Metin Yüksel ve Tayyip Erdoğan
Edip Yüksel
15 Ocak 2013
www.19.org
Başbakan’ın Şehit edildi dediği arkadaşı Metin Yüksel
Başbakan’ın Şehit edilen arkadaşı İslamcılar’ın Deniz Gezmiş’i Metin Yüksel’di.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bugünkü grup toplantısında, “Biz 1980’lerde Diyarbakır zindanlarında nelerin yaşandığını çok iyi biliyoruz. Ama ben burada bir şeyi söylemek zorundayım. Bu ülkede insanlar düşüncelerinden inançlarından dolayı sadece Diyarbakır zindanında zulüm görmediler. Mamak’ta, Metris’te yaşatılanlar dışarıda farklı gruplara aynı derecede vahşice yaşatıldı. Gerek bu salondaki, gerekse bu salon dışındaki yüzbinlerce kardeşim bu zulmü iliklerine kadar yaşadılar. Bizzat benim en yakın arkadaşlarım kalleşçe şehit edildiler.” dedi. Peki, Erdoğan’ın Şehit olan arkadaşı kimdi? (Ensonhaber, 15 Ocak 2013)
Kardeşimi kaybedeli onun hakkında birkaç kitap, yüzlerce makale yazılmasına ve her yıl anılmasına rağmen şahsen sadece bir veya iki makale yazdım ve sadece bir anma toplantısına katılabildim. Türkiye’de şeriat devrimi yapmaya teşvik etmekten cezaevinde geçirdiğim 4 yıl, ve sakıncalı piyade olarak yaptığım 1,5 yıl yüzünden fırsat bulduğum 1984 yılında… Dinimi sadece Allah’a özgülemeye karar verdiğim 1986 yılından sonra o tür toplantılara katılmam mümkün olmadı zaten. Metin hayattayken onunla bir kez olsun eyleme çıkmamış ve karakter olarak da neredeyse Metin’in zıddı olan küçük kardeşim Müfid şimdi o anma toplantılarının baş konuşmacısı… Müfid iyi bir tarihçi, ama Sünni dogmaları ile malul olduğu için kötü bir analizci. Onu dinleyenler kim bilir Metin’i de Müfid gibi bir Osmanlı hayranı hayal ediyorlar. Sünni gazeteler arada bir Metin konusunda Müfid ile söyleşi yaparlar ve tarihin o kesitinden benim ismimi unutturmak için özellikle dikkat ederler. Benden söz edince de “zındık, mürtet, deli, ondokuzcu” gibi yaftalarla anarlar.
Metin 1970’lerin samimi, idealist, temiz ve yürekli İslamcı gençliğinin sembolü. Bize öğretilen İslam’ın dünyada cennet oluşturacağına, asr-ı saadeti gerçekleştireceğine, barış ve adalet ortamı sağlayacağına inandırılmıştık. Ne Metin ne de ben o zamanlar ne hadis külliyatındaki felaketli hadisleri ciddiye alıyor ne de Sünni fıkhının ve şeriatındaki zulüm ve çelişkilerden haberdardık. Metin’e nazaran ben daha çok haberdardım, ama olumsuz gördüğüm bazı uygulamaların aslında reel dünyada uygulanmasının mümkün olmayacağı biçiminde bahaneler ile görmemeye çalışıyordum.
Ben ve Metin, milyonlarca İranlı özgürlük mücahitleri gibi İran devriminin Şahlık rejiminin zulüm ve baskılarına, soygun ve sömürüsüne son vereceğine inanıyorduk. İstiklal, Azadi, Hükûmeti İslami diyorduk. Ancak, devrimin gerçekleşmesinde ön saflarda aktif rol oynayan birçok özgür önderler, Beni Sadr, Mehdi Bazargan, Ayatullah Muntazarı, Ayetullah Talegani gibi devrimin ilerici ve özgürlükçü öncü kadrosu bir iki yıl içinde devrimin içindeki gerici ve despot güçler tarafından oyuna getirilip tasfiye edildi. Bir kısmı öldürüldü, bir kısmı tehditle susturulup tecrit edildi, bir kısmı da İran’dan kaçmak zorunda kaldı. Devrimin ilk yıllarında Ayetullah Khalkhali adındaki psikopat yargıç sadece 1979 yılında 2000 kişinin idamına karar verdi. İran’da binlerce cinayet işlendi ve sonunda bugünkü despot ve bir sömürü ve zülüm cehennemine dönüştü. İran’daki küçük ve büyük mollalar lüks villalarda zevku sefa sürerken ve Mercedeslerle hava atarken halkın büyük çoğunluğu açlığın sınırında…
Metin’in abisi olarak ve Metin’in cihad arkadaşı olarak şu tahminde bulunabilirim: Eğer benim tanıdığım Metin yaşasaydı İran devrimi konusunda büyük bir hayal kırıklığına uğrayacaktı. Dahası, büyük olasılıkla, daha o zamanlar kendisinden farklı tavra sahip olan Tayyip ile birlikte kapitalizme abdest aldıran AKP bünyesinde yer almayacaktı. Metin vicdan sahibi bir insandı; zenginlerin sofrası yerine yoksullarla birlikte olmaya tercih ederdi. 17 yaşında Fatih Akıncılar derneğinin başkanı olan Metin’i üç yıl içinde Türkiye’deki İslamcı gençliğin efsanevi lideri yapan işte onun adalet ve özgürlük aşkı idi. İdealindeki adil ve özgür ortamı gerçekleştirmek için beynini, yüreğini, sesini ve bileğini tüm azmiyle kullandı ve nihayet dünyadaki tüm varlığıyla bu gerçeğe şahit oldu. Mehmet Ali Tekin, Mehmet Şahin gibi Metin’in hala yaşayan dava arkadaşları Metin ile Tayyip arasındaki bu farkı çok iyi bilirler.
Daha o zamanlarda Tayyip lüks koltuklarla döşeli parti binasında zenginlerle ve esnafla ziyafetli toplantılar yaparken Metin özellikle o tür gösterişli ve hiyerarşik ilişkilere tavır takınmış ve sokaktaki insanlarla, yoksullarla, muhtaçlarla hemhal olmuştur. Tayyib’in o günkü çalışmalarını küçümsemiyorum. Alabildiğine çalışkan bir parti lideriydi o zaman. Her mahallede haftalık toplantılar düzenlerdi. Ancak tavrıyla, kaygılarıyla ve kişiliği ile Metin’den farklıydı. Metin daha 18 yaşını doldurmadan, bir hastahanenin başhekimini ikna ederek gönüllü doktorların katkısıyla Akıncılar bünyesinde ilk kez yoksullar için bedava klinik açtı, bedava ilaç dağıttı, yoksul öğrenciler için bedava matematik ve fen dersleri için öğretmenleri ve üniversite öğrencilerini görevlendirdi. Metin Akıncıların konferans ve yürüyüşlerinde ilk kez Türkçe’ye ek olarak Kürtçe, Farsça, İngilizce ve Arapça sloganlar eklemiştir. Özellikle Kürtçe slogan eklemesi onu Türkiye’deki karanlık güçlerin hedef noktası haline getirdi. Nitekim faşistler onu “Kürtçü komünist” olmakla suçladılar… Komünistler o gün ateistlikle eş anlamlı kullanılırdı. Hatta o zamanların İstanbul Ülkü Ocakları başkanı Metin’in kahpece vuruluşunun ertesinde Akıncılar içine sızan Kürtçü Komünistlerin temizleneceğini söyledi. Hâlbuki Metin ne Kürtçü idi ne de Komünist. Vicdan sahibi bir müslüman idi Metin. Fatih camisinden cuma namazından çıktıktan hemen sonra Fatih Camisinin avlusunda onu pusuya düşürerek öldürmüşlerdi. Düzinelerce dava arkadaşının gözleri önünde. 23 Şubat 1979’u unutamam. Allah rahmet eylesin.
Tayyib’in Diyarbakır cezaevi ile ilgili yorumuna gelince… Bence Tayyip Diyarbakır’da olan ama İstanbul’daki veya Ankara’daki cezaevlerinde olmayan önemli bir faktörü unutuyor. Bunu başka bir zaman tartışalım.
NOT: Metin’e yapılan suikastle ilgili atobiyografimden bir paragrafı burada paylaşmak istiyorum:
O gün Cuma idi. Türkiye’deki İslamcı gençliğin tarihinde unutulmaz günlerden bir gün, 23 Şubat 1979 günüydü. Birkaç Akıncı ile birlikte Çarşamba’da küçük bir mescide Cuma namazına gitmiştik. Orada imam hutbe verirken ayağı kalkmış ve geleneği çiğneyerek açıktan protesto etmiştim. Diyanetten kendisine gönderilen resmi propagandayı hutbe diye okumasını eleştirmiştim.[1] Namaz sonrası yurda döndüğümde Fatih Camiinin doğusundaki kalabalık dikkatimi çekti ve FT-19’dan bir delikanlı o haberi getirdi: Kardeşim, ülkücü Faşist çete tarafından cami avlusunda vurulmuş! Çok acı verici bir andı. O ana kadar kardeşimi bu kadar çok sevdiğimi fark etmemişim. Hatta bazen yılları bulan ayrılıklarımıza rağmen aramızdaki bağ hep güçlüydü. Suikast haberi, yani kardeşimin ‘şehadet’ haberi tüm Türkiye’de bir şok dalgasına neden oldu, İslam dünyasında bile yankı buldu… O andan itibaren sağcı siyasilerin, Akıncılar ile Ülkücüler arasındaki çatışmayı durdurma çabaları nihayeti imkânsız olan bir sürece dönüştü. Artık aramıza kan girmişti, sıradan/alelade birinin değil, Metin Yüksel’imizin kanı, yani efsane reisimizin… Herhangi bir yerde değil, Fatih Camii avlusunda yani kurtarılmış bölgemizin kalbinde dökülmüştü kan… Ve herhangi bir zamanda değil mübarek Cuma günü, Cuma namazı sonrası… Hem de herhangi biri değil dört faşist reisi tarafından… Yüz yüze, erkekçe değil; Metin’de silah olmadığı halde kahpece arkadan saldırmışlardı. Dürüst değillerdi, kardeşim onlarla konuşma niyetindeyken çok kısa mesafeden saldırıp vurmuşlar, ardından da tekbirler getirerek kaçmışlardı. Kardeşim onların herhangi birine bir şey yapmış değildi, hatta katillerden biri olan İhsan Barutçu Fatih’te Vefa Lisesi’nde okurken komünistlerin elinden kardeşim tarafından kurtarılmıştı. İhsan’ın Akıncılar derneğine gelip yardım istediğine bizzat tanık olmuştum. İhsan, kardeşimi katletmek dahil birkaç şiddet suçundan toplam 12 yıldan az yatacak ve 1991’de cezaevinden koşullu olarak serbest bırakılacaktı… Bu yetmiyormuş gibi, İhsan MHP’nin İstanbul örgütünün başkanı oldu ve sonunda yine MHP’den milletvekili adayı olarak listenin başına alındı. Kardeşimin katili bu adam 12 Haziran 2011 tarihinde yapılan milletvekili seçimlerinden bir süre önce ortaya çıkarılan uygunsuz görüntüleri yüzünden MHP milletvekili adaylığından ayrılmak durumunda kaldı ama yine milletvekili olarak seçilip TBMM’ye girdi.
[1] Metin’in şehadetinin 33’uncu yıldönümü nedeniyle şu twitteri paylaştım: “Metin Yüksel, emperyalizme, kapitalizme ve faşizme karşı bağımsızlık, sosyal adalet ve eşitlik için kıyam edip yükselen vicdanın sesiydi” Buna cevap verenlerden birisi hatırlamadığım eski bir arkadaştandı. O zaman benimle birlikte Cuma namazı kılan Yusuf Yıldırım adlı bir arkadaş 33 yıl sonra ismini unuttuğum camiyi bir twitter ile bildirdi. ” Öbür Yüksel de (Edip) o gün Pirinci Sinan Camiinde bir heybet abidesiydi sanki, ısmarlama hutbeye baş kaldırırken.”