Edebiyatın Edibiyatı
Edip Yüksel
www.19.org
Terci-i Bent, tekrarlanan bir beyitin (ikili mısranın) kafiyeleri başka başka olan birkac bentten oluşan her bendi izlediği bir manzume biçimidir. Ziya Paşa’nin ünlü “Terci-i Bent”inden beyitler alıntılayarak herbirine nazire (karşılık) olarak bir beyit daha ekledim. Boylece yarısı Ziya Paşa’ya ve diğer yarısı bana ait olan dört mısrali bentlerden oluşan manzumeye “Terbi-i Bent” (Bentin Dörtlenişi veya Dörtlü Bent) adını verdim. Manzume aruzun “Mefulu mefailu mefailu feulun,” ( _ _ . . _ _ . . _ _ . . _ _ ) vezniyle yazılmıştır. Bu manzume, aruz vezniyle yazılmış diğer manzumeler gibi, ses tonu vezne göre ayarlanarak okunursa şiirle muzik evlendirilmiş olur.
Aruz vezni, ne var ki, uzun manzumelerde monoton bir müzik oluşturur. Bu yüzden, Mehmet Akif Ersoy’un Safahat’i, tüm kalitesine, tüm gürlemesine rağmen birkaç sayfa sonra Niyagara şellalesinin monoton gürültüsüne benzer manzum bir ninniye dönüşür. Aslında bu bunaltıcı etki daha az düzeyde de olsa hece vezniyle yazılmış şiirlerde de vardır. Hece şiirinin lezzetli örneklerini vermiş Necip Fazıl’in şiirlerini içeren Çile kitabı Akif’in Safahatından daha az dozda uyku hapı hiçerir; ama yine de okurun tüm gayretine rağmen bu şiirler, aklı virusle bozulmuş bir programın 1234567891011, 1234567891011, 1234567891011, 1234567891011 sayılarını tekrarlamasını andıran sonu gelmez bir çileye dönüşür. Serbest şiirin ustası Nazım Hikmet’in edebi sırrı işte burada! Vezin ve kafiyeyi serbest bir biçimin (daha doğrusu biçimsizliğin) içine gömerek, ölçü ile ölçüsüzlüğü, gelenekle yaratıcılığı, mahkumluk ile özgürlüğü, su ile ateşi, matematik ile sanatı birbirine özenle entegre ederek bir arada sunmayı başarmıştır. Dalları ve budaklarıyla, çiçekleri ve yapraklarıyla düzenle düzensizliği kucaklayan bir ağaç gibi.
Osmanlıca, kaba bir tahminle %60 Arapça, %30 Farsça ve %10 Türkçe karışımı bir dildi. Bu karışıklık sadece dilde değil, aynı zamanda ırk ve dinde de sözkonusuydu. Örneğin, Osmanlı’nin din olarak benimsediği Sunnilik de, bir rivayete göre %60 ortaçağ Arap kültürü, %30 Yahudilerden aktarılan Israiliyat, %30 Bızans’tan aktarılan Hristiyanlık, %20 Uzakdoğudan aktarılan Budism, %40 Şamanizm, %90 Hadis palavraları, ve %10 Kuran ayetlerinden oluşuyordu… (Sünniler zamanla matematiğe allerji duymaya başladıkları için rakamlar pek önemli değil! Zaten bu bir rivayet ve rivayetin mantığı sorgulanmaz; sadece senedine sepetine bakılır. Senedini sepetini okeyleyen bir hazret olunca akan sular durur, beyinlerdeki dantritler donar). Osmanlicayı kimyasal formullerden ilham alarak A5F4T semboluyle ifade edebiliriz. (Dilerseniz oranı değiştirmeden A10F8T2 gibi farklı formüller kullanabilirsiniz! 19’culara Osmanlıca için A95F76T19 formülü önerilir)
Ziya Paşa, Osmanlı (veya A5F4T’li) dönemindeki Divan şairlerine kıyasla daha arı bir dille yazmasına rağmen yine de beyitleri Arapça ve Farzça kelime ve deyimlerle dolu. Bilmeyenlere bazı sözcüklerin Türkçe karşılıklarını vereyim. Parantez içindeki harfler kelimenin hangi dilden geldiğini gösteriyor:
A: Arapça
F: Farsça
FP: Farsça Piçleştirilmiş
AP: Arapça Piçleştirilmiş
AF: Farsça-Arapça Melez
FT: Farsça-Türkçe Melez
AT: Arapça-Türkçe Melez
E: English
Artık konuşulan Türkçe’nin bir parçası (FT) olan kelimeler (AT) dizilmemiştir. Örneğin, “hiç” (F) sözcüğünün Türkçesi Orta Asya’daki maden (A) kaynaklarına gömüldüğü için (F) listeye (E) alınmamıştır.
Bed (F): Kötü. (Türkiye’deki politikacılar kadar olmasa da…)
Asl (A): Kök, köken, soy. (Övünecek başka erdemleri olmayanların sımsıkı sarıldıkları şey. Soylarıyla övünenler patates gibidir, demişti adamın teki, zira patatesin en değerli tarafı toprağın altındadır).
Necabet (A): Temiz soyluluk. (Cenabet ile alakasi yok;-)
Üniforma (EP): Inglizce’de “uniform” (Devlet babanın Türkiye’deki herkesi içine sokmak istediği nesne).
Zerduz (F): Altın işlemeli (Zerdali ile akrabalığı yok. Zerdali Farsça zerd-alu yani sarı erik kelimesinden gelir. Farsça’da “zer” altın, “zerd” ise sarı demektir.)
Palan (F): Eyer. (Nalan ile kafiyeli ama eşek ile mafiyeli)
Nush (A): Öğüt. (Bedava verilen ender nesnelerden biri)
Tekdir (A): Uyarı. (Yeniçerilerin kazan kaldırması)
Mübeşşer (A): Müjdelenmiş (AşUre-i mübeşşere)
Eshab-i meratib (A): Mertebe sahipleri, rütbeliler (Bu üç sözcük de, “ler” ve “liler”leri hariç Arapça)
Kanun-i ceza (AP): Ceza yasası (Arapça’dan alınan ‘ceza’ kelimesinin Arapça’daki anlamı “karşılık” demek olup hem iyi ve hem kötü karşılık için kullanılır. Şanlı dedelerimiz karşılığı hep kötülük olarak düşündükleri için bu kelime transfer ile ceza yemiş).
Mesned-i izzet (A): Izzet makamı, ululuk katı (Günümüzde televizyon ekranları)
Serefraz (F): Başı dik (Karaborsa’da yaşayan bir mahluk)
Mürtekip (A): Uygunsuz işler çeviren, yiyici (Köftehorlar)
Cay-i kürek (FT): Kürek çekici (Eskiden mahkumlar gemilerde çalıştırılırlardı)
TERBİ-İ BENT
“Bed asla necabet mi verir hiç üniforma”
“Zerduz palan vursan eşek yine eşektir”
Bunca deve varken boşa hiç kendini yorma
Kervan yürüyor yine eşek baş çekecektir!
“Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir”
“Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.”
Kapsın hele bir zırdeli bir deynegi sen gör
Kaç uslu bu sözle ne kötekler yiyecektir!
“Af ile mübeşşer midir eshab-i meratib”
“Kanun-i ceza acize mi has demektir?”
Ahkam-i ilahiye sarılmazsa o aciz
Kanun-i beşerden daha pek çok çekecektir!
“Milyonla çalan mesned-i izzette serefraz”
“Birkaç kuruşun mürtekibin cayi-i kürektir.”
Artık medeniyet çağıdır gayri bu olmaz.
Mazluma mekan şimdi ya zindan ya direktir!
15 Ağustos 1983
Çanakkale E-Tipi Cezaevi
(Yusuf’un 40’ıncı Emri başlıklı şiir kitabımda yayımlandı)