Carpıtmadan Gizlemeden, ama Koşulları Hesaba Katarak

Share

Carpıtmadan Gizlemeden,
ama Koşulları Hesaba Katarak

Edip Yüksel
15 Kasım 2006
www.19.org

 

Selam dostlar:

Bu tartışma önemli bir tartışma. Keşke şahsi kırgınlığa yol açmayacak bir dil ve uslupla ifade etsek görüşlerimizi. Bence tebliğ yöntemi üzerinde daha çok araştırmalı, düşünmeli ve tartışmalıyız. Dini, sosyal veya politik birçok örgütün, önünde sonunda karşılaştığı önemli bir sorundur bu.

Bir yandan, Firavun gibi bir müstekbire bile yumuşak sözle tebliğ etmemiz (20:44), Allah’ın yoluna bilgelikle ve güzel bir aydınlatma ile çağırmamız (16:125), cahili bağnazlıklarını ve düşmanlıklarını arttırmamak için cahillerin putlarına sövmememiz (6:108), bir zamanlar bizim de onlar gibi olduğumuz anımsatılarak bize selam veren kişileri “Sen müslüman değilsin” diye reddetmememiz isteniyor (4:94). Öte yandan, insanlarla iletişimde bulunurken uymamız istenen bu öğütlere ek olarak, mesajımızın içeriği bakımından tavizsiz bir tavır takınmamız gerektiği önemle vurgulanıyor (2:120; 2:145; 4:113; 5:48-49; 6:56; 6:111; 6:116; 6:150; 13:37; 42:15; 47:14; 45:3). Nitekim, islam’ın yani barış içinde sadece Allah’a teslim olma sisteminin ana mesajı olan “LA ilahe illallah” ifadesi LA ile başlayarak geleneksel ve yerleşmiş putları ve doğmaları protesto ediyor onlara isyan ediyor. Bu protestoyu kavga ve savaşlar yoluyla değil, barış içinde gerçekleştirilen entellektüel tartışmalar ile gerçekleştirmeyi seçiyor.  Şeytan’ın çeşitli yollarla aldattığı milyarlarca kardeşimizin yaşadığı bu dünyada LA’yı gizleyerek başlatılacak hiçbir tebliğ hareketi Rahmani olamaz..

Nitekim, bu LA yüzünden, tüm alçak gönüllülükleri, erdemli ve barışçı tavırlarına rağmen, hemen hemen tüm elçiler ve onları destekleyen cesur kişiler daha ilk başta cahil çoğunluğun ya alaycı tavırlarına veya politik, sosyal ve hatta askeri yönden tepkilerine muhatap oluyor.

Mesajın nasıl veya hangi sırayla hangi insanlara ne biçimde iletileceği konusu bence tartışılması ve üzerinde düşünülmesi gereken bir konu. Bu konuda her kişiyi, grubu veya durumu kapsayacak detayda formüller üretebileceğimize inanmıyorum. Öyle durumlarla karşılaşacaksınız ki, bazan alfabenin ortasından başlamanız gerekecek, bazan bağırmanız bazan da susmanız gerekecek. Bu konuda asıl kararı bir lider veya bir örgüt veremez; bu kararı tebliğ anını bizzat yaşayan muvahhit, koşulları değerlendirdikten sonra zekası, bilgisi ve tecrübesi ile verir.

Örneğin, Kuran’daki mucizelerin hepsini sembolik ifadeler olarak yorumlamaya çalışan bir kişiyle mucizelerle ilgili ayetler üzerinde tek tek tartışmak yerine onu bu yönteme yönelten ana sebebi araştırmak hem vakit kaybedilmesini önler hem de daha sağlıklı ve etkili bir tartışmanın yapılmasını sağlamış olur. Bazan bu tür insanların “Allah’ın sünnetinde bir değişilik bulamazsın” ayetini yanlış anladıkları için bu yönteme başvurduklarını, yahut Kuran’a inanma konusunda ilan edilmeyen felsefi problemlere sahip olduklarını öğrenebiliriz. Eğer o kişinin Kuran’a güvenme konusunda problemleri varsa, ona geçmiş mucizelerin Kurandaki rivayetlerini  aktarmanın hiçbir yararı olmaz. Böyle bir kişiye, onu suçlamamaya çalışarak, bir yolunu bularak Kuran’ın gerçekten Allah kelamı olduğunun delillendirilmesi gerekir…

Örneğin, 19 sistemini sadece eleştirilerden, kulaktan doyma bir biçimde işitmiş olan bir Sunniyle tartışırken belki 9:128-129 konusunu en sona bırakmayı tercih edebiliriz. Tabi o kişi çok israr ederse ve hayat riski yoksa o konudaki inancımızı apaçık bir biçimde ifade edebilmeliyiz.

Bazı arkadaşların mesajın içeriği konusundaki kagyılarına ve duyarlılıklarına katılıyorum.  Ancak, mesajın eğilip bükülmeden, çarpıtılmadan, kime nasıl iletileceği konusunda soruları olan ve bu konudaki sorunları gören arkadaşlara da saygı duyarım.

Umarım bu konudaki tartışmalarımızı yaparken birbirimizi kırmadan ve birbirimizi anlamaya çalışarak, birbirimiz hakkında mümkün mertebe hüsnüniyet besleyerek yapacağız.

Şahsen, çoğunluğun tarih boyunca ilahi gerçekleri bulma konusunda pek becerikli davrandığına inanmıyorum. Ama, yaşadığımız çağın tarihin değişim noktalarından birine gebe olduğunu hissediyorum. Çoğunluğun içeriğine göstereceği muhtemel tepkiler üzerinde spekülasyonlar yapmadan ve onlara aldırış etmeden bildiğimiz doğruları ifade etmemizin acil bir görev olduğuna inanıyorum.

Dünya müslümanlarının acil bir uyarıya, açık ve kapsamlı bir çözüm yoluna, ve radikal bir paradigma değişimine ihtiyaçları var. İslam alemi büyük bir değişime gebe. Bence eskilerin iflas etmiş hurafelerden kaynaklanan kaygılarını ve duyarlılıklarını yolumuz için pusula olarak saymak hem prensip hem de pratik başarı açısından uygun değil. Resim ve kadın sesini dinleme yasağından, sakal bırakmanın gereğine kadar Sunnilerin çoğunluğunun bile artık kişisel hayatlarında bile uygula(ya)madığı mezheplerin müteassıp savunucularını ürkütmemek uğruna, dinlerini ve hatta Allah’a olan inançlarını bile sorgulamaya başlayan milyonlarca genç insanı unutmamalıyız.

Türkçe’yi pek güzel konuşamıyan, hitabet yeteneği olmayan, serveti olmayan, köylülüğüyle şehirlilere kaba görünen, hatta yirmi yıldır Pasifik Okyanusunun ötesinde yaşayan bir kişi olarak eğer Mesaj’ı milyonlarca kişiye ulaştırabilmişsem ve binlerce kişinin onu takdir etmesine vesile olmuşsam bu benim politik hesaplarımla gerçekleşmiş bir şey değil. Aranızda benden çok daha iyi Türkçe konuşan, hatta en az benim kadar iyi yazan arkadaşlar, benden daha sempatik kişiliğe sahip arkadaşlar var. Düşünün ki “emredildiğin gibi dosdoğru ol” karşısında tüyleri ürperen oniki, kırk, veya yetmiş kişi ilahi mesajı tebliğ için güç ve gönül birliği etmeye karar verdi…

Amacımız, birçok dini tarikat ve cemaat gibi idare-i maslahatçılık ve takiyye yaparak kişiliksiz taraftarlar ve servet toplamak değilse (5:100); amacımız emredildiğimiz gibi dosdoğru olmaksa (15:94), amacımız sadece Allah’ın hidayetini, rızasını ve desteğini kazanmaksa (4:45; 4:81; 4:125; 4:132; 25:31; 29:52; 30:38; 31:22; 33:3; 33:39; 48:28; 92:20), Allah’ın ayetlerine tanık olma lutfuna ulaştıktan sonra onları başkalarına eğip bükmeden ve gizlemeden iletmekse (2:143; 3:187; 22:78; 57:19), ve amacımız mesaja göre kendimizi değiştirdikten sonra onu bilgelikle ve en güzel bir yöntemle insanlarla paylaşmaksa (6:108; 16:125; 20:44; 41:33); o zaman ne mesajı politik hesaplar uğruna kurban edebiliriz, ne de muhatabının niyetini, durumunu, sorularını, sorunlarını, ihtiyaçlarını veya zaaflarını bilmeden insanları gıcık edecek bir edayla ayetleri sadece balyoz gibi kullanarak nefsimizi tatmin edebiliriz.

Cahilleri ve müşrikleri kızdırmak için putları kırmadı İbrahim; onları ve bizleri düşündürmek için kırdı. En etkin yol, belki de o koşullarda onlara tevhid mesajını ulaştırmanın tek yolu buydu. İbrahim, “putları kırarsam kaç kişi bana inanır, bana ne yaparlar?” diye misyonuyla çelişen politik hesaplar da yapmadı. O halde biz de koşullara ve kişelere göre değişebilecek en etkin, en güzel, en uygun tebliğ yöntemlerini bulma konusunda sürekli bir arayış ve tartışma içinde olacağız. Kısacası mesajın içeriği ve vurgusundan taviz vermeden, takiyye yapmadan ve erdemli tavrı bırakmadan gerektiğinde Nuh gibi haykırarak veya fısıldayarak (71:8), gerektiğinde büyük mucizeler göstererek veya barış ile ayrılarak (79:20 & 74:37; 43:89 & 109:6), gerektiğinde müjde vererek veya uyararak (4:165), … en uygun yöntemlerle insanları gerçeğe ve erdemli işlere davet edeceğiz, inşallah.

Share