Bir Katilden Kahraman Yaratmak

Share

Aşağıdaki makale hakkında 19.org sitesinin açıklaması:

Apo diye ünlenen Abdullah Öcalan kurucusu olduğu PKK yoluyla TC’nin Kürtlere yönelik ırkçı politikasına karşı silahlı mücadele başlatmış ve bu yüzden zamanla Kürtlerin önemli bir kesiminin saygısını kazanmıştır. Milyonlarca Kürd’ün gözünde Apo bir özgürlük hareketinin gerilla lideridir. Ancak aynı Apo gerek Kürtlerin bir kısmı ve gerekse Türklerin neredeyse hepsi tarafından “bebek katili” veya “canavar” olarak algılanan bir kişidir.

Toplumu düşman kutuplara bölmesi açısından Atatürk’e çok benzemektedir. Nitekim milyonlarca Türk’ün zihninde kahramanlaştırılan ve tabulaştırılan Atatürk milyonlarca Türk ve Kürt’ün zihninde ise deccal veya katliamcı bir faşist olarak görülmektedir. Tarih boyunca, politik ve dini liderlerin abartılıp putlaştırıldığına ve bu kahraman-perestliğin sonucunda mukallit, bağnaz ve zalim bireyler ve toplumlar oluştuğuna tanık olmuş biri olarak her liderin eleştiriye açılması taraftarıyım. Bu yüzden Muhammed peygamberi ilahlaştırıp masumluk atfedenlere karşı Muhammed peygamberin “bizim gibi bir insan” olduğunu bildiren ve hatalarını eleştiren ayetleri hatırlatmayı görev biliriz. Aynı şekilde Muhammed peygambere karşı haksız eleştiri ve hakarette bulunanlara karşı da Muhammed peygamberin güzel ahlakını savunuruz.

Apo hakkındaki ne devletin kurumlarına ve medyasına güvenebiliriz ne de Apo’ya toz dokundurmayan Kürtlerin iddialarına. Apo büyük olasılıkla ne TC’nin propaganda makinalarının gösterdiği gibi bir cani teröristtir ne de hayranlarının inandığı gibi hatasız bir liderdir. Aşağıdaki makale kaynaklardan alıntılar yaparak Apo hakkında TC’nin çizdiği portreyi destekliyor. Bu portrenin ne derece gerçeği yansıttığını, ne derece güncel verileri değerlendirdiğini bilmiyoruz.

Bu yüzden bu makaledeki iddiaların yanlış ve/veya yalan olduğuna inananlar bu konuda kaynaklara dayanarak alternatif bir görüş sunsalar onu da yayınlamak isterim. Her iki makaleyi birbirine bağlayarak okuyucuya bu tartışmalı lidere iki ayrı perspektiften bakıp değerlendirme imkânına sahip olmuş olurlar. Aynı davetimiz Atatürk, Said Nursi gibi şahsiyetler için de geçerlidir.

Bir Katilden Kahraman Yaratmak:
Abdullah Öcalan Örneği

 

Yasin Çolak 30 Kasım 2012 www.19.org

Yasin - Apo Katil

Çocukluk Anıları

“Kendimi abartmayı sevmiyorum. Ama kıyaslamalar için İsa, Paulus, Muhammed, Lenin, Stalin vb. sonrası örnekleri sık sık gözden geçirmekte yarar var”

(Abdullah Öcalan, Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru, Cilt II, sayfa 343)

Kimilerine göre, bebek katili; kimilerine göre; bir halk hareketinin lideri, kimelerine göre ise bir terör örgütünün başı olan Apo, kendisini bu ifadeyle tanımlıyor. Her kelimesi megalomani olan bu ifadeyi gelişi güzel söylenmiş bir söz olarak değerlendirmek iyiniyetli bir yaklaşım olabilirdi. Ancak, Apo’nun hem başka ifadeleri, hem de onunla beraber yol almış eski “yoldaşları”nın söyledikleri böyle iyiniyetli (ya da safça) bir yaklaşımı geçersiz kılıyor. Benzer yaklaşım ve megalomaniyi bir çok ifadesinde görmek mümkün. Doğumunu bile tarihi bir dönemin başlangıcı olarak gören Apo, şöyle diyor;

“… Ailede ben doğduğumda, aslında klanın ve familyanin son kalıntısını temsil etmekteydim. 15 bin yıllık bir etnik tarih benle sona erer gibidir. İçine gireceğim müthiş ideolojik ve siyasi süreç etnisiteyi sona erdirecek ve halk çağını açacak yapıdadır… Bir nevi son Kızılderiliyi oynayacağım. Soyun son umudu, misyonu da, belki farkına varmadan yüklenilmiştir. Aile kabuğunu acımasızca parçalarken, aslında on beş bin yıllık bir tarihi mirasına zorlandığımı sonradan fark edeceğim.” (a.g.e., s. 345)

Doğumu 15 bin yıllık bir tarihi değiştirecek!? olan Apo’nun çocukluğunun da normal geçmesi elbette düşünülemez. Çok farklı ve her günü devrimci özellikler!? taşıyan bir çocuktu…

“… çocuk gruplarımı olağanüstü bir çabayla yaratmaya çalışacaktım. İlkesi oyun ve beceriklilikti. Kim benimle en çok oynarsa ve kazanma gücü gösterirse, o çocuk örgütümüzün en değerli üyesiydi.” (a.g.e., s. 347)

Bir başka çocukluk anısı da şu şekilde:

Diğer önemli bir anı, Mıho ve Cumo adlı yaramaz çocukların şer-rine karşı yaptığım son çıkışlardı. Mıho hep kavga isterdi. Bir günbir evin köşesinde eteklerim taş dolu olarak hiç fırsat bulamayacak bir biçimde onu taş yağmuruyla karşıladım. Evinin ahırına kadarkaçtı. Bir daha kavgaya yeltenmedi. Cumo’yu ise belli bir izlemedensonra üst yamaçtan, eteklerim yine taş dolu olarak bastırdım. O da vin ahırına kadar kaçtı. Ailesi zor elimden kurtardı. Dersini iyice aldığından, tehlikeli olmaktan çıkmıştı. Bunun üzerine anamın banaçok iyi sahip çıktığını ve övdüğünü hatırlarım. (a.g.e., s. 349)

Sonraki yıllarda kurduğu hareminde onlarca cariyesi olan Apo, çocukluk yıllarındaki oyunlarında kadınlara ilgi duymaya başlamıştı:

“Oyunlarda yeteneklerini fark ettiğim kızlar hala aklımdadır. Bazen aylarca peşlerinde dolaşıp oyuna çekmeye çalışırdım. (…) O yaşlarda bile, kadınların zeki ve güzel olanlarıyla özgün bir ilişkim olduğunu hatırlarım. Bana göre zeki olan güzeldi. Güzel olan zeki olmalıydı. Bu eğilimimi fark eden kadınların daha o dönemlerde gruplar halinde beni dinlemeye, karşılamaya geldiklerini de hatırlarım.” (a.g.e., s. 347)

Anasından yediği her dayak, onun devrimci ateşini!? körüklüyordu.

“… anam benim üzerime üç kapıyı kapatıp, üçer sefer yarı bayılttıktan (dövdüğünü kastediyor) sonra bile, uyanır uyanmak yıldırım hızıyla kapıyı vurur, dışarı fırlar, kırlara kadar uzanırdım. Fırıl fırıl dolaşırdım. Belli ki, bir şeyler arıyordum. Sonradan kıyaslanacağım birçok peygambersel, filozofça çıkışların bu tür yalnızlık yürüyüşlerine ihtiyacı vardı.” (a.g.e., s. 346)

Kırlarda fırıl fırıl dolaşan ve peygambersel hazırlıklar!? geçiren Apo’nun ilk çıkışı!? Babasıyla köy ortasında yaşadığı bir tartışmayla olacaktır;

“Köyden ve aileden ilk ciddi kopuş bir aile içi isyanla başladı… Olay bir dönemin sonunu belirlemesi açısından hazırlanmaya değerdir. Bağda geliştirdiğim ve emeğe dayalı düzene karşı kaçüğüm Mehmet rastgele gelip bozuyordu. Onu taşla kovaladım. Saylaklar üzerinde bulgur kaynayan yere kadar kovalamayı sürdürdüm. Buna babam karşılık verince onunla da köy ortasında şiddetli bir taşlı kavgaya giriştim. Artık evde yerimin kalmadığı anlamını çıkarmıştım, artık köyde de kalacak yüzüm kalmamıştı.” (a.g.e., s. 349)

Entelektüel Düzeyi Babasıyla köy meydanında tutuştuğu taşlı-sopalı kavgadan sonra köyünden ayrılan Apo, Gaziantep/Nizip’teki kızkardeşi Havva’nın yanına gider ve orada ortaokula başlar. Aslında amacı asker olmaktır. Emeğiyle ve üretkenliğiyle hayatına kazanan biri olmaktansa daha çok makam ve mevki; yani pozisyon hayalleri kurmaktadır. Fakat yaşı tutmadığı için askeri okula kabul edilmez.

“Bir köylünün bağından fıstık çalmaya gittiğimde köpeğimin beni arkadan koruyacağını düşünmüştüm. Her nasıl olduysa beni bırakıp gitmiş. Bir de baktım ki bir el ensemde… Fıstık bahçesinin sahibi beni yakalamış. Fıstıklarını çaldığım için bana bir tokat attı. İşte o andan sonra hem bir daha tokat yememek için, hem de köpeğim gibi hainleri cezalandırmak için güç olmaya karar verdim. Bu kadar okula sarılmamın tek nedeni asker olmaktı. Okuyup paşa olmak istiyordum. Bu hayalim gerçekleşmedi. Kürt olduğum için (halbuki yaşı geçmiş olduğundan) beni askeri okula almadılar. Ama ben hayallerimin savaşçısıydım. Öyle kolay kolay pes etmedim. Daha ilk ve ortaokul yıllarında çocukları etrafıma topluyordum. ‘Gelin size kuş vuracağım, yumurta vereceğim’ deyip onları peşimde sürüklüyordum. Üniversite yıllarında da grubumu kurdum. Hayatım boyunca hep birilerini kandırıp peşime taktım… Bu da benim önderlik vasıflarımın ne oranda güçlü olduğunu gösteriyor.” (Şemdik Sakık, İmralı’da Bir Tiran, s. 26-27)

O da düz liseye gitmeyi tercih eder. Hızlı bir “milliyetçi” ve “mücahid” olmuştur:

“Lise ikinci sınıfa kadar dinsel ideoloji ağır basıyordu. Namaz gruplarımı lisede de oluşturmaya devam ettim. Ülkü Ocakları ve Komünizmle Mücadele Derneklerine gittim. İdeolojik yönden en çekici etkiyi Necip Fazıl Kısakürek’in konferanslarında hissettim.” (Abdullah Öcalan, Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru, Cilt II, s. 352).

Mücahidliği ve milliyetçiliği kısa sürer; sol düşünceyle tanışır. Vardığı nokta kendi ifadesiyle şudur;

“Sağcılık-solculuk bir moda gibi ortalığı kaplarken, ben temkinliydim. Anlamadan karar veremeyecek kadar sınırlı bilince ulaşmıştım. Bir gün yatağımın ucunda bulduğum Sosyalizmin Alfabesi kitabını bitirince adete şöyle mırıldandığımı hatırlıyorum; ‘Muhammed kaybetti, Marx kazandı.'” (a.g.e., s. 352)

Üniversite eğitimine İstanbul Hukun Fakültesi’nde başlar, yarıda bırakır ve Ankara Siyasi Bilgiler Fakültesi’ne geçer. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden de mezun olamaz.  Ankara’daki üniversite macerasında öğrendiği ise şundan ibarettir:

“Doğal olarak THKP-C sempatizanı gibi hareket edecektim. Fakültede onların ağırlığı hakimdi. Uzun süre gerçek THKP-C’lileri bekledim. Umduğum çıkışları görmeyince, yavaş yavaş kendi yolumun üzerinde yoğunlaşıyordum. Kürt ulusal soluna dayalı hazırlıklara başlamıştım. Türk solu ile birlikte yürümek, şoven yaklaşımlardan dolayı zorlaşıyordu.” (a.g.e., s. 353)

Bu şekilde “yoğun” ve “güçlü” bir entelektüel eğitimden geçen Apo’nun kitaplarla ilgili yaklaşımı da şöyle: –           Sen! Ne öyle dahıp gitmişsin? Kadınını mı düşünüyorsun?

–          Hayır, başkanım! Sizi dinliyordum başkanım!

–          Söyle bakalım, sizin kadar kitap okumadığım halde beş yüz kitap yazmam nasıl mümkün oldu? Bunu nasıl değerlendiriyorsun?

–          Başkanım sizin kisi özel bir durum. Yaratılıştan itibaren kitap üstü bir birikiminiz var. Tanrısal bir yönünüz var başkanım.

–          Değil mi? Doğru söylüyorsun. Bazen elime alıyorum şu bilmem ünlü yazarların kitaplarını, hepsi boş cümleler gibi geliyor bana. Yazdıklarını her bir kitap, kurduğum bir cümle ağırlığında değil. Ondan sonra da, ne diye bu kitapları okumaya zaman ayırayım, diyorum. Tuhaf, öyle uzmanlaşmışım ki, bir kitabın içeriğini, kalitesini ve okumaya değer olup olmadığını kitabın ismine ve içindekiler listesine bakarak anlıyorum. Anlayan adama bu kadarı yeter. Siz bu kitabın sonuna kadar okuyup bir şey anlamadığınız halde, ben kitabın kapağına bakarak sonuç çıkarıyorum. İşte farkımız buradadır. Sizi aptallar sizi… bir türlü anlamıyorsunuz beni!

–          Doğrudur başkanım. Siz okumadan yazabilen özel bir insansınız.

–          Özelim tabi. Bir de ‘Apo kitap okumuyor’ diyorlar. Ulan alçaklar, benim günlük olarak yaşadıklarım birkaç kitap doldurur. Ben zaten kitabın kendisiyim. Yazmak benim, okumak sizin göreviniz. Değil mi? Sen de görmüyor musun? Bu tanrısal birikime ulaşan birisiniz sizden ve sizin gibilerden alacağı bir şey olabilir mi? Sizi dinlesem beni batağınıza, kara cehaletinize çekmez misiniz?

–          Doğrudur başkanım. En iyisi sizin yaptığınızdır başkanım (Şemdik Sakık, İmralı’da Bir Tiran, s. 28-29)”

  Abdullah Öcalan, birikimi itibariyle felsefeye, tarihe, ekonomi ilmine, moder bilimlere yabancıdır. Bilgisayar kullanmasını bile bilmez. Yazdığı iddia edilen kitaplar sağdan soldan derleme ve çalıntıdır. Adına “Çözümleme” dediği konuşmaları etrafındaki soytarıları tarafından kitaplaştırılmış ve düzenlenmiştir. Apo’nun entelektüel yönünü Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru adlı savunmasını referans alarak değerlendirmek isteyenler bunu yapmadan önce ABD’li tarihçi Gordon Childe’nin tezlerini okurlarsa, Apo’nun sözkonusu savunmada kaleme aldığı/aldırdığı tezlerin tamamen çalıntı olduğunu görürler. Kadınlar ve Apo Önce Kadın’a bakışını görelim Öcalan’ın:

“Her kadın biraz zavallılık, gerilik, güçsüzlük, şeytanlık, fitne, çekilmezlik ve biraz da kıskançlıktır. Kadınların bu tehlikeli yapısını erkenden fark ettiğim için Kesire (eski karısı) ile yolumu ayırdım. Unutmayın ki, her kadın bir parça Kesire’dir. Kendimi kadınlardan koruduğum için bu kadar başarılı oldum. Özellikle lbu Kürt kızları var ya, yanlarından geçilmez, yüzlerine bakılmaz. Her zaman söylüyorum, kadınlardan uzak duracaksınız. Onların birer tehlikeli tuzak olduklarını bileceksiniz.  Ben, bu kadınlarnı sadece savaşsınlar diye idare ediyorum, bütün geriliklerine katlanıyorum. İçelerinden beğenilebilecek birisini bulsaydım yanıma alıp sevecektim. Dikkat ederseniz oları üç dört aydan fazla yanımda tumuyorum. Beni de kirletmelerine müsaade etmiyorum.” (Şemdin Sakık, İmralı’da Bir Tiran,  s. 154)

Abdullah Öcalan’ın “üç dört aydan fazla yanında tutmadığı” kadınlarla ilgili kısımdan devam edecek olursak… Abdullah Öcalan’ın hareminde her zaman onlarca kadın olmuştur. Bu kadınlar, “özgürleştirme, çözümleme, feodallikten kurtarma” gibi gerekçelerle Apo’nun haremine alınıyor ve birer seks kölesi haline getiriliyordu. Bu durumu kabullenmeyenler ajan veya provokatör olarak nitelendirilip bir şekilde infaz ediliyordu. Bazıları çatışmaların en yoğun olduğu bölgelere gönderilip, ölümün kucağına atılıyordu. Bütün bu yazılanlara inanmak güç olabiler ama PKK’dan ayrılıp yaşadıklarını anlatan sayısız kurbanın söylediklerinin birbirini yüzde yüz teyit eder nitelikte oluşu, iddiaların hiç de yabana atılır tarafı olmadığını gösteriyor. Yine de bütün bu iddiaları “devletin resmi yalanları” diye yok saymak niyetinde olanlar için Apo’nun kadın’a bakışını eski eşi Kesire Yıldırım özelinde incelemeye devam edelim. Kesire Yıldırım, örgüte katıldığında nişanlıdır ama Apo için bunun bir önemi yoktur. Kürt kökenli olmayan Kesire, Tunceli’de CHP’li olarak bilinen bir ailenin en büyük kızıydı. Apo’ya göre daha köklü bir aileden geliyordu ve daha eğitimliydi. Bu yüzden ilk başlarda Apo ile evlenme konusuna sıcak bakmadı fakat sonradan bu evlilik gerçekleşti. Aslında aralarında sevgi olduğu söylenemezdi. Apo, Kesire’nin sosyal ve entelektüel birikiminden faydalanırken, Kesire de Apo’nun örgüt şefi olmasının avantajlarından nasipleniyordu ama Apo için asıl neden cinsel güdülerini tatmin etmekti. Nitekim 1986 yılından sonra örgüte katılan kadınların/kızların sayısındaki artık ve Apo’nun Suriye’ye gidişi artık Kesire’ye ihtiyacı kalmadığı anlamına geliyordu. Bildik yöntemlere başvurdu… Önce Kesire’yi ajanlıkla, devletin muhbiri olmakla ve kendisini öldürmek istemekle suçladı, hücreye kapattı ve soruşturmaya aldı. Başına gelecekleri bilen Kesire itirafta bulunmamakta ısrar ettikçe Apo suçlamalarının arttırdı ve Kesire’yi idam cezasına çarptırdı. Daha sonra affedip Yunanistan’a gönderdi. Apo’dan kurtulan Kesire, Yunanistan’a varır varmaz örgütten ayrıldı ve kayıplara karıştı. Öcalan, defalarca suikast timleri kurup Kesire’yi ördürtmek istediyse de bir türlü başarılı olamadı. Kesire’nin hayatından çıkmasıyla Apo, diğer kızlarla ilgilenebilir ve yatak odasında Kürt Devleti hayaliyle örgüte katılmış kızlara çözümleme yaptırtıp, onları özgürleştirebilirdi!? Buna dair tanık beyanlarına geçmeden önce, Apo’nun yanından ayrılıp, şimdi yaşamını Avrupa’da sürdüren ve “Apo’nun Ayetleri” adlı kitabın yazarı olan Selim Çürükkaya hakkında Apo’nun neler söylediğine bakalım; “1997 yılının baharında, MED-TV kanalının bir muhabiri röportaj için Şam’a gelmişti. Ulu Önderle röportaj yaptı:

“Bu alçak Selim (Çürükkaya), ‘zar-zor namusumu kurtardım’diyor. ‘Namusum’ dediğin de kadınıdır. Ulan, aşağılık adam, o kadının kaç kez altımdan geçtiğini biliyor musun? Kalkmış, utanmadan ‘namusum’ diyor. ‘Namusunun’ içine ettim, içine, ulan alçak! Ben adamda namus mu bırakırım.” (Şemdin Sakık, İmralı’da Bir Tiran,  s. 159)”

Apo’un Haremindeki Onlarca Cariyeden Bazı Örnekler Evin: Evin, Apo’nun “yoğunlaşma” evlerinde kalan militanlardan biridir. Burada cinsel ilişkiye zorlanır ve Öcalan’ın tecavüzüne uğrar. Bu sapıkça dayatmalara dayanamayan Evin, yaşadıklarını diğer kadınlara anlatır. Evin’in anlattıkları onu savunmaya geçirir. Kızı ajanlıkla suçlar ve Parti Önderliğini yıpratma cezasına çarptırır. Olay dallanıp budaklanmadan Evin infaz edilir ama kadrolar içerisinde Evin’in iddiaları konuşulmaya devam eder. Bunun üzerine Evin hakkında yalanlardan oluşan bir dizi iddiayı konuşmalarında işleyerek, onları kendi lehine sonuçlandırır ve olayın gerçeğini bir süreliğine de olsa gizlemeyi başarır. Dilan: Üniversiteden ayrılıp örgütün İstanbul çalışmalarını yürütürken, 1991 baharında ulu önderin talimatıyla Diyarbakır’a gelip silahlı birliklere katılır. Bir süre Kulp dağlarında kalır. Gerilla yaşamına uyum sağlayamaz. Cehpe çalışmaları denilen halkla ilişkiler çalışmasına gönderilir. 1992 yılının sonbaharına kadar Diyarbakır Ovası çevresinde kitle çalışması yürütür. Ardından eğitim görüp gelişebilir düşüncesiyle Şam’a gönderilir. Bir süre Şam’da ulu önderin yakın denetiminde kalır. Bu sırada nasıl bir sorun yaşanıyorsa bilinmez ama “Bu kız yoz ilişkiler geliştiriyor.  Dağdaki militanların tümünü düşürmüş, şimdide Parti Önederliğini düşürmek istiyor. Büyük ihtimalle özel bir savaş elemanıdır. Parti yaşamını bozmak için gönderilmiştir” gibi suçlamalarla tutuklanıp Lübnan’ın Bar Elias Kendi’ne gönderilir. Tavuk çiftliği olarak gösterilen, gerçek işlevi ise, sorgu-soruşturma ve infaz merkezi olan bu çiftlikte hücreye konulur. 1980 döneminin Diyarbakır Askeri Hapishane’sinde uygulanan işkence yöntemlerinin tümünü yaşayan ve hepsini eline geçene uygulayan Rıza Altun’un işkenceli sorgulamasına maruz kalır. Aylarca süren sorgulamada kiminle nasıl ilişki geliştirdiği  yaşadığı, hatta kiminle nasıl yattığı en ince ayrıntısına kadar anlattırılır. Canından bezdirilen kızcağız ölümden kurtulmak için değil, bir an önce öldürülmesini sağlamak için, olmadık itiraflarda bulunur. Yaptığı-yapmadığı herşeyi üstlenir. Tüm bunlar rapor edilip ulu öndere sunulur  Bu kadar büyük suçlar işlendikten sonra, Büyük Önerdir’in yapacağı bir şey kalamamıştır.  Vurun, der. Razı Altun tarafından 1993 yılının yazında infaz edilir. Gönül Atay: 1976 yılında, Ankara-Tuzluçayır’da PKK’ye katılır. Diyarbakır Askeri Hapishane’sinde yattığı uzun yıllar boyunca direnişçiliğiyle dikkat çeker. 1991 yılında tahliye olur. Tahliye olur olmaz örgütü katılmak üzere Şam’a gider. Şam’a gelin her güzel kız gbi ulu önderin taciz ve cinsel baskılarına maruz kalır. Kendisine dayatılan ilişki tarzından rahatsızlık duyar, bu rahatsızlığını dillendirir. Bu durum Parti Önderliği’nin manevi şahsiyetiyle oynama, olarak değerlendirilir. Ulu önderin talimatıyla tutuklanır. Ancak bir yolunu bulup kaçmayı başarır. Şam’daki Türk konsolosluğuna sığınır. (Şemdin Sakık, İmralı’da Bir Tiran,  s. 210-212)” Zelal: Tuncelili’dir. Önceleri Avrupa’da kalmış ve Şam’a 1988 yılında gitmiştir. Apo kendisine cinsel ilişki teklif eder. Bu teklife direnen Zelal, bir süre sonra kendisini Apo’dan kurtaramaz. Anlatımlarına göre Şam’daki evde kalan kadın militanların tümü tecavüze uğrar. Zelal, tecavüz sunucunda bunalıma girer ve intihara kalkışır. Yanındaki arkadaşları son anda kurtarırlar. Daha sonra Apo kendisini örgüt içi muhbirlikte görevlendirir ve özellikle kadın militanların kendisi hakkındaki fikirlerini öğrenmesini tembihler. Eğer bu ilişkiyi öğrenen olursa seni ajan diye vuracağım tehdidini de unutmaz. Bu parti bütünlüğünü tehlikeye koyar ve devrimin, hakkın kaderiyle oynamak olur diyerek Zelal’i baskı altına alır. (Cem Ersever. Üçgendeki Tezgah, s. 16) Bircan Yıldız: Almanya’nın Essen kentinde öğretmen okulu arkadaşım Fadime Yaşar’ın evine gittiğimde Bircan Yıldız’ı hatırladım. Fadime ile Bircan bizim Tunceli öğretmen okulunun en küçükleriydi. Devrimci coşku ve heyecanımızın şaha kalktığı o yıllarda, onlar da bize katılmışlardı. Küçücük kısa boylu bir kızdı Bircan. Onu çok severdim, o da beni. Henüz Halkın Kurtuluşu grubuyla hareket ettiği günlerde beni ölümden kıl payı kurtarmıştı. Haklın Kurtuluşu’nun adamları beni öldürmek istiyorlardı, hatta beni öldürecek olan adam öğretmen okuluna gelmiş bekliyor, bana sıkılacak on dörltü sihalı da Bircan aracılığıyla okula getirmişler. Getirdiği silahla benim öldürüleceğimi anlayan Bircan; Tunceli öğretmen okulunun yanındaki tepenin üstünde bulunan, havuzun başında otururken, koşarak nefes nefese yanıma gelmiş, tedirginlik içindeki haliyle “Abi seni öldürecekler” demişti. Ve ben Bircan’ın bu haberi üzereni ölümden kurtulmuştum. Fadima bana Bircan’ı sormadı, daha doğrusu soramadı. Saime Aşkın’la birlikte Lolan kampında ulu önderimizin emriyle kurşuna dizildiğini ikimiz de biliyorduk  Ama nedenini ne ben, ne de o söyleyebilirdi.  Sormaması, sormamam bundandır. (Selim Çürükkaya, Apo’nun Ayetleri, s. 227-228) Saime Aşkın ve Ayten Yıldırım: PKK’nın ilk militanlarından ve Apocu sultanlığa ilk başkaldıran grubun içindedir. Suriye ve Irak istihbaratları her ikisinin de tutuklanmalarına göz yumar. Saime, kurşuna dizilirken bile cellatlarını dize getirmiştir. Ayten ise işkence ile katlettirilmiştir. (Sterka Rizgari Dergisi, Mayıs-Haziran 2002 tarihli 7. Sayı) Apo ve Din Bu bölümdeki alıntılar Abdullah Öcalan’ın Sümer Rahip Devletinden Demokratik Cumhuriyete Doğru adlı savunmasından alınmıştır… Bakalım, Apo’nun dine ve özellikle de İslamiyete bakışı nasıl: “Uygarlık kurumlarının en temel olanlarının Sümer uygarlığından kaynaklandıkları, son dönem bilim saptamalarının ortak noktasıdır. İlk peygamber olarak düşünülen Adem (boşluktan veya ilk ortaya çıkan) meselesini Sümer mitolojisi çarpıcı bir biçimde aydınlatmaktadır. Hatta  Havva’nın kaburga kemiğinden yaratılması, Sümerlerdeki her özelliğin bir tanrısı olduğundan, hastalananın, yaratıcı tanrı Enki’den bir iyileştirici olarak nasıl doğurtulduğu belgesel olarak aydınlatılmış bulunmaktadır. Daha da önemli olan “cennetten kovulma” söylencesi de Sümer mitolojisinde çarpıcı bir şiirsel anlatıma sahiptir.” (s.94)

***

“Adem’in çamurdan yaratılması bütün kutsal din kitaplarında vardır. Fakat bu anlatımın da ana kaynağı Sümer mitolojisidir. Hem de bu çamuru hangi uçurumun kenarında ve hangi tanrının doğurduğunu şiirsel anlatımlarında vermektedir. Tabii insanı hizmetçi olarak düşündüklerinden, bir nevi dışkılarından yaratıyorlarmış gibi bir aşağılama ifadesi de anlatımdan rahatlıkla çıkarılmaktadır.” (s.96)

***

“Mekke-Şam arası ticaret yolculukları, Hz. Muhammed’in fikri olgunlaşmasında temel bir öneme sahiptir. Hristiyan Nestori rahiplerini çok dinlediği, onlarla tartıştığı bilinmektedir. Hatice’nin kendisine güveni, sevgisi ve evliliği, kadınlar hakkında olumlu düşüncelere ulaşmasında belirleyici öneme sahiptir. Hatice olmadan Muhammed’in peygamberleşmesi mümkün görünmemektedir. Bu yönüyle Hatice, üstü örtülü de olsa Meryem’in çok üstünde bir etkiye sahip ve tanrıça kadın kültürünü temsil etmek durumundadır.” (s.257)

***

“Meryem, geleneğin en eski biçimlerinde tanrıçadır. Ama kadının sürekli statü kaybı, İsa’nın doğuş döneminde tam bir doğum aracı durumuna kadar inmiştir. Genelde de böyledir. M.Ö 2000 ile M.S 2000’li yıllar arasında kadın tarihi, erkek lehine siyasal iktidar ve sömürünün zor ve hileyle gelişmesi oranında, sürekli en alttaki sınıfın tarihidir. Erkeğin köleleşmesi yanında, cins özelliği nedeniyle kadın daha katmerli bir köleliğe mahkum edilmektedir. Babil döneminde ana tanrıça Tiamat baş başa savaşmaktadır; hatta Musa döneminde yakını olan Mariam ’la şiddetli bir kavga yaşanmaktadır. Musa’ya kolay boyun eğilmemiştir.” (s.246)

***

“İslamiyet’in tarihteki yükselişini feodal uygarlık çağının radikal devrimci eğilimine bağlamak daha gerçekçi görünmektedir. Hristiyanlık eğer feodalizmin evrimci, reformcu çizgisi ise, İslamiyet radikal devrimci çizgisidir. İdeolojik olarak aynı kökenden kaynaklandıkları yeterince gösterilmiştir. İncil ve Kuran bu kaynaklanmanın en önemli kanıtlarıdır. Eski Ahit olmadan İncil ve Kuran’ı düşünmek olanaksızdır. Ama Sümer ve Mısır mitolojisi olmadan Tevrat ve tüm Eski Ahit’i tasarlamak da olanaksızdır. şimdiye kadarki uygarlık değerlendirmemizin, bu gerçekliği yeterince açıkladığı kanısındayım.” (s.248)

***

“Hz. Muhammed’in kendisi yeni yükselecek çağın en gelişmiş zihni ve ruhu olarak, olağanüstü bir yoğunlaşmayı ifade etmektedir. Ağzından her ayet çıktığında titremesi, terlemesi, aslında ne kadar büyük bir çabayla yoğunlaştığını göstermektedir.” (a.g.e, s.263)

***

“Tekrarlıyorum; orucun, namazın, kurbanın, bayramların kaynağı araştırılsın. O zaman görülecektir ki, kökenleri halkların önemli mevsimsel zamanlarda yaptıkları gösterilerdir. İbadetler bu gösterilerin, tiyatronun ilk biçimlerinin (dram, trajedi ve komedya) daha sonra ihtiyaçlara göre dönüşmüş biçimleridir.” (a.g.e, s.499)

***

“Hz. Muhammed’in kendini Allah’›n son elçisi olarak ilan etmesi, üzerinde daha önemle durulmayı gerektiren bir husustur. Dinsel açıdan en önemli, reform niteliğinde bir yaklaşımdır. Peygamberlik çağına kendi eliyle son vermektedir.” (s.264)

***

“Her ne kadar bizzat Hz. Muhammed “Arap’ın Acem’e üstünlüğü ancak ibadet derecesinde olabilir” demişse de, kavmi niteliği fazla aşamadığını belirtmek gerçekçi olacaktır.” (s.275) Apo ve Dava Arkadaşlığı ya da Bir Meydan Okuma PKK, Apo’nun talimatları doğrultusunda; kurulduğu günden itibaren Türkiye Cumhuriyeti’nen en az kendisi kadar düşman olan bir çok Türk ve Kürt örgütüyle -hemen hepsi PKK’nin ideolojisi de olan Marksizm’i benimsemişti- çatışmaya girmiş ve yüzlerce insanın ölümüne sebeb olmuştur. Denebilir ki, Apo öncülüğündeki cinayet şebekesi sadece Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı değil, bir çok başka örgüte karşı da kanlı bir savaş vermiştir. Dolayısıyla PKK’nın mücadelesi Türkiye’ye karşı olmaktan ziyade kendisini Kürtlerin tek temsilcisi kabul ettirme mücadelesidir. Yüzlerce insanın öldüğü bu bu kanlı mücadeleyi şu alt kategorilerde özetlemek mümkün: Türk Solu /  Kürt Solu Çatışmaları

  • Aydınlık Grubu – Apocular
  • Halkın Kurtuluşu – Apocular
  • Devrimci Yol – Apocular
  • TKP – Apocular
  • Kurtuluş – PKK
  • Dev Yol – PKK
  • Türkiye Devrimci Komünist Partisi – PKK
  • Tikko – PKK

Kürt Solu İç Çatışmalar

  • Apocular – Beş Parçacılar
  • Apocular – Tekoşin
  • Apocular – Özgürlük Yolu
  • Apocular – Denge Kawa
  • Apocular – Şivancılar
  • Apocular – KUK
  • PKK – Vejin
  • (Hakkı Öznur, Derin Sol, Cilt II)

Kürt ve Türk soluyla giriştiği mücadeleden büyük ölçüde başarıyla çıkan PKK, bölgede tek güç durumuna geldikten sonra da kan dökmeye devam etmiş ve kendi iç çatışmalarında onlarca örgüt üst düzey yöneticisini ve yüzlerce militanını ajan, işbirlikçi, hain gibi gerekçelerle katletmiştir. Askerleri, polisleri, öğretmenleri, doktorları, mühendisleri ve işçileri öldürmekle kana doymayan bu örgüt kendi elemanlarını da yok etmekten geri durmamıştır. Bu iddia PKK ve yandaşlarının gerçekleri örtmek için sıkça “bunlar devletin resmi yalanlarının propagandasını yapanların yalanları” diye nitelendirdiği kaynaklarda değil, bizzat kendisine ait belgelerde, raporlarda, itiraflarda yer alan bilgiler. Bu yazının sınırlarını daha fazla zorlamamak adına bu konudaki tartışmaları ve bilgileri, iddialarıma herhangi bir cevap verebilecek birisi çıkana tartışmamayı tercih ediyorum. Lakin fikir vermesi açısından bizzat Apo ile çalışmış kişilerin yazdıklarının, PKK’nın örgüt içi raporlarının, tarafsız araştırmacıların açıklamalarının ve Apo’nun kendi sözlerinin incelenmesi faydalı olur demekle yetiniyorum. Meraklısı, Apo’nun yakalandıktan sonra verdiği ifadeyi okuyabilir. Görülecektir ki, PKK’dan ayrılanların öldürülmesi, ormanların yakılması, turizm merkezlerine saldırılması, sivil hedeflere yönelik eylemlerin yapılması gibi konularda bizzat talimatlar Apo tarafından verilmiş ve uygulanmaya konulmuştur.  

Share