Bir Kahretme Uzmanının İtirafları

Share

Bir Kahretme Uzmanının İtirafları
Kahrolsun diye diye Kahroluyoruz!

 

Edip Yüksel
14 Ağustos 2013
www.19.org

Angry Sunni Protest

8:53 “Zira, bir topluluk kendilerini değiştirmedikçe, ALLAH onlara verdiği nimetleri değiştirecek değildir. ALLAH İşitendir, Bilendir.”

10:23 “Onları kurtarınca da yeryüzünde haksız yere taşkınlık yapmaya başlarlar. Ey insanlar, taşkınlığınız kendinize karşıdır. Dünya hayatının geçici zevkine düşkünsünüz; hâlbuki dönüşünüz bizedir ve yapmış olduğunuz her şeyi size haber veririz.”

10:100 “Hiçbir kişi ALLAH’ın izni olmadan inanamaz ve O, akıllarını kullanmayanları rezilliğe mahkum eder.”

13:11 “… Bir topluluk kendisini değiştirmedikçe ALLAH onların durumunu değiştirmez. ALLAH bir topluluk için fenalık istedi mi, hiçbir güç onu durduramaz; onların O’ndan başka bir koruyup kollayanları da olmaz.”

Kahretme mesleğine ta 10 yaşımda başladım.

İnşallah bu yıl yayımlanacak olan “Norşin’den Arizona’ya” başlıklı hayat hikâyemde detayıyla anlattığım bir olayı özetlemekle başlayayım:

O yıllar kapitalizme övgüler yağdıran Mehmet Şevket Eygi adındaki provokatör tarafından gıdıklanırdık. Komünizme karşı vatan, millet, Sakarya naraları atardık.  Kanlı Pazar olarak tarihe geçecek olan olayın baş kışkırtıcılarından biridir. Boğaz’da demirleyen Amerikan 6’inci filosunu protesto için yürüyüş ve miting düzenleyen solculara ders vermeleri için şeriatçı ve milliyetçi takımı Taksimdeki mitinge katılmaya ve onlara ders vermeye çağırdı… Ben o zaman bir IHL ortaokul öğrencisi olarak yürüyüşe katılmıştım. Yanlışlıkla solcuların safında yer almış ve onlarla birlikte Tophane kıyılarından Altıncı filoya yumruk sıkarak “Kahrolsun Amerika.” Ve “Amerika Go Home” diye bağırmıştım. Taksime varınca Allah Allah naralarıyla aramıza sopalarıyla dalan sakallı ve şalvarlı dindaşlarımı görünce yanlış tarafta yer aldığımı öğrenmiş ve canimi zor kurtarmıştım 🙂 Aradan geçen zaman içinde, aslında fark etmeden doğru tarafta yer almış olduğumu biliyorum. İlahi takdirin hoş bir cilvesi!

Daha sonra Filistinlilere karşı Siyonist işgalini ve zulmünü kahrettim. Protestolar örgütledim. Şiirler yazdım ve sloganlar ürettim. Filipin’de Moro’lu müslümlanlara yönelik zulmü kahrettim. Salih Mirzabeyoğlu’nun yazdığı Moro Destanını kardeşim Metin ile birlikte yürüyüş ve mitinglerde megafonlarla haykırdım. Afganistan’da önce Rusları ve daha sonra ABD’yi kahrettim. Hatta Afganistan’daki cihada katılmak için 300 arkadaşımı harekete geçirmiş ve birlikte gitmeye oraya gitmeye vermiştik; ama son anda polis tarafından tutuklanınca bu planımı uygulayamadık. İran’da Amerika’yı kahrettik. O günler, Türkiye’deki İslamcı gençliğin temsilcisi olarak gizlice İran’a davet edildim ve orada işbirliğimizi geliştirmenin yollarını aradım.

Hala kahrediyorum!

Kahretme mesleğine başladığım 1967 yılından bu yana Filistin’de yine ABD ve İsrail’i kahretmeye devam ettim, ediyorum. On yıldan fazladır Irak’taki Amerikan işgalini, katliamını ve işkencelerini kahredip duruyorum. Kürtlere yönelik Irak’ta, Türkiye’de, İran’da ve Suriye’de gerçekleşen zulüm ve katliamları kahrettim, kahrediyorum.  Bosna’da Boşnaklara, Çin’de Türklere yönelik katliam ve zulümleri kahrettim. Son aylarda Suriye’de herkesi kahrettim. Mısır’da Mübarek rejimini ve onu destekleyen ABD’yi kahrettim. Daha sonra Mursi’nin iktidar ile sarhoş olup dinlerini/mezheplerini başkalarına dayatmanın hesaplarını yaparken yaratacağı iç savaştan çekindim ve bir süre kahretmeye ara verdim.  Ama uzun sürmedi. Şimdi halkın yarısının ve emperyalizmin desteğini alan Sisi’nin işlediği katliamları lanetliyorum, katilleri kahrediyorum!

Bu lanetleme ve kahretme işinde şimdi bana hava atmaya çalışanlardan çok daha deneyimliyim, yetenekliyim ve gayretliyim.

Dahası bu işi 10 yaşından beri aralıksız devam ettiriyorum! Kırk yıldan fazla… Üstelik arada bir bana, “sakin ol ve gel bize katıl” diye davetiye gönderen dünyanın en güçlü ve prestijli kuruluşlarının fildişi kulelerine tükürerek!

Ben kronik bir kahretme uzmanıyım!

Örneğin, 430 sayfalık Peacemaker’s Guide to Warmongers kitabımda, Amerikan emperyalizmi ve Siyonizmi savunan ünlü yazarlar ve liderlerle tartışmalarımı bulacaksınız. Orada hiçbir sözümü esirgemediğimi göreceksiniz.

O kitabı okuduktan sonra bu konuda bana atacağınız bir milimetre küplük havanızın olmadığına tanık olacaksınız.

Dahası, Amerika’da 11 Eylül günü yıkılan ve Amerikalılar için kutsal bir türbeye dönüşen ikiz kulelerin bulunduğu Ground Zero’da, metrodan çıkan yüzlerce Amerikalıya meydan okudum. “Eğer müslümanlar teröristse, Hristiyanlar 666 kez teröristtir” diye avazım çıktığı kadar bağırdım. Beni şok içinde izleyen kalabalığın ikiyüzlüler veya salaklaştırılmış vatandaşlar olduklarını haykırdım…

Çeşitli üniversite kampüslerinde, konferanslarda, ve Felsefe derslerimde çoğunuzun yaşadığı ülkenin devleti ve başkanı için söylemeye cesaret edemeyeceğiniz eleştirileri ve hatta hakaretleri yönelttim.

İki yıl önce Avrupa parlamentosunda Amerikan emperyalizmini yönelttiğim eleştiriyi okursanız ve hayatımda ilk kez kullandığım bir jestin anlamını bilirseniz bana emperyalizmi, katliamları, zulümleri kahretme, lanetleme konusunda vereceğiniz bir ders olmadığını öğrenirsiniz. (Bunların bir kısmını youtubeteki kanalımda bulacaksınız).

Dahası, çoğunuzun sadece sloganlarla ve komplo teorileriyle kahrettiği emperyalizmin genetik yapısını bilirim, felsefi, siyasi, ekonomik ve kültürel temellerini bilirim. Yani sesim sadece bir aktivist olarak sokakta kahrederken sizden daha gür çıkmaz, dünyanın en gözde üniversitelerinin konferans salonlarında ve seminerlerinde burunları havada akademisyenlerin anlayacağı dilde de gür çıkar; zulmü ve emperyalizmi akademik jargonlar ve taklalarla ambalajlayıp satmaya çalışan akademisyen canavarların maskelerini ifşa eder.

Peki sokaklara dökülüp kahretmekle ne değişti, ne değişecek? Hiçbir şey!

Sadece psikolojik olarak biraz rahatlayacağız, birbirimizle kahretme, köpürme ve lanetleme yarışına gireceğiz.

Kahrederek kazayla bir iktidarı devirdiğimizde o iktidarın yerine getirdiklerimizin de aynı hastalıkla müptela olduğunu gördük. Bu korkunç gerçeği inkâr için kendimizi kandırmaya çalışsak da belli bir noktadan sonra uydurduğumuz kılıflara sığmadığını görüp hayal kırıklığına uğruyoruz ve bu kez başımıza getirdiklerimiz kahretmek için sokaklara dökülüyoruz. Afganistan, İran, Mısır bunun en canlı örnekleri değil mi?

Ama biz kahretmeye alışmışız. Aynaya bakmaktan korkuyoruz.

Peşlerine mukallitler, müritler, şakirtler ve reaya olarak takıldığımız din adamlarımız, “hoca efendilerimiz”, şeyhlerimiz, mollalarımız, vaizlerimiz, politikacılarımız, yazarlarımız var. Onların bize sürekli yalan söylemelerini bekliyoruz. Nabza göre şerbet verme uzmanı olan bu sahtekârlar bizden aynayı gizleyerek sürekli daha çok kahretmemizi istiyorlar bizden.

Bu durumumuz üç dakikalık bir filimle özetlenip sunulsa kahkahalarla güleriz aptallığımıza… Kendini müslüman sananların yaşadığı coğrafyada sürekli tanık olduğumuz felaketler, iç savaşlar, zulümler hakkında sosyal medyada birbirimizi “Sen niye bu konuda bugün veya bu saat yazmadın?” diye sitem edip hava atacağız. Meydanlara çıkıp sesimizi kaybedeceğiz… Bir şey değişecek mi? Hayır. Sonunda hiçbir şey değişmeyecek…

Başımıza gelen musibetler kendi seçimlerimiz sonucudur.

Nimetlere İHANETİN bir bedeli vardır. Biz en büyük nimetlere ihanet ettik, etmeye devam ediyoruz. Yaşadığımız rezalet ve felaketlerin bizzat sebebiyiz. Bir toplum kendini değiştirmedikçe yaşadığı felaket ve rezaleti değiştiremez. Kuran geçmiş kavimlerden örnekler veriyor. Bizim durumumuz farklı değil… Tüm islam dünyasının yaşadıkları bir rastlantı olamaz. Ortada ilahi bir ceza var.

Biz AKLIMIZA İHANET ettik, BİLİME İHANET ettik, KURAN’A İHANET ettik. Hatta bu ihanetlerimizle ÖVÜNDÜK. Dahası elimize GÜÇ ve İKTİDAR GEÇİNCE bu ihanetimize katılmaları için başkalarını ZORLADIK. Hatta bunun için masum insanları susturduk, katlettik ve işkence ettik. Yani AKILSIZLIĞI, CEHALETİ ve ŞİRKİ marifet bildik ve bu şeytani şeriatimizi ve tavrımızı Allah’a ve peygamberine iftira ile yakıştırdık, başkalarına ZOLA DAYATTIK. Zulme uğrayınca ağladık, ama güç ve iktidar sahibi olunca başkalarını ağlattık, yeryüzünü ifsat ettik. Özgürlüğü ve adaleti hep kendimiz için istedik. Allah’tan korkmadan bu firavunluğu ve cahili tavrı CİHAD diye övdük ve karşılığında cennet bekledik.

“Peki Hristiyanlar aynı ihaneti işlemiyorlar mı? Peki onlar niye bu kadar zillete ve felakete uğramıyorlar?” diyenler var…   Güzel bir soru… Ancak üzerinde biraz düşünelim. Onların ihaneti maksimumdayken daha büyük felaketler yaşadılar. Ortaçağda yaşadıkları karanlık dönem buna tanıktır.

En büyük zulüm, ALLAH adına yalanlar üretmek ve bunları ZORLA başkalarına dayatmaktır. Müslümanlar son kitaba ve peygambere en büyük ihaneti yaptılar ve dahası bunu başkalarına zorla dayatmaya çalışıyorlar her yerde.

Bu yüzden yüzyıllardır ya ceberut halifelerin, padişahların ve diktatörlüklerin zulmü altında yaşıyoruz veya Hristiyanların ve Yahudilerin zulmüne maruz kalıyoruz… Kısacası yüzyıllardır trajediler, felaketler, iç ve dış savaşlar ile müptela olduk.  İhanet edilen nimet ne kadar büyükse cezası da o kadar büyük olur. Dahası, ihanetin boyutu ne kadar büyükse cezası da o kadar büyük olur.

Bize verilen en büyük nimet olan aklımıza ve en son kitap olan Kuran’a en büyük ihaneti yaptık ve bu ihanette azgınlaştık.

Kuran’da anlatılan SÜNNETULLAH hakkında bilgisi olanlar mevcut durumun bu ihanetler sonucu olduğunu rahatlıkla anlarlar, anlamalıdırlar.

Share