”, ALLAH’a doğru seyretme ma’nâsındadır ve Seyr ü sülûkun ilk mertebesidir. Fakat onun da kendi içinde mertebeleri vardır: İlme’l-yakin, ayne’l-yakin, hakka’l-yakin’in mertebeleri gibi…
“Seyr fillah”, ALLAH’da seyretme demektir. Bu, insanın her an O’nunla olması, O’nun esmâ ve sıfât dairesinde dolaşması, isim ve sıfatlarının tecellileriyle baş başa kalması demekdir ki, bir ma’nada sâlik, bu makamda tamamen ALLAH’ta fanî olur ve fenâfillah’ı ihraz eder.
Üçüncü mertebe ise, “Seyr minALLAH”dır. Sâlikin seyrini tamamladıktan sonra, varlığın özüyle alâkalı gördüğü bütün göz kamaştırıcı, baş döndürücü güzelliklere rağmen, insanlar arasına döner. Bu dönüş gördüklerini, tattıklarını bildirmek için dönüştür ve halk içinde Hakk’la beraber olma halidir.
Bu mertebelere nâil olanların hali, peygamberlerin Cenab-ı Hakk’ın muhtelif isimlerine mazhar olmaları haline benzer. En iyisi de, insanın bu mazhariyet ve bu hallerini bilmemesidir. Eğer biliyorsa, istidraç olmaması için duâ etmeli ve gizlemeye çalışmalıdır.
[Fasıldan Fasıla 1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 28]
Fethullah, ALLAH’ın tasarruf yetkisini şeyhlere veriyor. (s.37-38)
Soru: Gavs, Kutup, Üçler-Yediler-Kırklar diye bilinen veliler, bütün İslâm ülkelerine mi dağılmıştır? Yoksa Türkiye’de ayrı, Mısır’da ayrı mıdır?
Cevap: Belki ALLAH (cc)’ın velileri dört bir tarafa dağılmıştır. Ancak “iki imam” dediğimiz zatlar, her zaman bulunabilir ama, Gavs her zaman olmayabilir.
Ayrıca her Kutup, Gavs değildir. Bir ölçüde kutbiyet, gavsiyetin hasse-i lazimesidir. Ve bunlar vefat edince ALLAH’ın izniyle vesayetleri devam eder. Yani tasarrufları, bir rahmet bulutu gibi üzerimizde tüllenir durur. İmam Rabbanî, A. Kadir-i Geylanî, Şeyhu’l-Harranî ve Bediüzzaman gibi zatları bunlardan sayabiliriz.
[Fasıldan Fasıla 1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 37-38]
Mantıksız bir soruya, deli saçması bir cevap. (s.38)
Soru: Evliyaullah birbirini tanırlar mı?
Cevap: Kutbiyet ve gavsiyet mertebesine gelenler tanıyabilir. Diğer evliyâ ise tanıyabilirler de tanımayabilirler de. Çünkü onlar temsil ettikleri ve zıllinde seyrettikleri makamlarla vardırlar. Böyle her zaman kendileri olamadıklarından, zaman zaman zılliyet ile aslı birbirine karıştırılabilir. Mesela, Hz. İlyas (as)’ın makamı, Hz. Mesih’in makamı, Muhammedî Makam gibi makamları (sav) tefrik edemeyenler, hatta, zıll ile aslı karıştırıp, bu Hz. Hızır’dır bu Hz. Mesih’tir… falan diyebilirler. Halbuki o bildiğimiz velidir ama, belli bir ismin gölgesinde seyrettiği için, halk onu o makamın asıl sahibi zanneder. Bu çok dakik bir mevzudur. En büyük velide bile bazen böyle durumlarda iltibaslar görülebilir. Bazen birisi, yaptığı irşad ve hizmetlerle makam-ı Mehdiyetin cüz’î bir hassasını temsil ederken, hüşyar fakat, ihatasız ruhlar da bu şahsa Mehdi derler. Halbuki bilmiyorlar ki o zat, büyük bir hakikatin sadece bir zıllini temsil ediyor. Onun içindir ki; bu türlü televvünat esnasında her zaman ifrattan sakınmalı; zira, ifrat edilirse mesul olunur. Evet, veli de olsa mesul olur.
[Fasıldan Fasıla 1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 38]
Fethullah, Asfiya kullara gayb alemini seyrettiriyor. (s.40)
İşte Asfiyâ da, Hakk’a karşı böyle bir rasat kabiliyet ve imkânıyla serfirazdır. Sizin en pes dediğiniz şeylerde bile onlar Hakk’ın tecellilerini görürler. Bunlarda ilk mevhibe, cebrîdir de, ama sonra inkişafla, iradeleriyle de Halık’a açılırlar. Hakka açık olunca, mülk âlemini seyrettikleri gibi, melekut âlemini de her zaman temâşâ edebilirler. Bu müşahede ve seziş firasetten farklı bir şeydir. Zira, ferasete bazen tecrübe ile ulaşılabilir.
[Fasıldan Fasıla 1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 40]
Gavs-Azam adını kullanarak Sünnetullah Şeriatını hiçe sayıyor. (s.45)
Halk, yevm-i şek şüphesi içinde. Sonra “gidin, falanın bugün doğan bebeğine bakın. Eğer süt emmiyorsa Ramazandır, emiyorsa değildir” diyorlar. Tam o esnada Gavs-ı Azam’ın annesi de oğlu süt emmiyor diye ağlıyormuş. Hali görünce, “ana ağlama, bugün Ramazan; oğlun onun için süt emmiyor” diyorlar. Bunlar Cenab-ı Hakk’ın husûsî atayasına mazhar kimselerdir.
[Fasıldan Fasıla 1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 45]
Şerefli Rasûle, Hz. Osman’a ve Hz. Ali’ye çirkin iftiralar. (s.50-51)
Hz. Osman, âsîler tarafından muhasara altına alındığında, Asiler kendisine su bile vermediler. Sinesinden yediği hançerle kanının, okumakta olduğu Kur’ân’ın “Onlara karşı ALLAH sana yeter” ayetinin üzerine damlayacağı günün sabahında o hulasa olarak şöyle diyordu:
“Bu gece rüyamda Efendimiz’i (sav) gördüm. Bana, “Osman, seni susuz mu bıraktılar?”, “Evet yâ RasûlALLAH” dedim. Bana bir kova su getirdi; kanıncaya kadar içtim ve şu anda kanımda, hala içtiğim suyun dolaştığını hissediyor gibiyim. Sonra bana, “Osman, seni muhasara mı ettiler?” dedi. “Evet, yâ RasûlALLAH” cevabını verdim. ALLAH Rasûlü (sav), o arada turfanda hurma istedi. Yanında Ebû Bekir ve Ömer vardı. Bana, “Yâ Osman, bizimle mi iftar etmek istersin, yoksa aile efradınla mı?” diye sordu. “Sizinle, yâ RasûlALLAH” dedim.”
Akşama çıkmadan şehit olacağını bilen Hz. Osman, hiç bir zaaf eseri göstermeden, tam bir teslimiyet ve tevekkül içinde başına gelecekleri inşirah içinde karşılayıvermişti.
Hz. Ali, mihrapta yiyeceği hançerle şehâdet şerbetini içeceği sabah namazına çıkarken, etrafında dolaşan tavukları kovalayan çocuklarına, “Bırakın, onlar babanızın yasını tutuyorlar” dediği nakledilir.
[Fasıldan Fasıla 1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 50-51]
Fethullah, Said Nursî’yi kutsallaştırıyor. (s.60)
Mürşid bu düşünce ve amel ufkunu -ALLAH’ın inayetiyle- yakalayabilirse, ALLAH (cc) da, onun birini bin eder, gönlünü ilham kaynağı yapar. Bir avuç kor olan mahiyetini, okyanusları söndürecek derecede genişletir. İşte kendinden evvel de yüzlercesi gibi Bediüzzaman! Altı aylık tahsil hayatına deryaları sığdıran insan.
[Fasıldan Fasıla 1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 60]
Kur’an’a uymayan bir hikaye. (s.162)
Bir gün Hz. Muaviye’yi şeytan namaza kaldırır. Hz. Muaviye şaşkınlıkla neden kaldırıldığını sorar: Şeytan ona şu ibretâmiz cevabı verir: “Ben şeytanım. Geçen gün birisi sabah namazını kaçırdı. Kalktığında öyle bir “of” etti ki, onun nedameti yüzü suyu hürmetine ALLAH pek çok kimseyi bağışladı. Seninki de öyle olur diye korktum ve onun için seni namaza kaldırdım.”
[Fasıldan Fasıla1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 162]
Fethullah’in tavsiye ettiği şirk dolu kitaplar. (s.182)
1- Halkadan Parıltılar – Necip Fazıl Kısakürek
2- Tezkiretü’l-Evliya – Feridüddin Attar
3- Nefahatü’l-Üns – Molla Cami
4- Tabakatü’l-Kübra – İmam Şa’rani
5- Mektubat – İmam Rabbani
6- Kûtul-Kulub – Ebu Talip Mekkî
7- İhyâ – İmam Gazali
[Fasıldan Fasıla 1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 182]
Hz.Ali’yi ebced-cifirci yapma sapıklığı. (s.186)
Soru: Kur’ân-ı Kerim’den tefe’ül edip, ebcedini hesaplamak caiz midir?
Cevap: Caiz değildir, hattâ yerine göre büyük bir vezir de sayılabilir. Taşköprülüzade’nin “Mevzûatü’l-Ulûm” adlı eserinin “Cifr” maddesinde şöyle denmektedir: “Ebced, bu ümmetin başında Hz. Ali’ye verilmiş. Sonra da Ehl-i Beyt’ten gelen bir zat bunu bilecek.” Bu açıdan, mülhemûndan olmayanların ebced hesaplarına girmemeleri gerekir. Yoksa, günah işlemiş olabilirler. Ama, ölüm ve doğum tarihlerine ebced düşürmede mahzur yoktur.
Ebcedin aslı vardır ve doğrudur, tarihen de sabittir. Fakat, bazı mes’eleler vardır ki, -bazı müşabih hadîsler, ebced ve cevşen gibi- hakikat oldukları halde, nakledenlerinden dolayı zamanla zaafa uğramışlardır. Eğer kuvvetli kişiler rivayet etselerdi, diğerleri gibi onlar da iştihar edecekti. Biz öyle şeylere inanıyoruz ki, ebced onun yanında çok basit kalır. Kaldı ki, ebcede inanmamanın getirip götüreceği bir şey de yoktur.
Cevşen’e gelince: Sünnî kaynaklarda Cevşen’den bahsedilmiyor, Ama, İmam-ı Gazali, İmam-ı Şazelî ve Bediüzzaman gibi kametlerin tasdik ettikleri bir mes’elede temkinli olmamız, hiç olmazsa sükut etmemiz gerekmez mi? Hz. Ali’ye ait mes’eleleri nakledenlerin çoğunun Şii olması, bu rivayetleri toptan reddetmemizi gerektirmez. İbn-i Hadid, Nehcu’l-Belaga şerhinde çok önemli şeyler naklediyor; o söyledi diye, kötünün yanında iyi şeyleri de reddedemeyiz ya! Önemli olan, sünnet-i sahihanın kıstas kabul edilmesidir.
[Fasıldan Fasıla 1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 186]
Hz. Peygamber ile Hz.Meryem’in nikahlandığı iftirası. (s.197)
Hz. Mesih’i Nefheden “Ruh”
Soru: Hz. Meryem’e Mesih’i nefheden Ruh kimdir?
Cevap: Bütün tefsirler bunu Cebrail (as) olarak ifade ediyorlar. Fakat âyette “Ruh” tabiri kullanılıyor. Bu Ruhun tayininde ise ihtilaf vardır. İhtimalin sınırları ise, ihtilafın çerçevesini aşkın ve Efendimizin (sav) ruhunu da içine alacak kadar geniştir. Çünkü Hz. Meryem çok afife ve nezihe bir kadındı, bu itibarla da gözlerinin içine bir başka hayalin girmemesi gerekirdi. Ayrıca Efendimiz (sav) de, bir makamda onun kendisiyle nikahlandığına işaret etmektedir. Bu açıdan da “Ruh” Efendimizin (sav) ruhu da olabilir. Fakat, bu kat’i değildir, bir ihtimaldir. İhtimaller ise, delillerle takviye edilecekleri an’a kadar kat’iyet ifade etmezler.
[Fasıldan Fasıla 1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 197]
ALLAH’a ve Peygambere korkunç iftiralar. (s.221-222)
Temsil Noktası
Hizmetin aslını enbiya-ı izam yapmıştır. Çünkü onlar, Zat-ı Ulûhiyetin zatî cilvelerinin gölgeleridir. Gelen ümmetler ise zıllîdir.
Efendimiz’den sonra peygamber olmadığı için, gelen evliya ve mücedditler nübüvveti temsil etmişlerdir. Efendimiz’de hakim olan unsur, bu velilerde de hakimdir. Tıpkı Hz. Davud’da hakimiyet, Hz. Adem’de tevhid hakim olduğu gibi, ALLAH Rasûlü’nde de ferdiyet hakimdir. Her halde, ism-i A’zam sayılırken başta “Ferd” isminin zikredilmesinin sırrı da bu olsa gerek.
Ayrıca, “ALLAH” lafz-ı celâlinin baş harfi olan, “Elif”, Ahmed’in de baş harfidir. ALLAH (cc), Ahmed’de mütecellidir. Hizmet-i imaniyede bulunanlar, hangi nebinin cemaatinden olurlarsa olsunlar şeffaf birer ayna hükmündedirler. Onlara bakanlar, aslî olan peygamberlerini görürler. Tahrifden evvelki Hristiyan Hz. İsa (as)’ı, Müslüman ise, Hz. Muhammed (sav)’i görür. Bugün, hizmetteki bazı hususiyetlerde evsaf-ı İseviye ne kadar ileri giderse gitsin, evsaf-ı Muhammediye daima hakimdir. Zira Hz. Mesih, bir hadîsin işaretiyle “Bazınız bazınıza imamsınız” buyurur. Bu: “Ben imam olamam” demektir. Bugün, devrin getirdiği şartlar ve hizmetin stratejisi açısından, bir yanağına vurana öbür yanağını çevir, karşılık verme, sokağa dökülme” diyorsak, bir ma’nada bu ruhu temsil gereğinden dolayıdır. İlerde İnşaALLAH Muhammedî zemin tam oturacak ve Muhammedî renk bütün renklere hâkim olacaktır.
Şimdilik bu cemaatte mülayemet ve müsamaha ma’nasına Mesihiyet yönü galip olabilir, o şeffaf aynada Mesih (as) görülebilir. Bu ma’nâyı anlamayanlar ve aslı tecellî ile karıştıranlar, mesihî ruhun temsilcisine mesih nazarıyla bakabilirler. Bu iltibasa Bediüzzaman Hazretleri bir yerde işaret ederek, “Evliya mertebeleri içinde bir mertebe vardır ki, o mertebede Hz. Hızır ile görüşülür ve buna “Makam-ı Hızır” denilir. Bu makamdaki bir veli bazen ayn-ı Hızır, yani Hızır’ın bizzat kendisi olarak görülebilir” demektir.
[Fasıldan Fasıla 1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 3.Baskı, Eylül 1995, Sayfa 221-222]
FETHULLAH GÜLEN’in KİTAPLARINDAKİ SAPIKLIKLAR 2
Hz.Meryem, Hz.İsa ve Mehdi hakkında asılsız iddialar ve indi teviller. (s.12)
Maamâfih, diğer annelerde olduğu gibi, Hz. Meryem’de de embriyolojik safhalar söz konusudur. O da hâmile kalır, karnı büyür ve doğum sancıları gelince, bir kenar semtte su arkının bulunduğu bir hurma ağacının yanına gider ve hamlini vaz’eder. Ancak, bu hâmile kalış ve embriyolojik vetirenin başlaması nasıl olmuştur? İşte bunlar, âdetâ birer sır paketi gibidir. Hz. Meryem, karşısında Cebrâil midir, yoksa zaman üstü husûsiyetiyle Hz. Rûh-u Seyyidü’l-En’âm’ın cevher-i hayatı mıdır da ona temessül etmiş, o da bu rûhu görünce, heyecan -tabii bedene ve cismâniyete âit olmayan bir heyecan- duymuştur. İşte bütün bunlar bizi aşan ve “Kudret” dâiresinde cereyan eden şeylerdir. Evet, Hz. Meryem bir iffet âbidesidir; onun cismânî bir heyecan duyması şöyle dursun, o en derin bir iffet hissiyle şahlanıp, karşısında temessül eden rûha, “senden ALLAH’a sığınırım” demiştir. Öyleyse burada çok ciddî bir mücerrediyet vardır; yani, bu mes’eleyi esbâb dâiresi içinde ve “tenâsüb-ü illiyet” prensibiyle izah etmek mümkün değildir. Mes’elenin ikinci yanı, âhir zamanda Hz. Mesih Mehdi’ye iktidâ edecek ve saflaşan Hristiyanlık, saflaşması ölçüsünde (iradî ya da gayr-i iradî) Muhammedî rûhla aynı kaderi paylaşacaktır ki bu da mebde’deki bu sır ve rûhâniliğin bir uzantısı olsa gerek.
[Fasıldan Fasıla 2, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 1.Baskı, Ekim 1995, Sayfa 12]
Eserlerini sarhoş olarak yazan veli. (s.27)
Soru: Muhyiddin İbni Arabî, hayatı boyunca vecd ve istiğraklarını yazdı. Kendine geldiği ve yakazaya döndüğü zaman, bunları neden tashih etmedi? Neden iltibasa müsâit bu mülahazaları olduğu gibi bıraktı?
Cevap: Bence, evvelâ, büyüklüğünü ölçemeyeceğimiz bu kimseler hakkında, hücum ve teşni yerine daha dikkatli olmak icab eder.
Evet bunların, şeriatın rûhuna muhalif beyânları karşısında insanın, “Hazret, bunları niçin daha sonra tahkik ve tashih etmedin?” diyesi gelebilir. Ancak, onlar asıl âlemi, vücûd olarak, kendi sekir(sarhoşluk) ve istiğraklarıyla yaşadıkları âlem kabul ediyorlar ve bizim âlemimize döndükleri veya diğer bir tabirle, kendi âlemlerinden ayrıldıkları zaman da uykuya dönmek kabul ediyorlarsa, neyi ve niye tashih ve tahkik edecekler ki!..
[Fasıldan Fasıla 2, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 1.Baskı, Ekim 1995, Sayfa 27]
Gülen’in iki şirk örneği. (s.28-29)
Keşif ve Keramet Üzerine
Nebinin mucizesi nasıl haksa, velinin kerameti de öyle hak ve gerçektir. Ehl-i Sünnet’in inancı bu merkezdedir.. bu merkezdedir ve bu husus yüzlerce-binlerce vak’ayla te’yid görmüştür. Mucize ve keramet ve keşif arasındaki farklar, tasavvuf ve bir kısım kelâm kitaplarında mevcuttur. Geniş bilgi için oralara müracaat edilebilir.
Yaygın olan bir kanaate göre, ehlullaha ilk defa inkişâf eden, kabirlerdeki insanların ahvalidir. Ve bu, eşyanın perde arkasına atılan adımların ilki sayılmıştır. Tabii, avam-ı halk içinde çok ileri bir seviye sayılır. Oysaki muhtemelen âlem-i berzaha âit keyfiyetler ve keşifler anlatılırken hep, bunların çok da mühim şeyler olmadığı vurgulanmak istenmiş ve ihtimal böyle bir ölçü de işte bunun için konulmuştur.
İkinci derecede ehlullaha inkişâf eden şey onların, gönülden geçen şeyleri okumaları ve onlara muttali olmalarıdır.
[Fasıldan Fasıla 2, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 1.Baskı, Ekim 1995, Sayfa 28-29]
Gülen’in diğer bir şirki. (s.28-29)
Evliyaullah’ın İlk Keşfi
Dünyada geleceği ve geçmişi gören bazı evliyaullahın ilk keşfi, kabir âlemine muttali olmaktır. Ölünün mezara konulmasıyla berzah âlemi başlar. Bize göre bu bir kabir âlemidir. Görenlerin görüşüne arz edilmiş olması hasebiyle de o âleme biz misal âlemi diyoruz.
Esasen misal âlemi, eşyanın ilmî vücutlarının tecelli âlemidir. Bu hayat, kudret ve kaderin içine girince dünya hayatı gibi bir hayat oluyor. Yaşandıktan sonra, plân ve program sanki yine arşivde duruyormuş gibi geliyor. İşte, evliyaullahın nazarı bunlara ulaşır. Bu konuda, Şah Veliyullah Dehlevî’nin “Hüccetullahi’l-Baliğa” adlı eseri ile, Mevlânâ Şiblî’nin Asr-ı Saadet serisinin 1 ve 2. cildinin Mi’rac bölümünde geniş malûmat bulmak mümkündür.
[Fasıldan Fasıla 2, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 1.Baskı, Ekim 1995, Sayfa 28-29]
Fethullah şirki işlemeye devam ediyor. (s.37-38)
Kabirlerin Keşfi
Velilerin menkıbelerinin anlatıldığı eserlerde, kabirlerin keşfinden bahsedilmektedir. Hatta Ehlullaha ilk inkişâf eden şeyin kabirlerin keşfi olduğu söylenmektedir. Bunu şu şekilde anlamak lazımdır. ALLAH dostlarına gösterilen, açılan o kadar gizli hakikatler vardır ki; onlardan bir tanesi de, -belki velayetin ilk basamağı- kabirlerin keşfidir. Dolayısıyla mezarın içini, daha doğrusu âlem-i berzahta olup biten şeyleri bir ehl-i keşfin müşahedesi, çok ileri bir seviye değil sadece işin başıdır.
Yine velilerin, insanın içinden geçen şeylere -ALLAH’ın izni ile- muttali olması ve söylemesi, “intak-ı bi’l-hakk” şeklinde olup, farkında olmadan, onları ALLAH’ın konuşturmasıdır. Bu sezme şeklinde de olabilir. Onlar muhatablarının zihinlerinden geçen düşünceleri sezer ve üstü kapalı bir şekilde ifade ederler. Ve anlatılanları ancak ilgili şahıslar anlayabilir. Aynı rûh haleti içinde olmayanlar ise konuşanı deli-divane zannederler.
[Fasıldan Fasıla 2, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 1.Baskı, Ekim 1995, Sayfa 37-38]
Gülen’in mesnedsiz uydurmaları. (s.171)
Belhum Edal
“Ülâike kel en’ami belhum edal” âyeti:
1. Dünyevî zevkleri tatma ve lezzetleri yaşama açısından onlar, hayvan gibi veya onlardan daha aşağıdırlar.
2. Bir rivayete göre ALLAH (cc) ahirette bütün hayvanları bir tek nev’ (tür) olarak yaratacak ve onlar o şekilde Cennet’ten lezzet alacaklar. Ama, kâfirler o zevkten dahi mahrum kalacaklar, ma’nâsına gelir.
[Fasıldan Fasıla 2, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 1.Baskı, Ekim 1995, Sayfa 171]
Fethullah , M. Arabi’nin şirklerini örtmeye çalışıyor. (s.309-310)
Firavun Hakkında Mülâhazalar
Soru: Firavun denizde boğulduktan sonra askerlerinden ve tâbilerinden geri kalanlara ne olmuş?
Cevap: Tevrat’a göre Firavun’un ölümünden sonra Hz. Asiye ve ağabeyi, Firavun’un amca çocukları, ordu kumandanları ve askerlerinin büyük bir kısmı imân etmişlerdir. Firavun topluluğunun şerirleri, iş başından kovulduktan sonra, Kıptî kavmi arasında Hz. Musa’nın tebliğ ettiği din hızla yayılmıştır. Zaten Firavun’u hezeyana sevkeden de buydu ki, sihirbazların Hz. Musa’ya imân etmesi onu çileden çıkartmıştı. Ayrıca bu hâdise, zamanlama açısından da tam bir Nebi firasetini göstermektedir.
Muhyiddin-i Arabî yorumlarında Firavun’dan farklı bahseder. Bunlar vecd ve istiğrak insanıdırlar. Gaybî ve objektif olmayan müşahedelerini, bütünüyle te’vile memur olmadıkları halde te’vil edebilirler. Oysa böyle bir te’vil işi, onların üstünde bulunan insanlara âittir. Bu yüzden de, bilmedikleri, görmedikleri ve tanımadıkları bu insanlar hakkındaki te’villeri isabetli olmayabilir.
Buna benzer bir hata da, kendi nurunu Hatemü’l-Enbiyâ’nın nurundan daha parlak gördüğünü ifade ettiği yerde müşahede edilir. Bu bir hatadır. Hazret kendi nuruyla muhat olduğu için, nuru gözlerini kamaştırdığından ve daha uzakta ve kendi nurundan daha parlak olan nebi nurunu daha zayıf görmüştür. Bunu bir misalle daha açık bir şekilde şöyle izah edebiliriz: Gökte herhangi bir yıldız güneşten 20 kat daha büyük ve parlak olabilir. Eğer o yıldız güneşin yerinde bulunsa, Güneş Sistemi’ndeki bütün gezegenler buharlaşır ve yok olur. Ne var ki, bu yıldız bize çok uzak olduğundan ışığı da daha zayıf gelir. Şimdi bize sorsalar “Güneş mi daha parlak bu yıldız mı?” Vereceğimiz cevap elbetteki “Güneş” olacaktır. Çünkü biz onun nuruyla muhat bulunuyoruz. İşte Hazretin durumu da aynen böyle olsa gerek…
Bu hususta hatıra şu da gelebilir. Bugün nursuz pek çok insan bunu anladığı halde bu büyük zâtlar bunu nasıl anlayamamışlar? Bu bizim anladığımızdan değil, anlayanlardan naklettiğimizdendir.
Biz de kendi müşahedelerimizle baş başa kalsaydık aynı hatayı işleyebilirdik.
Ledünniyata âit mevzular ciddi bir tecrübe sahasıdır. Bizim mesleğimiz herkesi kabullenme mesleğidir. Onun için Muhyiddin-i Arabî ve İmam-ı Rabbanî gibi büyük zatları tenkid etmek ve onların kritiğini yapmak bize düşmez.
[Fasıldan Fasıla 2, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 1.Baskı, Ekim 1995, Sayfa 309-310]
Fethullah’in Hz. Ebubekir’e iftirası. (s.312)
Vücûdumu O Kadar Büyüt ki…
Hz. Ebu Bekir’e isnat edilen böyle bir söz var: “Ya Rabbi vücûdumu o kadar büyüt ki, cehennemi ben doldurayım. Oraya bir başkası girmesin..” Bu sözün Hz. Ebu Bekir’e isnadı oldukça zayıftır. Bazıları da aynı ifadenin Beyazid-i Bistamî’ye âit olduğunu nakletmektedirler. Üstad Bedîüzzaman’ın Tarihçe’sinde de benzeri bir ifadeye rastlanır. Gerçi Tarihçe’deki bu ifade, ayniyle, Üstad’a âit midir, değil midir bilemeyeceğim? İhtimal ki onun söylediği bu meâldeki bir sözü, Eşref Edib o üsluba ifrağ etmişti. Her ne şekilde olursa olsun, aynı ma’nâya gelen bu ifadeyi Bedîüzzaman da kullanmıştır, diyebiliriz. Ne var ki, bütün bunlardan, bu şahısların cehennemi hafife aldıkları ma’nâsını çıkarmak da fevkalade yanlıştır. Bunlar ve benzeri ifadeler, belli şartlar altında ve belli hallerde (buna tasavvufî ma’nâda sekir hali dememiz de mümkündür) söylenmiş sözlerdir ve umûmi kanaati aksettirme gibi bir mülâhaza da söz konusu değildir.
[Fasıldan Fasıla 2, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 1.Baskı, Ekim 1995, Sayfa 312]
Tasavvuf dini’nin meczup velileri. (s.6)
Halk arasında, “her yerin bir delisi, bir de velisi vardır” şeklinde bir kanaat mevcuttur. Bunun ne denli doğru olup olmadığını bilemiyoruz ama, tarihe baktığımızda bunun pek çok misalini görebiliyoruz. Mesalâ; Hazret-i Üftâde’nin yanında meczup bir insan, Ahmed Şazelî’nin yanında başka bir meczup vardır. Bunlardan başka bir de halk tarafından kabul görüp saygı duyulan, Somuncu Baba, Derviş Ali Baba, Ayakkabıcı Baba, Nalbant Ahmed Efendi.. gibi insanlar bulunuyor. Bütün bunlar, bulundukları devirde halk üzerinde koruyucu melek olmuş ve âdeta Hızır gibi onların yardımına koşmuşlardır.
[Fasıldan Fasıla 3, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 5.Baskı, 1998, Sayfa 6]
Fethullah Gülen kahinlere inanıyor. (s.14)
Tarihî Tekevvünler
Büyük tarihî tekevvünler birden gerçekleşmez. Onların geliştiği belli bir vetire ve belli süreler vardır. Mesela; bu büyük oluşumların biriyle alâkalı bazen bir müjdenin verildiğini duyarsınız. Efendimiz (s.a.s)’in gelmeden önce, “570’de bir insan çıkacak ve nuru bütün dünyayı kaplayacak” diye müjdelerin verilmesi gibi.. oysaki 570 olur, 610 olur, hatta 630 olur, henüz beklenildiği ölçüde herhangi bir zuhur ve tecelli söz konusu değildir. Aslında bu zuhur beklenildiği zaman değil, belki daha ilerde olacaktır.
[Fasıldan Fasıla 3, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 5.Baskı, 1998, Sayfa 14]
Gülen : Bir reklam, bir şirk. (s.14)
Aynı şekilde, 1876’da Şark’ın yalçın kayalıklarından bir ateş-pâre zuhur edeceği ve Din-i Mübîn-i İslâm’ı yeniden gönüllerde ihyâ edeceği bazı ehl-i keşif tarafından müjdelenmiştir. Oysaki müjdelenen zat, o tarihte henüz dünyaya teşrif etmiştir. Misyonunun tamamlanması gelecek yıllarda gerçekleşecektir. Evet, çekirdekte ağaç, damlada derya görülür ve müjdelenir. Ağacın tam büyümesi, deryanın bütünüyle ortaya çıkması ise, zamana bağlıdır; belli bir sürenin geçmesine vabestedir. Öyleyse kuluçka sabrıyla zamanın çıldırtıcılığına karşı beklemek icap eder.
[Fasıldan Fasıla 3, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 5.Baskı, 1998, Sayfa 14]
Raşit Halifeler nurcuları ziyarete geliyormuş! (s.217-218)
Tahiri Mutlu
Hz. Bediüzzaman’ın hizmet anlayışına göre; eğer bir beldede onun bir talebesi varsa, orası, İslâm düşüncesi hesabına fethedilmiş demektir. Demek ki o kendine çıraklık yapan hemen her ferdi, “himmetim milletimdir” diyen insanlar konumunda kabul ediyor. Aslında bu anlayışta ve bu düşünce istikametinde yapılacak hizmetler, bizden hem ALLAH’ın hem de Peygamberin (s.a.s) beklediği hizmetlerdir. Evet, ben de bu düşünceye gönülden katılarak diyorum ki: Arkadaşlarımızdan herhangi biri, bir beldeye gittiğinde orada tam merci olmalı ve bütün karanlıkları parçalayacak bir performans sergilemeli.. duygu ve düşünceleri ışığa garkedecek bir misyon ortaya koymalı ve çevresinde hemen yüzler, binler halelenmelidir -ve inşâALLAH öyle olur- Bu ise ancak, Sahabenin ilkleri gibi, dâvâyı hayatının gayesi bilmekle gerçekleşecek bir husustur.
Konuyla alâkalı bir hatıra nakledeyim size: Kitaplar ilk defa baskıya gireceği dönemde Üstad, sağa-sola hem de 50-100 lira gibi küçük bir para bulmak için adam gönderiyor. Tahiri Mutlu -makamı cennet olsun- bunu duyuyor ve koşa koşa köyüne gidiyor. Köy meydanında bütün mülkünün satılık olduğunu ilan ediyor, arazisinin bir kısmını haraç-mezad satıyor.. satıyor ve parayı sevine sevine getirip Üstadına teslim ediyor. Sadece o mu? Elbette hayır. Hulusi Efendi, Hüsrev Efendi, Mustafa Gül.. ve diğerleri hep aynı duygu ve düşünceyi paylaşırlar. Demek ki onlar, öyle samimi ve öyle bir safvet içinde idiler ki, bunu hayatlarının gayesi biliyor ve o uğurda hırz-ı can ediyorlardı. Gün geliyor bu safvet, onları ilklerle buluşturuyor. Biri, gecenin geç saatlerinde teksir makinesinin kolunu çevirirken, “Hasbî Rabbî cellALLAH, mâfî kalbî ğayrullah, Nur Muhammed sallâllah” diyor. Tam o esnada birden kapı açılıyor ve içeriye Raşid Halifeler giriyor, “Devam edin, bizler sizinle beraberiz” diyorlar.
[Fasıldan Fasıla 3, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 5.Baskı, 1998, Sayfa 217-218]
Bir rahibin ruhunun cesedinden ayrılarak gezdiği yalanı (s.78)
Fransızca Le Monde La Vie adlı derginin Mart 1963 sayısında, -eğer Hristiyanlık propagandası maksadı taşımıyorsa- bir rahibin başından geçen şöyle bir hâdise anlatılmaktadır: Bu rahip, bir grup çocukla gezmek için İsviçre dağlarına gittiğinde yolda uyur. Kendine geldiğinde, şuurlu bir şekilde vücudundan uzaklaştığını ve kollarını oynatamadığını farkeder. Kısa zamanda duruma alışınca dağların üzerinden uçmaya başlar. Çocuklar aklına gelince, yanlarına gitmek ister ve gider; sonra eşini hatırlar ve kendini şehirde eşinin yanında bulur. Kendisi hareketlerini bizzat izlerken, onu kimse görmez. Ardından anî bir rahatsızlık hisseder ve kendisini vücudunun içinde bulur; artık geri dönmüştür. Sonra, gördüklerini bir bir anlatınca herkes hayrete düşer. Bu olay, İngiltere’de araştırılıp, doğruluğu kabûl ve teslim edilmiştir.
[İnancın Gölgesinde 1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 8.Baskı, 1996, Sayfa 78]
“Veliler aynı anda iki yerde görülebilir” yalanı (s.79)
Ruh, kendi zâtında maddî kılıfı olan ceset gibidir. Mânevî kılıfı da, âdeta misâlî bedendir. Ehlullah temessül ettiği zaman, bu ikinci bedeniyle aynı anda beş on yerde görülebilir. Meselâ onları hapishanedeyken, sabah namazında camide ve aynı zamanda Kâbe’de tavafta görebiliriz.
[İnancın Gölgesinde 1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 8.Baskı, 1996, Sayfa 79]
“Abdülhamit hiç hacca gitmediği halde Ka’bede görüldü” yalanı (s.79)
Abdülhamid Cennetmekân Hazretleri hiç hacca gitmediği halde, onu hacda gördüklerini yeminle söyleyenler vardır. Hattâ, “Geldi ve şu evde kaldı” diyenleri dinlemiştik. Halkımız arasında, “Falan muharebede, falan velî gelip yardımda bulundu” şeklinde çok hâdiseler de anlatılmaktadır.
[İnancın Gölgesinde 1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 8.Baskı, 1996, Sayfa 79]
“Velinin pilotun yanına binip yardım etiiği“ yalanı. (s.79)
Uzağa gitmeye gerek yok; Kıbrıs çıkartmasında falan velî zâtın, pilotun yanına oturup, “Evlâdım, bombaları şuraya, şuraya bırak” diye rehberlik ettiği söylenir. Fakat, hakikî vücutları nerde ise, nerede kendinden geçip vücudu mevhibe-i Rabbanîyi kazanmış, lâtifeleşmiş ve incelmiş ise, kendileri gerçekten oradadır. Bunun dışında misâlî bedenleriyle, aynalar içinde görülen misâlî şekiller gibi değişik yerlerde görülebilirler.
[İnancın Gölgesinde 1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 8.Baskı, 1996, Sayfa 79]
“Velilerden ‘abdal’ sınıfı şu anda iki yerdedir”, yalanı. (s.79)
Ehlullahtan ‘abdal’ sınıfı içinde bulunanlar, şu anda diyelim camidedirler; ama aynı anda, Efendimiz (sav)’in huzurunda bulunurlar. Kâbe’dedirler, ya da bir yerde irşadla meşgûldürler. Farkına varılsa, el atılsa, eliniz bellerinden öbür tarafa geçiverir. Çünkü, elinizin değdiği, ne onların asıl vücududur, ne de ruhlarıdır; belki, akıcı ve ruha kılıf olmuş misâlî bedenleridir ve onlar temessül halindedirler.
[İnancın Gölgesinde 1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 8.Baskı, 1996, Sayfa 79]
“Evliyaullah, gelecekten haber verir”, yalanı. (s.81)
Evliyâullah, ilmini ALLAH (cc)’a havale etmek suretiyle gelecekten haber vermişlerdir. En başta Üstad-ı Küll, Kâinatın Fahri Efendimiz (sav)’in bu türden haberleri çoktur. Evet O, kıyâmete kadar zuhur edecek hâdiseleri bir televizyon ekranında seyrediyor gibi ümmetine bir bir takdim buyurmuştur. Hz. Ali-Hz. Zübeyr Vak’ası (Cemel Savaşı), Hz.Osman’ın şehadeti ve Hz. Fatıma’nın vefatı, haber verdiği hâdiselerden sadece bir kaçıdır.
[İnancın Gölgesinde 1, Fethullah Gülen, Nil Yayınları, 8.Baskı, 1996, Sayfa 81]
Muhyiddin b. Arabi’nin şirkleri. (s.83)
Muhyiddin b. Arabî, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan bir asır önce yaşamış olmasına rağmen, Edirne kütüphanesinde bulunan ve Efranî tarafından tercümesi yapılmış olan “Şeceretü’n-Nu…
Fethullah’a Peygamberin amcası Hamza yardım etmiş! (Zaman Gazetesi)
“Ankara’dan İstanbul’a geliyoruz… ‘Kartal civarına kadar geldik. Hava hafif hafif yağıyordu. Oralarda çukurca bir yer varmış; tam biz oraya yaklaşmıştık ki, yağmur olanca hızıyla şiddetlendi. Rampanın dibine indiğimizde de bujileri su aldı ve araba stop etti. Bir-iki dakika içinde su kabardı ve bizim arabayı yüzdürmeye başladı. Her geçen dakika su daha da kabarıyor ve bir afet halini alıyordu. Öyle ki kısa bir müddet sonra kalas yüklü kamyonları bile kaldırıp, sağa sola sürüklemeye başladı. Camı biraz açayım, dedim, içeriye dolan su üçümüzü de sırılsıklam ıslattı. Hemen camı kapattım. Elden bir şey gelmiyordu. Koca otobüs ve kamyonlar dahi suyun yüzünde adeta saman çöpüne dönmüşlerdi. Hatta onlardan birkaçı, sağımızdan, solumuzdan geçerken ‘Geçen sene burada bir sürü taksi sürüklendi gitti.’ diyerek moralimizi de bozdular… Ya araba kıyıdaki bariyerlere vurur da parçalanırsa; halbuki emanet.. durmadan bunları düşünüyorum… Bir ara baktım büyük bir kalas bize doğru geliyor. Aklımdan, şu kalas bizim ile sütre arasında dursa hiç olmazsa araba kıyıdaki sütrelere çarpmaz diye düşündüm ve tam o esnada arkadaşlara ‘dua edin’ dedim. Kendim de ‘Ya Seyyidena Hamza! Ya Seyyidena Hamza!’ diyerek o yüce ruhu, imdadımıza göndersin diye Cenab-ı Hakk’a dua ettim. Üzerimize doğru gelmekte olan kalas, yanımızdan geçerek gözden kayboldu… Ve hayrettir selin mecrası birden değişti, hızı da azaldı… Olayın şahitleri var. Bu değişikliği ve birden selin hızının azalmasını fiziki kanunlarla izah imkansız. Hiçbirimizin şüphesi kalmadı ki, Cenab-ı Hakk o mukaddes ve yüce ruhu istihdam buyurdu ve yardımımıza gönderdi… ”
[Küçük Dünyam 2, Zaman Gazetesi, 28 Kasım 1996]