Niyet Ettim Uydum Cemaate!
Edip Yüksel
www.19.org
6:116 “Yeryüzündeki insanların çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Sadece sanıya uyarlar ve onlar saçmalarlar”
12:103,106 “Sen ne kadar istesen de, insanların çoğu inanmayacaktır. . . Onların (inananların) çoğu da şirke (putperestliğe) bulaşmış olmadan Allah’a inanmaz.”
San Fransisco’un modern semtlerinden birisinde kiliseden çıkan sıradan insanlara sorunuz: “Neden İsa’nın bedenleşmiş Tanrı olduğuna inanıyorsunuz?” Yanıt olarak, “İncil öyle diyor da onun için” sözünü alacaksınız. “Peki İncil’in Tanrı sözü olduğunu nereden biliyorsunuz?” diye bir ikinci soruyu yöneltseniz, muhatabınızın huzurunun kaçtığını ve “İncil, kendisinin Tanrı sözü olduğunu söylüyor ” gibi eskilerin fasit daire, bizim ise kısır döngü dediğimiz mantık arızasına sığındığını göreceksiniz. İnat edip sıkıştırırsanız sonunda, “İnanıyorum da onun için” gibi her tartışmayı kökünden kesen malum cevabı alacaksınız. Daha da ısrar edip “Neden inanıyorsunuz?” sorusunu yöneltseniz, “İncil öyle diyor da onun için” ile başlayan bu kısa tartışmanın aynı ifadelerle tekrarladığına tanık olacaksınız. Belki de hiçbir vakit beklediğiniz doğru cevabı alamayacaksınız. Kiliseden çıkan hiçbir Katolik veya Protestan size, “Anam babam ve çevredeki arkadaşlarım öyle inanıyor da onun için” cevabını vermeyecektir belki. Ne yazık ki durum bundan ibaret.
Ganj nehrinin yakılmış insan külleriyle kirlenmiş suyunda yıkanan bir Hindu’ya da diniyle ilgili benzer sorular sorsanız alacağınız cevaplar aşağı yukarı aynı karakteri taşıyacak. İstanbul’da Fatih camisinde bayram namazını kılan bir Müslümanın, Tokyo’da tapınaktan çıkan bir Budist’in cevabı da pek farklı olmayacaktır.
Çevrenin Ve Kalabalıkların Manyetik Etkisi
Hindistan’da dünyaya geldiysen büyük bir olasılıkla Hindu olacaksın. Israil’de Yahudi. Amerika’da Hristiyan. Türkiye’de ise Müslüman. Seni yetiştiren ailenin ve yaşadığın ülkenin yaygın dini büyük bir olasılıkla senin tarafından diğer dinlere tercih edilecektir. Niçin? Coğrafya ile dinler arasında ne gibi bir ilişki var?
Yıllar önce, birtakım davranışları incelemek amacıyla amatörce bazı deneyler yapmıştım. Onların en ilginç olanı çevreye veya duruma uyum konusundaydı. Güçlü bir çevre baskısı altında bizim birey olarak nasıl davrandığımızı deneysel olarak görmek istedim. Birey, çoğunluğun oybirliğiyle aldığı karara nasıl tepki gösterirdi?
Ok Deneyi
Yapacağım deney için benimle işbirliği yapmaya karar veren beş kişiye deney hakkında gerekli bilgiyi verdim. Odaya girecek altıncı kişi (asıl denek) üzerinde bir deney yapacağımızı kendilerine anlattım. Kendilerine yönelteceğim ilk iki soruya doğru cevabı vereceklerdi. Bu iki soru asıl denek için bir ısındırma fonksiyonu görecekti. Fakat kendilerine üçüncü soruyu (asıl soru) sorduğumda onlar tek tek bana yanlış cevabı vereceklerdi. Sesli olarak.
Altı kişi, yani beş sahte denek ile gerçek denek odaya girdiğinde, sanki daha önce kimseye konuyu anlatmamış gibi basit bir deney yapacağımızı ilan ettim. Denekleri yarım daire biçiminde tek sıralı oturttum. Altıncı kişinin özellikle en uç tarafta yer almasını sağladım. Tahtaya basit şekiller çizip kendilerine tektip soruyu yönelttim: bunlardan hangisi şu şekle benziyor? Tek tek sorduğum soruya ilk beş kişi doğru cevabı verdi. Gerçek denek de doğru cevabı verdi. İkinci soruyu da aynı biçimde sorup herkesten doğru cevap aldım. Tabii ki sorular çok kolaydı.
Sonra, sıra asıl soruya geldi; en kolayına. Şu soruyu yönelttim: sağdaki oklardan hangisi soldaki oka benziyor?
Benimle işbirliği yapan denekler sırayla yanlış cevabı verdiler. Birincisi “C” dedi. İkincisi de “C” dedi. Üçüncüsü de “C” ile onları izledi. Hepsi, tek tek aynı cevabı verdiler. Asıl denek rahatsızlık belirtileri göstermeye başladı. Gözleriyle gördüğü ile işittikleri arasındaki çelişki kendisini şaşkınlık içinde bırakmıştı. Nitekim kendisinin cevap sırası gelince, arka arkaya tam beş “C” cevabını işitmiş olmanın etkisiyle çoğunluğun görüşünü kabul etti. “C” onun da cevabıydı. Kalabalığa uymuştu.
Deneyin Sonuçları
Yıllar sonra öğrendim ki bu deneyi ilk yapan ben değilmişim. 1951-56 yılları arasında, S. E. Asch Çevreye Uyum ve Çoğunluğun Görüşünü Kabul konularında bir dizi deneyler yapmış. Araştırmalarının sonucunu özetleyeyim:
Asch deneylerini değişik uzunluktaki çizgilerle yaptı. Deneklerden, standart çizgiyi soldaki çizgilerle eşleştirmesini istedi. 123 denekten sadece 29 tanesi grubun verdiği karara uymadı. 61 tanesi ara sıra grubun verdiği karara katıldı. Fakat, 33 tanesi gruplarının kararına bir çok kez katılarak hemen her keresinde apaçık yanlış cevabı destekledi.
Bazı denekler yanlış çizgiyi gerçekten doğru eş olarak gördüklerini ileri sürdü. Bunlar çoğunluğun görüşünü inanarak kabul edenlerdi. Grubun kararlarına uyanların yarısına yakını çizgileri doğru boyutlarda gördüklerini, ancak çoğunluğun seçimini işittiklerinde kendilerinin yanılmış olduğuna karar verdiklerini itiraf etti. Kalabalığa kapılmışlardı. Grup kararlarına uyanların diğer kısmı ise grubun verdiği cevapların yanlış olduğunu bilmelerine rağmen grup kararlarına katıldıklarını ifade etti (Small Group Discussion: Charles Pavitt & Ellen Curtis, Gorsuch Scarisbric, Scottsdale, AZ., 1990, sa. 160-165).
İnanarak veya görünüşte katılarak çevreye uyum sağlama tavrı her çeşit grupta görülür. Örneğin, bir çete üyesi ilk kez araba çalmaya katılırsa, büyük bir olasılıkla çalmaya devam edecektir. Zihinsel olarak iç uyumunu korumak için de çeşitli bahaneler bularak araba çalma işini haklı çıkarmaya çalışacaktır.
Niyet Ettim, Uydum Kalabalığa
Dünya dinleri bir tek soruya yüzlerce değişik cevap verirler. Doğmalar çok sayıda mukallit kafaları kendilerine çeker. Kalabalığın dinine uyanların önemli bir kısmı er veya geç o dine inanır ve o dinin doğmalarını rasyonalize etmeye çalışır. Bunların bir kısmı iyice fanatikleşerek kendilerini doğmaya adar. Eski mukallitler yenilerin taklit etmesini sağlar. Bu taklit zinciri sürer gider. Peki neden dinsel taklit ve taklidi iman bu derece yaygın?
Bir Çok Sebebi Var
1. Dinsel ve mezhepsel doğmalara çocukluğumuzdan itibaren muhatap ediliriz. Dinsel öğretilere erken yaşta muhatap olmamızın üstümüzdeki etkisi büyüktür. Bir Hindu için, binlerce insan-tanrıya tapmak her şeyden daha çok bir anlama sahiptir. Bir Hristiyan için, suçsuz oğlunu suçlular için kurban eden üç kişilikli bir tanrı hayatın amacı konusuna tek cevaptır.
2. Kurumlaşmış dinlerin, tarikat ve mezheplerin cevapları genellikle basit değildir; karmaşık ve belirsizdir. Biz herhangi bir doğmayı yorumlayıp kendimiz için kabul edilebilir hale getirebiliriz. Yol, sonsuz spekülasyonlara açıktır.
3. Birçok cevap nesnel geçerliliğe sahip değil. Sınayamadığımız ve yanlışlama imkânına sahip olamadığımız bir çok iddiayı kolaylıkla kabul edebiliriz.
4. Kurumlaşmış ruhban sınıfı belirli doğmalar üzerinde yaşar. Nitekim, iyi eğitilmiş kutsal satış elemanları elbette sürekli ortada din ve mezhep satacaktır. Ruhbanlar, tarihin tanık olduğu en becerikli pazarlamacılardır.
5. “Sormadan inan,” yahut “alimleri taklit et” gibi yaygın dini normlar, muhtemel bir entelektüel aydınlanma için gerekli olan bütün devreleri peşinen kapayabilir.
6. Dinler, tarikatler ve mezhepler yanlış doğmalarını ve mitolojilerini çıplak olarak sunmazlar; gerçekleri sömürürler. Gerçeği hurafelerle ustaca birleştirip kaynaştırırlar. İçerdikleri bazı gerçekler ve güzel yönler bir çok kişiyi çeker. Bazı gerçekler uğruna karışımı kabul etmek zorunda kalabiliriz.
7. Dini gruplarda çevre ve arkadaş baskısı çok güçlüdür. Ailemizin ve yakın çevremizin dinini kabul etmemenin sonucunda gerçekleşebilecek sosyal ve psikolojik cezalandırmalar genellikle araştırmanın önünde caydırıcı bir faktördür. Hatta çevreyle olası bir çelişmeyi önlemek için bilinçaltında entelektüel bir sansürü devreye sokarız.
8. Bizim gizemli beynimiz, çevremizin etkisiyle kabullendiğimiz inançları güçlendirecek garip oyunlar oynayabilir: seçmeci algılama ve hatırlama, mantık hataları ve halüsinasyonlar, normal olayları sanki özel bir Tanrısal tecrübeymiş gibi algılamamıza neden olabilir.
9. Bir dinin, mezhebin veya tarikatın sağladığı sosyal ve ekonomik yararlar, bizi onun doğmalarını rasyonalize etmeye ve desteklemeye yöneltebilir.
10. Ekonomik, politik ve etnik hastalıklarla kavrulan üçüncü dünya ülkelerinde belli bir azınlık rüşvet, kayırma, tekelcilik ve yüksek faiz gibi yollarla kaymağı yerken, halkın büyük çoğunluğu işsizlik, yoksulluk ve eğitimsizlik içinde kıvranmağa mahkum olmaktadır. Adaletsizlik ve kargaşanın yaygın olduğu bu tür ülkelerde, ezilen sınıfa kimlik sağlayan ve iktidara karşı radikal bir muhalefet vadeden geleneksel bir din veya tarikat popülarite kazanır. Bu durumda, kitlelerin bayraklaştırdığı din veya tarikat bir politik araçtır, bir cesaret hapıdır, bir başkaldırı sembolüdür. Yönetici sınıfa karşı nesiller boyu birikmiş kin ve öfke Tanrı’nın adıyla boyanmış sloganlarla ortaya dökülür. Böyle bir ortamda din ve tarikatlar, akıl ve gerçeği değil, sosyal ve ekonomik bunalımların oluşturduğu karmaşık duyguları temsil eder.
11. İnandığımız ve savunduğumuz bir inanca zamanla âşık olabiliriz. Bu aşk beynimizde belli hormonlar üretir. Yerleşmiş bir inancı kaybetmek beynin mevcut kimyasal yapısında önemli değişimlere yol açacağı için ürkütücüdür. İnanan kişi, sigaranın zararlarını az çok bilmesine rağmen sigaradan vazgeçemeyen tiryakinin bağnazlığından daha güçlü bir tutkunluk gösterebilir.
Ne yazık ki inananların çoğunluğu dinin entelektüel ve felsefi boyutuna yabancıdır. İnancını derinlemesine sorgulayan kaç dindar kişi tanıyorsunuz? Kuran’ın inanç konusunda öngördüğü 17:36 ayetindeki rasyonel ve ampirik metodu uygulayan kaç müslüman biliyorsunuz?
17:36 “Hakkında bilgin olmayan bir şeyin ardına körü körüne düşme! Çünkü kulak, göz ve beynin bundan sorumlu tutulacaktır”