Edebi Mucize Kuran-ı Mübin
Yasin Çolak
30 Ocak 2013
www.19.org
Tohum ekerek ekin yetiştirenler, ekinleri biçenler, buğdayları savuranlar, sonra öğütenler, onlardan ekmek yapanlar, bu ekmekleri ufak ufak doğrayarak et suyunda ısıtanlar ve bunların üzerine sade yağ dökerek yiyenler şerefine andiçerek yemin ederim ki, siz hayvan besleyerek çadırda yaşayanlardan daha meziyetlisiniz. Binalarda yaşayanlar da size üstün gelmediler. Mahsuldar yerlerinizi koruyunuz; yoksul olanları yurdunuzda kondurunuz (barındırınız), azgınları yurdunuzdan uzaklaştırınız.[1]
Yukarıda ifadeler Hz. Muhammed’in ölümünden hemen sonra ortaya çıkan ve Müseylime olarak bilinen sahte peygamberin aldığını iddia ettiği (ya da kendisine isnad edilen) vahiylerden biri…
Peygamberlik iddiasında bulunan yalancılardan bir başkası olan Tuleyha’nın kendisine vahyedildiğini iddia ettiği ifadelerden biri ise şöyle:
Allah’ı ayakta zikrediniz; Allah’ın, yüzünüzü topraklara sürmenizle ve secde ederken aldığınız çirkin şekille ne işi var.[2]
Birçok İslam bilgini Kitabullah’a nazire olarak düzülen bu ve benzeri sözde ayetleri, Kuran’ın edebi bir mucize oluşunu ispatlama girişiminde bulundukları hemen her tartışmada büyük bir zevkle kullanırlar. Bu saçmalıkları Kuran’la güzellik ve edebilik yarışına sokarak Kuran’ın eşsizliğini güya ispat etmiş olurlar. Halbuki, Arap edebiyatının hafif siklet kategorisinde bile yer bulamayacak düzeydeki bu saçmalıklarla Kuran’ı aynı ringe çıkarmaya tenezzül etmek Kuran açısından başlı başına bir itibar kaybıdır. Eğer Kuran, anlatım tekniği açısından yarışa sokulacaksa bunu Müseylime veya Tuleyha gibilerin hezeyanlarıyla değil Arap edebiyatının şaheserleriyle yapmak gerekir. Birkaç örnek verelim:
Teninin rengi kimsenin elinin ulaşamadığı suların beslediği sedeflerin içindeki inciler gibi sarıya çalıyordu.
Güzel yüzünü bir kapatıp bir gösteriyordu. Sonra Vecre’nin yavrulu ceylanlarının bakışını andıran ürkek bakışlarla korunmaya çalışıyordu.
Boynu bir beyaz ahununkine benzer ki yukarıya doğru uzattığında ne çirkin ve aşırı uzun, ne de ziynetlerinden yoksundur.
Aşağıya sarkmış yoğun hurma salkımını andıran gür ve kömür gibi simsiyah saçları sırtını süslüyordu.
Zülüfleri yukarıya kalkıktı; örülmüş ve salıverilmiş saçlarının içinde kordelalar kayboluyordu.
Hoş ve bir örük saç gibi ince bir beli; iyi sulanmış hurma fidanı gibi dolgun ve sıkı bacakları vardı.(İmru’ul-Kays)[3]
Bir başka örnek de Tarafa B. El-‘ABD’tan:
Sevgilim yavrularından ayrı kalmış, dümdüz ağaçlık bir yerde yaban sığırı sürüsü ile birlikte otlayan ve Misvak ağacının meyvesini yiyerek onun yaprakları arasında gizlenen bir ceylandır.
Esmer ince dudaklarla gülümsemesi adeta halis kumluk üzerindeki nemli tepeciklerde açan bir papatyayı andırır.[4]
İnsanlara hidayet kaynağı olarak indirilmiş Kuran’la, Arap şairlerinin sevgilileri için yazdığı bu şiirleri kıyasladığımızı zannedenler için şunu belirtelim; sadece Arap edebiyatının anlatım tekniğini göstermesi açısından bu örnekleri veriyoruz ki, kıyas için Müseyleme gibi şarlatanları değil bu tip edebiyat ürünlerini gündeme getirmek daha tutarlıdır.
Son örnek olarak sosyal içerikli bir şiirinde şair Zuheyh B. Ebi Sulma şöyle diyor:
Kim ırzını korumak için iyilik yaparsa onu korumuş olur, kim de sövülmekten korkmazsa ona sövülür.
Kim varlık sahibi olur da bu varlığı ile kendi kavmine karşı cimrilik ederse yardımına başvurulmayıp dışlanır ve yerilir.
Kim vefakar olursa kınanmaz, kimin de kalbi içinini rahatlatacak bir iyiliğe yöneltirilse tereddüde düşmez.
Kim ölümün sebeplerinden korkarsa, merdivenle göğün kapılarına yükselse bile, ölümün sebepleri ona ulaşır.
Kim iyiliği, layığı olmayana yaparsa, onun teşekkürü kendisine bir yergiden ibaret olur ve bu iyiliği yapan kimse pişman olur.[5]
Görüldüğü üzere Kelamullah’la “edebi mucize” yarışında kaybedebilecek dahi olsa; en azından sağlıklı bir değerlendirme ve karşılaştırma yapabilme ve Arap edebiyatının hiç de sanıldığı gibi Kuran’la sınırlı olmadığını gösterme adına bu örnekler yeterlidir kanaatinde olmakla birlikte böyle bir kıyaslamanın gereksiz olduğunu düşünüyoruz. Zira, “edebi mucize” ifadesi başlı başına problemli ve subjektif bir iddiadır. Bu nedenle böyle bir kıyaslamayla varılacak sonuçların objektifliği ister istemez tartışmalı olacaktır. Çünkü edebiyat; her ne kadar belli kuralları, kriterleri ve başarı/başarısızlık ölçütleri olsa da kesinlik ifade etmeyen ve son tahlilde kişilerin zevklerine, eğitim düzeylerine ve ilgi alanlarına bağlı bir alandır. Kuran böyle subjektif bir alanda da kendine yer bulabilecek bir metin olsa bile, Allah kelamı olması hasebiyle kendi farklılığını çok daha objektif değerlendirmelerin yapılabileceği alanlarda ortaya koymalıdır. Böylece “bence bu daha güzel” şeklindeki itirazların önüne geçilmelidir. İçinde yaşadığımız çağda benzersizlik iddiasını temellendirebileceğimiz zemin edebiyattan ziyade matematiğin, tıbbın, astronominin, bilimin, mantığın ve felsefenin zeminidir. Din açısından edebiyat, objektif hakikatlerin en güzel ve anlaşılır şekilde anlatılabileceği bir alan olmalıdır. Hele, İslam’ın; profesyonel kıssacılar ve ömrü hitabetle geçmiş vaizler tarafından süslü ve edebi masallarla sulandırıldığı ve oltaya takılmış en süslü yemler halinde sunulduğu bir zamanda güzel anlatmaktan ziyade doğru anlatmak çok daha önem kazanmaktadır. Bu bağlamda, gerçeği en güzel şekilde anlatmak doğru yöntem ise de hakikati söylemekle güzel söz söylemek arasında bir tercih yapılması gerektiğinde hakikati ortaya koymak daha elzemdir. Güzel ifade edilememiş bir hakikat, edebi ifade edilmiş bir yalana tercih edilmelidir.
Elbette ki, Kuran konuları anlatma ve muhatabı söz olarak da etkileme açısından da güzel ve hayretler uyandıran özellikler taşımaktadır. Örneğin 20:47 ayetinin devamı “anlatımda bağlamla ilişki kurma” konusunda etkileyici bir özelliğe sahiptir. Bu konuda Mesaj çevirisinin ilgili dipnotunda Edip Yüksel şu haklı değerlendirmeyi yapıyor;
“Tanrı’nın Musa’ya dikte ettirdiği sözler Musa’ya tekrarlatılmadan Firavun’un o sözlere verdiği cevaba geçiliyor. Kuran’ın anlatım dili, okuyucu tarafından doldurulabilecek boşluklarla veya ilişkilerle doludur. Böylece hem istenmeyen tekrarlardan kaçınılmış oluyor ve hem de okuyucunun beyni harekete geçiriliyor. Kuran, pasif ve beyince tembel okuyucuyu sevmez. Tembel okuyucu da Kuran’dan gereken lezzeti alamaz. Bu anlatım biçiminin bir başka örneği için 12:83 ayetine bakınız.”
Aynı şekilde hiç Arapça bilmeseniz dahi mesela Huzeyf’in okuduğu Müddessir suresinden etkilenmemeniz mümkün değildir; söyleneni anlamasanız dahi sürekli olarak “dikkatli ol, haddini aşma; dikkatli, ol haddini aşma” diye tekrarlayan ilahi bir ses kaplayacaktır birçoğunuzun yüreğini. Ya da Necm suresinin tercümesini okuyun; önce gökyüzündeki yıldızların parlaklığından gözleriniz kamaşır, bakışlarınız yere iner. Sonra büyük bir dalga görürsünüz en uzak ufukta… size doğrudur istikameti… heybetinden ürperirsiniz… yaklaştıkça içinizi ısıtıyordur, artık korkmazsınız. Göz göze geldiğinizde teslim olmuşsunuzdur ve muhteşem bir cennetin kapıları aralanmıştır önünüzde. Sonra sizinle konuşur; o güzel bahçeyi arzuladığınızı bilir ve şefkatle anlatır oranın anahtarının La İlahe İllaallah’ta olduğunu. Şairin tabiriyle; “rahmet vadilerinden boşanır ab-i hayat”
Bütün bunlar etkileyicidir ama her etkileyici şey gibi yarım kaldığında işlevini icra etmekten beri olur. Sizi etkileyen başkalarını etkilemeyebilir. Bize lazım olan herkesi etkileyecek ve Kelamullah karşısında aciz bırakacak verilerdir. Kulak zevkinin tatmininden veya gönül tellerini titretmekten daha önemli olan; mantığın, bilimin ve matematiğin verileriyle beynimizi harekete geçirip Allah’ın ilminin büyüklüğüne teslim olmaktır. O yüzden evrenin genişlediğin söyleyen 51:47 ayeti, hafızın çatlattığı ayn’dan daha etkileyicidir. Seher vakti ehli tarafından okunan bir sabah ezanını dinlemek hoştur ama 21:30 ayetindeki “gökler ve yer bitişikti, biz onları ayırdık” ayetinde evrenin başlangıcını (big-bang) görmek muhteşemdir.
Duyduğu her Arapça seste sözleri sulananlar; biraz da “O gökten bir ölçüye göre su indirdi… (43:11)” ayetini görünce etkilenseler, Kabe’nin yörüngesinde dönme hayalleri kurdukları kadar, “Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratan O’dur; her biri bir yörüngede yüzüp giderler” ayetini düşünseler daha iyi olur.
Peygamber sünneti diye harem kuranlar Yusuf’un iffetini anlatan kıssayı, zalimliği mücahidlik sananlar barışı ve kardeşliği anlatan ayetleri hatırlatsalar ve sabah akşam hadis, siyer, risale, menkibe, hayat-u sahabe masallarıyla çelişkilere boğulmaktansa tertemiz dine teslim olsalar fena mı olur!
Bazılarımız tesbih tanelerini sayıp şeyh efendiye daha iyi mürit olmaktansa Kuran’da geçen bazı kelimeleri saysak ve En Büyük Matematikçi’ye kul olsak… Müslüman hanımlar; pastalı börekli “kırk bir yasin” okumalarında sevap alacağız diye kilo alacaklarına bebeğin anne rahmindeki gelişimini anlatan ayetleri okusalar Kuran’ı anlama konusunda daha büyük mesafe almış olurlar.
Kuran’ın Allah kelamı oluşuna dair doğru dürüst bir delili olmayan, kulaktan dolma hikayelerle kendini avutan ve mucize diye saçma sapan şeylere gönül veren müslümanlar maalesef dünyanın önünde bir çok açıdan rezil ve yenik durumdadırlar. Bu yenilgi psikolojisi geleneksel tepkiler kadar modern sapmalara da neden olmaktadır. Hurafenin eskisiyle yenisi arasında pek bir fark yoktur. Allah’ın ayetlerine tam anlamıyla teslim olmayanların ürettiği küflü mucizeler olduğu gibi ambalajı cilalı ama içeriği boş modern mucizeler de var. Kuran’dan telefon ve helikopter çıkartanlara, hadislerde matematiksel mucizeler arayanlara, alakalı alakasız kelimelerin etimolojisinden geleceğe dair kehanetler üretenlere, rakamları suistimal ederek Kelamullah üzerinden rant sağlayanlara karşı da en az geleneksel hurafecilere gösterilen tepki ortaya koyulmalı, “elmaslarla cam kırıkları ayırtedilmeli” ve gerçek olanca gücüyle ortaya çıkarılmalı.
Sonuç olarak Kuran, her çağa hitap eden ve mesajını her çağın insanına veren bir kitaptır. Bu yüzden Allah’ın kelamının her dönem için söyleyecek sözü ve göstereceği mucizeleri vardır. Yüzyıllar öncesinin insanının idrak düzeyine söylemiyle ve anlatımıyla damga vuran Kuran, günümüz insanına da onun diliyle hitap etmekte. Bilgimiz, teknolojimiz ve evreni anlama çabamız geliştikçe Allah’ın kelamındaki olağanüstülükleri daha iyi kavrayabilmekteyiz.
Ne mutlu gören gözlere!
40.69. ALLAH’ın ayet ve mucizelerine karşı mücadele edenlerin nasıl da çevrildiklerini görmez misin?
40.70. Onlar, kitabı ve elçilerimiz yoluyla gönderdiğimiz mesajı yalanladılar. İleride bilecekler.
40.71. Boyunlarında prangalar ve zincirlerle sürüklenecekler.
40.72. Kaynar suda, sonra ateşte yakılacaklardır.
40.73. Sonra onlara şöyle denir, “Nerde ortak koştuklarınız,”
40.74. “ALLAH’ın yanında?” Onlar da derler ki, “Bizi terkettiler. Meğer biz daha önce hiç bir şeye yalvarmıyormuşuz.” ALLAH inkarcıları işte böyle saptırır.
40.75. Çünkü siz yeryüzünde gerçeğe dayanmadan seviniyor ve şımarıyordunuz.
40.76. Sürekli kalmak üzere cehennemin kapılarından giriniz. Büyüklük taslayanların yeri ne de kötüdür.
ysncolak@gmail.com
[1] Taberi, Türkçe Tercüme, cilt III. sayfa 125; Arab, Kahire 1939; cilt II, sayfa 506; Bahriye Üçok, İslam’dan Dönenler ve Yalancı Peygamberler, sayfa 158
[2] Bahriye Üçok, İslam’dan Dönenler ve Yalancı Peygamberler, sayfa 106
[3] Yedi Askı, Arap Edebiyatının Harikaları, Ankara Okulu Yayınları, sayfa 35
[4] Yedi Askı, Arap Edebiyatının Harikaları, Ankara Okulu Yayınları, sayfa 54
[5] Yedi Askı, Arap Edebiyatının Harikaları, Ankara Okulu Yayınları, sayfa 84-85