AKP bir imajdan ibaretti; Gezi Parkı bu imajın yıkılmasıdır…
Mehmet Bekaroğlu
m.bekaroglu@ttmail.com
AKP, iktidarının on birinci yılında şimdiye kadar görmediği yeni bir durumla karşı karşıya. Bugüne kadar gündem belirlime önceliği ve moral üstünlüğü bulunan AKP/Başbakan Erdoğan artık savunmada. Cumhurbaşkanı Gül bunu “İmaj yapmak için 10 sene uğraşırsınız ama onu bir haftada yıkarsınız” cümlesi ile özetledi.
Elbette buraya bir haftada gelinmedi; varlıklarını AKP iktidarına bağlamış olanlar hatırlatılmasına bile tahammül edemiyorlar ama AKP’nin “imajı” nasıl yaptığı bugün yaşanları anlamak için çok önemli.
Hatırlayalım; Adalet ve Kalkınma Partisi, 28 Şubat darbesi ile iktidardan uzaklaştırılan Refah Partisi’nden ayrılanRecep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları tarafından kuruldu ve kuruluşundan kısa bir süre sonra iktidara geldi. Elbette bugün AKP borazanlığı yapan bazı kalemlerin o günlerde söyledikleri gibi, “AKP dışarıdaki karanlık güçler/lobiler/güç merkezleri tarafından kurduruldu, onlar tarafından iktidara getirildi, onların sayesinde iktidarını sürdürdü” kolaycılığına kaçmayacağız. Zaten öyle de olmadı.
AKP, 28 Şubat askeri müdahalesi ve 2001 ekonomik krizine tepki olarak doğdu. Siyasi ve ekonomik baskılardan bunalan Türkiye seçmeninin önemli bir bölümü destek verdiği için AKP iktidara geldi. Seçmen, AKP kadrolarınıkendine yakın ve temiz buluyor, ekonomiyi rahatlatacağına, adaletle paylaştıracağına, hak ve özgürlükleri genişleteceğine, demokrasiyi güçlendireceğine inandığı için desteğini sürekli olarak artırarak sürdürdü. Hiç şüphe yok ki, yıllardan beri merkezden uzak tutulan ve en son 28 Şubat sürecinde ağır baskılarla karşı karşıya kalan dindar kesimlerin mağduriyet psikolojileri de AKP’nin iktidara gelmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Kör ve topal dahi olsa bu ülkede bir tür demokrasi var ve iktidara gelmenin yolu seçim kazanmaktır. Elbette AKP’nin geldiği siyasi gelenek olan Milli Görüş partileri de seçimler kazanmıştı; ancak 30 küsur yılda oyları ancak yüzde yirmilere çıkarabilmişti. AKP’nin daha kurulur kurulmaz nasıl tek başına iktidar olacak kadar oy aldığı önemli bir sorudur. Evet, seçmen desteği iktidarın meşruiyeti için yeterlidir ama Türkiye gibi ülkeleri ve 2000’li yıllardaki Türkiye’nin şartlarını dikkate aldığınızda iktidarı sürdürmek için başka desteklere de ihtiyaç olduğu açık. AKP’nin bu destekleri nasıl aldığı da önemli bir sorudur.
AKP’nin kuruluş günlerinde Erdoğan-Gül ikilisinin ağızlarından düşürmedikleri iki kelime “reel politik”ti. AKP, Milli Görüş partilerinden çok daha fazla oy alarak iktidara gelmesi ve iktidarını sürdürmesi yaptığı “reel politik”sayesinde olmuştur. Reel politik yaptığı için AKP oylarını yüzde 50’lere çıkarmış, yine reel politik yaptığı için ülkedeki ve dünyadaki etkili güçlerin rezervlerini kaldırabilmiş, iktidarını sürdürebilmiştir.
Erbakan da pragmatik bir liderdi ve onun kendine göre bir hedefi ve bu hedefe ulaşmak için bir programı vardı.Erbakan İslamcıydı; Türkiye’den başlayarak İslam dünyasını kalkındırmak, güçlendirmek, emperyalist Batı’nı karşısına dikilmek, İslam birliğini sağlamak, İslam medeniyetini tekrar ayağa kaldırmak istiyordu. Bunu açıkça söylüyordu, iktidarda kaldığı kısa süre içinde bu hedeflerine ulaşmak için D-8 gibi önemli adımlar atmış, dünya egemenlerinin tekerleklerine çomak sokamasa bile kulaklarına kar suyu kaçırmıştır. Erbakan, bu hedef ve programa“milli görüş” demişti. Tayyip Erdoğan ve arkadaşları “milli görüş gömleği”ni çıkartarak iktidara geldi ve bu iktidarını 10 yıldan fazla bir süreden beri koruyor.
Evet, Erdoğan milli görüş gömleğini çıkararak “reel politik” yapmıştır. “Reel politik”, Türkiye’yi “dünya gerçekleri”ne uygun bir şekilde yöneteceğini söylemek ve dünyayı buna inandırmaktır.
AKP bu işi şu şekilde yaptı:
- Öncelikle Erbakan’ın engelleyen “yerleşik devlet iktidarı”na “demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti”ne dokunmayacaklarına dair güvence verdiler. Buna rağmen “yerleşik devlet iktidarı” AKP’ye hiç güvenmedi, vesayet kurumlarını kullanarak sürekli olarak iktidarın icraatlarına müdahale etti.
- Batı’ya, dünya sistemi içinde kalacaklarına dair güvence verdiler. Bu güvencenin iki ayağı vardı;
a) AB sürecini sürdürmek. Başbakan Erdoğan o günlerde bunu “Biz AB’yi medeniyet projesi olarak görüyoruz; AB bizim için Türkiye’nin medeniyet yolculuğunda yeni bir roketi ateşlemesidir.
b) Kemal Derviş’in başlattığı “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”na bağlı kalmak.
AKP; birinci maddede belirtilen güçleri (Yerleşik devlet iktidarı bir koalisyondur; içinde sivil-asker bürokrasi, yüksek yargı, üniversiteler ve büyük/merkez sermayenin bulunduğu bir koalisyon), ikinci maddede belirtilen güçlerle dengelemiştir. Bunun bir anlamı da, iç vesayet güçlerini dış vesayet güçleri ile kontrol altına almaktır.
İşte bu süreçte AKP, bugün Başbakan Erdoğan’ın yakındığı tüm lobiler, yapılar, fonlar, kurumlar, kuruluşlarla yatağa girmiştir. Evet, AB süreci belki AB’nin kendi içindeki sorunlardan dolayı çok da istendiği gibi ilerlememiş ama Türkiye’nin neo-liberal dünya ekonomik sistemine eklemlenmesi için her şey yapılmıştır. Başbakan bugün kredi kartlarından yakınıyor ama 2001’de 14 milyon olan kredi kartı sayısı 2012 sonu itibariyle 60 milyona yaklaşmış, banka kartı sayısı da 31 milyondan 95 milyona çıkmıştır. Yani 10 yıllık AKP iktidarı döneminde Türkiye halkı kelimenin tam anlamıyla banka/kredi katı toplumu haline getirilmiştir.
Cumhurbaşkanı Gül’ün “yapmak için 10 yıl uğraştığımız imaj” dediği şey böyle kazanılmıştır.
Esasen AKP’nin Milli Görüş partilerinin çok çok üstünde oy alarak iktidara gelmesi ve iktidarda kalabilmesinin altında da bu “reel politikalar” var. Türkiye seçmeni AKP’nin sorun(siyasi ve ekonomik kriz) çıkarmayacağı, içerideki ve dışarıdaki sistemle/güçlerle kavga etmeyeceğini/etmediğini gördüğü için destek verdi. Yine, oransal olmasa da siyasal olarak önemli bir etkiye sahip olan Türkiye’nin liberalleri de bu nedenlerden dolayı AKP’ye destek verdiler.
İşte AKP’nin imajı budur; AKP’nin gücü ve büyüsü buradan gelmektedir.
Gezi Parkı’nda patlayan da bu imajdır; elbette sokağa dökülenler arasında eski rejim kalıntıları/ulusalcılar ve bildiğimiz bazı “marjinal” örgütler de vardı ama esasen AKP’ye/Başbakan Erdoğan’a karşı yükselen itirazın altında,AKP’nin (buyurgan, totaliter, otoriter, tepeden inmeci) eski rejimi değiştirmemesi, adaletsiz, orta sınıfları yok eden, gelir dağılımını bozan, çalışanları taşeronlaştıran, kenti ve doğayı yağmalayan neo-liberal ekonomik politikaları tavizsiz ve acımasız bir şekilde uygulaması var.
AKP/Başbakan Erdoğan bunu görmedi ya da görmek istemedi. Şimdi diyor ki; dünya, para babaları, faiz lobisi, CNN, BBC, diaspora Yahudileri, AB, ABD bana tuzak kurdular, beni devirmek istiyorlar… Erdoğan bunu diyor ama 31 Mayıs 2013’te ne olduğunu, bugüne kadar kendisini destekleyen bu güçlerin bir günde niçin desteği çektiklerini, niçin iktidarı devirmek için oyunlar/tuzaklar kurmaya başladıklarını açıklamıyor.
Gezi Parkı protestocuları uluslar arası bir komplonun provokasyonu ile sokağa çıkmış değiller; aksine AKP iktidarının uluslar arası güçlerin desteğiyle Türkiye’de yapmaya çalıştıklarına/kurduğu adaletsiz düzene itirazdır, Gezi Parkı. Eğer uluslar arası güçler AKP’ye karşı iseler ve Gezi Parkı ile oluşan yeni durumdan vazife çıkarmaya çalışıyorlarsa bu AKP ve onu taşıyan güçlerin sorunudur.
Başbakan Erdoğan Türkiye’yi uluslar arası güçlerin istediği şekilde ve onların desteği ile buraya kadar getirmiştir. Eğer bu noktada bir tıkanma varsa –ki öyle görünüyor- bunu Gezi Parkı protestolarına yazmak en hafif deyimle ahlaksızlıktır, asıl oyun ve tuzak budur. Ekonomide yaşanalar, dışarı kaçan milyar dolarlar, dengelerin bozulması, krizin kapıda olmasının nedeni AKP’nin Türkiye’yi eklemlediği neo-liberal sistemin kendisidir. Şimdi faturayı Tayyip Erdoğan’a yükleyip onu göndermeye çalışıyor olabilirler. Bunu Türkiye ve dünya ilk defa görmüyor.
Eğer böyleyse Tayyip Erdoğan ve AKP’nin işi gerçekten çok zor. Zor çünkü AKP ve Tayyip Erdoğan’ın elindeki tüm araçlar dünya sisteminin araçlarıdır. Erdoğan dünya sisteminin söylediklerini yapmadığı için değil her isteneni yaptığından dolayı sıkıntıdadır. “Faiz lobisi” ile gelen yine aynı şekilde gider.
Erdoğan’ın, bugüne kadar görmediği bu sıkışıklıktan çıkmasının tek bir yolu var; o da Gezi Parkı’na kulak vermektir. Ne var ki Erdoğan, Gezi Parkı’nı düşman ilan ederek bindiği dalı kesiyor.
Görüne o ki Tayyip Erdoğan dünya sistemi ile anlaşmaya çalışıyor; ekonomi kurmayları ile Dolmabahçe’de yaptığı zirveden sonra yapılan açıklamaların anlamı budur. Erdoğan’ın faize yol vermesinden sonra “banka komisyonları lobisi”ni icat etmesi, bazı bankaları faiz dışı kârlarından dolayı kınaması ise komiktir.
Erdoğan itiraf etmiştir; döneminde faiz lobisinin serveti beş kat artmıştır; buna karşılık orta sınıflar, esnaf ve çalışanlar ufalanmış, geniş kitlelerin ise esamisi okunmuyor. Başbakan, kendisini bugüne kadar taşıyanlara yanaşıyor. Dünya sistemi Erdoğan’dan tekrar istediklerini alıyor gibi gözüküyor.
Ne var ki geniş kitleler için bunun yeni faturaları olacak, bunun anlamı Erdoğan’a duyulan güvenin giderek aşınmasıdır.
Başa dönersek; “on yılda oluşturulan imaj” kaybedilmiştir. Zaten ortada “imaj”dan başka bir şey yoktu. Onsuz bir hiç olanlar “Erdoğan’ı yedirtmeyiz” diye kampanyalar yapıyorlar ama yeni durumla ilgili olarak da yeni olan hiçbir şey söylemiyorlar.