Ateist ile Monoteist Tartışması
Edip Yüksel ile Amerikan Ateistler Organizasyonu Başkanı Dr. David Silverman ile, derneğin New Jersey’deki merkezinde 23 Haziran 2011 günü yapılan tartışma videosunun transkipti
EDİP: Dr. Edip Yüksel
DAVID: Dr. David Silverman
(1. Bölüm)
EDİP: Biyagrafiniz hakkında çok az okudum. Atheists. org. Atheists (çoğul). org. İzleyiciler, eğer organizasyonla ilgiliyseniz, buraya bakabilirsiniz, Amerikan Ateistler Organizasyonu. Siz başkanızınız.
DAVID: Öyleyim.
EDİP: Siz çok mutlu bir ateistsiniz. Ben aksi (suratsız), mutsuz ateistler gördüm. Mutlu ve espri anlayışı olan bir ateist görmek güzel.
DAVID: Geniş anlamda, ateistlerin çoğunluğu mutlu ateistlerdir. Basmakalıp adı aksi ateistlerdir, aksi ateistlerimiz de var. Organizasyonumuzda da kesinilikle aksi ateistler bulunuyor. Ama çok geniş anlamda benim tanıştığım ateistlerin çoğunluğu mutlu, espri anlayışı olan insanlardır.
EDİP: Siz de öylesiniz. Dindar insanlar, onlar insanlığı kurtardıklarını, onların Allah hakkındaki hikayelerini kabul eden insanların sonsuz bir kurtuluşa, cennete gideceklerini iddia ediyorlar. Ve onların inanç sistemine katılmayanların ve belki para ve benzeri şekillerde desteklemeyenlerin cehenneme gideceklerini söylüyorlar. Onlar havuç sunuyorlar (birşeyin sonunda kazanılan ödül anlamında). Siz ne sunuyorsunuz?
DAVID: Bizim havucumuz ya da başka birşeyimiz yok. Aslında bizim dürüstlükten başka birşeyimiz yok. Gerçek şu ki, din öleceğimiz gerçeğiyle daha kolay başedebilmek için yaratıldı. Ölümlülüğümüzü anlayabilmek için yaratıldı. Temel olarak bizim ölüme inancımızı ortadan kaldırıyor. Eğer düşünecek olursanız, Müslümanlar, Museviler, Hristiyanlar, dinleri ne olursa olsun dindar insanlar ölüme inanmaz. Onlar fiziksel bir ölüme inanırlar ama ruhsal manada ölümsüz olduklarına, hiç ölmeyeceklerine inanırlar. Bütün dinler arasında bir ortak nokta olarak. Çünkü dinin amacı budur. Bu havucu vermek. Ateizm dinin karşıtıdır. Biz öleceğiz. Kainattaki yaşayan diğer herşey gibi biz öleceğiz. Hoşunuza gitse de gitmese de gerçek bu. Benim hoşuma gitmiyor. Çok açıkça belirtmek istiyorum. Bu benim hoşuma gitmiyor. Ben sonsuza kadar yaşamak istiyorum. Kızımın sonsuza kadar yaşamasını istiyorum. Karımın ve annemin sonsuza kadar yaşamalarını istiyorum. Sizin de sonsuza kadar yaşamanızı istiyorum. Ama bu olmayacak. Ben hiç olmayacak birçok şey istiyorum.
EDİP: Peki. Sizce insanlar sonsuza kadar yaşamayı istedikleri için mi Allah fikrine daha istekliler ve bu bazen iyi niyetle onları daha mutlu tutmak için yapılıyor veya onları kontrol etmek amacıyla yapılıyor. Ki kitleleri kontrol etmenin diğer bir kinik yolu da budur. “. Aman Allah’ım… Öncelikle ben bir ateist değilim. Sizden once Michael Shermer ile Los Angeles’ta bir ropörtaj yaptım. Onu tanıyor musunuz?
DAVID: Michael’ı tanırım. Çok iyi biridir.
EDİP: Evet ben de onu severim. Ve uzun zamandır Skeptic dergisini takip ediyorum. Bazen felsefe derslerimde dindar şarlatanlarla ilgili onun videolarını kullanıyorum. Çalışmalarını beğeniyorum. Ama dediğim gibi ben rasyonel bir monoteist‘im (tektanrıcı). Hiç bununla ilgili duydunuz mu?
DAVID: Hayır, bu ismi duydum ama içeriğini bilmiyorum.
EDİP: Gerçekten duydunuz mu? Bu çok güzel!
DAVID: Cümle olarak okudum.
EDİP: Telefonumu kapatmam lazım. Büyük bir hata… Evet. . Sizin de kapatmanız lazım.
DAVID: Ben zaten kapattım.
EDİP: Evet. Michael Shermar ile iki ropörtaj gerçekleştirdik. İki bölüm. Bir bölümde arkadaşım ona direk sorular yöneltti ve o da çok güzel yanıtladı. Takip veya çapraz sorgu yoktu. İyi performans gösterdi. Ancak ben sahneye girdiğimde bazı sorularım oldu. Hepsine yanıt vermesini beklemedim. Açık ki her şeyi bilen bir Tanrı olduğunuzu veya tüm sorulara cevabı olan bir baba olduğunuzu iddia etmiyorsunuz değil mi?
DAVID: Doğru. Allah olmayı isterdim.
EDİP: Ben Michael’a çapraz soru sorduğumda ve çok ilginç ki, Michael, Skeptic dergisinin genel yayın yönetmenidir. Bunun aynı zamanda çok iyi bir zamanlama olduğunu düşünüyorum çünkü ona Hristiyanlıkla ilgili konular yanında, Kuran’la ilgili sorular da yöneltebilirdik. Ama biraz tartıştığımızda “Ben Kuran’ı hiç okumadım bu konuda hiçbir fikrim yok” dedi. Ben “sorun değil” dedim. Benim anlatacaklarım sizin Kuran okumuş olmanızı gerektirmez, çünkü ben size bazı örnekler vereceğim. Eğer verdiğim bilgi doğruysa, ama başına “eğer” koyun, o zaman siz ne düşünüyorsunuz, sizin yorumunuz ne olur? Diyebilirsiniz ki “Muhammed çok akıllı bir adamdı” veya “bir bilgindi veya çok iyi bir matematikçi veya çok iyi bir bilim kurgu yazarıydı”. Bazı yorumlar yapabilirsiniz veya “bilmiyorum daha sonra yorum yapacağım” dersiniz ama en azından öğrenmeye çalışın. . Önce biraz tartışmayla başladı. Sonra ben bazı örnekler getirince kendisinin rahat bir alanda olmadığını hissetti ve dedi ki “ben burada bir aptal gibi görünüyorum; bu bölümün yayınlanmasını istemiyorum. ” Biz de o bölümü yayınlamayacağımıza söz verdik (Daha sonra aleyhimizde makale yazınca yayınladık). Ama ilk bölüm için izin verdi çünkü orada atılan toplar kolay toplardı, kolayca yakalanabiliyordu.
DAVID: Tamam.
EDİP: Şimdi size ilk sorum, ilk soru değil aslında ikinci soru şu olacak: Neden agnostik, deist, teist, veya Hristiyan, veya Hristiyanlığın çeşitli mezhep ve tarikatları değil de ateist olmaya karar verdiniz? Sözde İslam, ki barış yapıcı anlamına gelir ama bugün maalesef barış ile birlikte anılmıyor. Mesela şurada bu figurü gördüm, nedir bu?
DAVID: Bununla ilgili bir hikâyem var.
EDİP: Bu adamın başının üstünde bir bomba var. Sanırım bu güya Muhammed. Bununla ilgili de anlatın lütfen.
DAVID: Bununla ilgili konuşmaktan mutlu olurum.
EDİP: Eğer iki dakikada özetleyebilirseniz bize hikayenizi kısaca anlatır mısınız?
DAVID: İki dakika zor bir sure çünkü aslında iki soru sordunuz. Öncelikle neden agnostic veya humanist değil ateist olduğumu anlatayım. Musevilik, Hristiyanlık ve İslam’dan da bahsettiniz. Musevilik, Hristiyanlık, İslam veya dinler bir dine inanmamayı seçmiyorsunuz, düşünüyorsunuz bunlara bakıyorsunuz ve bir karar veriyorsunuz. Bir Hristiyan olmayı seçemezsiniz veya bir ateist olmayı. Nasıl ki dünyanın yuvarlık olduğuna inanmayı seçemiyorsunuz. İnandığınıza inanıyor, düşündüğünüzü düşünüyorsunuz, bütün çevrenizdekileri ve hayatınızada gördüğünüz kanıtları baz alarak. . . Ben bir ateistim çünkü dinlere baktım. Çok fazla batılı dinlere ve İslam’a değil Museviliğe, Hristiyanlığa ve çok az da İslam’a… Ve bunların hepsinin palavra olduğuna karar verdim. Dinlerin palavra olduğuna inanmak için tüm dinleri incelemenize ihtiyaç yok.
EDİP: Tecrübelerinize dayanarak dinlerin ortak noktaları olduğunu gördünüz ve bazı çıkarımlar yaptınız yani…
DAVID: Evet, dinlerin birçok ortak noktaları var. Tam da bu yüzden, Şintoizm, Islam, Moonism veya Scientology hakkında da çok fazla bir bilgim yok. Ama bu palavra olduklarını anlamam için onları çalışmam gerektiği anlamına gelmiyor. Sorunun diğer bölümüne gelince… Neden agnostik olmak yerine ateizm? Bunlar aynı şeyler. Ateistlik ve agnostiklik gerçekten aynı şeyler.
EDİP: Değiller. Ateizm Allah olmadığını öne sürerek daha güçlü bir önerseme yapar.
DAVID: Tam değil.
EDİP: Peki devam edin.
DAVID: Tam değil. Ateizm bir Allah inancının eksikliğidir. Dinin eksikliğidir. Şimdi sizin Allah inancı eksikliğiniz olabilir ve aynı zamanda herşeyi bilmeyebilirsiniz. Bu evrende hiçkimse herşeyi bilmiyor. Ben de kesinlikle herşeyi bilmiyorum. Peki, bu beni bir agnostik mi yapar? Evet. Ama benim Allah inancı eksikliğim olduğundan, ben Allah’a inanmadığımdan ben bir ateistim. Birçok insan bu kavramları yanlış biliyor. Sanırlar ki agnostiklik bir adımdır ve ateizm de bunun uç noktasıdır. Agnistisizm de “tam olarak emin değilim” noktasıdır sanıyorlar. Emin değilseniz ateistsinizdir. Hala bir Allah inancınız yoktur. Farklı bir ateist türüsünüzdür. Çok farklı ateist çeşitleri vardır. Kendilerine agnostic diyenler bir tür ateistlerdir. Bir de benim olduğum ateist türü vardır ki buna da ben sonuçsal ateist diyorum. Bu da demek oluyor ki, kanıtlara baktınız, kitaplar okudunuz ve Tanrı’nın hayal ürünü olduğu sonucuna vardınız. Bu hala herşeyi bildiğiniz anlamına gelmez. Ben Noel Baba’nın da hayal ürünü olduğu sonucuna vardım. Eğer Noel Baba çatıma konarsa fikrimi değiştireceğim. Ben kuzey kutbuna vardığımı iddia etmiyorum, uçmanın olasılığını çözdüğümü iddia etmiyorum ama bence bu hayal ürünü. Bundan oldukça eminim. Eğer kanıtlar ortaya çıkarsa bunu dikkate alırım.
(2. Bölüm)
EDİP: Şimdi aslında sizlerle çok fazla ortak noktam var çocuklar. Çünkü ben kritikçi bir düşünürüm veya öyle olmaya çalışıyorum.
DAVID: İyi.
EDİP: Sohbete başlamadan once söylediğim gibi İncil’de çok sevdiğim bir ayet var, -birçok ayetiyle ilgili büyük sorunlarım olmasına rağmen- bu ayet der ki, “gerçeği kabul et ki gerçek seni özgür kılsın. ”Umarım ki gerçeği arama konusunda aynı niyete sahibiz. Ama ben şunu tanık oldum ki insanlar çeşitli menfaatlerden dolayı gerçeği kabul etmekte zorlanıyorlar. Hayatımda bir kez bunu çarpıcı bir biçimde yaşadım. Türkiye’de en çok satan yazar olduğum ve genç yaşta uğrunda hapishaneye bile düştüğüm sunniliği kitabımda işlediğim yıllarda, çok genç yaşta, Sünniliğin bir anlamı olmadığını farkettim. O zamanlar ben teokratik bir rejimden yanaydım. Türkiye’de devrim yapmak istiyordum; İran devrimi gibi. Önde gelen bir gençlik lideriydim. Eski arkadaşlarım şimdi ülkeyi yönetiyorlar. Tayyip Erdoğan, Davutoğlu, bunlar benim eski arkadaşlarım; okuldan ve dernekten. Ama ben radyoaktif oldum. Mürted ilan edildim. Ailem tarafından red edildim. Buraya göç etmek zorunda kaldım… Bu yüzden ortak noktamız var. Ortak nokta şu ki siz de azınlıktasınız. Ben de bir “zındığım” çünkü fikirlerimi beyan ediyorum. Bu haklı olduğum anlamına gelmez elbette. Kalabalığa karşı olmam yani. . . Bazen kitlelere karşı çıkan insanlar da hatalı olabilirler. Ancak en azından, kendimde gerçeği arama aşkı buldum. Ve bu anlamda, birçok ateisti birçok dindardan daha dürüst buluyorum. Ve dindar insanların çoğunun gerçeği arama derdi yok; sadece çevrelerindeki kelle sayılarına kapılıyorlar. Dindarlık, genelde en kalabalık veya en çok gürültü çıkaran veya en çok fayda sağlayan cemaate uyma işlemini gizleyip iyi bir şemiş gibi sunmak için kullanılan bir ambalajdır.
DAVID: (Para işareti yapar)
EDİP: Kesinlikle. Tabi bu insanların kitlelere uymalarının sosyal sebepleri var, sosyolojik sebepler var, psikolojik sebepler var… Bu yüzden, Amerika’dağan insanların çoğunluğu Hristiyan oluyor, Hindistan’da doğuyor Hindu oluyor, Suudi arabistan’da doğuyor Müslüman oluyor. Çoğrafyanın gerçekle ne alakası var? Farklı gerçeklerle! Orda bir sorun var. Sizinle hem fikirim. Ben aynı zamanda, ateistlere empati kuruyorum. Türk ateistler mesela. . . Onlarla tartışmalara katıldım. Forumlarına katıldım. Onlar da Kuran’ı İngilizce ve Türkçe’ye tercüme eden bir yazarın katılmasına çok memnun oldular. Ateistlerle rasyonel bir tartışma yapabilen. . . Benim Quran: a Reformist Translation (Kuran’ın Reformist Çevirisi) adlı bir Kuran çevirim var. Aynı zamanda onları bir Türk televizyonu kanalında ropörtaja davet ettim. Daha doğrusu, tartışmaya… Örneğin din adamlarıyla tartışmalar yapıyorum. Yakın zamanda bir tanesi Diyanet İşleri Eski Başkanı Prof. Süleyman Ateş ileydi. Canlı bir tartışma programıydı ve 2-3 kez stüdyodan kaçtı. Milyonlarca Türkiyeli halk iddialarının ne kadar yetersiz olduğunu gördü. Ve sizin yaptığınız gibi gözlerimin içine bakamıyordu, korkuyordu. Birbirini takip eden sorulardan rahatsız olmuştu. Ateistlere dedim ki, siz Türkiye’de bastırılmış bir azınlıksınız. Ateistler toplumda çok öne çıkamazlar ya tutuklanmaktan veya hatta yaralanmaktan korkarlar. Ve siz de burada Amerika Birleşik Devletleri’ndesiniz, siz de hatalara karşı duruyorsunuz inanıyorum. Ve sanıyorum ki, söylememe izin verin, bu hoşunuza gidebilir veya gitmeyebilir, siz dindar insanların yüzde 99’undan daha fazla Allah’a yakınsınız. Yüzde 1’i saklıyorum ki herkes bana kızmasın!
DAVID: Allah’I bulmada…
EDİP: Tamam… Sebebini söyleyeyim. Siz Allah hakkında yalanlar üretmiyorsunuz. Ben birçok dindarın Allah hakkında çok saçma çok absürd hikâyeler uydurduklarını biliyorum. Ve insanlara bunlara inanmalarını söylüyorlar ve bundan da gurur duyuyorlar. Ve ben inanamıyorum ki bu insanlar arkadaşları hakkında benzeri birkaç saçma hikaye anlatsa bunu sorgularlar. Olağanüstü bir hikâye olmasına gerek yok, küçük bir hikâye bile olsa. Bu tecrübelerine uymayan ufak bir hikaye bile olsa, “Kanıtın nedir? Göster bana” derler. Şahit isterler. Hatta bazen, olağanüstü hikayeler için şahit de yeterli olmaz. Bu yüzden ateistlerin veya skeptiklerin (kuşkucuların) şu sloganına katılıyorum. “Olağanüstü olaylar olağanüstü kanıtlar gerektirir. ” Bu yüzden, ben dindar insanları Allah’tan uzak görüyorum. Çünkü onlar Allah’ın şizofrenik olduğunu iddia ediyorlar. Çünkü Tanrı evreni yarattı ise ki biz evren rasyoneldir, yani onu aklımızla anlayabiliyoruz. Einstein’ın dediği gibi “Evrende en anlaşılmaz şey, onun anlaşılabilir olmasıdır”. Anlayabiliyoruz. Araştırıp anlayabiliyoruz. Ve kanunlar var, araştırıp sorguladığımız zaman, daha fazla öğrendikçe teknolojiyi icat ediyoruz, uçaklar gibi, elektrik lambası gibi, değil mi, bilgisayar, klima cihazı gibi… Eğer Allah, kâinatın yaratıcısı varsa, bu soruları sorduğumuz için bizleri ödüllendiriyor. Bilimadamları temel olarak kâinat hakkında sorular sorarlar. Akıllarını kullandıkları, sorguladıkları için ödüllendirilirler. Eğer kainatı yaratan Allah, elçiler ve kitaplar yollayan Allah’la aynı ise, bu Allah kilislerde, camilerde, tıpanaklarda da sorgulamayı ve aklı kullanmayı teşvik etmeli. Eğer buralar gerçekten kutsal mekânlar ise… Sorgulama, şüphe duyma ve test etme, değil mi? Ama tam da tersini yapıyorlar. Sorgulamay hayır diyorlar. “Allah kainatı yarattı ama bizim kiliselerimize geldiğiniz zaman düşünme yeteneğinizi tamamen dondurmalısınız. İnanç için kafatasınızda bir delik, kafanızda bir alan açmalısınız… İçine dilediğimiz her şeyi, her virüsü koyabiliriz ve siz sorgulamadan yutacaksınız. ”
DAVID: Bu doğru. Ve bunu sorguladığınızda, biri bunu sorguladığında tepki çok uç oluyor. Bu filmi çektikten sonra Harrishburg’e bir belediye başkanını protestoya gideceğim ki tam da anlattığınız şeyi yapan biri. Harrishburg şehrinin belediye başkanı kadın güvensiz biri ve belediye iflas etmek üzere. Şimdi bir dua ve oruç tutma kampanyası başlatıyor. Ki Allah bir şekilde onunla dua ve oruç vesilesiyle iletişime geçerek şehri iflastan kurtarsın diye. Ve ben gidip insanlara “biliyor musunuz, o kendi politik çıkarları için dini alet ediyor” dediğimde, bu, beyinlerindeki o bölüme gidiyor ve nefret ediyorlar. Onlara göre ben bir ateistim ve ben kötüyüm. Belediye başkanı ise bir Hristiyan ve iyi biri. Bir Hristiyan olduğu için ona güveniyorlar. Onun görevi şehrin bütçesini dengeli tutmak olmasına rağmen şehrin bütçe açık veriyor. Bir sürü uyarı ve bilgi almasına rağmen bunları uygulama kapasitesi olmasa bile onu destekliyorlar. Bunlar zeki insanlar. Aptal değiller. Ama konu din olduğunda aptallar.
EDİP: Çocuklaşıyorlar.
DAVID: Evet
EDİP: Noel babaya inanan çocuklar hikayesi gibi. Sizinle hemfikirim. Amerikan fizikçinin adını hatırlarsınız, sanırım 1999’da şu sözü söyledi, tam olarak hatırlamıyorum ama çok beğenirim. Bence ufak bir modifikasyona ihtiyacı var sadece, “İyi insanlar ve kötü insanlar vardır. Ama iyi bir insanı kötü bir insana çevirmek için dine ihtiyaç vardır”.
DAVID: Christopher Haggens.
EDİP: Christopher Haggens? O bir fizikçi miydi?
DAVID: Hayır bir filozoftu, yazardı.
EDİP: Hayır, benim dediğim bir fizikçiydi belki onun sözünü kullanmıştı. Orjinali Amerikan bir fizikçiye aitti, adını unuttum [Steven Weinberg]. Önemli değil. Ben din kelimesini dogma ile değiştirmek istiyorum. Çünkü ideolojik dogmalar olabilir, hatta ateizm bile olabilir. Stalin, Pol Pot‘u gördük. Onlar ateistlerdi, ideolojik dogmalar yüzünden insanları öldürdüler. İlla din olması gerekmiyor, nasyonalizm de sebebi olabiliyor. Bu yüzden sorgulanmamış inanç sistemi her önerme insanlık ve bireyler için sorun teşkil edebilir. Değil mi?
DAVID: Evet. Yalnız ben Hitler ve Stalin’i aynı yere koymuyorum. Her ne kadar biri dini diğeri ideolojiyi kullansa da, sorun o kadar da din değil, sorun onun nasıl kullanıldığı.
EDİP: Tamam.
DAVID: Ve bazı dini liderler, Hitler gibi dini kullandılar. Bu dini ille de kötü yapmıyor. Stalin nasyonalizmi kullandı. Bu nasyonalizmi kötü yapmaz. Bu ne kadar iyi veya ne kadar kötü kullanılmasıyla veya korunmasıyla alakalı…
EDİP: Peki. . . Size sorum. Bazen ateistlerin bazı dini konuları tartışmak için bazı hatalı argümanlar öne sürdüklerini görüyorum.
(3. Bölüm)
EDİP: Nerde kalmıştık? Hangi soruyu sormuştum? Sorumu bile unuttum. Tamam. Sizi çok rahat ve güzel görüyorum. Çünkü bazı insanlar bu konuları tartışmada pek rahat değiller. Şimdi biraz daha zor sorulara geliyorum. Umarım zorda kalmazsın. Bir deneyelim.
DAVID: (Kendini yumruklardan koruyormuş gibi yapıyor).
EDİP: Bu çok zor bir soru değil. Biz bazı dini fikirleri tartıştığımızda… Allah’la ilgili olarak. . . Bazı ateistler görüyorum, şöyle diyorlar: “Dindarları böyle yaparken görüyorum o yüzden bence Allah yoktur. ” Bu argümanla ilgili bir sorun var [Saman Adam yumruklama safsatası]. Mesela ben bazı kötü ateistler görüyorum. Ateizmle ilgili aptalca argümanlar öne süren ateistler gördüm mesela Türkiye’de. Şimdi bunu ateizmi kritik etmek için kullanmak açıkça boş bir argüman… Birçok ateist de gördüm ki, (Allah’ı tartışırken) dindarları samandan adam yerine koyup yumrukluyor. Hristiyanların her çeşidini yumruklamak kolaydır. Müslümanları da, M harfi büyük yazılan, Şii ve Sünni olmak üzere bütün mezhep versiyonlarıyla yumruklamak kolaydır. Ancak, rasyonal monoteizme gelince… Ben buna gelmek istiyorum ve biraz bunu tartışmak istiyorum.
DAVID: Tamam.
EDİP: Başlangıç olarak gel Allah’ı dinlerden ayıralım. Sizinle aynı fikirdeyim ki günümüzde dinler, onlardaki çelişkilere ve problemlere baktığımızda, onları Allah’a, evrenin yaratıcısına, atfedemeyiz; eğer Allah varsa. . . “Eğer” koyalım, endişelenmeyin. Bu yüzden, bunu ayıralım. Kuran’a baktığımzıda, Kuran’ın matematik sistemine baktığımızda… Sizin bu konuyla ilgili bilgi sahibi olmadığınızı biliyorum. Sorun değil. İlk izlenim, Sokrates gibi size soru soracağım ve yanıtlar alacağım sizin bazı çıkarımlar yapmanızı sağlayacağım veya kendi yargınızı oluşturmanızı… Örneğin, dersiniz ki “Bu çok ilginç. Bununla ilgili bilgim yok Edip, ben biraz araştırayım ondan sonra bunu tartışalım. ” Bunu beklerim. Eğer bu argümanı değer bulursanız.
DAVID: Bu ropörtajdan İslamiyet’I araştıracağımı söyleyerek çıkacağıma söz veremem. Buna söz veremem.
EDİP: İslam’ı çalışmaktan bahsetmiyorum, bunu sonra konuşuruz.
DAVID: Tamam.
EDİP: Sizin hâlihazırda İslamiyeti terrörist gibi gösteren bir Muhammed’iniz var.
DAVID: Onun bir amacı var. Onunla ilgili konuşmamı ister misiniz?
EDİP: Onunla ilgili sonra konuşacağız. Bunu unutmak istemiyorum. Çok güzel çünkü konuların nasıl saptırıldığını çok iyi gösteriyor.
DAVID: Haklısın.
EDİP: Şimdi Big Bang’e gidelim. Sizce Big Bang nedir, bu konudaki çok kısa görüşünüzü alabilir miyim, bir dakikadan az sürede? Bigbangle hemfikir misiniz? Önce hiçlik vardı, doğru mu?
DAVID: Tamam. Eğer maddeyi ne yarattı konusundan bahsediyorsanız, madde nereden geldi diyorsanız, bildiğimi söylemeyeceğim. Size okuduğumu söyleyeceğim. Stephen Hawkings okudum. Neil deGrasse Tyson ‘ın makalelerini okudum.
EDİP: Gould belki?
DAVID: Evet Steven Gould. Onlar benden çok daha fazla biliyorlar. Ve Stepehn Hawkins diyor ki evet, “Büyük Tasarım” adlı kitabı okudunuz mu? Ve kitapta maddenin hiçlikten nasıl kolayca meydana gelebileceğini anlatıyor. Ve okurken bir noktaya geliyorsunuz. Diyor ki, gördüğünüz gibi hiçlikten birşey oldu, kolayca. Ve geri gidip tekrar ve tekrar okumam gerekiyor. Maddenin nasıl meydana geldiğini anladığımı söyleyemem. Size söyleyebilirm ki kesinlikle belli bir noktaya kadar soruyu cevaplıyor. Alternatifler: Allah yaptı. Ve bu, soruyu gerçek anlamda yanıtlamıyor.
EDİP: Peki. Bir filozof olduğumu söyledim. Allah’ın var olduğunu bliyorum. İnanmak kelimesini kullanmıyorum çünkü…
DAVID: Siz dogmatik oluyorsunuz. Bir Allah’ın olup olmadığını bilmiyorsunuzdur.
EDİP: Biliyorum. Bunu sizinle paylaşacağım. Kanıtlarımı paylaşacağım. Descartes şöyle demişti: “Düşünüyorum, öyleyse varım. ” Ben de diyorum ki “İki kere düşünüyorum; o yüzden inanmıyorum. ” Tamam mı?
DAVID: Tamam; buyrun.
EDİP: Tamam. BigBang, başlangıç…
DAVID: Koltuğuma çizmeyin.
EDİP: Yazmayacağım. Bayıldım; (tartışırken) koltuğunu düşünüyor!
DAVID: Hahaha… Benim kolduğum… (anlaşılmıyor)
EDİP: Zararı öderim. Yazmayacaktım. Harika… Kainat bir nokta. Tekillik diyorlar. Sonsuz yoğun, sonsuz küçük! Sonsuz yoğun, sonsuz küçük! Düşünün, bütün galaksiler, milyarlarca galaksi, milyarlarca yıldız, kara maddeler… İnanılmaz büyüklükte bir kütle… Bilimadamları kainattaki atomların sayısını hesaplıyorlar: 10 üzeri 80 ki bu müthiş bir rakam. Bütün bu sonsuz küçük yoğun birdenbire patlıyor. Bu masalların en inanılmazı, en saçması… Fakat bu bilim! Ve bizim Big Bang için bir sürü kanıtımız var. Kozmik arkaplan ışımasıdan ışık tayfındaki kırmızıya kayışa kadar nice kanıt var.
DAVID: Ve matematik… Sonsuz küçük veya sonsuz yoğundan söz etmelerinin sebebi matematik. Bütün bunlar matematiksel bir fonksiyon.
EDİP: Evet çünkü geriye gidersek ne kadar zaman once başladığı hakkında bir fikrimiz oluyor. Bu sayede kainatın boyutlarıyla ilgili bazı bilgilerimiz var. Bu genişleme oranı ile, ilk başta gerçekleştiği iddia edilen büyük şişme ile nasıl bütün yığının içine tekilliğe göçeceğini anlayabiliyoruz. Asıl soru şu: “bu nasıl başladı?” Bu bizim tarafımızdan tecrübe edilmiş değil. Biz bunu tecrübe etmedik. Maddenin hiçlikten gelmesi veya enerjinin hiçlikten gelmesini tecrübe etmedik. Bu yüzden herşeyin başta hiçlikten gelmiş olduğunu söyleyen bilimsel iddia test edilebilir değildir. Deneyimlenmiş bile değildir. Bununla ilgili bir tecrübe yok. Bir noktada madde bugünkü maddeden farklı bir biçimde davrandı. Bu ilginç; çünkü bugünün atomları hiçlikten gelip puf diye bir anda patlamıyorlar. Doğru mu?
DAVID: Hayır. Bu doğru değil.
EDİP: Oh doğru … [değil]? Yani, hiçlikten gelip varlığa gidiyorlar?
DAVID: Evet. Stephen Hawking maddenin her an heryerde, maddenin bulunduğu her alanda parçacık boyutunda meydana geldiğini söylüyor.
EDİP: Çok güzel! Ve sanıyorum bu Allah’ın varlığı için çok daha kuvvetli bir argüman (tartışma). Çünkü hiçlik kavramı… Hiçlik sıfır demektir. Hiçliğin bir şeyden geliyor olması, tek bir şey değil belli özellikleri ve çok duyarlı yapıları olan kitlelerden gelmesi, mesela atomlardan… Atom inanılmaz dercede duyarlı bir yapıdır, New York gökdeleninden çok daha karmaşık, çok daha mükemmel bir yapıdır. Ve sen bu mükemmel yapının hiçlikten, yokluktan geldiğini iddia ediyorsun?!
DAVID: Evet.
EDİP: Ve siz diyorsunuz ki bu “hiçlikten” geldi. Tamam. Siz “hiçliği” nesnelerin ve sizin gibi akıllı varlıkların üreticisi olarak görüyorsunuz. Hiçliğin ve rastlantıların sizin gibi akıllı insanlar yarattığını söylüyorsunuz. Ben diyorum ki mesela biz kutu gibi bir odadayız. Birden burada bir patlamayla bir anda birşey oluşuyor. Ama biz bu odada çalışırken odada gerçekleşen olaylarda sebep ve sonuç ilişkisi olduğunu görüyoruz. Ama bu odada birşey beliriyor. Biz diyoruz ki “hımm bu edindiğimiz bütün tecrübelerden farklı. ” O zaman belki biri koyuyor, belki görünmez bir el var veya belki biri fırlatıyor. Ama bunun için mutlaka bir “sebep” olmalı. “Allah’ın sebebi ne” diye sorabilirsiniz.
DAVID: Evet.
EDİP: Soru evet geri soru sorun. Problemi duydunuz. Ben Allah demiyorum; çünkü biliyorum ki Allah’a karşı alerjiniz var. Çünkü Allah isimi birçok aptal tarafından, sahteler ve şarlatanlar tarafından çok yozlaştırıldı. Biz ona “x” diyelim. Veya maddi olmayan, Yaratıcı. Orda madde olmayan birşey var. Madde arizidir (mutlak değildir). Gördüğümüz madde o şekilde davranmıyor. Tekillikteki gibi değil. Bu yüzden, kainatın bir başlangıcı var, eğer bir başlangıç varsa neden kutunun dışına çıkılmasın? Nerden biliyorsunzuz ki kutunun dışında başka bir “şey”, – buna “şey” veya “x” deyin isterseniz- ki buna sebebiyet vermiş olmasın? Ki bu belki madde, ya da atom gibi değil.
DAVID: Tamam. Bırakın ben…
EDİP: Sadece bir noktayı daha tamamlamama izin verin.
DAVID: Olur.
EDİP: Benimle sizin aranızda fark görüyorum. Ben kainatın yaratılmasını ve kainattaki kuralları, ki bakın kanunlar önemli bir nokta, bütün ateistler bunu görmezden geliyorsunuz. Dawkins de dahil olmak üzere… En başta maddenin yaratılışından itibaren maddede olan kanunlar. Veya maddenin birden ortaya çıkışında var olan kanunlar. Ve bütün yaşayan canlıları yaratmış olan kanunlar. Bu daha ilk BigBang zamanında belirlenmişti. Şimdi, ben diyorum ki bu, bu kutunun dışında benim bilmediğim, “x” adını verdiğim birşey var, ama bu kutunun içinde olan şeyin sonsuz olma özelliği veya kendi kendini yaratma özelliği yok. Ama kutunun dışında bir şey (ilk sebep) olmalı. Sizin söylediğiniz, benim Yaratıca’ya atfettiğim şeyi, akıl istisna olmak üzere, diyorsunuz ki bütüm atomlar kendi kendilerinin yaratıcılarıdır; bütün kanunları da bir şekilde onlar tasarlıyor ve ben bunun sonucu olarak akıllı bir varlığım. Bu yüzden Allah’a ait bütün vasıflar, akıl istisnası ile, onu atomlara atfediyorsunuz bu yüzden politeist ‘siniz (çoktanrıcı).
DAVID: Bu ne demek? (Aksandan dolayı anlamadı)
EDİP: Politeist. Birçok Allah’a inanıyorsunuz.
DAVID: Tamam.
EDİP: Çünkü ya bunu “x” e bağlarsınız ya da atomlara bağlarsınız. Benim X’e bağladığm herşeyi sen atoma bağlıyorsun. Bu yüzden bu anlamda fark şu ki ben diyorum ki bu atomlar kendi kendilerini yaratmıyor. Eğer atom yaratılıştan önce var değildiyse veya Big Bang’den önce, alt parçacıklar vardı. Bu yüzden bunlar koşullara bağlı değişken varlıklar… Hatta siz atomun özü ne onu bile bilmiyorsunuz. Daha dibe inersek şimdi kuarklar var, alt parçacıklar. Atomda protonlar nötronlar, kuarklar, alt kuarklar üst kuarklar, mutlu olanlar mutsuz olanlar… Biliyorsunuz. Komik isimleri var. Belki 1800 parçacık ve şimdi birçok teori var. Bilgi çok derin ama hala kutunun içinde ne var bilmiyoruz.
(4. Bölüm)
Yönetmen: Sondaki soruyu tekrarlar mısınız?
EDİP: Neden akıllı yaratıcının yarattığına inanmakta probleminiz var veya beyninizin sizi saçma ve rastlantısal olayların yarattığına inandırmasını istiyorsunuz?
DAVID: Çok çok uzun soru, çok çok uzun cevap. Tamam. Siz tam tersten yapıyorsunuz. Bizim sahip olduğumuz herşeyin rastlantısal olduğu inancı. Biz herşeyin fizik kanunlarını temel aldığına inanıyoruz. Siz fizik yasalarını alıyor ve ona akıl veriyorsunuz. Ve bir sebebe dayanmadan ona aklı bahşediyorsunuz. Yani hiçbir mantığı yokken ilk sebebi akıl sahibi yapıyorsunuz. Anlamanızı istediğim şu ki, gerçekleri bilmiyor olmak kurgu için kanıt değildir. Bilmiyor olmamız bir akıl’ın olduğuna kanıt değildir. Parçacıklardan, fizikten bahsettiniz. Kozmolojik argümandan bahsettiniz. Herşeyin nereden geldiğiyle alakalı. Ve bizim herşeyi bilmediğimizi olumluyorsunuz. Ki bu da bir akıl için destektir. Ne tür matematik, ne tür fizik kullanırsanız kullanın, kainatın dışında var olan akıllı bir kuvvetin varlığına destek yoktur. Ben bu yüzden yapmıyorum. Buna inanmak için kesinlikle hiçbir neden yok. Madde ve enerjiden, maddenin hiçlikten meydana gelmesinden bahsettiniz. Görünen o ki durum bu. Ama varoluş göreli bir terminoloji. Burada bir kitap var. Kitabın uzunluğu ve genişliği var. Eğer biz 2 boyutlu canlılar olsaydık, sadece 2 boyut, yükseklik olmasaydı, biz bu düzlemde olurduk, sonra bu düzleme 3. boyuttan biri atlardı ve derdik ki “heyy, burda birşey var!” Biz 3 boyutlu bir dünya görüyoruz. 4. boyut zamandır. Şu anki bilimsel teoriler en az 12 boyut olduğunu söylüyor.
EDİP: Hatta daha fazla…
DAVID: Bazıları daha da fazla diyor. Benim bilgi düzeyimin üstünde. Olay şu ki madde bu iki boyut arasında seyahat edebilir ve biz bunu göremeyebiliriz çünkü biz 4 boyutlu varlıklarız.
EDİP: Yani demek istiyorsunuz ki bilinmezler var bu yüzden de yargıya ulaşamazsınız. Maddesel evrende maddenin dışında maddeyi etkileyen birşey olmadığını.
DAVID: Bir aklı destekleyen kanıt yok.
EDİP: Oh akıl evet. Ona geleceğiz.
DAVID: Bunu destekleyecek kanıt yok.
EDİP: Siz akıllı bir varlık mısınız?
DAVID: Evet ben akıllı bir varlığım.
EDİP: Sizce siz hangi sebepten oluştunuz, rastlantısal mütasyonlardan mı?
DAVID: Büyük resimden bahsediyorsunuz, buraya nasıl geldik? Çok fazla şans, çok fazla rastlantısal mütasyon, çok fazla tesadüf, evet böyle.
EDİP: Peki. Lütfen beni takip edin. Bu görünen kainattaki atomların sayısı bildiğimiz kadarıyla belki 114. Maksimum sabit element sayısı en büyük olanın 114 olduğu yönünde argüman var, ihtilaflı şu ana ama biz 114 diyelim, 93 doğal elementimiz var. Kalanı laboratuarlarda yapılıyor, hepsinin kendi özellikleri var. Biz ağır elementlerin daha hafif elemetlerle füzyonla oluştuklarını görüyoruz doğru mudur?
DAVID: Tamam.
EDİP: Geriye doğru Hidrojene gidiyor. Yıldızların çoğu hidrojenle başlıyor ve füzyonla başka elementlere. .
DAVID: Evet, çöküyor, bozuluyor, ağır elementleri yaratıyorla vs. .
EDİP: Evet hilyuma veya lityuma veya diğer ağır elementlere dönüşüyorlar. Farklı hidrojen atomları füzyona girdiklerinde hilyumu oluşturuyorlar. Bu yüzden hilyumda hidrojenin özellikleri olmalı. Hidrojen hilyumun nasıl karakteristikleri (özellikleri) olacağını etkiliyor. Hidrojenin özellikleri biraz farklı olsa hilyum farklı olurdu, doğru mu?
DAVID: Sanıyorum ki evet. Elektron ve proton sayıları sabittir; evet.
EDİP: Temel olarak hilyumun özellikleri hidrojen özellikleri tarafından belirlendi.
DAVID: Tamam.
EDİP: Sonra hilyum hidrojen veya lityum gibi diğer elementlerle füzyona giriyor, hilyum lityumu oluşturuyor ve daha sonra karbon gibi diğer ağır elementler oluşuyor. Bu yüzden bu elementler hidrojenle başlıyor. Bütün bu atomların oluşumunda saklı olan bilgi hidrojende saklı. Ve elementler birleşiyor ve molekülleri oluşturuyorlar. Çok ilginç. Moleküller. Ve elementlerin özellikleri moleküllerin özelliklerini belirliyor. Doğru mu?
DAVID: Süreçte hiçbirşeyin kaybolmadığını varsayıyorsunuz.
EDİP: Evet, bilgi transferi olduğunu söylüyorum. Bu parçacık maddesinin ebeveynleri bu maddenin ne tür bir madde olacağını belirlediğini söylüyorum. Temel olarak hidrojenden geliyor.
DAVID: Evet bunu anlayabiliyorum.
EDİP: Bu yüzden diyebiliriz ki hidrojende saklı olan kanunlar, kainatta gördüğümüz bu çeşitliliğin sebebi. Çünkü bütün elementlerin temeli hidrojene gidiyor. Hidrojen biraz farklı olsaydı belki hiçbirşey oluşamayacaktı. Atomlar sabit olamayacaktı.
DAVID: Doğru, doğru. Evrende birçok değişken var.
EDİP: Şimdi. Hayat tek bir hücreden varlığa geliyor. Yaşayan ve yaşamayan canlılar arasındaki fark çok açık olmasa da.
DAVID: Çok güzel.
EDİP: John of Cusa’nın dediği gibi, sonsuz süreklilik… Olaylar ve eşyalar kategorik olarak birbirinden ayrılmıyor… Sonsuz küçük derecelerle birbirinin devamı oluyor…
DAVID: Hayat gerçekten kimyasal bir zincirleme reaksiyon.
DAVID: Evet.
EDİP: Tamam çok güzel. Şimdi, belli sayıda atomlar, belli oranlarda, ve belli bir sırada bir araya geliyor ve canlı hücreyi oluşturuyor. Canlı hücrenin oluşması için gerekli olan bilginin BigBang’in başında var olması gerekir. Bu canlı hücreler ilk başlamadan önce hatta evrimleşmeden önce… Çünkü madde kanunları izliyor. Bildiğimiz kadarıyla kanunlar evrimleşmiyor. Fiziksel kanunlar burada, bu kainatta sabit. Doğru mu? Termodinamik kanunları veya yerçekimi kanunları gibi…
DAVID: Kanunlar sabit ama sorun neye tekabül ettiklerinde. . . Newton kanunları Kuantum kanunlarından farklı. Newton fiziği ve kuantum fiziği farklılar.
EDİP: Evet, değişikler ama bu kanunlar var.
DAVID: Sürekliler, sürekli olarak varlar ve bizim evrenimizde değişmiyorlar ancak farklı kanunlar bunlar.
EDİP: Bu kanunlara güvenebileceğimizde hemfikir misiniz?
DAVID: Evet, bu verilerden bu sonuca ulaşabiliriz.
EDİP: Bu kanunlar 13. 7 milyarlar yıl once ilk madde ile ortaya çıktılar. Bu, bazı reaksiyonlardan sonra ve daha ağır elementlerin oluşumundan sonra, belli koşulları meydana getirdi. Bu koşullarda oksiyen, hidrojen, nitrojen ve karbon gibi belli elementleri belli bir oranda ve belli bir sırada bir araya geldiler, DNA’yı oluşturdular… Adenin, Timin, Guanin ve 4. neydi adını unuttum, Sitozin (!) ve bu 4 temel belli özel bir sırada bir araya gelecek ve oluşturacak.
DAVID: Sorunuzu anladığımdan emin olmak istiyorum. Kainatın başlangıcında hayatın burada olacağına önceden karar verilmişti mi demek istiyorsunuz?
EDİP: Evet bunu da diyebilirim. Bu daha güçlü bir iddia olur. Ama benim daha zayıf olan iddiam şu: Hayatı başlatacak şartlar bir bilgi olarak kainatın başlangıcında vardı. Öyle bir koşuldan hayat… Evren genişledi, galaksiler ve yıldızların pozisyonları kainatın en erken kıvrımlarından deterministik yasalara göre başladı. Bu kıvrımlar başlangıçta vardı. Kainatın heterojen yapısından kaynaklandı. . .
(5. Bölüm)
DAVID: Kainat %99 ölüdür; %99’dan fazla ölü. Yani büyük resmi görüyorsunuz ki biz bir şekilde bu resme konulmuşuz. Ama biz çok çok küçük bir noktayız. Devasa ve neredeyse ölü olan bir evrende… Yani evrendeki herşey mükemmel olmalı, BigBang’de yaratılan kanunlar… Bu arada, “yaratıldı” kelimesini sevmiyorum. Evrene hükmeden kanunlar BigBang’de bizim için yaratılmıştı derseniz, diyebilirsiniz ki o kanunlar bu kainat için takdir edilmişti.
EDİP: Sadece bu kainat değil, sizin aklınız da buna dahil, bizim burda olmamız da dahil, bu da kaderdeydi; önceden belirlenmişti.
DAVID: Bu seviyeye gitmek isterseniz, o zaman özgür iradeyi yok ediyorsunuz.
EDİP: Evet, benim özgür iradeyle sorunum var. Eğer ateist olsaydım özgür iradeyle sorunum olurdu. Ama yine de özgür irade argümanını bunun dışında bırakalım. Bu şeylerin burada olması veya herhangi birşey, bütün bu bilgisayar programları, bütün bu kitaplar, bütün bu bilgi BigBang’den geliyor.
DAVID: Bu küçücük hiçbirşey olmayan bir nokta.
EDİP: Büyüklük önemli değil. Beyniniz, bu kainattaki en muhteşem şey. . .
DAVID: Size göre, yani bize göre.
EDİP: Evet. Bilimde en azından son dönemde, en azından bu kainatta, güneş sisteminde beyninizden daha harika birşey bulmadık. Beyninizden muhteşem birşey bulmadık. Ancak beyin yapınız, bunu yaratan şey, atomlardaki kanunlardan, atomların özelliklerinden ve moleküller, bu kanunlar önceden varlar. Yani bazı kombinasyonlar bir araya geliyor ve boom! Akıl ortaya çıkıyor.
DAVID: Evet haklısınız. Aslında yerçekimsel sabitlikten bahsediyorsunuz. Aslında atomların ağırlıklarından ve kainattaki sabitlikten bahsediyorsunuz.
EDİP: Evet kimyasal ve fiziksel özellikler.
DAVID: Ve benim diyeceğim siz daha önce bulunduğunuz yere gidiyorsunuz. Bilmiyorsunuz ve buna bir akıl yakıştırıyorsunuz. Hayır, ben bunu kabul etmiyorum.
EDİP: Siz diyorsunuz ki evrim… Ben evrimi biliyorum ve evrimle bir sorunum yok. Aslında burda bir kitap var size de okumanızı öneririm. İslami Evrim Teorisi, yazarı Dr. Shanavaz. Bu aslında gösteriyor ki Darwin’den önce, İbn-i Sina gibi –hiç duydunuz mu?-, Ebu Raşid, İbn-i Haldun filozof ve sosyolog veya İbn-i Heysem gibi filozoflar ve bilimadamları aslında hepsi evrim fikrini desteklediler hepsi cansız maddelerden başladılar. Burada batılı bir filozofun bir itirafı var, Darwin’in döneminden biri, diyor ki bu Darwin’le başlamadı. Aslında Darwin zamanında bazı barbar Muhammed taraftarlarını izlemekle suçlanıyordu Hristiyanlar tarafından. Çok ilginç. Ama şimdi Müslümanlar bu bilimadamlarını görmezlikten geliyorlar. Çünkü Hristiyanları izlediler, geriye gittiler ve batı dünyası evrim teorisinin hikayesini anlatmada çok da dürüst gözükmüyor.
DAVID: Böyle şeylerin olduğunu biliyorum.
EDİP: Şimdi, benim evrimle bir problemim yok. Ama evrimle, montaj hattıyla bazı şeyler meydana geliyor… Ürünler mesela bu televizyon montaj hattıyla oluştu. Mesela büyük bir fabrikaya gittiniz diyelim, siz ve dindar bir insan fabrikaya giriyorsunuz ve siz montaj hattını görüyorsunuz… Nasıl hammededen başlıyor, aliminyum, demir ve plastiğin eritilip, çeşitli parçalarla, robotlar tarafından ve benzeri şeylerle bir araya getirilip sonunda bir televizyon olarak diziliyorlar. Veya bir araba olarak ve çıkıyor. ”Hımm” diyor ateist, “Ben burada ne olduğunu biliyorum. İzleyen evrede ne olduğunu biliyorum. Bu evrimsel bir süreç. Bu kendi kendine yeterli bir kutu, bunun dışında hiçbirşey yok. Ben bunu açıklayabilirim. Başlangıcını bilmeyebilirim ama olsun sorun değil; bunu umursamıyorum. En başta bu maddelerin nasıl oluştuğu umrumda değil. Bu montaj hattının her aşamasını açıklayabilirim. Bu yüzden herhangi bri mühendis veya tasarımcı yoktur. Ben bunun nasıl olduğunu açıklayabiliyorum. Kapının oraya nasıl monte edildiğini”. Dindar insan, “hayır” diyor, “bu şekilde olmuyor, bu montaj hattı yoktur” diyor ve bunu reddediyor. Diyor ki “bu arabalar paraşütle dışardan geliyor”. Ben şunu diyorum bu montaj hattı, onun özel tasarımını gösterir ve montaj hattı belli kanunları izler ve belli kanunları izleyen belli maddeler kullanıyor.
DAVID: Teşekkürler. Ontolojik argümanlardan nefret ederim. Bana baş ağrısı yapıyor.
EDİP: Sorun değil. Neyse… Maddenin varlığı ile ilgiliyim. Ancak maddenin kanunları nasıl izlediği, işte bu tasarımlanmış. Bu montaj hattı tasarlanmış. Bence evrim de aynı şekilde. Eğer kanunlar olmasaydı, evrim olmazdı. Mesela, size bir örnek vereceğim. Gerçi bu örnekten biraz şikayet edeceksininiz, etmelisiniz. Büyük bir kamyon varsayın. Farklı renk, şekil ve ebatlarda olsun. Binlerce . Milyonlarca . Ve büyük bir stadyumumuz olsun. Kamyonumuzu getiriyoruz ve içindeki tüm bu stadyumun zeminine döküyoruz. Ve birbirleriyle karıştırıyoruz. Farklı bir desen oluşturuyoruz. Sonra kamyona geri koyuyoruz ikinci bir kerede, döküyoruz. Sonra milyonlarca yıl sonra silikondan veya camdan yapılmış bu . Ancak farzedin ki bu camlar birbirleriyle etkileşim içinde değiller. Doğru mu? Basit cam. Birbirlerine etkileşim yaptıracak kanunlar yok. Sizce bu misketler milyonlarca yıl sonra bir noktada birdenbire bir araya gelecekler, rasgele bir şekilde, birbirinin üzerine yanına gelmeye başlayacaklar, hareket etmeye ve konuşmaya başlayacaklar mı?
DAVID: Hayır!
EDİP: Hayır! Neden? Çünkü misketler basit misketler diyoruz. Kimyasal bir reaksiyon yok. Bilgi birinden diğerine geçmiyor. Bu yüzdenbu olmaz. Eğer atomlar misketler gibi olsaydı, oda sıcaklığında misketlerin fiziksel yapısı gibi olsaydı, o zaman hayat olmazdı. Çünkü hayat etkileşme gerektiriyor, bilginin aktarımını gerektiriyor. Bu yüzden ben diyorum ki immanent’dir (doğasında bulunan, her yerde mevcut). İlk maddede böyledir. Kainatın ilk saniyesinde. Çünkü bu kanunlar hidrojen atomunu oluşturdular sonra aynı kanun, aynı bilgi hilyumu, karbonu, demiri ve diğer bütün elementleri oluşturdu. Ve kanunlar moleküllerin ne şekilde bir araya geleceğine hükmetti, farklı fonksiyonlar meydana getirdi, farklı özellikler gösterdi.
DAVID: Tamam, sanıyorum biraz yakınsınız. Bence söylediğiniz, ortaya çıkacak olan hayat neredeyse önceden BigBang’de kararlaştırılmıştı. Çünkü neredeyse sonsuz bir zaman döneminiz var ve neredeyse sonsuz miktarda maddeniz var ve hayatı yaratacak doğru kanunlarınız var. Bu gösteriyor ki hayat evrenin etrafında dağıtılmış.
EDİP: Sanırım kendimi tam ifade edememiş olabilirim. Belki de bu İngilizce’nin kronolojik olarak beşinci lisanım olması sebebiyle.
DAVID: Beşinci mi?
EDİP: Evet beş. Dave, ben diyorum ki ilk hücrenin meydana gelmesi, neden bu özel yapılar bir araya gelip bu şekilde davranıyorlar? Bunu gözlemliyoruz ve “vay canına, bir hücrede hayat oluştu” diyoruz. Neden madde bu şekilde bir araya geliyor. Bu önceden belirlenmişti. Bu yüzden yaşayan hücre rastlantısal değil bir kanuna bağlı. Eğer kanun çok az farklı olsaydı hayat oluşmazdı.
DAVID: Evet. Bunu zaten tartıştık.
EDİP: En başta. Bu yüzden en başta bunu yaratan bilgi mevcut. Eğer deterministic (belirleyici, rasgele olmayan) şekilde düşünürseniz ki bilim deterministiktir, atomun merkezine inmediğiniz sürece…
DAVID: Kuantum’a gitmediğiniz sürece…
EDİP: Evet quantum… . Bu yüzden sizin beyniniz en başından belirlenmişti. Bu yüzden akıl/zeka gerçekte rastlantısal bir evrim sonucu değil. Adım adım belirlenmişti. Nitekim, 13. 7 milyar yıl once, evrenin bir köşesinde, dünya gezegeni de önceden belirlenmişti. Ta en başından, büyük patlamanın ilk anından beri. Sizin meydana geleceğiniz de.
DAVID: Yani siz kainatta fiziğin önceden öngörülebilirliğinden bahsediyorsunuz. Her değişken her durum ve bütün imkanlara ait bütün bilgilerin verilmiş olmasıyla bu konuşmayı öngörebilirdik diyorsunuz, 13. 7 yıl önce.
EDİP: Eğer herşeyi bilirseniz, evet. Bakın şöyle…
DAVID: O zaman bu o özgür irade konusuna geri gidiyor. Ve bunu şimdi tartışmak istemediğinizi anlıyorum. Ama bence hayatın temel kanunlarıyla ilgili gerçek bir engel var.
EDİP: Çok güzel, duymak isterim.
DAVID: Tamam. Bir montaj hattına gittiniz. Ve montaj hattı burada başlıyor ve burada bitiyor. Durum bu değil. Olan şu ki kainat montaj hattı değil. Rastgele. Sadece rastlantıların karışımı…
EDİP: Rastgele derken ciddi misiniz? Ben sanıyordum ki bilim deterministik kanun diyor sanıyordum. Rastgele ne demek? Kainattaki bu şeyler sizce rastgele mi?
DAVID: Peki. Bunu size verebilirim. Eğer bu seviyeye gitmek istiyorsanız. Hayır belki de rastgele hiçbirşey yok ancak kuantum seviyesine inmediğiniz sürece. Kuantum seviyesine giderseniz…
EDİP: Yok, burada kuantum seviyesi hakkında .
DAVID: Kuantum olması lazım çünkü kuantum fizikte devamlılığı sağlar. Sadece Newton kanunu değil. Kuantum fiziği de var ve bunun hakkında fazla bilmiyoruz ama var olduğunu, bir gerçek olduğunu biliyoruz. Bunu görebiliyoruz. Siz hammaddeyle başlayıp araba ile sona eren bir süreçten/montaj hattından bahsettiniz. Peki ya hammaddeyle başlayıp %99 hurda ile biten bir montaj hattınız olsa?
EDİP: Çok güzel!
DAVID: Ve çok uzun zaman sonra bir araba ortaya çıkıyor. Ama çıkan sadece bir araba değil. Araba rastgele sebeplerle ortaya çıkmaz.
EDİP: Size birşey söylememe izin verin.
(6. Bölüm)
EDİP: Hurda dediğimiz şey aslında “hurda” değildir. Hatta dışkı dediğimiz şey bile “hurda” değildir. Orada inanılmaz bir yapı vardır. Eğer araştırırsanız görürsünüz atomlar var, yediklerinizde olduğu gibi atomlar veya vücudunuzdaki gibi.
DAVID: Benim tasarım kelimesini kullanmakla ilgili çok temel bir sorunum var. Yaratmak kelimesini kullanmakla ilgili çok temel sorunum var.
EDİP: Atom harika bir yapısal tasarım değil midir?
DAVID: Benim tasarım ve inşa etme kelimeleriyle ilgili çok temel sorunum var. Burda fizikten bahsediyoruz. Atomda moleküler seviyede meydana gelen zincirleme kimyasal reaksiyonlardan bahsediyoruz. Bu tasarım değildir. Bu kimyasalların nasıl reaksiyona girdiğidir. Yerçekiminin nasıl işlediğidir. Kimyasalların yerçekimiyle nasıl ilişkiye girdiğidir ve evrende evrimin nasıl işlediğidir ki biliyorsunuz. Evrim gözlemlenebilirdir. Ve biz kimyasal reaksiyonlardan bahsediyoruz. Tekrar üretilebilir olan, görünür olan, desteklenebilir olan kimyasal reaksiyonlar ki bunlar tamamen akıllı bir varlık olmaksızın oluşuyor.
EDİP: Ooo kanunları görmezden geliyorsunuz.
DAVID: Hayır eğer kanunlardan bahsedersem…
EDİP: Ama kanunlar tesadüfen olmuyor, belli kuralları izliyorlar. Bu yüzden orada kanun var. Bu kanunların nasıl oluştuğunu hiç göz önüne almadınız.
DAVID: Ve siz de çoklu evren teorisini dikkate almadınız.
EDİP: Oo evet çoklu evren konusunu unuttuk.
DAVID: Çoklu evren konusunu konuşursak…
EDİP: Ve senin şapkadan çıkardığın tavşan J Multi-universe…
DAVID: Bakın dogmatik olamayız ve ben demiyorum ki herşeyi biliyorum, bunda bir uzmanım da demiyorum. Bu evrendeki kanunlar istikrarlıdır ve hayatımıza yardım ediyorlar, biliyorsunuz. Ama çoklu evren teorisi diyor ki sonsuz sayıda evren var.
EDİP: Ve çok fazla sayıda da siz varsınız diyor… Birinde mavi çorapla… Diğerinde üç gözlü…
DAVID: Hayır benden çok sayıda yok.
EDİP: Var. Bu teoriye göre neredeyse her saniye sizden sürekli sonsuz değişik versiyonu yaratılıyor.
DAVID: Ohh bunu ben de duydum. Bu başımı ağrıtıyor.
EDİP: Bu bütün teorilerin en akıl almazı değil mi, hatta dini masallardan bile daha acayip? Ve bunun için en küçük bir kanıt yok. Çünkü cübbeli bilimadamları böyle söylüyor diye biz buna inanıyoruz. Doğru değil mi?
DAVID: Ben inanmıyorum. Sorguluyorum.
EDİP: Bilimadamları dindar insanlara göre daha güvenilirdir.
DAVID: Elbette. Uydurmuyorlar.
EDİP: Evet en azından spekülasyonda bulunuyorlar; hata yapabilirler ama geçmişteki iddialarına bakarsak dindar insanlara göre daha güvenilirler.
DAVID: Evet çünkü akıl ve mantık kullanıyorlar.
EDİP: Evet, ama yine de [inanılması] çok zor…
DAVID: Çoklu evren teorisini ortaya sürmek mi, . Ama benim kafamda kendisinin de bir yaratıcısı olmayan bir “Tanrı” dan daha iyi bir açıklama.
EDİP: Tamam. Bununla ilgili konuşacağız. Ohh, ooh… Maddenin yaratıcısı olmaması ile ilgili bir probleminiz yok…
DAVID: Hayır maddenin bir yaratıcısı olmayışıyla ilgili bir sorunum yok.
EDİP: Ama bu kutunun dışında, bir yaratıcı olmasıyla ilgili probleminiz var. Bu montaj hattının bir mühendisi olmasıyla ilgili probleminiz var. Fabrikanın dışında mühendis olmasıyla sorununuz var, mühendisin fabrika içinde olmasını istiyorsunuz. Kusursuz bir montaj hattı görürseniz herşey burda olmalı diyorsunuz.
DAVID: Benzetmeniz hatalı. Biz burada bir fabrikadan değil kainattan bahsediyoruz. Bu açık bir sistem. Fabrika kapalı bir system. Siz kainattan bahsediyorsunuz. Kainat açık bir system.
EDİP: Ama siz de bu kainattan dışarı çıkıyorsunuz, çoklu evrene, kutunun dışına, Tanrı’yi inkar etmek için. Az önce çoklu evreni ben değil, sen tartışmaya getirdin.
DAVID: Bunu Tanrı’yı inkar etmek için yapmadım. Bildiğimziz bazı şeyleri açıklamak için yaptım. Eğer Tanrı’dan bahsediyorsak, peki ben bu kainattaki herşeyin hiçlikten oluştuğunu kabul etmiyorum. Bu arada, maddeyle ilgili bildiğimiz herşey, enerji diyor ki bu kalıcı. Blildiğimiz herşey bu kalıcı diyor. Boyutların içinden veya dışından gelsin farketmez, ama madde yaratılamaz veya yok edilemez…
EDİP: Şu ana kadar böyle. Ama geleceği bilmiyoruz. Yok edersek biz de yok olacağız ve bunu farketmeyeceğiz bile.
DAVID: Peki ya sonra? Eğer aksini iddia eden kanıt görürsek teorimizi değiştiririz. Yoksa dogmatiğiz demektir. Ama sizin söylediğiniz, maddenin ve enerjinin sonsuz olduğunu kabul etmiyorum diyorsunuz. Sadece madde ve çevresindeki enerjinin yaratıldığına inanıyorum diyorsunuz. Bir Yaratıcı tarafından… Ve bu Yaratıcı’nın sonsuz olduğunu söylüyorsunuz. Ben size sizin mitolojinize ; onu beğendiğimi söylemiyorum. Eğer madde ve enerji sonsuz olamaz derseniz bunu beğenmiyorum. Eğer bir Yaratıcı tarafından yaratıldı derseniz daha çok beğenirim. O zaman sadece soruyu bir seviye değiştiriyorsunuz.
EDİP: Ben size neden bir Yaratıcı olduğuna inandığım, inandığım demeyelim olduğunu bildiğime dair kanıtlar göstereceğim. Akıllı Yaratıcı, Tasarımcı… Ve size bazı örnekler vereceğim. Umarım bunu tartışacak biraz zamanımız olacak. Ama öncesinde sormak istiyorum, Dawkins okudunuz mu? Tamam. Dawkins zeki bir adam.
DAVID: Evet.
EDİP: Ama bazı konulara geldiğinde kesinlikle dagmatik ve kör olduğunu düşünüyorum. Birçok örnek var. Ben size sadece bir örnek vereceğim; vaktimiz yok. Diyor ki: “Evrim, rastlantısal mütasyonlar kolayca birşeyler yaratabilir. Ben basit bir bilgisayar program yaptım. Bazı rasgele pikseller veriyor, bunlar rasgele dolaşıyor, sonra rastlantısal olarak bir araya geliyor ve bazı karmaşık tasarımlar oluşturuyorlar.” Bilmem biliyor musunuz?
DAVID: Sanırım neyden bahsettiğinizi biliyorum.
EDİP: Evet. Ve sonra diyor ki, “Eğer bu oluyorsa diğeri niye olmasın?” Bu çok yersiz bir argüman. Bu adamdan çok daha zekice bir argüman beklerdim. Sahip olduğu maddeyi kanıksıyor, sahip olduğu zamanı kanıksıyor, sahip olduğu alanı kanıksıyor, pikselleri, ekranı, klavyedeki tuşu, piksellerin nasıl rastgele davranacağını belirleyen “basit” kodlamayı kendisinin yaptığını kanıksıyor… [rastgele elde etmek için belirleme çelişkisine dikkat çekiyor!]. Bütün bunları, enerji dahil kanıksıyor…. Ondan sonra herşeyin sadece rastlantısal olarak geldiğini söylüyor! Allah aşkına…
DAVID: Dawkins bir biyolog.
EDİP: Evet, ama bu verdiği örneğin hayatın nasıl meydana geldiğiyle hiç alakası yok. Çok gülünç. Bütün o en önemli faktörleri dikkate almıyor ve “işte tesadüfen meydana geldi” diyor.
DAVID: Sizin açığınız: Dawkins evrimci bir biyolog. Bir kozmolog değil.
EDİP: Birbirinde çok da ayrı değiller, iç içe geçmişler. Bir kozmolog değil. Örneği sizce mantıklı mı, katılıyor musunuz?
DAVID: Evet, tabii ki. Sıfır olmayan birşeyle başlayan ve sıfır olmayan birşeyle çalışan birşeyden söz ettiğiniz zaman, bazı durumlar dahilinde nasıl evrimleştiğini gözlemlediğinizde bu iyi bir benzeşimdir. Sizin söylediğiniz ben bu benzeşimi beğenmiyorum çünkü bu sıfır olmayan bir noktadan başlıyor. Sizin probleminiz şu ki evrimci biyologlar bunu sıfır noktasından başlatmıyorlar. Kozmologlar sıfır noktasından başlatıyorlar.
EDİP: Başka bir varsayım da rastlantısallığın oluşu, hayır rastlantısallık yok arkadaşım. Bir bilgisayarda bile rastlantısallık yok. Bu piksellerin hareketinde bile kararlı birşey var. Eğer bilmiyorsak, takip edemiyorsak rastlantısal deriz. Ama objektif olarak mutlak anlamda rastlantısallık vardır demek değildir.
DAVID: Bu başka bir konu yine de… Rastlantısallık olsun olmasın zincirleme reaksiyon yine de gerçekleşiyor.
EDİP: Kuran’a gelmek istiyorum. Hiç onun (Kuran) hakkında duydunuz mu?
DAVID: Evet duydum.
EDİP: Burada bu Muhammed figürünüz var. .
DAVID: O bir sebeple orada.
EDİP: Tamam bana sebebini söyleyin.
DAVID: Çok iyi bildiğiniz gibi…
EDİP: Bomba nerede?
DAVID: Oh bomba düştü. .
EDİP: Evet buyrun.
DAVID: Bu benim oda arkadaşımın ölen bir arkadaşı tarafından bana verilmişti. Aslında çok özel bir sebep için burada.
EDİP: Aslında oradaydı ben buraya getirdim.
DAVID: Ordaydı çünkü orda olmasının da bir sebebi vardı. 1960-1970’lerde Bill isimli bir eylemci vardı. Bir kadın hakları eylemcisiydi. Doğum kontrolünü ve kürtaj haklarını yaymaya çalışmasıyla ünlüydü. Çok meşhur ve çok iyi biriydi. Kendisiyle bir kez tanıştım çok ilham vericiydi. Çok kereler tutuklandı. Bir kez tutuklandığında bir kravat iğnesi takıyordu. IUD idi. Intra Uterine Device. Yani doğum kontrol aleti… O zamanlar herhangi bir mecrada doğum kontrol aleti göstermek, bundan bahsetmek yasa dışıydı. Yakalandığında bütün basın kolları arkadan kelepçelenmiş olarak hapishane yolunda resmini çekti. Kravat iğnesiyle. Bu sayede bütün gazeteleri kanunu çiğnemeye zorladı. İşte Muhammed’in de yaptığı budur. Muhammed burada çünkü bazı Müslüman radikaller tarafından bizim Muhammed’in imajını sansürlememizle ilgili talep var… Bunu bu şova koyuyoruz çünkü burada bu 50 kanalda yayın yaptığımızda, bunu veren kablolular da bu [sansürü] kırıyorlar.
EDİP: Benim Muhammed’in figürüyle ilgili bir problemim yok, sakallı makallı bir insan olarak. Ama bomba koyunca bu gerçekten de çok politik bir söylem. Burada yanlış bir propaganda görüyorum. Çünkü büyük bir propaganda var batıda, Müslümanları terörist olarak algılıyorlar. Ki terörizmle İslam tam zıttır, ama tekrar ettikçe insanlar tamam İslam terörizmdir demeye başlıyor. Ama son 10-20 yıla baktığımızda, Hristiyanlar, Müslümanların öldürdüklerinden çok çok daha fazla insan öldürdüler. Sapkın bir terrorist birkaç bin insan öldürse ama devlet birkaç milyon insan öldürürse biz devlete terörist demiyoruz. Ki onlar da sivil halkı öldürüyorlar, şehirleri yerle bir ediyorlar. Bir haçlı olan Hristiyan George Bush ve ekibi Irak’ı işgal etmeye karar verdiler, hatta yalanlar uydurdular bunun için ve Amerikan doktorlarının sayımına göre 1milyon insan öldürdüler. Çok kişi de yaralandı ve yetim kaldı. Ama yine de Amerika ve Hristiyanlara terörist denmiyor.
DAVID: Haklısınız.
EDİP: Bu yüzden ben “Müslümanlar teröristtir” dersem, ki ben bunların neredeyse tamamına karşı duruyorum ve onlara göre öldürülmem gereken bir mürtedim… Gerçekten birkaç insan var ki onlara terörist veya vahşi diyebiliriz. Oysa çoğu barışçı insanlar… Bazıları belki cahil, bazıları öğrenim görmüş, belki bazı Hristiyanlardan daha eğitimli…
(7. Bölüm)
EDİP: Museviler yüzlerce Filistinli öldürdüler ve hala öldürüyorlar. Ve biz “terörist Museviler” diye birşey duymuyoruz.
DAVID: Doğru.
EDİP: O yüzden burada (figürün üzerinde) bomba olmamasını isterdim. Çünkü bu bir kurgu. Ayrıca Muhammed barış kurucu biri idi. Bu konuya sonra değineceğiz. Muhammed dünyadaki en barışçıl kişilerden biriydi. Dinleyin, Muhammed’i sevmeyebilrisiniz, onun mesajını sevmeyebilirsiniz ama dürüst olalım. Ama bu insanı tasvir ederken dürüst olalım.
DAVID: Dokuz yaşında birine tecavüz etti.
EDİP: Hayır bu uydurulmuş çok büyük bir yalan…
DAVID: Dokuz yaşında birine tecavüz medi mi?
EDİP: O zaman, Muhammed ayı ikiye böldü ve [yarısını] Ali’nin bahçesine düşürdü. Bunlar aynı kitaplarda var. Eğer bu hikâyeye inanıyorsanız ötekine de inanmalısınız. Bunlar 200 yıl sonra uydurulmuş. Dinleyin. Eğer sizinle ilgili tartışan birçok insan tarafında bir hikaye uydurulursa ve zıt hikayeler. 200 yıl sonra, “ben şundan duydum ben bundan duydum…” Bunlara inanır mısınız?
DAVID: 9 Yaşındaki Ayşe ile cinsel ilişkisi olmadı mı diyorsun?
EDİP: Kesinlikle olmadı. Yaşı kesinlikle 9 değildi. İslami Reform İçin Kritik Düşünenler adlı bir kitap var mesela. Bu kitaba bakın. Muhammed’in hiçbir zaman 9 yaşında bir kızla evlenmediğini bunun Muhammed’e büyük bir hakaret olduğunu, Muhammed’in insanlar için bir örnek model olduğunu, ama Muhammed’in ölümünden 200 yıl sonra bazı Müslümanlar hikayeler uydurdu. Herkes Muhammed hakkında hikayeler uydurmada birbiriyle yarıştı.
DAVID: Ve size bunun doğru olduğunu nereden biliyorsunuz?
EDİP: Doğru olduğunu biliyorum çünkü bakınca tüm tezatları görüyorum. Bu yüzden de onlara güvenmiyorum. Ama Kuran’a bakıyorum. Kuran’ın farklı bir hikayesi var.
DAVID: Soruma cevap vermediniz. Şu an güvendiğinize niye güveniyorsunuz eğer herşey tezatsa.
EDİP: Güzel soru.
DAVID: Nasıl yargılıyorsunuz? Bunun doğru olduğuna inanıyorum şunun doğru olmadığına inanıyorum çünkü beğenmiyorum.
EDİP: Hayır ben bu kitapların hepsini reddediyorum. Kesinlikle bu kitapların hepsini reddediyorum. İslami Reformist Hareket heryerde önem kazanıyor, özellikle eğitimli gençler, çok iyi eğitimliler. Birçok konferansım vardı, sonuncusu bir yıldan az bir süre önce Oxford Üniversitesi’ndeydi. Tüm dünyadan genç liderler ve akademisyenler geldiler ve bu konu konuları konuştuk. Mesala Kuran’ın Reformist tercümemiz var. Bu da mesela insanların zihinlerini açıyor. Kuran’a baktığımız zaman, ayinler üzerine kurulmuş Sünni ve Şii inanışlardan, 200-300 yıl sonra üretilmiş hikayelerden çok farklı olduğunu görüyoruz. Bunlar (bu hikayeler) tezatlarla dolu ıvır zıvır, bir tarafta Allah yanında Muhammed’i ilahlaştırıyorlar. Mesela Mirac hikayesi gibi. Sözde Muhammed göklerin 7. katıına gidiyor ve namaz rekatlarının sayısı konusunda Allah’la pazarlık ediyor. 50 rekat namazın yapılamayacağını anlayamayacak kadar aptal sözde. Günde 50 rekat. Ve Musa ona hatırlatıyor “bir günde 50 kere çok fazla git Allah’a söyle indirim yapsın”. . evet bu Buhari’deki en uzun anlatılan hikayedir…
DAVID: Sorumdan kaçınıyorsunuz. … Siz Hristiyanların yaptıklarıyla ve Musevilerin yaptıklarıyla aynı şeyi yapıyorsunuz. Bu kitaplara bakıyorsunuz ve beğendiğiniz veya beğenmediğiniz şeyleri seçiyorsunuz.
EDİP: Haklısın… Benim açıklamam lazım; çok açık olmadı sanırım. Muhammed Kuran’ı aldı (Allah’tan), kendi zamanında sadece yazılı Kuran vardı. Yüzyıllarca Kuran’dan başka birşey yoktu. Ancak 200 yıl sonra hadisler üretmeye başladılar. Hadis diye adlandırdılar… “Ben babamdan duydum, babam amcamdan duymuş, bu bundan, şu şundan, şu da Muhammed’den duymuş ki Muhammed böyle demiş.” Mesela Buhari kitaplarında bir marka hurma çeşidi için reklam görürsünüz. Her derde devadır diye. Veya kadınları hayvan yerine koyan. Mesela “eğer namaz sırasında bir eşek bir kopek veya kadın geçerse önünüzden namazınız geçersiz olur” diye hadis var. Veya “cehennemin büyük kısmı kadınlarla dolu olacak” diye. Bu tür hadisler… Bazı hadislerde Muhammed’in en merhametli en barışçı insan olduğunun söylendiğini görüyorsunuz, aynı kitapta başka bir yerde Muhammed’in çobanını öldürdüğünden şüphelendiği insanların el ve ayaklarını çaprazlama kestiğini, onları çölde terkettiğini, gözlerini oyduğunu susuzluktan ölüme terkettiğini görüyorsunuz. Bunlar da inandıkları hadislerden. Müslümanlar sadece Kuran’ı izlediklerinde, Muhammed’in zamanında toplumlar arasında bir numara oldular, bilimde en ileri toplum oldular. Bu sadece bir tesadüf değildir. Öncesinde batıl inançlar, kölelik, çok tanrıcılık ve bunlarla ilgili bütün negatif şeyler vardı, aralarında savaşıyorlar… Ve Muhammed’in mesajıyla bu toplum bilgiye aç hale geldi. Yunan filozoflarının kitaplarını çevirdiler… Kozmolojiye, astronomiye, tıbba katkıları oldu. Mesela İbn-i Sina’nın “Şifa” adlı kitabı. 500 yıl boyunca batı üniversitelerinde tek kaynak kitap oldu. Veya İbn-i Heysem, Ebu’l İz [El-Cezeri], otomasyon dalında icadlar yaptı. Mesela cebir temelde Müslümanlar tarafından bulundu.
DAVID: Müslümanlar tarafından bulunmuş olması bunu İslam’ın sağladığı anlamına gelmez.
EDİP: Islam’dır. Bakın dikkatli dinleyin ben öyle bir yumrukta kolayca yere serebileceğiniz tür bir Müslüman değilim. Onlardan değilim ben. Bakın Kuran çok bilimsel bir kitaptır. Kuran tekrarla “hiçbirşeyi kör olarak izlemeyin” der. Size tek bir ayet okuyayım. 17 sure 36. ayet: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme;” Gösteriş için Arapça okuyorum, “Çünkü kulak, göz ve öz, bunların hepsi ondan sorumludur. ” Kuran boyunca akıl öne çıkarılır. Hep delil istenir. Kuran’da birçok tartışmaya örnek verilir. Hepsinde delilinizi getirin, kanıtınızı getirin, işte bizim kanıtımız budur gibi kanıt istenir. Bütün dini kitaplar içinde Kuran muhtemelen en çok alıntı yapan kitaptır. 332 ayet Kuran inkarcılarını alıntılar. Kuran’ı veya Muhammed’i nasıl kritik ettiklerinden alıntı yapar. Ve 332 ayet de adeta karşılık verir, tam aynı sayıda tekrarlanarak. Bu yüzden Kuran çok bilimsel bir kitaptır. Ve ben iddia ediyorum ki Kuran’da, birçok bilim dalı hakkında, evrenin yaratılışı, embriyonun yaratılışı, bazı fiziksel konular, bilmin birçok yönünü kapsayan bazı bilimler hakkında bilgi vardır ve bunlarda tek bir hata bulamazsınız. Mesela Big Bang hakkındaki bilgi. Enbiya Suresinde. 21:30. Ayet şöyle der. Müsade ederseniz o ayeti okuyacağım. Sonra bazı matematiksel kodlar vereceğim.
DAVID: Yalnız şunu açığa kavuşturmak istiyorum. Yani siz hiçbir hadisi doğru kabul etmiyorsunuz.
EDİP: Kesinlikle. Bunların hepsi, Kuran’a göre, Muhammed’e düşman olan cahil insanlar tarafından üretildi. Çok ilginç bir öngörü var. Kuran’a eş tutması için üretilen sözler için negatif bir kelime, yani “hadis” seçiyorlar.
DAVID:
EDİP: Kesinlikle hatalılar.
DAVID: Ama onlar da sizin hatalı olduğunuzu söylerler.
EDİP: Ben onlarla Türk televizyonunda tartıştım. En ileri gelen dini alimlerle, benim görüşlerime karşı gelemediler. Onları açığa çıkaran İslam Manifestosu’nu yazdım. Hepsi kaçtılar. Sizden sonra, NewYork’taki İslami merkeze gideceğim, 1963’de mi yapılmış en büyük camii, beni bilmiyorlar. Gidenin ben olduğumu bilseler kaçarlar. Çünkü hep kaçıyorlar.
DAVID: Bu kelimeyi kullanıp duruyorsunuz. Yani giderlerdi demek istiyorsunuz.
EDİP: Hayır, hayır. Yani, toplum içinde benimle bir tartışmada karşı karşıya gelmek istemiyorlar. Onlarla tartıştığımda ben sanki Allah’ın onlara gönderdiği bir kasırga ve tufan gibi algılanıyorum. Bu yüzden, bu teorik olarak çok güçlü bir sav bizimkisi, yani hadislerin Kuran tarafından reddedilmiş olması. Birçok yönden Kuran’ı izlemiyor onlar. Mesela Kuran’da taşlamayla öldürme cezası yoktur. Kesinlikle yok. Bunu sonradan ürettiler. Musevilerden aldılar. Musevilikten, Budizm’den ve Hristiyanlıktan birçok alıntı yaptılar ve hadis vesilesiyle soktular. Hatta bununla ilgili hikaye bile uydurdular, izin verin anlatayım komik bir hikaye. Bu hikayeye göre öldürmek için taşlamakla ilgili bir ayet varmış. Bu Kuran’dan değil ama okuyayım. “Eş şeyhu veş şeyhetu, iza zeneya fercumuhuma elbettete nekalen minallahi.” Bu sözde Kuran’dan bir ayetmiş. Ve Muhammed’in ölümünden sonra, deri üstüne yazılmış, ve güya Ayşe’nin yatağının altında saklanıyormuş. Bir şekilde korunmuş. Ve aç bir bu ayeti yemiş, deride yazılı olan bu ayeti. Bu yüzden Kuran’dan çıkarılmış, ama hükmü geçerliymiş. Bu bütün Sünniler tarafından inanılan bir hikaye… Bu onların en güvendikleri 6 hadis kitabında yer alır. Hayal edin. O alimler diyordunuz, benden daha eğitimli olanlar, bu bilgi meselesi değil, mantık meselesi. İşe yaramayan bir sürü bilgiye sahip olabilirsiniz. Ezbere bildiğiniz birçok hikaye olabilir. Bütün hikayeleri yutmuş olabilirsiniz. Bu ilim sahibi olduğunuzu göstermez. Kritik düşünce sahibi değilsinizdir. Doğru mu? Böyle bir hikayeye inanan insanın, peygamberin Kuran’ı yazdırdığı ve yıllar sonra o Kuran ayetinin bir hayalet tarafından yendiğini, bu yüzden taşlama konusunun Kuran’da olmadığını ama hükmünün geçerli olduğunu söyleyen birine inanır mısınız? Konu din olduğu zaman insanlar aptallaşıyor. Ben bu anlamda dindar biri değilim. Herhangi bir dini organizasyona uyamıyorum. Ben bir çeşit bomba gibiyim, sorular soruyorum.
(8. Bölüm)
EDİP: Felsefe derslerimde, derse başlamadan önce çeşitli sorular sorarım. Bazen derse girmeden önce ne soracağımı bile bilmiyorum. O anda gelen bir soru. Ama hep kritikçi düşünmeyle ilgili, onları biraz ısındırmak için. Ve sorulardan birine verilen cevap şuydu, ki hiç böyle bir cevap beklemiyordum. Papa’yla ilgiliydi, sanırım 2007’deydi, şimdi ölen Papa Paul’in ilk veya ikinci yıldönümüydü. Polonyalı Papa, ismi neydi?
DAVID: 2. John Paul?
EDİP: Evet sanırım. 2. Paul, 5. Paul, 15. Henry, hep aynı isimler tekrarlıyor. Neyse. . . Polonya’da büyük bir şenlik ateşi yaktılar bu kutlama için. Bu şenlik ateşinin resimlerinden birinde bir kişinin şekli çıkıyor gibi.
DAVID: Bu resmi gördüm.
EDİP: Bu resmi derste projektörle smartboarda yansıttım. Bir şekilde bunu Papa ile ilişkilendiriyorlar. Ben de sordum, ne düşünüyorsunuz? 30 kişilik bir sınıftı, felsefe veya dinler felsefesine giriş veya metafizik derslerinden biriydi. Tahim edin ne oldu? Öğrencilerimin %70’i üniversite öğrencileri. Hatta bazıları Arizona üniversitesini bitirmiş, bu sınıfı sadece mezuniyetlerine ders tamalamak için alıyorlar. Yüzde 70’i dedi ki “evet bu gerçekten bir mucize olabilir.” Ben dedim ki “Çocuklar, ne yapıyorsunuz? Bu bir fotoşop olabilir. Bunu bile sorgulamadınız. Bu ateş ne kadar süre yandı? Kaç değişik biçimde alev oluşturdu? Bunları sormadınız. Belki bir köpek veya domuz veya kuş cismi de çıkmış olabilir; ama siz hiç sorgulamadınız. ”
DAVID: Hatta Meryem Ana bile çıkmış olabilir, Meryem Ana heryerde çünkü. .
EDİP: Evet. “Bu doğru bile olsa belki binlerce resimden sadece biridir. Hiç sorgulamadınız. Belki de bu görüntü Papa’nın cehennemde olduğunu simgeliyor. Akıl yürütmediniz. ” Bu yüzden dindar insanlar çok iyi eğitimli olabilirler ama çocukluktan beri beyinleri yıkandığı için sadece hikayelerle beslenmişler. Ne zaman kutsal birşey görseler onu bir kutsal çerçeveye alıp başlıyorlar hikaye uydurmaya. Bir delik açarlar [beyinlerde]. Dini liderler beyinlerini hackliyor. O yüzden sınıf başında öğrencilerimi uyarıyorum. Diyorum ki bu sınıfta ineklerimiz yok. Onları kesiyoruz, derilerini yüzüyoruz, parçalıyoruz, ve hatta barbekü yapıp onları yiyoruz. Haa haha… Bu yüzden dindar bir insansanız ve gizli bir ineğiniz varsa bu sınıf sizin için tehlikeli olabilir ve duygusal olarak yaralanabilirsiniz. Veya ateistseler, sizin gibi, ateizmle ilgili yönelimleriniz varsa onu da eşit olarak sorgulayacağız. Burada sorgulamamızda eşitlik var. Bu yüzden, aksi halde sınıfı terkedin. Bugüne kadar ilk derste sınıfı terkeden öğrenci görmedim. Belki sonra bırakıyorlardır, bu uyarıyla ne kadar alakalı bilmiyorum ama. Öğrencilerime, “Bana profesör demeyin, beni ilk adımla çağırın. Ben sizden biriyim. Yargıç sizsiniz, filozof sizsiniz. Akılla iletişim kuracağız. Mantık kurallarına, 19 akıl yürütme kuralına göre…” Neyse, size ayeti okuyacaktım. 21:30 “O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?”Başka bir ayet, 4. sure’de 82. ayete dip not olarak koydum. Kuran’ın bilimle alakalı ayetlerin listesini sunuyorum orada.
DAVID: Bir daha okur musun?
EDİP: “O inkâr edenler”, sizin gibi, “göklerle yer”, çoğul olarak kullanıyor yani bütün kainat, “birbiriyle bitişik iken” tek bir nokta iken. .
DAVID: Nokta demiyor, kütle diyor.
EDİP: Kütle, birleşiklerdi, beraberdi, ” biz onları ayırdık” diyor. Başka bir ayette de diyor ki… Bana güvenmek zorunda değilsiniz, daha sonra kontrol edebilirsiniz. Ama farzedin ki böyle bir ayet var “Biz onu, evreni genişletiyoruz.” Başka bir ayette de “Biz onu içine doğru geri çevireceğiz” ki bu kapalı bir evren… , ama yine de iki model var. Biri bu.
DAVID: Suyun hayatın kökeni olduğunun ilk kez öne sürülüşü mü bu?
EDİP: Hayır. Bununla ilgili bir delilim yok. Ancak şunu söylüyorum…
DAVID: Ama diyorsunuz ki eğer bir çeşit ilham olduysa Muhammed’e, eğer o sadece zaten bilineni tekrar ediyorduysa, inanıyorum ki su hayatın kökenine dahildi ve su hayatın bir gereği idi, bu -bilgi- çok eski, eğer bunun bir tür doğrulama olduğunu söylüyorsanız, Muhammed’in bir tür ilahi ilmi olduğunu söylüyorsanız, bence bunu düşünmelisiniz.
EDİP: Tamam dinleyin. Ben demiyorum ki özellikle bu ayet Kuran’ın Allah’ın sözü olduğunu gösterir. Ben diyorum ki, bu kitaba biraz saygı göstertir. Çünkü Hz. Muhammed zamanında insanların evrenin nasıl yaratıldığıyla ilgili, evreni saran yılanlarla filan ilgili bir sürü aptalca hikayeleri vardı. Hadisler zaten 200 yıl sonra uyduruldu. Bize daha yakın. Daha çok bilime yakın olmalı. Muhammed’e atfen birçok aptalca hikayeler var yaratılışla ilgili. Ama Kuran’dan bahsediyorum. Bize kozmolojiden bahsediyor, biyolojiden bahsediyor. Hatta bazı biyolojiyle ilgili ayetler Hristiyan ateist doktorların Müslüman olmasını sağladı. Maurice Bucaille gibi… Sadece embriyolojinin tam doğru evrelerinin –Kuran’da- tarif edilmesi dikkatini çekiyor. Olağanüstü. Bütün bu alanlarda, size iddia ediyorum, tek bir hata yok. Eğer Muhammed ordan burdan kopyalamış olsaydı, bunlar orjinal şeyler olmasaydı bile, mesela geçmişte bir filozofun söylemiş olduğu bir şey ama başkalarının kabul etmediği bir şey olsaydı… Bir şekilde doğru olanları almayı veya tekrarlamayı başardı. Bununla ilgili bir soru işareti koyalım. Bu çok ilginç. En azından bu adam hatalı olanları doğru olanlardan ayırdedecek kadar zekiydi. Çünkü o zamanda bu şeyler için kanıt yoktu. Ve ben diyorum ki bizim modern bilmimizle tek bir ayet bile çelişmiyor. Sadece ateistler tarafından seçilmiş bir ayet var, hepsi onun üstüne atlıyorlar, diyorlar ki “işte bilimle çelişiyor”. Buna baktığınız zaman, . . (pano düşüyor, espriler, “sebep ve sonuç” diyerek gülüşmeler. . )
(9. Bölüm)
DAVID: Buna karşı çıkmama (bu iddiayı zorlamama) izin verin. Kutsal kitaplar hakkında konuşan birçok insan duydum. Ve çok çok zayıf ifadeleri oluyor. Diyorlar ki. “Bakın, ben bunu bugün bildiğimize uyarlayabilirim. Ben size demedim mi ki göklerle yer bir zamanlar bitişikti” Bu ifade, Big Bang oldu vs demek değildir.
EDİP: Biz onları birbirinden ayırdık. . .
DAVID: Hayır. Dediği bu değil.
EDİP: Diyor. Tek bir noktayken biz ayırdık diyor.
DAVID: Tek bir nokta demiyor.
EDİP: Öyle (diyor). Ratqa (arapçası) demek birleşik demektir.
DAVID: Veya evrenin genişlemesiyle ilgili birşeyden bahsetmiyor.
EDİP: Bahsediyor. (Arapçasını söylüyor).
(NOT: Video burada bitiyor. Yorumlarda EY bu kaydın Kazakistanlı arkadaşlar tarafından yapıldığını, kalan kaydın da Kazakistan’da biryerlerde olabileceğini, bir şekilde onlardan almaya çalışacağını söylüyor. )