Bu makam benim!
Bu unvan benim!
Bu mülk benim!
Edip Yüksel
www.19.org
5 Haziran 2013
Bazı insanların benden çok farklı olduğunu İstanbul İmam Hatip lisesini inekleyip bitirdikten sonra kazandığım ODTÜ Makine Mühendisliği bölümü okumak için girdiğim yurtta öğrendim.
Önce, arka planını özetleyeyim. Arka planda babam var.
Sadrettin, o zamanlar partiler ve cemaatler üstü ender ‘alim’lerden biriydi. Babama hem Nurcular hem de MSP’liler saygı gösterirdi. Süleymancıların liderleri ve Nakşi tarikatların şeyhleri de babama saygı ve ilgi gösterirdi. Çarşambalı Mahmut, İskender Paşa şeyhi Zahit Kotku, hatta Jerrahi şeyhi Muzaffer Ozak, Adıyaman şeyhi Raşid, Nakşibendi şeyhi Hüseyin Hilmi Işık, Said Nursi’nin avukatı Bekir Berk, Nurcu liderleri Abdullah Yeğin, Sultanahmet camisi imamı Gönenli Hoca, Sebil Dergisini çıkaran Kadir Mısıroğlu, Bugün Gazetesini çıkaran Mehmet Şevket Eygi, Nurcuların Yeni Asya fraksiyonun lideri Mehmet Kutlular ve Zübeyir Gündüzalp, Nur cemaatinden geldiği halde Selefiliğin ve İhvan’ın Türkiye’deki İslamcı hareketin literatürüne girişini gerçekleştiren Salih Özcan ve daha nice cemaat ve tarikat lideri aile dostumuzdu. Daha sonra bu ilişkiler ağına İranlı mollalar ve Türkiye’de İran devrimini destekleyen Selahattin Eş gibi yazarla da eklenecekti. Orta ve Lisede öğrenciyken hepsiyle şahsen tanışırdım. Çoğu evimizi ziyaret ederdi. Ben onlara kahve yapıp sunardım ama sohbetleri can kulağı ile dinlerdim ve hatta arada bir sorularımla katılırdım. Babam Yazıcı Nurcuların lideri Hüsrev Altınbaşak, Mehmet Kırkıncı ve Fethullah Gülen ile de tanışırdı ama İstanbul dışında yaşadıkları için onlarla sadece birkaç kez görüştüm.
Nurcuların babama gösterdiği saygı ve ilgi diğer cemaatlerden farklı bir sebebe dayanıyordu. Babam din adamları arasında Sünni fıkhına vukûfiyeti ve Arapça bilgisindeki derinliği ile ünlenmişti. Doğu Anadolu’da ismi hala bir efsanedir. Ancak, Nurcuların babama olan saygısı, babamın Said Nursi ile görüştükten sonra İşaret-ül İcaz adını verdiği Arapça kitabına şerh (yorumlar) düşerek yayınlamasından kaynaklanıyordu. Yani Said’in bir sahabesiydi. Dahası, hayattayken mollaların ve şeyhlerin değil, fırıncıların, terzilerin, bakalların, kırkıncıların ilgisini çeken Said’e ilgi gösteren ender bir mollaydı; üstelik ismi Doğu Anadolu’da efsaneleşmiş bir molla. İşin ilginci, o zamanlar Türk milliyetçileri de babama saygı gösteriyordular. Bunu yıllar sonra fark edecektim. Babamın ilk kitabı, Dini ve İlmi İncelemeler, Ötüken Yayınevi tarafından yayımlandı. Kapağında çok güzel bir çini deseniyle…
Araf’ta bir Milli Gençlik Yurdu
İşte, dini, sosyal ve politik bağlantılarını yukarıda kısaca tasvir ettiğim babamın ilk tercihi Nurcu evleriydi, ama o evlerin İmam Hatip Lisesindeki ineklik halimin bir uzantısı bir hapishane olduğunu fark edince vazgeçtim. İmam Hatip son sınıftayken üniversiteye hazırlık kursları için gittiğim Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) ni keşfetmiştim. O tür çalışmalara katılmayı istiyordum. Kısacası, üniversite hayatımı da kitap otlayan bir inek olarak geçirmek istemiyordum. Ben de etoburluk alametleri fark eden nurcular benim örnek bir şakirt olmayacağımı anlayınca hayal kırıklığına uğradılar. Babam, alternatif olarak düşündüğü MSP camiasına götürdü beni. İç Cebeci’deki 300 kişilik Milli Gençlik Yurdu tam aradığım bir yerdi. Benim gibi dindar öğrencilerin yer aldığı ama sosyal ve politik aktivitelere izin verildiği, hatta teşvik edildiği bir yurttu.
Erbakan’ın yakın çevresi tarafından kurulan Milli Gençlik Vakfına ait yurtta bir kurtçuğun kelebeğe dönüşme macerasını yaşadım. Gönüllü olarak katıldığım aktivitelerde kendimi ön sıralarda buldum. Oradaki makalelerim ve karikatürler 300 üniversite öğrencisini mıktanıs gibi çekmeye başladı. Daha önce kimsenin bakmadığı can sıkıcı duvar gazetesini ben çıkarmaya başlayınca merdiven aralığındaki duvar gazetesi merdivenlerde sabah veya akşam vakitlerinde trafiği kilitlemeye başlıyordu.
Binanın alt katındaki konferans salonunda her hafta düzenlenen toplantılara katılıyordum. Sansürsüz, beklentisiz sorular soruyor, yorumlar yapıyordum. Saf saf… Bir toplantıda ilan ettiler. Öğrenci temsilcisi Muharrem Candan (sonra AKP milletvekili oldu) mezun oluyormuş. Bu yüzden yeni temsilci için seçim yapacaklarmış. Birileri beni öğrenci temsilciliği için aday olarak önerdi. İnanamadım. Benim yurttaki geçmişim sadece birkaç ay idi. Aslında sosyal hayatımın ömrü de o kadardı. İmam Hatip’teyken tam bir inektim. Okuldan eve, evden okula giderdim. Aynı sokakları yürüyerek… Bir kez bile farklı bir sokağa sapmadım. Bazı sınıf arkadaşlarımın gittiği kahveleri hiç merak etmedim. Onlar gibi takım tutmayı beceremedim; hiçbir futbol maçına bile gitmedim. Bir tane hariç. O da okulca gittiğimiz bir maçtı. Yüksek İslam Enstitüsü (Daha sonra ilahiyat fakültesi oldu) takımının Karagümrük’te bir maçı vardı. Abilerimizi destekleyecektik. “İmam” bilmem ne diye tezahürat yapıyorduk. Şimdi yeni bir sayfa açılıyordu benim için. Sürpriz adaylıktan sonra sürpriz olarak öğrenci temsilcisi seçildim.
Öğrencilik yerine militanlık
Üniversitelerde sağ sol çatışmalarının zirvede olduğu 1977-1978 yıllarında, “komünist” öğrencilerin kontrolündeki Siyasal Bilgiler Yurdu ile “faşist” öğrencilerin kontrolündeki Atatürk Yurdunun arasındaki tampon bölgede “ne sağ, ne sol; tek yol islam” diyen öğrencilerin lideri seçilmiştim. Bu dönemde çok şeyler öğrenecektim… Kişiliğimi geliştiren… En yüksek puanı alan 7’inci öğrenci olarak girdiğim için devlet bana çok iyi bir burs veriyordu. Yurt, kitap, yemek ve cep masraflarımı karşılıyordu. Bu politik/sosyal sürpriz öğrencilik hayatımı negatif olarak etkiledi. Neyse uzun hikaye…
Öğrenci temsilcisi seçildikten sonra Akıncılar Derneği ve yurtla ilgili konulara daha çok vakit ayırdım. Daha sonra AKP’den milletvekili olarak seçilecek olan Ersönmez Yarbay ve Mehmet Ali Bulut ile yakın arkadaşlığım oldu. Toplantılar düzenlemek, bildiriler yazıp basmak, dağıtmak için diğer yurtlar(ımız)la koordine gönüllüler ayarlamak, mitinglere öğrenci götürmek, geceleyin duvarlara politik yazılar yazmak ve posterler asmak gibi o günün “normal” öğrencilik işlerine ek olarak yurdun lambaları, kaloriferi, çevredeki lokantalardan toplu tenzilat almak için pazarlıklar ve daha nice konuyla ilgilendim. Bazı sorunlara yaratıcı çözümler falan aradım. Daha sonra Yeni Şafak Gazetesinin müdürlüğünü yapacak olan Yusuf Ziya Cömert bunlardan birisini yıllar sonra bana bir mektupta hatırlatacaktı. Neyse, uzun hikaye…
Tüm bunları niye anlatıyorum? Aşağıdaki sürprizi paylaşmak için. ODTÜ’de DEV-GENÇ ve DEV-SOL başta olmak üzere sol örgütler grev kararı aldı… ODTÜ’ye yeni atanan “faşist” yönetimi protesto için. Hiçbir öğrenci derslere girmeye cesaret edemiyordu. Böylece bir yıl boyunca tatil yatık. Bu süre zarfında sık sık İstanbul’a gidiyordum (Daha sonra Boğaziçi Üniversitesine gidecektim. Orada Ahmet Davudoğlu ve Murat Ülker ile tanışacaktım. O da ayrı hikaye.)
“Bu makam benim!”
Şimdi asıl anlatmak istediğim konuya geliyorum. Artık pek vakit ayıramadığım öğrenci temsilciliği görevinden istifa ettim. Toplantıda Elazığlı bir arkadaş yeni temsilci seçildi. Benden sonra seçilen Elazığlı öğrencinin ilk işi ne oldu biliyor musun? Bir odadaki ranzaları boşaltıp oraya büyük bir makam masası ve koltuğu koymak oldu. Dahası, bir tahtaya ismini yazdırıp masanın üstüne koymuştu. O anda yeni bir şey öğrendim.
Bunların hiçbiri aklımın köşesine bile gelmemişti. Diğer üç arkadaşla paylaştığım (birisi benimle aynı bölümde okuyan Lütfi Aydemir) küçük odada kalmaya devam etmiştim. Öğrenci temsilcisiyken özel bir odam, koltuğum, masam yoktu. Bunlara sahip olmayı hiç düşünmedim ve hayatım boyunca da böyle olacaktım.
Bilmiyorum hangi yaşlarda, nasıl başladığını. Ama insanlar arasında büyük fark var. Bazıları koltuk, makam, iktidar düşkünü olur. Öyle ki her şeyi onun içi feda edebilirler. En büyük günahları ve suçları işleyebilirler. Dün kötülediklerini bugün övebilirler. Katliamlar işleyebilirler. Koltuğu, makamı, iktidarı kapınca da büyük ve bazen de korkunç değişim gösterirler. Bu makam-perest ve iktidar-perset tiplerin genelde ortak kullandıkları ortak bir yöntem var. Halkın milli ve dini duygularını gıdıklayıp istismar etmek.
Bu tür kişilik değişimine yol açan firavunî çekirdeğin kaynağı ne? Hangi yaşlarda, nasıl veya niye başlıyor? Etrafınıza bakın; bu tipleri görüyor musunuz? Onları alkışlayıp desteklieyenlerden misiniz?