İslami Reform Hareketi (Söyleşi 2007)

Share

Esin Dalay Tarafından 2007 Yılında Yapılmış bir Söyleşi

İslami Reform Hareketi

1987 Edip Kitap Okumanin Zararlari

1987 yılında Beyan Yayınevi tarafından yayımlanan Kitap Okumanın Zararları adlı kitabımın arka kapağındaki resmim. O günler yakışıklı, yani matematiksel averajda bir dış görünüşe sahipmişim 🙂

 

SORU: İslamiyet nereye gidiyor?

EDİP: Sadece Kuran ile ifadesini bulan İslamiyet maalesef tozlu raflarda. Kuran’ın kişiliği zenginleştirici, ilerletici, özgürleştiren, ve aydınlatan mesajı maalesef onu anlamadan papağan gibi okuyanların rahlelerinde veya onu hadis ve mezhep öğretileriyle çarpıtarak sunanların dudaklarında ve üfürüklerinde. Ayrıca, hala ölüler üzerinde okunmaya devam ediyor. İşin ilginci, “Dirileri uyarsın diye bu kitabı gönderdik” anlamındaki biricik ayetin yer aldığı Ya10Sin60 harfleri ve rakamlarıyla başlayan 36’ıncı sure özellikle ölülere okunuyor. Kuran’a inat! Beyinlere girmeyen ve gönüllere inmeyen bir mesaj, bu yüzden bir yere gitmiyor.

Ancak, Müslüman topluluklar üçüncü bin yılın başlamasıyla birlikte büyük bir sarsıntı geçiriyorlar. Şu anda gerçekleştirilen 10uncu haçlı seferine karşı çok zayıflar. Haçlılara karşı ne askeri ne ekonomik ne de felsefi yönden kendilerini savunabilecek bir durumdan yoksunlar. Bu aczin getirdiği yaygın ve derin bir batı düşmanlığı yaşanırken aynı zamanda büyük bir sorgulama da yaşanıyor müslümanlar arasında. Yirmi yıl önce Türkiye’den ayrılırken sözünü ettiğim İslami Reform şimdi dünyanın gündeminde. Gerçi Haçlılar İslami bir reform değil, İslam’da reform istiyorlar ve emperyalist emellerine karşı aşağılık kompleksiyle yapılan bir reformu teşvik ediyorlar; ama şu anda Müslümanların yoğun yaşadıkları ülkelerde birçok aydın, Kuran’ın ışığında rasyonel bir yöntemle gelenekleri ve mezhepleri sorgulamaya başladı. Şu anda dünyanın birçok ülkesinde dinlerini sadece Allah’a özgülemeye karar vermiş gruplar oluşuyor. Türkiye bu yüzden şanslı durumda. Yıllardır birbiriyle dayanışma içinde olmayan rasyonel monoteistler ilk kez ciddi biçimde örgütlenmeye karar verdiler. Nitekim, 19.org yoluyla birbiriyle tanışan bazı arkadaşlar, kişiliklerinden ve bağımsız düşünme karakterlerinden taviz vermeden, barış, adalet, özgürlük ve erdemli tavırları gerçekleştirmek için örgütleniyorlar. En son aldığım bilgiye göre Kuran’daki sure ve evrenimizdeki dengeli elementlerin sayısına atfen 114 Derneği adıyla gerçekleştirecekler bu örgütlenmeyi. Rakamlara allerjisi olan rakamsızları, yani hurufileri ürkütmemek için derneğin ismini harflerle Yüzondört diye de yazacaklar galiba  😀

SORU: Gülen cemaati ve diğer tarikatlar İslamiyeti nereye götürüyor?

EDİP: İslamiyeti bir yere götürdüklerine inanmıyorum; ancak Sunni mezhebinin Güleni tarikatını Orta Asyalara ve Amerikanya’ya  kadar götürdükleri malum. Bana benzeri bir soruyu yönelten birisine 1999 yılında gönderdiğim bir mektupta şunları yazmıştım.

“Fethullah hoca, teolojik farklılıklarımızı ve onun Hristiyan evangelistleri andıran vaaz stilini bir yana bırakırsam, takdire şayan bir dini ve politik liderdir. Çok yetenekli ve çalışkan birisi. [1980’lerde Sünniyken] kendisiyle bir veya iki kez görüşmüştüm ve Sızıntı dergisinde sadece bir makalem yayınlanmıştı; ama cemaatinden bazi kişilerle dostluğum vardı. Fethullah’ın hesapları büyük ve bu hesapları gerçekleştirmek için taktikler ve stratejiler izlediği bilinen bir gerçek. Türkiye’deki otoriter düzen onu kullanmak maksadıyla uzun sure kendisine göz yumdu.”

Tempo Dergisinin Ocak 2006 sayısında yayımlanan bir söyleşide bana, “Sizin taraftarlarınız var mı?” sorusunu yönelten gazeteciye şu cevabı vermiştim:

“Benimle aynı görüşü savunanlar var. Ama böyle dikey bir organizasyon yok. Ben özellikle dini organizasyonlara şüpheyle bakarım. İnsanları robotlaştırır bu. Mesela Fethullah Amca iyi robotlar yetiştiriyor. Ama bu iyi robotlar, günün birinde kötü robot olabilirler.”

Kuran’ın çizdiği Müslüman, düşünce ve inanç açısından anarşist veya aykırı bir tiptir. Yusuf, Davut ve Süleyman gibi birkaç elçiyi istisna edersek, Allah elçilerinin büyük çoğunluğu ve onların mesajını kabul eden öncüler tarih boyunca egemen sınıfı ve o sınıfın kullandığı ideoloji ve doğmaları reddeden, statükoyu ve geleneği sorgulayan reformcular veya devrimci kişiler oldular. Örneğin, Musa peygamber Firavun, Karun, Haman ve sihirbazlarla olan mücadelesinde Mısır’ın egemen politik, ekonomik, askeri, ve dini güçlerine kafa tuttu. İbrahim daha genç yaşta babası dahil tüm halkının inandığı politeist dinin hurafelerine karşı cesaretle rasyonalist düşünceyi dile getirdi. Salih sahtekar tüccarları karşısına aldı. İsa Yahudi din adamı sınıfı olan Ferisilere, zenginlere ve Romalılara karşı akıl, adalet ve özgürlük mücadelesi başlattı. Muhammed Mekke Teokrasisinin hurafeci, köleci, kadın düşmanı, ırkçı ve bağnaz oligarşik yönetimine ve dinine meydan okudu. İnsanlık tarihi boyunca müslümanlar, bu ikonoklastik tavırlarına rağmen aynı zamanda toplumun üyeleri olarak da erdemli tavırlar ve işler için birbirleriyle dayanışma içinde çalışırlar. Bir başka değişle, müslüman zihnini, peygamber dahil hiç kimseye teslim etmez; müslüman zihnini ve gönlünü sadece ve sadece Yaratıcısı olan Gerçek’e teslim eder. Böyle olunca, tarikatlar ve mezhepler islam ile işin püf noktasında çelişir. Müslüman sadece Allah’a kul olurken, mukallit ve mürit, mezhep imamları, alimler, alimcikler ve şeyhlerden oluşan bir dizi putlaştırılmış yaratığa kul olurlar. Kuran’ın “isteyen de aciz, istenen de aciz” diye beliğ bir biçimde tanımladığı müçtehit-mukallit veya şeyh-mürit ilişkisi Allah’ın “kerem” ile, yani onurlu olarak yarattığı insanlığın doğasıyla çelişir.  Allah’ın kullarına tapanlar onların isimlerini şatafatlı övgü sözleriyle Allah gibi, hatta Allah’tan daha çok anarlar. Rasyonel Müslümanlar ile Mukallit Müritler arasındaki fark, insan ile robot arasındaki fark gibidir.

Amerikalı politik komedyen Bil Maher şefaat yani aracılık hurafesini onaylayan ve ruhban sınıfı oluşturan şirk dinlerini çok güzel tanımlamıştı. “Tüm dinler Allah ile insanlar arasında bir bürokrasiden ibarettir.” Ünlü fizikçi Steven Weinberg ise çok güzel bir belirlemede bulunmuştu: “Dinli veya dinsiz, iyi insanlar iyilik yapar ve kötü insanlar kötülük yapar. Ama, iyi insanların kötülük yapmaları için din gereklidir.” Steven’in bu eleştirisini sadece Allah adına sunulan “dini” dogmalar sınırlamak doğru değildir. Dogmalaşan her ideoloji Steven veya Maher’in belirttiği karakterlere sahiptir.

SORU: Daha önce sizinle aynı görüşleri paylaşan tektanrıcıların örgütlenmesinden sözettiniz. Bu örgütlenmenin tarikatlardan veya politik örgütlenmelerden ne farkı var?

EDİP: Dilerseniz, kuruluş toplantısı yapan arkadaşlara gönderdiğim kutlama mesajının son bölümlerini sizinle paylaşayım:

Bugün yepyeni bir sayfa açılacak inşallah. En güzel betimlemelere sahip Allah’a kul olarak her tür puta ve şeytani doğmalara karşı özgürlüklerini ilan eden, kendileriyle Allah arasında akıllarından ve akıllarıyla kavradıkları kitabi ve doğal ayetler dışında hiçbir aracı veya şefaatçıyı, hiçbir tarikat şeyhini veya mezhep imamını, “en güzel hadis” dışındaki hadisleri veya Allah’ın sünneti dışındaki sünneti yol gösterici yasalar veya kurtarıcılar olarak tanımayan, Din Gününde tek başına yargılanacaklarının ve sorumluluklarını hiç kimseye devredemeyeceklerinin bilincinde olan, bilimsel gerçeklerin bulunmasında kelle sayılarının pek öneminin olmadığını kavrayan, Tanrı’nın ayet ve işaretlerine tanık olan, erdemli bir hayat yaşamaya çalışan ve tevhidin özgürleştirici, aydınlatıcı ve hayat verici mesajını diğer insanlara ulaştırmakla görevli olduklarının farkında olan bazı dostlar, sizler, nihayet birbirinizle tanışmaya ve dayanışmaya karar verdiniz.

Allah’ın takdir ettiği 1974 yılında ağaran ve nice ilahi işaretleri içeren gelişmelerle gerçekleşen olaylar zinciri sonucu dünyanın gündemine gelen İslami Reform davasının öncüleri olarak sizlere büyük sorumluluk ve görev düşüyor. Kişiliğinizi ve bireysel özgürlüğünüzü kaybetmeden, kibir ve gurura kapılmadan, kenetlenmiş bir duvar gibi mücadele vermelisiniz. Tüm insanlığın, hepimizin ihtiyaç duyduğu tevhit felsefesini ve rasyonel düşünmeyi yaymak; insanlar arasında adaleti ve barışı gerçekleştirmek; düşünce, inanç ve ifade özgürlüğünü sağlamak ve korumak; erdemli davranışları teşvik etmek ve zararlı davranışlardan uzaklaştırmak için kitaptaki ve doğadaki ayetlerin ışığında birbirimize danışacak, birbirimizi uyaracak ve birbirimizi destekleyeceğiz.

Bu hareket beyin kadar gönül, bireysellik kadar birliktelik, sevgi kadar sertlik, tolerans kadar mücadele, yaratıcılık kadar izleyicilik, eleştiri kadar itaat, kaygı kadar umut, kuşkuculuk kadar güven, tartışma kadar anlaşma ve bencillik kadar fedakârlık ile gelişecektir. Bu hareket, hiçbir kimsenin ismine veya cismine ipotekli olmamalıdır.

Bu hareket, periyodik cetveldeki elementleri oluşturan atomlar gibi özgür ve özgün kişilerin, tevhid inancı ve erdemli tavırlar söz konusu olunca elmastan bile daha sert olan Fullerine moleküllerini oluşturan karbon atomları gibi birbirlerine kenetlendikleri bir hareket olmalı.

SORU: Sadece Kuran’ı kaynak edinen bir din ile Kuran’a Hadis, Sünnet ve Mezhep fetvalarını ortak koşan din arasında ne gibi farklar var?

EDİP: Bunu öz bir biçimde İslamî Reform için Manifesto başlıklı yazıda detayıyla ifade ettim. Söz konusu Manifesto önümüzdeki yaz Amerika’da yayımlanacak Quran: A Reformist Translation (Kuran: Reformist bir Çeviri) adlı kitabın giriş bölümünde yer alacaktır ve şu anda www.islamicreform.org sitesinde hem İngilizce ve hem Türkçe olarak yayınlanmaktadır. Sorunuza cevap olarak dilerseniz MESAJ adlı Kuran çevirimin önsözünü koyabilirsiniz. Hani bu söyleşinin bir kenarında çerçeve içine yerleştirebilirsiniz. Bu önemli makaleye yer bulamazsanız okuyuculara 19.org sitesinde elektronik olarak yayımlanan MESAJ’a bakmalarını öneririm.

SORU: Türkiye’yi bugünkü AKP iktidarıyla birlikte nasıl değerlendiriyorsunuz?

EDİP: Gerçi Tayyip başta olmak üzere AKP içinde birçok eski arkadaşım yer alıyor, AKP ile bir ilişkim yok. AKP’ye yönelik bir değerlendirme ve eleştiri yerine Türkiye’nin politik ve ekonomik stratejisi üzerinde görüşlerimi paylaşmak isterdim. Kürt sorunundan AB sorununa, laiklikten eğitim sistemine kadar birçok konuda özgün görüşlerim ve önerilerim var. Ancak, bu söyleşi çok uzadı ve dilerseniz sizinle iç ve dış politika konusunu bir başka söyleşi konusu yapalım. Ne dersiniz?

SORU: İslami şirketler, holdingler Müslümanları nasıl etkiliyor, paralarını pullarını nasıl alıyor ve İslamiyete etkileri

EDİP: Bunu da dilerseniz ileride yapacağımız siyasi ağırlıklı söyleşiye bırakalım.

SORU: 19 mucizesini bir kez daha anlatır mısınız?

EDİP: Bak işte buna dayanamam. Bu konuyu bir kez bir televizyon programında tartışma imkanım oldu. Maalesef karşıma çıkartılan diyanet işleri eski başkanı Süleyman Ateş birkaç kez kızıp stüdyoyu terk etmeye kalkışınca bu önemli konu onun kaprisine kurban gitti. Sunucunun ısrarı üzerine, onu ürkütüp kaçırtmamak için Besmelenin 19 harfe değil, 21 harfe sahip olduğu biçimindeki saçmalamasına cevap vermediğime daha sonra üzüldüm. Hani Arapça harflerini tanıyan her çocuğun bile rahatlıkla sayabileceği, ve 19 mucizesinin keşfinden önce hiçbir alimin ve cahilin ihtilaf etmediği bu kadar basit bir konuda başkalarının kafasının karışacağını tahmin etmemiştim. Benim Süleyman amcaya cevap vermeyişimi Besmeleye 2 harf zam yapmak için bahane olarak kullananlar bile çıktı.

Sana bu konuda yazmış olduğum bir özeti sunuyorum. Biraz uzun. Dilersen önemli gördüğün paragrafları kırparak söyleşiye entegre edebilirsin. Veya dilersen bunu da yanda bir çerçeve açarak küçük puntolarla yayınlayabilirsin. Bu söyleşi yayınlandığında eğer 19.org sitesi hala kapalıysa, teknik birkaç ayarlamayla sitemize girebilenler orada elektronik olarak yayımlanan “Üzerinde 19 Var” adlı kitabımı okuyabilirler. İnşallah tüm kitaplarım yakın bir zamanda bir yayınevi tarafından tekrar basılıp yayımlanacaktır. Kitaplarımın telif ücretlerini İslami Reform mesajının insanlara iletilmesi için kullanıyorum.

Hristiyanlık

SORU: Hıristiyanlık hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

EDİP: Yıllar önce, “Kitabı Mukaddes Allah Sözü mü?” ve “Hristiyanlara 19 Soru” adlı iki kitapla Hristiyanlığı sorgulamış biri olarak özellikle Amerika’daki 11 Eylül saldırısı sonucu oluşan Hristiyan ve Müslümanlar arasındaki gerginliği dikkatle izliyorum.

Eğer Musa, İsa ve Muhammed bugün geri gelse, Yahudiler Musa’yı Yahudi düşmanı, Hristiyanlar İsa’yı Mesih düşmanı, Müslümanlar da Muhammed’i Deccal (Sahtekâr) olmakla suçlardı.

Bir din düşünün ki üyeleri cinayet silahına tapıyor, destansı kurbanlarının et ve kanını içiyormuş gibi davrandıkları ayinler düzenliyor, 1+1+1 = 1 olduğunu iddia ediyor, ilk inananların hiçbirinin kullanmadığı bir sözcüğü isim olarak benimsiyor, kahramanlarının ismini yanlış yazıyor ve yanlış telafuz ediyor, kahramanları tarafından önceden haber verilen Ferisi’nin öğretisine uyuyor, İsa’nın dünyadan ayrılışından 325 yıl sonra kendi kendini tayin eden bir komisyon tarafından türetilen bir formülü kabul ediyor, sevgi ve barış şarkıları söylediği halde kan dökme ve silahlanma konusunda dünyanın en önde gideni olabiliyor, Haçlı Seferleri adı verilen ve yüzyıllar süren bir barbarlık için çocukları bile seferber ediyor, cennetten arsa satıyor, bilim insanlarını aforoz ediyor, kutsal kitaplarının ilk çevirmenini yakıyor, cadı avcılığı çılgınlığıyla kadınları yakıyor, ustalıkla işkence aletleri keşfediyor ve kutsal mahkemelerinde bir çok kişiye işkence yapıyor, binyılı aşkın bir süre dünyayı düz ve evrenin merkezi ilan ediyor, kolonicilere liderlik yapıyor ve onlar için dua ediyor, davayı kaybedinceye kadar köleliği ve ırkçılığı savunuyor ve uyguluyor, çoğunlukla kralların ve zenginlerin yanında yer alıyor, kadını bir çok hakkından mahrum bırakıyor, evrim teorisini lanetliyor, işgal ve savaşları aşırı milliyetçi sloganlarla destekliyor… Evet, sahte bir ismi, uydurulmuş doktrinleri, tuhaf putperest uygulamaları ve böylesine sefil bir tarihi ve acı meyveleri olan bir din nasıl Allah’a ait olabilir? Böyle bir din nasıl olur da, bir barışçı, bir filozof olan ve zayıfların haklarını savunan bir elçiye, Allah’ın insan elçisine yakıştırılabilir?

Dini veya politik kahramanların putlaştırılması tüm toplumlarda görülen salgın bir hastalık ve insan tarihinin en büyük trajedilerinin ana sebebidir. Allah’ın tüm elçilerinin getirdiği özgün öğretilere göre, insanları putlaştırma veya Allah’a ortak koşma, Allah’a karşı işlenen en büyük suçtur. Nitekim, peygamberlerin, elçilerin veya azizlerin putlaştırılması ve şefaat inancı, her türlü suiistimale, zulme, çatışmaya, ve Allah’ın kulları olan Ademoğulları arasında savaşlara yol açar.

SORU: Yeni papa ve Türkiye ziyareti hakkındaki düşünceleriniz?

EDİP: Bu Papa aynı Papa. Tüm papalar ve mollalar aynı bahçenin ürettiği zakkumlardır.  Ratzinger adındaki bu Papa tarih boyunca kilisenin aldığı tavrı tekrarladı. İmparatorlardan, efendilerden, güçlülerden, kölecilerden, kadın düşmanlığından, kapitalistlerden, kolonyalistlerden, diktatörlerden, faşistlerden yana aldığı tavrı bu kez Amerikan emperyalizmine göz kırparak devam ettirdi. Bir dizi yalan sonucu Irak’a yapılan haksız saldırı sonucu Irak’ta 600,000’i aşan insan, çoğunluğu Hristiyan olan bir ülkenin, Hristiyan bir hükümetinin Hristiyan askerleri tarafından katledilirken, ve daha nice müslüman ülkesi, Hristiyan ordularının veya onların desteklediği silahlı güçlerin işgali veya Hristiyan uşagı diktatörlerin zulmü altında inlerken, Papa’nın Müslümanları barışçı olmamakla suçlaması Papalığın tarihine yakışır bir tutarlılığı tescil ediyor. Eğer müslümanlar saldırgansa, Hristiyanlar 666 kez daha saldırgandırlar.

Ratzinger’e ve insanlık için bir kanser uru olarak gördüğüm kilisesine cevap olarak “The Naked Pope in a Glass House” (Camdan bir Evde Yaşayan Çıplak Papa) başlığını taşıyan lazer ışığı gibi bir makale yazdım. On beş kitap sayfası uzunluğunda olan o yazı şu sıralar Türkçeye çevriliyor. Çevrilince onu Türkiye’de büyük tirajlı bir gazete veya dergi yoluyla halkımla paylaşmak isterdim doğrusu. Tabi, Papa’nın ziyaretinden önce veya sırasında.

Amerika

SORU: ABD’de Irak işgali sonrası Amerikan toplumunun geldiği nokta

EDİP: Amerikan medyası maalesef büyük şirketlere ve lobilere bağlı. Böyle olunca, Amerikan halkı dürüst haber alma şansını kaybediyor. Amerika’ya ilk geldiğimde burayı özgürlük konusunda çok abartmıştım. Ne var ki zamanlar özgürlük ve demokrasinin büyük oranda teoride kaldığına, aslında Amerika’nın oligarşik bir sisteme sahip olduğunu gördüm. Türkiye’nin medyası Amerikan medyasından daha özgür ve farklı seslere daha çok yer veriyor. Mikrofonlar ve hoparlörler güçlü bir azınlığın tekelinde ve emrinde olduğu bir ortamda vatandaşın düşünme ve ifade özgürlüğünün olması pek bir anlam ifade etmiyor. Bu konuda bilgilenmek isteyenlere Noam Chomski’nin kitaplarını okumalarını ve Amerikan medyasını yirmi yıldır izleyen www.fair.org sitesini öneririm.

Amerika’nın demokrasi açısından bir çöl olduğunu şöyle ifade edeyim. Amerika’da bir markete giderseniz orada yarım düzineden fazla farklı tuvalet kâğıdı bulabilirsiniz. Amerika’da Baskin Robins diye bir dondurmacıda 31 çeşit dondurma bulabilirsiniz. Her şe için seçenekler o kadar fazla ki… Ama her ırktan, her din ve politik görüşe sahip 300 milyonu aşan bir insan mozaiğine sahip olan aynı Amerika’da oy vermek için sadece iki parti bulabiliyorsunuz. Bu, demokrasi ve özgürlük konusunda dünyaya vaaz verme ukalalığında bulunan Amerika’nın içler acısı durumudur maalesef. Amerikan seçim sistemi, birbirinin neredeyse ikizi olan ve aynı çıkar çevrelerine hizmet eden iki parti tarafından öylesine ayarlanmış ki üçüncü bir partinin çıkma şansı neredeyse sıfır.

Amerika’yı idare eden şirketler 9 Eylül saldırısını iyi istismar ettiler. Geçmişte “komünizm öcüsü” ile korkutup sömürdükleri Amerikan halkını, Komünizm çöktükten sonra bir başka öcüyle korkutma imkanına sahip oldular. Amerika, yan endüstrileriyle yaklaşık 40 milyonu istihdam eden silah üreticisi büyük şirketlere ve büyük petrol firmalarına sahiptir. Ortadoğu’da gerçekleştirilen kargaşalıklar ve savaşlar bu her iki endüstri için yeni kan ve enerji sağlıyor. Nitekim ikinci dünya savaşından sonra Amerika yirmiden fazla ülkeyi bombaladı ve milyonlarca insanı katletti. Savaşlar Amerika’da köle gibi çalışan halkın vergilerinin “savunma bütçesi” bahanesiyle belli şirketlerin kasalarına yönlendirilmesi ve aynı zamanda savaşlar ile ürken ülkelere, Amerika’da demode olmuş silahları satma imkanı bağışlıyor.

İnsan kanını içmekle yaşayan vampirlerin korkunç iştihalarına ek olarak, Çin’in gittikçe büyüyen ekonomik, askeri, politik gücü ve petrole olan ihtiyacının büyümesi karşısında, Anglo Sakson ittifakının acilen Orta Doğu’da daha etkin bir hegemonya kurmaları gerektiğini anlamalarını ekleyin. Nitekim, yeni bir öcü bulmanın heyecanı ve Çin’in uyanışı başta olmak üzere farklı ajandalara sahip olan güçler arasında, Orta Doğu’ya yönelik önemli bir ittifak gerçekleşti: İsrail’in çıkarlarını kollayan güçlü Yahudi lobisi AIPAC; İsa’nın gelmesi için ön koşul olan Armageddon için Ortadoğu’da kandan nehirler hayal eden ve yaklaşık 30 milyon üyesi olan Evangelical Hristiyanlar; Silah, Petrol ve İnşaat sektörleri; ve nihayet iktidara gelen Neocon psikopatları.

SORU: Amerika’ya gidene kadar Türkiye’deki yaşamınız, niçin babanız tarafından ‘mürted’ ilan edildiniz?

EDİP: Yirmi sekiz yaşımdayken “sadece Kuran” mesajını kabul ettikten sonra Amerika’ya hicret edinceye kadar olan bir iki yıl içinde hayatımda ve çevremde çok şeyler değişti. Bu süre içinde evsiz-barksız, parasız-pulsuz, babası başta olmak üzere ailesi tarafından reddedildim. Gazete ve dergilerinde, cami ve tekkelerinde bana lanetler okuyan ve aleyhimde iftiralar üreten Sünni cemaatlerin vakıfları, partileri, hanları, malikâneleri, bankaları ve şirketleri vardı. Devlet tarafından sakıncalı olarak bilinen, üniversiteye devam etmesi bile kanunla yasaklanmış, maddi varlığı olmayan, babası hayattayken yetim kalmış kimsesiz bir gence gösterilen büyük ve şiddetli tepkiye dışarıdan bakan laik medya bir anlam veremiyordu; ama ben öylesine bir tepkiyi ta baştan bekliyordum. Mesajın gücünü biliyordum. Aynı mesajı benden binlerce yıl önce içinde yaşadığı topluma ulaştıran İbrahim adında bir delikanlının aldığı cahili tepkinin öfke ve şiddetinden haberim vardı.

1987-1989 yıllarını tek sermayesi olan kitaplarının yayını durdurulmuş, kitapları kitapevlerinden zorla toplatılıp yakılmış, hatta cebindeki son kuruşları harcayarak bastığı “Sakıncalı Yazılar” adlı son kitabı matbaadan çalınmış, bekar ve bîkar, ve arada bir eskiden kendisini izleyen militanlar tarafından tehdit edilen bir genç olarak yaşadım.

İlk baskısı Sünni karşıtlarım tarafından matbaadan çalınan ve kendi paramla bastığım ikinci baskısı da dağıttığım kitapçılardan dinci çeteler tarafından zorla toplattırılan ve böylece pek az kişinin okuyabildiği Sakıncalı Yazılar kitabımın girişi bence bu soruya uygun bir cevap olur:

Kuran, Tüm Kuran, Başka şey değil Sadece Kuran!

Aylarca süren tartışmalar ve yoğun araştırmalar sonunda 1 Temmuz 1986’da dini sadece Allah’a has kılmaya karar verdim. Bu tarihten itibaren Kuran’ın apaçık, mufassal ve hidayetimiz için yeterli biricik kaynak olduğuna iman ettim.

Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamdan yüzlerce sene sonra düzenlenen yüzlerce cilt hadis ve fıkıh kitabı arasında belirsizleşen ve işin içinden çıkılamaz bir ihtilaflar yığını haline dönüşen “İslam” dini, bu kararımdan sonra birden bire netleşti. Falana göre şu haram , filana göre şu helal, falanca rivayete göre şu vacip, filanca rivayete göre şu mekruh gibi binlerce ihtilaf, Kuran’ın ışığıyla aydınlandı.

Bendeki bu değişikliğin akabinde kaleme aldığım İlginç Sorular’ın 2. cildi piyasaya çıktıktan sonra aleyhimde büyük bir dedikodu ve yıpratma kampanyası başladı. Popüler bir yazardım. Bu popülerliği kaybetme bahasına, hatta dövülmeyi ve öldürülmeyi göze alarak fikirlerimi açıkladım.

İnancımın bedelini senelerce zindanlarda işkence görerek ödeyen birisiyim. Dost düşman, beni tanıyan hiç kimse benim samimiyetimden şüphe etmemiştir. Senelerce ceza alma bahasına da olsa mahkemelerde inancımı gizlemedim.

Polis görünce benzi solan, mahkeme salonlarında dut yemiş bülbüllere dönen ödleklerin ve inancı konusunda hiç bir önemli riske girmemiş tatlısu mücahitlerinin Edip Yüksel’i, hızlarını kesmekle suçlamaları dünyanın en garip işlerindendir.

İlginç Sorular-2 piyasaya ilk çıktığı vakit, bazı eski dostlarım merak edip okuyuvermişlerdi. İslam’ı sadece çiçek ve böcek seyrederek “sübhanellah” demekten ibaret bilen, Kurandan habersiz ünlü bir “mücahit” romancımız, benimle İlginç Sorular-2 üzerine konuşacağını söyleyince merak edip odasına girdim. Eleştirisinin ilk sözleri şu olmuştu: “Olur mu Edip, sen hep Kuran’dan almışsın!”

Evet, bir müslüman Allah’ın Kelamından nasıl bu derece alerji duyabilirdi? Kitabımı Fetavay-ı Hindiyye, İbn-i Abidin, İhya-i Ulumid-Din, Kastamonu Lahikası, Envar-ül Aşıkin, Ramuz-el ahadis gibi kitapların alıntılarıyla doldursaydım iyi görülecekti; ama SADECE KURAN’dan ayetler alınca sapıklık olarak nitelendi.

SORU: İlginç Sorular-2 ‘nin arka kapağındaki yazıyı yeri gelmişken buraya almak istiyorum. Ne dersiniz?

EDİP: Olur, alalım. Hem de o zamanki gençlik resimini de alalım. 1986 yılında kurduğum 114 Yayınevi tarafından yayımlanan İlginç Sorular-2 kitabımın 1988 yılında Beyan Yayınevi tarafından yayımlanan baskısınız arka kapağındaki resim ve sunuş yazısı:

1986 yılında yayımlanan İl

1986 yılında kurduğum 114 Yayınevi tarafından yayımlanan İlginç Sorular-2 kitabımın arka kapağındaki resim ve sunuş metni.

Emevîler’den itibaren başlayan ve gittikçe artan cehalet ve bağnazlık dönemi, artık vadesini doldurmuştur. İslam alemindeki fitnelerin, ihtilafların, kavgaların, zulümlerin ve perişanlığın temel sebebini merak ediyorsanız, bu kitabı dikkatle okumalısınız. Bu kitap, size Müslümanca bir bakış açısı kazandırmaya yönelik bir çalışmanın ikinci basamağıdır.

Daha önce “Kur’an En Büyük Mucize”yle temel atmış ve “İlginç Sorular”ın 1. cildiyle ilk basamağa çıkmış olmalısınız. Allah’ın muhlis kullarına nasip kıldığı ileri anlayış düzeyine çıkmak için gerekli koşulların başında aklımızı kullanmak ve kalabalıklara kapılmamak gelir. Eğer siz, gerçekleri, onu kabul eden kelle sayısıyla değerlendirmiyorsanız mutlak gerçeğe ulaşabilirsiniz.

Toplumumuzun belleğine yüzyıllardır işlemiş yanlış önyargıları kaldırmanın, atomu parçalamaktan daha zor olduğunu biliyorum. Buna gayret edenlerin, dedikodu, yalan ve iftiralarla aforoz edildiklerini de biliyorum. Fakat Rabbimizin söz verdiği zafer ve yardım artık yaklaşmıştır. Gece, dönmeye yüz tutmuştur.

Ne mutlu, sabahın aydınlığına kavuşanlara!

Ne mutlu, Rabbimizin SON MESAJINI aklederek dinleyenlere!

Birinci baskısı Ekim 1987’de gerçekleşen İlginç Sorular-2’den sonra tahmin ettiklerim gerçekleşti. Dedikodu, yalan ve iftiralarla aforoz edilmiştim.

Aleyhimde yazılan dolaylı ve dolaysız yazılara cevap yetiştirmeye çalıştım. Ne var ki bir tek cevaptan sonra bu hakkımı da kaybettim. Mukallitler guruhu topluca saldırıya geçmişti. Beni dövmeyi ve hatta öldürmeyi bile düşünenler vardı. İslam’a olan bağlılıkları birbirini doldurmaktan öteye geçmeyen ilkel tipler, fikri tartışmada aciz kalınca Kuran’da tanımlanan cahil” tavırları sergiliyordu.

Edip Yüksel’in çıkarılmadığı ringlere büyük kahramanlar edasıyla çıkarak Edip Yüksel’in hayaletine yumruklar salladıktan sonra kendilerini galip ilan etmekten utanmıyan sözde aydınlar, mollalar, yazarlar… Vahdet’in önündeki en büyük engelin “akıl putperestliği” olduğunu iddia edebilen akılsız putperestler…. “Edip Yüksel, bizim cihad hızımızı kesiyor” diyen sahte mücahitler… Edip Yüksel’in mason olduğunu ima eden veya söyleyen iftiracılar….

Babamın açılışını yaptığı aforoz kampanyasına, Ali Ünal, Hüsnü Aktaş, Hüseyin Hilmi Işık, M. Şevket Eygi, Ali Arslan, Prof. Salih Tuğ, Dr. İbrahim Aydınlı gibi zatlar kılıçlaşan kalemleriyle katıldılar. Mahmut Toptaş, Ahmet Arvas”, Hekimoğlu İsmail, Ali Bulaç gibi zatlar da ismimi zikretmeden kampanyaya katılmayı tercih ettiler. Prof. Hüseyin Hatemi, tartışmalara vakur  ve farklı bir uslupla katıldı. Bu tartışmalara daha kimlerin katılacağı malum değil. Malum olan şuydu ki son çırpınışlarını yapan mukallitler guruhu beni icma ile aforoz etmişlerdi.

Evet, meydanın bir köşesinde manzara buydu. Bunca dehşetin ve yaygaranın sebebi neydi? Halbuki, Edip Yüksel, sadece Kuran’ı dini kaynak kabul eden bir ümmetin basit bir eriydi. Üstelik daha göreve başlamamıştı. İlginç Sorular-2 çok ufak bir giriş denemesinden ibaretti.

Elinizdeki kitap, Kuran’ı biricik kaynak görenler ile, Kuran’a başka kaynakları eş koşanlar arasındaki tartışmaların bir kesitidir. Bu tartışmaları kitaplaştırmak zorunda kaldım. Kendisine yöneltilen iftira ve hakaret dolu eleştirilere cevap verme hakkı elinden alınan birisi başka ne yapabilir ki?

Aforoz edilmiş bir yazarın, mukallitler için pek sakıncalı olan kitabını okuma cesaretini gösterdiğiniz için sizi kutlarım. Bu kitabı okurken, hatırınızda bulunmasını istediğim bir kaç noktayı belirtmek istiyorum:

“Hakkında bilgin olmayan bir şeyi körü körüne izleme; çünkü kulak, göz ve gönül (muhakeme), bunların hepsi ondan sorumludur.” (17:36)

“Onlar ki sözü dinlerler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve onlar akıl sahipleridir.” (39:18)

Allah’ın dinini, Emevi, Abbasi ve Osmanlı palavracılarının dini haline sokanları uyarıyorum. Aklınızı başınıza alınız.  “Sevad-ül a’zem” i, yani “büyük karaltı” yı takip etmekten vazgeçiniz. Zira Kuran nurunun aydınlattığı sabah, sizin o büyük karanlığınızı dağıtmak üzeredir!

EDİP YÜKSEL

Temmuz 1988 İstanbul

Sadece Kuran mesajını ilan etmemle birlikte beni basın yoluyla linç etme kampanyası başlattılar. Cevap verme hakkımı sadece bir kez kullanabildiğim bir taşlama cezasına mahkum edildim. İlk kampanya 1988 yılında Girişim dergisinin 28’inci sayısında yayımlanan babamın eleştirisiyle patlak verdi ve yankılarını Zaman Gazetesi, Vahdet Dergisi, ve Kitap Dergisi başta olmak üzere Sünni basında buldu.

1988 yılında aldığım tepkiler hakkında bir fikir vermesi açısından o günler yayımlanan bazı haber, makale ve kitap başlıklarını aşağıya alıyorum:

  • İlginç Sorular-2 Üzerine Bir Tenkid (Sadrettin Yüksel, Girişim, 28’inci sayı, 1988).
  • Din bilgini Sadrettin Yüksel, İslam ile ilgili bozuk fikirlere, yanlış yorumlara açıklık getirdi: “SAHABEYE DEĞİL, ZINDIK MİSYONERLERE UYUYORLAR” (Zaman, 3 Şubat 1988, Birinci sayfa dört sütuna manşet)
  • Yorum: Sadrettin Yüksel’i Tebrik Ediyoruz (Zaman, 3 Şubat 1988, Birinci sayfa).
  • Edib’in Cevabi Yazısına bir Bakış (Sadrettin Yüksel, Vahdet Dergisi, 9-15 Mayıs 1988).
  • Çok Büyük bir Müfteriye (Ali Ünal, Kitap Dergisi, Mayıs 1988).
  • 19 Efsanesi (Mahmut Toptaş, Hikmet Zeyveli, Orhan Kutman ve Sadrettin Yüksel, İnkılab Yayınevi, Fatih, 1988).

Amerika’da Reşad Halife’nin düzenlediği uluslararası bir konferansa katılabilmek için 1988 yılında vize için başvurmuştum. Vize istemim reddedilince Amerikan Kültür ataşesiyle görüşme isteğinde bulundum. Amerikan’ın İstanbul konsolosluğunda yaptığım görüşme sonucu ataşeyi katılmak istediğim konferansın bilimsel araştırmalarımla alakalı olduğuna ikna edince 1 Temmuz 1988’de vize aldım. Ağustos ayında gerçekleşen konferans için uğradığım Amerika’da iki üç ay kaldıktan sonra ve eşimle nişanlandıktan sonra geçici olarak tekrar Türkiye’ye döndüm.

Ne var ki nişanlıma verdiğim altı ayda dönme sözünü tutamadım. Aleyhimde ikinci kampanya dalgası başlatılmıştı. İkinci kampanya Nokta Dergisinin Nisan 1989’daki sansasyonel kapak yayınıyla başladı. Aralarında Yusuf Kardavi, Mustafa Zerka, ve Nedvi gibi ünlü Sünni din adamlarının bulunduğu 38 kişilik 11’inci Dünya Fıkıh Konseyi’nin Selman Rüşdi ve Reşad Halife hakkında Mekke’de verdikleri ölüm kararı konu ediliyordu. Nokta dergisinde konuyla ilgili benimle yapılan röportaja ek olarak o zamanlar ünlü olan yarım düzine kişiyle yapılan röportajlar da yer alıyordu. Grişim Dergisinin yayın işleri müdürü Mehmet Metiner, Diyanet İşleri Eski Başkanı Tayyar Altıkulaç, ve Profesör Hüseyin Hatemi verilen kararı destekliyorlardı. Abdurrahman Dilipak ise olayı “suni bir gündem” olarak geçiştiriyordu. Dr. Haluk Nurbaki kararsızlar safında yer alırken bir tek Alpaslan Yasa “kafir” fetvasına karşı çıkıyordu. Bilgi vermesi için ikinci linç kampanyasıyla ilgili bazı gazete ve dergi başlıkları:

  • İkinci Selman Rüşdi Olayı (Sefa Kaplan-Can Karakaş, Nokta, 9-16 Nisan 1989, Kapak).
  • Edip Yüksel’e Babasından Cevap: “Reşad Halife neyse Edip odur” (Zaman, 10 Nisan 1989, Birinci Sayfa)
  • İlahiyatçılar ve Siyasilerden Sapık Mısırlıya sert Tepki: “REŞAD HALİFE ŞARLATANDIR” (Seyfullah Türksoy-Seyyit Aydoğan, Türkiye, 11 Nisan 1989, Birinci Sayfa)
  • Sadrettin Yüksel, Reşat Halife’nin Türkiye temsilcisi oğlu Edip Yüksel için Konuştu: “OĞLUM MÜRTEDDİR” (Seyfullah Türksoy, Türkiye, 11 Nisan 1989, Birinci Sayfa)

Aleyhimde büyük bir ittifak vardı… Ulusalcılar, İslamcılar, Nurcular, Tarikatçılar, Milli Selametçiler hep bir ağızdan benim “mürtet” olduğumu ilan ediyorlardı.  Bu ikinci kampanya başlayınca gerek şahsım ve gerekse savunduğum fikirler aleyhinde yayınlanan eleştirilere cevap verme imkânına sahip olmadığımı gördüm ve nihayet bana yönelik tehditlerin hayatımı tehlikeye sokması ile o nişanlımın yüzüğü geri göndermesi birleşince, beni tanıyan ve destekleyen bir dostumun ısrarı ve bilet masrafını karşılaması sonucunda Amerika’ya hicret ettim.

Merak edenlere… Nişanı bozan eşimle arayı düzelttikten birkaç ay sonra Reşad ile birlikte ailesinden istemeye gittiğimde cebimde yaklaşık beş dolar kalmıştı. İstemeye giderken çiçek almam gerektiğini bilmiyordum. Reşad’ın önerisiyle yol üzerinde bir mağazada durup bir demet çiçek satın aldım. Geride cebimde 35 sent kalmıştı. Amerika’da hayatı kronolojik olarak beşinci dilim olan İngilizce ile işte böylesine başlattım. Zengin bir ailenin kızı olan eşim arada bir kendisini istemeye geldiğimde getirdiğim çiçeğin küçüklüğünü gündeme getirir. Her seferinde o çiçek demetini, giydiğim elbiselerim haricinde sahip olduğum her şeyle aldığımı anımsatırım. Ama her nedense eşim bu gerçeği arada bir göz ardı ederek, yıllar önce babasına sunduğum o çiçeklerle beni dövme zalimliğinde bulundu… Son yıllarda artık bundan şikayet etmiyor; hatta takdir etmeye başladı. Hayat ilginç mi ilginç…

SORU: Amerika’ya nasıl gittiniz?

EDİP: Amerika’da Reşad Halife’nin düzenlediği uluslararası bir konferansa katılabilmek için 1988 yılında vize için başvurmuştum. Vize istemim reddedilince Amerikan Kültür ataşesiyle görüşme isteğinde bulundum. Amerikan’ın İstanbul konsolosluğunda yaptığım görüşme sonucu ataşeyi katılmak istediğim konferansın bilimsel araştırmalarımla alakalı olduğuna ikna edince 1 Temmuz 1988’de vize aldım. Ağustos ayında gerçekleşen konferans için uğradığım Amerika’da iki üç ay kaldıktan sonra ve eşimle nişanlandıktan sonra geçici olarak tekrar Türkiye’ye döndüm. Ne var ki nişanlıma verdiğim altı ayda dönme sözünü tutamadım. Aleyhimde ikinci kampanya başlayınca gerek şahsım ve gerekse savunduğum fikirler aleyhinde yayınlanan eleştirilere cevap verme imkanına sahip olmadığını gördüm ve nihayet bana yönelik tehditlerin hayatımı tehlikeye sokması ile o nişanlımın yüzüğü geri göndermesi birleşince, beni tanıyan ve destekleyen bir dostumun ısrarı ve bilet masrafını karşılaması sonucunda Amerika’ya hicret ettim. Merak edenlere… Nişanı bozan eşimle arayı düzelttikten birkaç ay sonra Reşad ile birlikte ailesinden istemeye gittiğimde cebimde yaklaşık beş dolar kalmıştı. İstemeye giderken çiçek almam gerektiğini bilmiyordum. Reşad’ın önerisiyle yol üzerinde bir mağazada durup bir demet çiçek satın aldım. Geride cebimde otuz beş sent kalmıştı. Amerika’da hayatı kronolojik olarak beşinci dilim olan İngilizce ile işte böylesine başlattım. Zengin bir ailenin kızı olan eşim arada bir kendisini istemeye geldiğimde getirdiğim çiçeğin küçüklüğünü gündeme getirir. Her seferinde o çiçek demetini, giydiğim elbiselerim haricinde sahip olduğum her şeyle aldığımı anımsatırım. Ama her nedense eşim bu gerçeği arada bir göz ardı ederek, yıllar önce babasına sunduğum o çiçeklerle beni dövme zalimliğinde bulunabiliyor. Hayat ilginç mi ilginç.

Çalışmalar

SORU: ABD’deki çalışmalarınız, yaşamınız?

EDİP: Ben hukuk doktoruyum. Türkiye’de önce ODTÜ makina ile başlattığım daha sonra Boğaziçi İdari Bilimler ile sürdürmeye çalıştığım, ancak 12 Eylül 1980 öncesi yayımlanan iki makalemden ve daha sonra İlginç Sorular-1 kitabımdan dolayı yaklaşık dört yıl hapis cezasıyla kesilen üniversite maceram devletin bir yasağıyla sona erdiydi. Benim gibi politik sebeplerle mahkûmiyet almış öğrenciler yeniden sınava girerek de olsa tekrar üniversitelere devam edemiyorlardı. Amerika’ya hicretten sonra sıfırdan başladım. Burada liseyi bir sınavla dışarıdan bitirdikten sonra Felsefe ve Yakın Doğu Bilimleri üzere iki bölümü normal süresinden daha önce bitirdim. Ne var ki, üniversitenin “belleticilik” bölümü başta olmak üzere çeşitli yerlerde  çalışarak kazandığım para ve eşimin kazancı ailemizin geçimine yetmediği için borçlanarak okuyordum. Gerçi notlarımın yüksek olması yüzünden öğrenciliğim süresince toplam on beş-yirmi bin dolar karşılıksız burs aldım, ama elli bin dolar civarında borca da girmek zorunda kaldım.

Üniversiteyi bitirdikten sonra felsefe ve kritik düşünme konusunda doktora düzeyinde dersler aldım. Bu dönemde Boston’daki University of Massachussets’de bir Kritik Düşünme konusunda Master yaparken doktora için Harvard Üniversitesi ile irtibata geçtim. Teoloji bölümündeki bazı profesörlerden kabul konusunda olumlu cevap almama rağmen ailevi sebepler yüzünden tekrar Arizona’ya döndüm. Felsefe alanında iş imkanlarının az olduğunu bilen eşimin ekonomik konuda endişelerini göz önüne alarak felsefe’den hukuka geçtim.

Arizona Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde aldığım hukuk doktorasından sonra bir yıl kadar ceza hukuku mahkemesinde ve daha sonra bir hukuk firmasında birkaç ay çalıştım. Ancak avukatlık ahlaki değerlerimle çeliştiği için patronumla anlaşamadım. Burada bir yükseköğrenim kurumunda (www.pima.edu) part time olarak felsefe ve mantık dersleri veriyorum. Bazı hukuk firmaları için arada bir araştırmacılık ve danışmanlık yapıyorum. Hafta sonlarında ise kitaplar ve makaleler yazıyor ve bana gönderilen emaillere cevaplar veriyorum. Ayrıca, oğlumun okulunda, orta ve lise öğrencilerine başta Türkçe olmak üzere, sömestrine göre değişen Gazetecilik, Hukuka Giriş, Kritik Düşünme, Teknoloji, Bilimsel Araştırmalar gibi dersler veriyorum. Amerika’da bir devlet lisesinde 2002 yılından beri ilk kez Türkçe dersi verme onuru benim gibi anayurdunda ana dili yasaklanmış bir Kürd’e nasip oldu. Bu ilahi bir cilvedir. Bu sömestre, ilk, orta, ve lise olmak üzere yaklaşık yüz öğrencim var. Evde İngilizce konuştuğumuz için Türkçe öğrenemeyen oğluma okulunda Türkçe öğretme şansına sahip olmam ise ilahi cilvenin karesidir. Eşim bir hastanede  fulltime diyet uzmanı, bense yukarıda belirttiğimi gibi iki buçuk işte çalışarak  elhamdüillah çok iyi bir hayat standardına sahibiz.

Her şeyimi kaybetme pahasına, dinimi sadece Allah’a özgüledikten ve Allah yolunda hicret ettikten sonra Kuran’daki vadin bir tecellisi olarak çok büyük nimetlere sahip oldum. Rabbime ne kadar teşekkür etsem azdır. Yahya (16) ve Metin (12) adlarındaki her iki oğlum da okullarında birinciler. Metin birkaç ay önce CBS televizyon kanalının Arizona bölgesindeki haber yayınına “Wiz Kid” diye konu oldu. (http://www.kold.com/Global/story.asp?S=4733921&nav=JG6Z). Yahya’da ilkokul beşinci sınıftayken aynı televizyon kanalında haber konusu olmuştu. Metin calcülüs okuyor, üniversite düzeyinde fizik dersleri alıyor. Yahya, geçen yıl lisesinde sadece 8 öğrenciye verilen “yılın bilim adamı” ödülünü aldı ve şu anda lisede üniversite dersleri alıyor. Her iki oğlum sosyal yönden de çok başarılılar. Metin ortaokulda sınıf temsilcisi ve kendisinden üç yaş büyüklerle arkadaş. Aynı zamanda çok iyi bir sportmen. Beş yaşından beri forma ve kramponlarla düzenli futbol takımlarında oyun onuyor. Yahya’da iki bin beşyüz öğrencinin okuduğu lisede öğrenci lideri seçildi. Ayrıca buradaki bir gençlik kuruluşunun öğrenci hükümetinin başkanı seçildi. Sırık gibi boya sahip olan oğlum her ne hikmetse spor olarak aklıma bile gelmeyen sırık atlamaya merak sardı ve geçen yıl düzenli olarak antremanlara ve yarışmalara katıldı. Her ikisi de yıllarca flüt, piyano ve gitar dersleri aldılar. Evinde şarkı ve müzik dinlenilmeyen bir evde yaşayan benim gibi müzik engelli birisi açısından büyük bir nimet bu. (Bu söyleşinin yapıldığı tarihten 6 yıl sonra, yani 2013 yılında Yahya Arizona Üniversitesinde hukuk doktorası yapıyor; Metin de Princeton Üniversitesine başlıyor).

Türkçe kitaplarım maalesef Türkiye’de olmadığım için düzenli olarak yayınlanmıyor. Şu anda hiçbir kitabım piyasada yok. Benimle aynı görüşü paylaşan bir grup arkadaş şu sıralar bir dernek ve yayınevi kuruyorlar. Tüm kitaplarımı yeniden düzenleyerek yayımlamayı düşünüyorlar. Türkiye’de yayınlanan kitaplarımın gelirini hayır işlerine bağışlıyorum. Bu arada, MESAJ Kuran çevirisi başta olmak üzere birkaç kitabımı www.19.org ve www.yuksel.org sitelerinde okunabiliyor ve bedava olarak indirilebiliyor. Son birkaç yılda İngilizce kitaplar yazmaya ağırlık verdim. Birkaç arkadaşla birlikte bitirdiğimiz Quran: A Reformist Translation (Kuran: Bir Reformcu Çevirisi) kitaı inşallah önümüzdeki yaz ayında Macmilan yayınevi tarafından yayımlanacak. Türkçe Mesaj çevirisinden farklı yönleri var. İngilizce meallerle karşılaştırmalı bir giriş bölümü ve İslami Reform İçin Manifesto’ya ek olarak, çeviri daha çok dipnot içeriyor ve dipnotlarında felsefi tartışmaların yanında Kitab-ı Mukaddes’e bol referanslar ve Kuran ile karşılaştırmalar mevcut. Şu sıralar üzerinde çalıştığım İngilizce kitap ve projeler şunlardır:

  1. Code 19 (Kod 19)
  2. Why I Prefer Socrates to Gazzali? (Sokrat’ı Neden Gazzali’ye Tercih Ederim).
  3. Test your Quranic Knowledge (Kurani Bilgini Sına)
  4. In the Name of Allah (Allah’ın Adıyla, otobiyografim)
  5. The American Janus (Amerikan’ın İkiyüzü. Amerika’nın olumlu ve olumsuz yönlerini tartışıyor)
  6. Twelve Hungry Men (Oniki Aç Adam. Dini, politik ve felsefi bir komedi filmi için senaryo.)
  7. Nineteen Question for Muslims, Christians, and Atheists (Müslümanlara, Hristiyanlar ve Ateistlere 19 Soru)
  8. A Divine Fact: Religions are Opium of Masses (İlahi bir Gerçek: Dinler Halkın Afyonudur)
  9. The Bestest Teacher, Student and Parent: 57 Rules for Students, Teachers and Parents (En Mükemmel Öğretmenler, Öğrenciler ve Veliler; Eğitim üzerine bir çalışma)
  10. Odd Articles (Acaip Makaleler)
  11. All Races are Equal; but Jews are More Equal (Herkes Eşittir; ama Yahudiler Daha Eşittir)
  12. Robber Banks (Soyguncu Bankalar)

SORU: Türkiye’de olsaydınız nasıl bir hayatınız olurdu

EDİP: Amerika’ya göre çok daha hareketli bir hayatım olurdu, kuşkusuz. (Büyük olasılıkla, kitaplarımın önümüzdeki yıl yayını ile birlikte Amerika ve Avrupa’da çok aktif bir dönem başlayacak benim için.) Örneğin: Kitaplarım tükenmiş olmazdı; sürekli yayımlanırdı. Televizyon programlarına katılarak resmi ve gayri resmi doğmaları sorgulardım. Türkiyeli halklara eyalet sisteminin yararlarını anlatırdım. Ordusu siyasete katılan hiçbir ülkenin iflah bulmadığını anlatırdım. Lise ve Üniversite öğrencilerini icat yapmaya teşvik eden ve bu konuda eğitim veren bir enstitü kurulması için çaba gösterir ve bu konuda bir televizyon programı yoluyla yarışmalar düzenlerdim. Türkiye’de ırk ve din konusunda yapılan polarizasyonu sabote etmek için bazı tavırlar sergilerdim. Başörtü yasağını protesto etmek için, akrabalarından başörtülü olan esnafı organize eder ve yılın bir gününde bıyıklı veya şapkalı erkeklere bir şey satmamaları ve servis yapmamalarını sağlardım. Yılın diğer bir gününü de kızlarını veya karılarını başörtü takmaya zorlayanları protesto etmek için sakallı veya şalvarlı erkeklere satış ve servis yapılmaması için bundan rahatsız olan esnafı organize ederdim.

SORU: Ailenizle, akrabalarınızla görüşüyor musunuz?

EDİP: Kız kardeşlerimle görüşüyorum. İki erkek kardeşimle iletişimim yok gibi. Benden dört yaş küçük olan Boğaziçi Üniversitesi teorik fizik bölümü mezunu erkek kardeşim, yirmi yıldır hala bana kırgın. Kırgından da ötesi, beni görünce cin çarpılmışa dönüyor ve kendini kaybediyor. Çok zeki biri ama o kadar da dogmatik ve bağnaz. Diğer kardeşim, ODTÜ mezunu sosyolog Müfit Yüksel ise, bana kırgın olmasına rağmen Türkiye’ye uğradığımda benimle hem görüşebiliyor ve hem gülüşebiliyor.

Babamı, ablamı ve annemi ise son iki yılda kaybettim. Ölmeden yıllar önce hafızasını yavaş yavaş kaybetmeye başlayan babam 1997 yılındaki ziyaretimde beni tabi tuttuğu son sorgulamasında mezhepçi ayrıntıları ve o ayrıntılarda yaşayan şeytan-ı şerifleri unuttuğu için “müslüman” olduğuma fetva verdiydi. Annemin bir anda çığlık atarak, “Edip için bir kurban keseceğim” diye haykırmasına vesile olan bu aile içi fetva, babam tarafından yüzüne kapatılmış kapının ardından çocuklar gibi bana küfürler ve hakaretler savuran kardeşimi tam anlamıyla çıldırtmış ve mahalleyi ayağa kaldırmıştı. Ablam Süreyya Yüksel, kanser olduğunu öğreninceye kadar maalesef bana dargın kaldı ve ondokuz yıl boyunca araya koyduğum aracılara rağmen, Emine Şenlikoğlu’na rağmen, benimle konuşmadı. Çocukluk ve gençlik dönemlerimizde birbirimize çok yakın olmamıza rağmen, cezaevinde bulunduğum yıllarda kar-kış demeden, asker-polis demeden, beni her hafta ziyaret ederek bu sevgisini izhar etmesine rağmen benim Sünnilik dinini reddetmem ile birlikte ihanete uğramış gibi bir duyguyla yaşadı. 2005 yılında bana Mekke’den telefon açması büyük bir sürpriz olduydu. Her ikimizde telefonda dakikalarca ağlamıştık. Kendisi ölmeden önce kendisini Mekke’de ziyaret etmemi istemişti. Gerçi Suudi Arabistan’ın bana vize verip vermeyeceği konusunda kuşkuluydum, ama başvurmadım bile. Duygusal olarak öyle bir ziyarete cesaret edemedim, maalesef.

SORU: Ya da Türkiye’de görüştüğünüz insanlar,. dostlarınız kimler?

EDİP: Türkiye’den her gün düzinelerce email alıyorum ve www.19.org sitesinin forumu yoluyla lise öğrencisinden işsizine kadar, ateistinden monoteistine kadar herkesle ayırım yapmadan yazışıyor ve tartışıyorum. Benim kapım herkese açık. Cep telefon numaramı bile internete asmışımdır. Benimle çok samimi olanların dışında hiç kimsenin bana abi diye hitap etmesini istemiyorum. Bey, efendi gibi sıfatlara zaten “gıcığım.” İnsanların abartıldığı, tarikatlardan partilere kadar lider otoritesinin bireyselliği, kritik düşünceyi ve eleştiri kurumunu katlettiği bir ortamda hiyerarşik ilişkileri palazlandıracak herşeye karşı tepki gösteriyorum. Bile bile “karizmamı” sabote ederim. Herkesin çok ciddileştiği ortamlarda özellikle içimdeki çocuğa şeker vererek göz kırparım. Gülmesini bilmeyen ve havalı tiplerden hoşlanmam. Nitekim kitaplarımı ve yazılarımı okuyup benimle haberleşen insanların bana sadece “Edip” diye hitap etmelerini isterim. İnsanlar arasında ayırım yapmamaya çalışır ve herkese saygı göstermeye çalışırım. TBMM’de milletvekili olan bir düzineden fazla eski arkadaşım var, ama onlarla pek görüşmüyorum. Ünlülerden görüştüğüm bazı kişiler de var. Ama burada isimlerini zikretmek istemem. Hani, bazıları için hala radyoaktif bir kişi olabilirim.

SORU: Kitaplarınızın satışı nasıl ve nerelerde daha çok ilgi gösteriliyor, satılıyor?

EDİP: Kitaplarım piyasada tükenmiş durumda. MESAJ Kuran çevirisinin dört basımı yapıldı ve maalesef bir yıldan fazladır tükenmiş durumda. Diğer kitaplarım da öyle. İnşallah bir grup arkadaş tüm kitaplarımı yeniden düzenli bir biçimde tekrar yayınlayacak.

SORU: Tekrar çok teşekkür ederim. Sevgiler, selamlar. Esin Dalay

EDİP: Ben de teşekkür ederim. Selam ve sevgilerimle. Edip

ÖNSÖZ

“KURAN’I MESAJ İÇİN KOLAYLAŞTIRDIK; YOK MU ÖĞÜT ALAN?”

Muhammed Peygamberin vefatından kısa süre sonra cahiliyye devrinin kabileciliğini ve putperestliğini hortlatan münafıklar, birçok müslümanı öldürmüşler ve Emevi’lerin başlattığı şeytani halifelikle birlikte islam’ın mesajını tahrif etmek ve onu ortaçağ Arap kültürüne dönüştürmek için maaşlı dinadamlarını seferber etmişlerdir.

İslam dininin biricik kaynağı olan Kuran’ın anlaşılmaz, detaysız ve yetersiz olduğunu ileri süren müşrik dinadamları, yalnız Allah’a özgülenmesi gereken dini Allah + Peygamber + sahabe + tabiin + mezhep imamları + mezhepte müctehitler + eski alimler ve şeyhler + daha sonra gelen alimcikler ve şeyhciklerden oluşan bir anonim şirketin ortaya koyduğu bir beşerî din çorbası haline dönüştürdüler. (Lütfen şu sure ve ayetlere bakınız: 7:299:3116:5239:2,11,14; 40:14,65; 42:2198:5).

Zamanımıza kadar etkileri süren bu felaketli dönemde Kuran’ın yeterli olmadığı inancı yaygınlaşmış ve ciltlerle hadis ve fıkıh kitapları uydurulmuştur. Bu “mişna”ları kabul etmeyenler sapık ve mürted (dinden dönenler) olarak damgalanmışlar ve hatta işkenceler altında katledilmişlerdir. Ebu Hanife, hadis uydurukçularının gazabına uğrayan ve Emevi ve Abbasi zalimlerinin işkencehanelerinde çile çeken mazlumlardan sadece birisidir. Oldukça şiddetli bir devlet terörünün estiği o günlerde Kuran’a rağmen bambaşka dinler oluşturulmuştur. Kurandaki kavramların anlamını kaydırmak için seferber olunmuştur. Peygamberin okuma yazma bilmediği yalanından, onun insanların gözlerini kızgın çivilerle oyup çölde ölüme terk ettiği iftirasına kadar… Taşla öldürme iftiralarından, Kuran’da nasih-mensuh ayetler bulunduğu şeklindeki melanete kadar… Aç bir keçinin yiyerek Kuran’dan çıkardığı taşlama ayetinden, halktan korktuğu için onu Kuran’a sokamıyan hazrete kadar… Mezhepçiliğin kutsanmasından, şefaat mitolojilerine kadar… Hacerül esved denilen işaret taşının putlaştırılmasından, peygamber mezarının ziyaretinin faziletlerine kadar… Peygamberin 30 erkeğin cinsel gücüne sahip oluşundan, sahabenin kadınlarına koşarken orgazm oluşlarına kadar… Aişe anamızın 53 yaşındaki Peygamberle evlenirken 9 yaşında olduğu yalanından, Peygamberin bir gecede 9 kadinla cinsel ilişkide bulunuşuna kadar… Peygamberin Medine’de bir Yahudi tarafından büyülendikten sonra haftalarca şaşkın şaşkın dolaşmasından, açlıktan ötürü zırhını bir yahudinin yanına bir kaç kilo arpa karşılığında rehin bırakmış olarak ölmesine kadar… “Alim”lerin icmasının dini kaynak oluşundan, “sevadül azam” yani “büyük karaltı” masallarına kadar… Miracta Allah ile namaz pazarlığından, ayın mucizevi bir biçimde yarılıp bir parçasının Ali’nin bahçesine düşmesine kadar… Dinden dönenin öldürülmesinden, namaz kılmayanın dövülmesi veya öldürülmesi gerektiğine kadar… Erkeklerin kadınlardan üstün oluşundan, hayızlı kadınların camiye girmemeleri ve Kuran’a el sürmemelerine kadar… kadınları eşekler ve köpeklerle aynı kategoride değerlendirmekten, cehennemi kadınlarla doldurmaya kadar… haremlik ve selamlık yoluyla kadınları hayattan soyutlamaktan, kadınları peçe ve çarşafla örtüp kimliklerinden soymalarına kadar… Erkeklere altın ve ipeğin haram kılınışından, müziğin resmin ve satrancın haram edilişine kadar… Boşama haklarını gasbederek kadınları köleleştirmekten, erkeğin ağzından kazara çıkan bir kaç sözle aileleri dağıtmaya kadar… Zekatı senede bir kereye indirmekten, Haccı birkaç güne sıkıştırmaya kadar… Namazı üç vakitten beşe çıkarmaktan; sünnet, nafile ve teravih namazları uydurmaya kadar… Hayvanlarla ilgili yüzlerce haramlar uydurmaktan, Kureyş’in ağız zevkinin bu konuda dini ölçü kabul edilmesine kadar… Hilafetin Kureyş’in hakkı oluşundan, “la ilahe illallah” demedikçe insanları öldürmenin gerekliliğine kadar… Sakal bırakmanın ve sarık sarmanın faziletinden, kabak sevmemenin peygambere hakaret sayılmasına kadar… Peygambere uymanın hadis kitaplarına uymakla eş anlamlı oluşundan, hadislerin ayetleri iptal edebileceği küstahlığına kadar…

Profesyonel din adamları, insanları Kuran’dan uzaklaştırmak için Kuran’ın zor, anlaşılmaz ve mücmel olduğu yalanını yüzyıllarca empoze ettiler. Kuran’ın anlaşılması için yüzlerce ciltlik rivayet kitaplarının didik didik edilmesi gerektiğine kananlar, Kuran’ı öğrenmeye vakit bula-madılar. Vakit bulanlar ise kafalarını binlerce hurafeyle doldurduklarından ve üstelik Kuran’ı bunlara muhtaç kabul ettiğinden onu anlama şansını baştan kaybettiler. Nitekim, Allah’ın korunmuş Kelamını korunmamış kul sözlerine muhtaç görenler, Kuran’ın anlaşılmasının zor olduğunu iddia edip durdular.

Seneler önce İlahiyat fakültesinin bazı öğretim görevlilerinin katıldığı bir açık oturuma dinleyici olarak katılmıştım. Oturumun konusu “Kuran’ın Anlaşılması” üzerine idi.

Oturuma katılan fıkıh hocası, “fıkıh ve fıkıh usulu bilin-medikçe Kuran anlaşılamaz,” dedi. İslam tarihi hocası ise “İslam tarihi bilinmeden Kuran anlaşılamaz,” dedi. Tasavvufçuya göre “Tasavvuf kavranmadıkça Kuran anlaşılamaz” dı. Hadis hocasına göre de “Hadis ve hadis usulu bilinmeden Kuran anlaşılamaz” dı.

Açıkoturuma katılan dört öğretim görevlisi Kuran’ın anlaşılmazlığında ittifak ve hatta “icma” etmişlerdi. Fıkhı, hadisleri, tasavvufu, ve İslam tarihini anlamak ve doğruları yanlışlardan ayırmak için Kuran’ın, her şeyden önce Kuran’ın bilinmesi gerektiğini söyleyeceklerine; tam tersi bir yolla Kuran’ın önüne yüzlerce ciltlik külliyatı ve çelişki dolu uydurmaları koyuyorlardı.

Muhammed peygamberin biricik şikayetinin “halkının Kuran’dan uzaklaşması” hakkında olması çok ilginç (25:30). Buna rağmen, son peygamberin halkı, daha hicri 1. yüzyılda hadis üretim fabrikaları kurmaya başladı. Bu felaketli davranışın sonucunda Kuran’ı anlamaya verilen mesai alabildiğine azaldı, bunun yerine binlerce çelişkiyi içeren ilkel rivayetler üzerinde ihtisaslaşma baş gösterdi. Rivayet kitaplarını değerlendirmede ortaya çıkan ihtilafları kurumlaştırıcı usul ve mezhep çalışmalarıyla bu şeytani tuzak güçlendirilerek orijinal evrensel mesaj Arap, Yahudi ve Hristiyan kültürlerinin karması bir din haline dönüştürüldü.

Peygambere yakıştırılan yalanların Hadis ve Sünnet adıyla anılacağını önceden bilen Tanrı, Hadis (söz) kelimesini ayetlerden başka bir söz için kullandığında genellikle kötü bir anlamda kullanır (12:11131:633:5345:652:3466:3). Sünnet (ya-sa) kelimesi de sürekli “Tanrı’nın sünneti” olarak tanımlanır (33:38,62; 35:4340:8548:23). Dahası, Hadis ve Sünnet’in yanında uydurulan üçüncü öğreti olan İcma (toplu karar) kelimesi de Allah hariç kimin için kullanılmışsa olumsuz bir anlamla mahkum edilir (20:6070:18104:23:1733:157;10:5843:3226:3812:1510:7120:6417:8822:7354:4528:787:4826:3926:5654:44…).

Kuran’ı yeterli görmeyen inkarcılar, Tanrı tarafından Kuran’ı anlamaktan engellenmişlerdir (17:4518:57). Çok ilginçtir ki, Kuran’ı kaynak olarak yeterli görmeyenler Kuran’ın anlaşılması ile ilgili ayetlerin bizzat kendilerini anlamamışlardır. Nitekim, 7:317:4641:4456:79 ayetleri, “hem-tez-hem-kanıt” olan özgün bir dille kanıtı tezin içine gömen birer sanat eseridir.

Hemen hemen tüm Kuran ciltlerinin arka kapağında Arapça üç ayet yer alır. Elinizdeki Kuran’a bakarsanız büyük olasılıkla 56:77-79 ayetlerinin yazıldığını göreceksiniz. Bütün Kuran’ın içinden neden bu ayetler icma ile seçiliyor merak ettiniz mi? Neden, ellinin üzerindeki isim-sıfatı arasından sadece bir kez burada geçen “Kerim” (Şerefli/Yüce) seçiliyor? Neden Kuran için sıkça kullanılan Zikr (Mesaj), Hakim (Hikmetli), Mübin (Apaçık), Nur (Işık) gibi kelimeler değil de bu ayette geçen Kerim? Neden bu ayet? Neden örneğin, Kuran’ın anlaşılır bir kitap olduğunu üstüste dört kez vurgulayan ayet değil (54:17,22,32,40)? Veya neden 12:11115:117:917:8817:8930:5841:355:2 . . . ayetlerinden biri değil? Mesajın “dirileri” uyarmak için gönderildiğini bildiren biricik ayeti içeren YaSin suresini, inadına ölülere hasredenlerin niyetlerinden kuşkulanmaya hakkımız var (36:70).

Kuran’ın bilgisine sahip olanlarınız bu sorunun cevabını iyi bilirler: Müşrik din adamları, bu üç ayeti (56:77-79) icma ile anlamamışlar ve anlamadıkları biçimiyle onların halkın büyük çoğunluğunu Kuran’dan uzaklaştırabileceğini düşünmüşlerdir. Nitekim onlar bu ayetlerin anlamını, abdestsiz olanların Kuran’a DOKUNMAMAları olarak çarpıtırlar. Hayızlı kadınları “pis” olarak değerlendirdiklerini de düşünürsek, anlamı icma ile çarpıtılmış bir ayeti en popüler ayet ve o ayette geçen Kerim kelimesini en popüler sıfat haline getirmelerinin şeytani bir melanetin ürünü olduğu anlaşılır. Kuran’ın bir cep kitabı, bir başucu kitabı olmasını engellemek, Kuran’ı rafa kaldırmak ve duvara çivilemek amacını güden plan ne yazık ki büyük oranda başarıya ulaşmıştır. Kuran, bir tren gibi, yüksek voltajlı bir trafo veya cin gibi çarpacak tehlikeli bir nesneye çevrilmiştir. Kuran, anlaşılması çok zor, dokunulması tehlikeli, ve ulaşılması imkansız “yüce” bir kitap olunca, hoşgelsin hadisler, sünnetler, mezhepler ve din ticareti yapan parazitler.

Günümüz “Müslümanlarının” bildiği ve uygulamaya çalıştığı İslam, yüzyıllar boyu, din adamlarının uydurdukları kurallarla öylesine bozulmuştur ki Muhammed’in bildirdiği islam diniyle ilgisi kalmamıştır. “Ulema” geçinen din adamları, o kadar çok şeriatlar, haramlar, çarşaflar, peçeler, gıdasal yasaklar, sakallar, sarıklar, istincalar, istibralar, misvaklar, sağ ayaklar, sol ayaklar, hadisler, sünnetler, şefaatler, hazretler, efendiler, kerametler, melanetler, evliyalar, şerifler, seyyitler, hırkai şerifler, kılı şerifler, takiyyeler, takkeler, tespihler, tekkeler, mezhepler, tarikatlar, şatahatlar, muskalar, istihareler, hülleler, hileler, türbeler, nafileler, mekruhlar, menduplar, sevaplar, müstehaplar, fetvalar ve palavralar uydurmuşlardır ki İslam dinini Allah’ın doğadaki ayetleriyle çelişen, karmaşık ve yaşanmaz bir dine çevirmişlerdir. Müslüman halkların dünyanın bu kadar gerisinde kalmalarının en önemli sorumluları bu müşrik dinadamları ve onları kullanan politikacılardır. Tanrı bu durumu düzeltmek ve mesajını hurafe ve bidatlerden arındırmak için “büyüklerden biri” diye nitelediği mesajı gönderdi bize (74:30-35).

Maalesef, bugün müslümanlık iddiasında olanların büyük çoğunluğu, Muhammed peygamberin tebliğ ettiği din yerine onun baş düşmanları olan Ebu Cehil’in ve Ebu Leheb’in savunduğu şirk ve cehalet dinini izlemektedirler. Ne var ki Allah’ın verdiği söz gelmiş ve yüzyıllardır anlaşılmaz ve yetersiz diye damgalanarak köşeye atılan Kuran’ın mesajı karanlıkları dağıtmaya başlatmıştır.

Ördükleri örümcek ağlarının ve cehalet duvarlarıyla oluşturdukları karanlıklarının dağılacağını hisseden profesyonel dinadamları ve onların kör izleyicileri büyük görültüler koparabilir. Bu çevirinin halka ulaşmaması için ellerindeki tüm imkanları kullanabilirler; hakaret, iftira ve yaygaralar ile gerçeğin işitilmesini engellemek isteyebilirler.

Çırpınışları boşunadır. Zira, mesaj tüm aydınlığıyla artık dünyayı aydınlatıyor. Ne ülkelerin sınırları bunu engelleyebilir, ne despot yönetimlerin yargıçları ve yasaları, ne de engizisyon mantalitesine sahip olanların fetvaları. İslam’da reform gerçekleşecek ve din sadece Allah’a has kılınacaktır. Allah’a Hamdolsun.

Kuran, tüm Kuran, başka şey değil sadece Kuran.

 

Share