Edip Yuksel
(İnglizce’den çeviren: Ensar Üzümcü)
3 December 2011
Bulunan en eski Kuran Mushaflarında aksanlı okuma işaretleri bulunmaz. Peygamberden yüzyıllar sonra, Kuran’ın ilerici ve tek tanrıcı mesajından sapan Müslümanların birbirlerini mezhep savaşlarında nasıl öldürdüğünü, din-adamları tarafından üretilen dinlerin ve mezheplerin haklı çıkarılması adına Kuran çevirilerinin ve yorumlarının nasıl çarpıtıldıklarını bildiğimiz için, bazı kelime ve ayetlerin okunuşlarını sorgulama adına artık tüm gerekli nedenlere sahibiz.
Kuran’ın indirilmesinden üç yüz yıl sonra uydurma hadisler imal edilip kitaplarda toplanmaya başlandı ve sonraki birkaç yüzyıl içinde, Tevihid (Birleme) dininin biricik kaynağı olan Kuran’a ortak koşulmaya başlandı ve hatta O’nun yerini almaya başladı. Artık “mHMD” kelimesinin telaffuzunun ‘Muhammed (Sıkça övülen/övülmüş olan)’ olarak okunuyor olmasından şüphe duymak için bütün nedenlere sahibiz. Aslında, böylesi bir okumadan şüphe duymak ve son peygamberin adının Muhammed değil Muhammid (Allah’ı sıkça öven) olduğunu tartışmak için birçok nedenimiz var.
Son peygamberin ismi mHMD kelimesinin halka özgü olan yaygın telaffuzunu sorgulamadan evvel, Suni ve Şii din-adamlarının Kuran ayetlerini suiistimal ederek gerçekleştirdiği birçok çarpıtmadan bir kaçını sizlerle paylaşmak istiyorum. Konu hakkında daha fazla bilgi almak için, lütfen Quran: a Reformist Translation adlı İngilizce çevirimizin ayetlere düştüğümüz tartışma notlarına bakınız.
- BİR SÖZ EKLEMEK: Lailaha illa Allah, “birleme sözcüğü” (kelime-i tevhid) değiştirilerek Lailahe illa Allah ve Muhammed al-Resul al-Allah “çoklama sözcüğü” ne (kelime-i tesniye) dönüştürüldü.
- BİR FİİLİN ANLAMINI ÇARPITMAK: Kuran’a ihanet edenler ayetlerdeki anahtar kelimelerin anlamını çarpıttılar. Örneğin, Ummy (Yahudi olmayan) kelimesini “okuma yazma bilmeyen” e dönüştürdüler. Benzeri ihaneti 33:65’de yer alan Salli kelimesine karşı başarıyla becerdiler ve bir iş/oluş/eylem için verilmiş olan bir talimatı, Muhammid’e atfedilerek seslendirilmesi gereken bir övgü sözcüğü haline dönüştürdüler. Allah’ın “yardım et; destekle” fiilleriyle ifade ettiği emrine uymak yerine o ifadenin anlamını değiştirerek papağan gibi “Peygamberi öv, yücelt” diye tekrarlama biçiminde sundular.
- BİR FİİLİN OKUNUŞUNU DEĞİŞTİRMEK: 30:2-5’de tekrar edilen kelime politik sebeplerden ötürü, İran’a karşı savaş açabilmek için, bozulmaya uğratıldı.
- BİR SIFATIN OKUNUŞUNU DEĞİŞTİRMEK: Son peygamberi putlaştıranlar, onun isminin okunuşunu “Muhammid”den “Muhammed” e çevirdiler.
1.Birleme Sözcüğü (Kelime-i Tevhid) veya Çoklama Sözcüğü (Kelime-i Tesniye)
Allah’ın birliğini ifade ederek doğrulama eylemi (şahadet) Müslüman olabilmenin temel gerekliliği olarak kabul edilir. La ilaha illa Allah ifadesi (Allahtan başka ilah yoktur) ve La ilaha illa Hu (O’ndan başka ilah yoktur) Kuran’da tam 30 kez geçer ve asla başka bir isim ile birlikte anılmaz. Allah tarafından öğretilen şahadet üzerinde bir eksiklik görülmesi, Allah’ı olması gerektiği gibi değerlendirmediğimizin açık bir göstergesidir. Allah’ın ismi yanına başka bir isim daha eklemenin gerekli olduğunu söylemek, Allah’ın Muhammid’in adını tam otuz kez unutmuş olduğunu iddia etmek olur (19:64; 6:115). Allah’a bir şey öğretme girişimi, cehaletin ve küstahlığın daniskasıdır (49:16). Allah’ın tek başına yetersiz olduğuna inanmak bir putperestlik belirtisidir (39:45).
Muhammid’in peygamberliği ile ilgili yapılan tek şahadet (tanıklık) 63:1 ayetinde belirtilmiştir ve böylesi bir tanıklığın ihtiyacını duyanlar ikiyüzlü olarak tanımlanmışlardır. Eşhedu enne Muhammeden resulullah (Ben tanıklık ederim ki Muhammed Allah’ın elçisidir) ifadesini söyleyen bir kişinin ikiyüzlü olarak tanımlanmasının farklı nedenleri vardır. Günümüzde en bilindik ikiyüzlülük, bu ifadeyi söyleyenlerin Kuran’ın ayetlerini takip etmeyerek ve yığınla uydurma rivayetleri ve mezhep öğretilerini Kuran’a eş koşarak Muhammid’i bir elçiden çok daha yüce görmeleri ve aslında, Muhammid’in elçiliğini bu yolla kabul etmiyor olmalarıdır. Muhammid’in elçiliğine dair yaptıkları tanıklıkları ona sadece sözde-bağlı kalmaktır, çünkü Muhammid’e şefaat gücü, Allah’ın ebedi yaşam için belirlediği yasalara ortak olma gücü, Allah’ın kanunlarını değiştirme ve kaldırma gücü, Allah adına yasaklar üretme gücü ve Allah’ın kitabındaki “mücmel” ifadeleri açıklama yetkisi vererek aslında onu ilahlaştırmışlardır. Muhammid’in Efendisi’nin tüm sözlerine rağmen, Muhammid’i kendileri gibi bir insan olarak görmek istemezler (18:110; 41:6). “Muhammed Allah’ın hizmetkarıdır” dediklerinde, söyledikleri şeye inanmazlar. Çünkü Allah’ın “elçisi/habercisi” (resul) unvanını ona bir hakaret olarak değerlendirirler. Allah’ın adını herhangi bir övgü cümlesi olmadan zikretmeyi normal karşılarlar, fakat Muhammid’in adını övgüsüz anamazlar. ResulAllah dediklerinde Allah’ı değil resulü övme zorunluluğu hissederler. İronik bir biçimde, Muhammid’i Allah’tan daha çok yüceltme alışkanlıklarını, anlamları bozulmuş ve çarpıtılmış belli başlı bazı ayetleri izlemeye devam ederek pekiştirirler. Dahası, peygamberleri arasında ayırım yapılmaması gerektiğini belirten açık bir Kuran-i talimatını, Muhammid’i diğer peygamberlerle yarıştırarak ve O’nu diğer tüm elçi ve peygamberlerden daha üstün görerek ihlal etmiş olurlar. Bugünkü Sünni camilerde, Muhammid’in ve onun Tektanrıcı takipçilerinin mescidleriyle benzeşmeyen bir biçimde (72:18;20:14), Allah’ın yanında sırıtan bir çok idolün ismini bulacaksınız. Muhammid’in adına ek olarak, Ebu Bekr, Ömer, Osman, Ali, Hasan, ve Hüseyin isimleriyle karşılaşılabilirsiniz. Şiiler de kendilerine ait bir takım putlara sahiptirler ve onlar da kendi mescitlerini bu isimlerle süslerler.
Sünni ve Şiilerin Muhammidi nasıl putlaştırdıklarının bir listesi sayfalar doldurabilir niteliktedir. Buna rağmen, tıpkı Üçlemeyi kabul eden Hıristiyanların inanması gibi, onlar da kendilerini tek tanrıcı zannetmektedirler. “Şirk” yani “ortak koşmayı” resimlere ve heykellere tapmaya indirgeyerek bu kavramların anlamını daraltan mezhep liderleri, kendileri gibi takipçilerini de aldatırlar. Aslında, Muhammid dönemindeki putlar soyut isimlere sahiptiler ve o dönemdeki müşrikler de kendilerinin tek tanrıcı olduklarına inanırlardı ((53:19-28; 6:22-24; 6:148; 16:35). “Mescidlerin duvarlarını Muhammid’in adının geçtiği herhangi bir Kuran ayetinin kendisiyle süslemiş olsak, ne olur?” sorusu yöneltilebilir. Peki, cennet ve cehennemden bahseden ayetleri asmaya ne dersiniz? Peki ya Musa’nın isminin anıldığı 136 ayetten herhangi birisini seçsek? Ya İsa peygamber? Veya müşrikler ve putperestlerle ilgili ayetleri kullanarak mescidlerin duvarlarını süslesek nasıl olur? Elbette, Kuran’ı mescidin duvarlarına asmakta bir problem yok, fakat özellikle bir ayet seçilirse, o vakit niyet veya içerik önem göstermeye başlar. Eğer herhangi bir Kuran ayetinin seçilmesi gerekiyorsa, benim önerim 39:44/45 veya 39:11-12 olur, ya da diğer insanlara karşı adil ve yardımsever olmayı bizlere hatırlatan herhangi bir ayet. Ayrıca, 2:285; 3:64; 39:45; 53:23; 72:18.
Pek çok arkeolojik kanıtlar, Kuran’ın indirilişinden yıllar sonra insanların Muhammid ismini özgün-şahadete nasıl eklediklerini gösteriyor. Örneğin, peygamberin vefat etmesinden 80 yıl sonrasına veya Emevi 90 AH dönemindeki altın sikkelere bakınız. İslam’ı Muhammedçiliğe çevirmeye çalışanlar her ne kadar Muhammid’in vefatından sonraki 80 yıl içerisinde Şehadeti (birlemeye tanıklık) değiştirmeyi başaramamış olsalar da, doğru olan Şahadeti bazı yan-not eklemeleri vb. yaparak yavaş ve kademeli bir değişimle bugün herkes tarafından yaygın olarak bilinen Muhammid’in isminin Allah’tan sonra anıldığı haline dönüştürdüler.
“Allah’tan başka ilah yok; O’nun ortağı yoktur” ifadesi sikkenin bir yüzünün ortasında belirgin olarak yer almıştır. Her nasılsa, tahrifçi düzenbazlar “Ve şahit olarak Allah yeter” ifadesini de çıkararak, 48:28 ayetinin sonu ve 48:29 ayetinin başından derme çatma bazı parçalar koparıp Muhammid’in adını sikkenin kenarlarına eklemeyi başarmışlardır. “Muhammiden Resulullah…” ( Allah’ın elçisi Muhammid…) sözü 48:29 ayetinin içerisindeki bir ifade veya cümle değil, sadece bağlamdan koparılmış bir parçadır. Ayet içerisinden koparılmış olan bu parçayı sikke üzerine dairesel biçimde yazabilmek için ilginç bir operasyon (silip çıkarma) gerçekleştirmişlerdir!.. Sikkenin diğer tarafı Allah’ın birliğini vurgulayan ve ortakları reddeden, 112 inci sureden bazı kelimeleri içeriyor. Emevi ve Abbasi sikkeleri daha sonraları, Muhammid’in adını sikkenin merkezine, Allah’ın adının yanına taşımışlardır. Bu önemli çarpıtma operasyonu yavaşça gelişen bir biçimde, birkaç kuşak dönemini kapsayan bir süreçte gerçekleşmiştir. Örneğin bakınız, Eski Ahid, Tesniye 5:1-11, 6:4-6; 1 Samuel 12:20-21; Mezmurlar 115:4-8.
2. Politik, sosyal ve finansal destek veya törensel kutlama?
Kuran putlaştırılmış birçok kavram ve objenin örneklerini verir. Mesela, çocuklar (7:90), mezhep liderleri ve bilginleri (9:31), para ve zenginlik (18:42), melekler/kontrolcü güçler, ölü evliyalar, elçiler ve peygamberler (16:20, 21; 35:14; 46:5, 6; 53:23), ve ego/istek doğrultusunda düşünme (25:43, 45:23) tüm bunlar putlaştırılabilirler.
İnsan zihnine şirk (Allah’ın yanında ilahlar edinme, veya çoktanrıcılık) denilen en tehlikeli hastalığı bulaştırabilmek için, Şeytan, farkındalık ve kişisel-eleştiri yetisini yok eden bir virüs yoluyla değer bilmez zihinleri kuşatma altına alır. Sonuç olarak, hata ve kusur tanımlama programı aktifleşir ve zihni şeytanın kontrolüne sunar. Bu nedenle, farklı yollarla Allah’ın yanında kendilerine başka bir ilah edinenlerin çoğunluğu içlerinde bulundukları çoktanrıcılığın farkına varmazlar (6:23). Çoktanrıcılar tüm hipnoz semptomlarını gösterirler; onların usta hipnozcusu da Şeytandır.
Bizlere Allah’ı övüp yüceltmemiz öğütlendi (3:41; 3:191; 33:42; 73:8; 76:25; 4:103). Bizler gibi sadece insan olan elçilerini değil. Merhametli ve Sevgi dolu Yaratıcı elçileri, onları yüceltmeden, sadece ilk isimleri ile çağırmamızı bize talim etti ve Muhammid diğer hiçbir elçiden farklı değildir (2:136; 2:285; 3:144). Muhammid bizler gibi bir insandı (18:110; 41:6), ve ismi Kuran’da Muhammid olarak anılır, tıpkı diğer insanların da Kuran’da anılması gibi (3:144; 33:40; 47:2; 48:29). Özellikle 2:136 ayeti önemlidir, çünkü peygamberlerin isimlerini herhangi bir yüceltme ismi olmadan söylememizi bize emreder.
Sünni ve Şiilerin benzer bir biçimde ve yaygın olarak uyguladıkları, “Muhammid’in adının yanına salli ala sözünün eklenip sesli olarak dile getirilmesi” eyleminin temelinde, yaşamakta olan bir elçiyi cesaretlendirme ve ona destek olma adına hayata geçirilmesi istenilen bir fiili/aksiyonu anlatan Kuran ayetindeki bir fiilin anlamsal olarak bozulmaya maruz bırakılması yatmaktadır. Yani, yaygın olarak yapılanın aksine, ilgili ayetler, ölü bir elçi için seslendirilmesi istenilen övgü sözcüklerine dair hiçbir talimatı içermez (karşılaştırınız 33:56 ile 33:43; 9:103; ve 2:157). Ayet 33:56 en fazla çarpıtılan ve suistimal edilen ayetler arasındadır. Biz salli ala kelimesini “yardım etmek/desteklemek” olarak çevirdik. Bu kelimenin aynısı 33:43 ve 9:99, 103 ayetlerinde de kullanılmıştır. Bu ayetler karşılaştırmalı olarak incelendiği vakit süre-gelen geleneksel bir istismar ve bozulma açık bir biçimde ortaya çıkıyor. Bu bozulma yoluyla Müslüman kitleler, kendilerinin Efendi ve Yaratıcısı olan Allah yerine, gece ve gündüz Muhammid’i anıp yüceltir olmuşlardır (33:41-42). Ayrıca 2:157 ayetine bakınız.
Tüm ilgili ayetler, kelimenin anlamını açıklığa kavuşturmasına rağmen; Kuran’ın bize bir şey söylememizi değil yapmamızı talimat verdiği gerçeğine rağmen; ifade içerisindeki üçüncü kişi zamiri Muhammid’in vefatından sonra yeni bir eklemenin yapıldığına işaret etmesine rağmen; tüm bu ve diğer birçok açık gerçeğe rağmen, Sünni ve Şii din-adamları Muhammid’e bu şekilde tapınmaya devam edebilmek adına bahaneler üretmek için büyük gayret gösteriyorlar. Müslüman kalabalıkların amaçlarını ve uygulamalarını çarpıtıp bozan bazı din adamları, bu “deyiş” in söylenmesinin amacının Muhammid’i övmek değil, ona bir çeşit dua etmek olduğunu bile iddia ettiler.
Muhammid, özellikle kendi hayallerindeki Muhammid, milyonların sürekli duasına ihtiyaç duyan en son kişi olmalıdır. Muhammid zaten cennetteki en yüksek makama ulaştırılmıştır, ve onlara göre Muhammid hiçbir günah işlememiştir. Bu sebeple, yaptıkları duaların adresi ve alıcısı baştan hatalı olur. Onlar kendileri için birbirleri için dua etmeliler; Muhammid için değil. Onların bu durumu fakir bir kimsenin dünyadaki en zengin insana her gün birkaç kuruş bağış yapmasına benzer. Bu çok anlamsızdır.
Sünni ve Şii müşriklerinin büyük çoğunluğu namazlarında ayakta dururlarken Allah’a olan barış içerisindeki teslimiyetini beyan eder, fakat diz-çöktüklerinde bu beyanı iki kez geçersiz kılarlar. İlk olarak “Sadece sana ibadet eder; sadece senden yardım dileriz” derler ve diz-çöktüklerinde az önce Allah’a verdikleri sözü unutarak “peygambere” seslenirler. Sanki o her şeyi bilen ve her şeyden haberi olan karşılarındaki İKİNCİ bir kişiymişçesine, peygambere selam ederler: “Selam SENİN üzerine olsun ey peygamber!” (esselamu aleyke eyyuhen nebiyyu). Ayakta dururken tek tanrıcı olarak sözde-bağlılık gösterirler, fakat dizleri üzerine çöktüklerine putperestliklerini ilan ederler. İbadet ederken sıkça söyledikleri “Yargı gününün yöneticisi” ifadesine ihanet edenler (1:4; 82:17-19), ibadetin asıl amacıyla çelişenler (20:15), görüldüğü gibi kendi ibadetlerinden habersiz olanlardır (107:4-7; 8:35). Birçok mezhep ve tasavvuf tarikatları Kuran’ı adeta yok sayarak, peygamber tarafından tartışmasız bir biçimde ret edilen bir yere O’nu konuşlandırabilmek için birbirleriyle yarıştılar (39:30 ve 16:20, 21). Ayrıca bakınız, 2:123,254; 3:80; 5:109; 6:51; 6:70,82,94; 7:53; 9:80; 10:3,18; 13:14-16; 19:87; 21:28; 33:64-68; 34:23,41; 39:3,44; 43:86; 53:19-23; 74:48; 83:11.
Ferisi Pavlus İsa’nın ayrılışından sonra onu, Tanrı ve kendi sürüsü arasındaki bir orta-adam ve kutsal bir kurban haline dönüştürdü: “Sadece tek bir Tanrı, ve İnsanlarla Tanrı arasında tek bir aracı, İsa Mesih; ki kendisini tüm İnsanlık için bir fidye olarak adamıştır, zamanı geldiğinde tanık olunsun diye” (1 Timothy 2:5-6). Katolik kilisesi daha da ileriye giderek Meryem’i, ve daha bir çok azizi ilahi güç komisyoncularının saflarına atamıştır.
Sünni ve Şii mezheplerinin takipçiler benzer bir prensibi takip ederler. Bir putu bir başkasıyla değiştirirler ve Muhammid’i Allah ile insan arasındaki “arabulucu” olarak görürler; Muhammid’i kabul etmeden hiçbir kimsenin kurtuluşa eremeyeceğini iddia ederler! Dahası, Muhammid adına uydurulan şeriatlar ile Muhammid peygamber Allah’ın yanında bir başka rab (efendi) haline getirilmiştir (Bak: 3:79-80; 42:21). Nitekim, Pavlus’un ve Katolik Kilisesi’nin geleneklerini izleyerek, onlar da kendi evliyalarını ve nihayetinde kendi arabulucularının Pramitlerini yarattılar. İlginçtir, sonradan gelen bazı putlar popülerlikte asıl olan ana-puta yetişip geçmişlerdir. Örneğin, İran’da, insanlar ikinci nesil bir put olan Ali’yi Muhammid’den daha çok anarlar, ona daha çok taparlar. Envaitürlü koşullar altında Ali’nin ismini yakarırlar. Suriye’de, üçüncü nesil bir put olan Hüseyin, Ali’den ve Muhammid’den çok daha fazla popülerliğe sahiptir. Putların uzun listesi şehirden şehire, kasabadan kasabaya, kuraldan kurala değişkenlik gösterir ve hatta bu liste, şu anda hayatta olan yerel putların isimlerini de içerirler.
3. Hangisi düşman idi: Romalılar mı, İranlılar mı?
30:0 Rahman ve Rahim ALLAH’ın ismiyle.
30:1 A1L30M40
30:2 Romalılar yendiler,
30:3 Yeryüzünün/ülkenin en alçak/yakın yerinde (Lut Gölü veya Ölü Deniz civarında) … Yengilerinden sonra yenileceklerdir.
30:4 Birkaç sene içinde. İş, önünde sonunda ALLAH’a aittir. O gün inananlar sevineceklerdir.
30:5 ALLAH’ın zaferiyle… O dilediğini zafere ulaştırır. O Üstündür, Rahimdir.
30:6 ALLAH’ın vermiş olduğu sözdür. ALLAH sözünü bozmaz; fakat insanların çoğu bilmez.
“GHaLaBa” fiilini geleneksel çevirilerden farklı olarak tercüme ettiğimizi fark etmişsinizdir. 30:2’deki fiili “ghulibat” şeklinde okumak yerine (yenilmişlerdi) bu fiilin karşıtı bir anlama sahip olan “ghalabat” (yendiler) şeklinde okuyoruz. Benzer bir biçimde, devam eden ayet içerisindeki şimdiki/gelecek zamanı da farklı okuyoruz. Muhammid’in ölümünden 4 yıl sonra, Müslümanlar Yermuk Nehri çevresinde Bizans İmparatorluğu ordusu ile karşı karşıya geldikleri 636 yılında, tarihinin en önemli savaşlarından birisi gerçekleşmiş ve ayetin tecellisi ortaya çıkmıştı… Halid bin Velid komutasındaki İslam ordusu, sayıları kendisinden dört kat veya daha fazla olan Hristiyan imparatorluk ordusunu yenilgiye uğrattı. Altı gün süren Yermuk savaşı, 200 ila 400 metre deniz seviyesinin altında, dünyanın en alçak ve dar arazisinde, Celile Denizi ve Ölü Deniz’e yakın bir bölgede meydana gelmişti.
İlgili ayet üzerinde sergilenen Ortodoks bir okuma ve çeviri, ilginç tarihsel çatışmaları yansıtır ve milliyetçi savaşlar ve emperyalist emelleri haklı çıkarmak uğruna ilahi bir kitabın nasıl kötüye kullanılabildiğine harika bir örnektir. Emevi ve Abbasi hanedanları orijinal okumayı tam karşıtı ile değiştirerek Persleri en büyük düşmanları olarak hedef göstermeyi başardılar. Böylece, Pers İmparatorluğu’na karşı saldırılarına Kuran’dan destek icat ettiler.
Okumadaki değişikliklere yönelik bilinen en iyi örneklerden birisi, 4:43 ve 5:06 ayetleri ile ilgilidir. “Ayaklarınız” olarak çevrilen Arapça kelime iki farklı biçimde okunmaya müsaittir, Erculİkum veya ErculEkum.
Bu anahtar-fiilin okuma ile değiştirilmesi, anlamını “ayaklarınızı yıkayınız” dan “ayaklarınızı mesh ediniz”e dönüştürür. Kişi bu iki okumadan herhangi birisini veya duruma göre her ikisini de tercih edebilir. Ancak, kelimenin ilk okunma şekli ErculEkum olmalıdır, ve dolayısıyla ayakların yıkanması değil mesh edilmesi birincil olarak gerekli olur.
Bizler, geleneksel olarak kodlanmış/kalıplaşmış okumalarla sınırlı olmadan/kalmadan Kutsal Metin’i anlamaya açık olmalıyız. Kuran kitabının ve doğa kitabının ayetleri (işaretler) ile dahili veya harici bir çatışkı oluşturmamak ve metindeki bağlamı ve yapısıyla çelişmemek şartıyla, bizler, noktalama ve seslendirme işaretleri bulunmayan en eski nüshaları mümkün olan tüm okuma şekilleriyle okuyabilmeliyiz. Böylesi bir esnekliğin ilahi bir nimeti ve amacı vardır. Örneğin, aşağıdaki ayetleri farklı okuyabiliriz. Eğer değişik okuma genel anlamı çok dramatik bir biçimde değiştiriyorsa, bu hariç tutulan bir istisna-i durum olur. Bununla beraber, her iki değişik okumanın aynı anda var olabileceği bazı durumlar da vardır. Aşağıdaki örneklerden birisi ise bir dil harikasını sergilemiştir; cümle dört değişik okuma ile, referans kelimeye göre değişkenlik göstererek hem kapsayan hem de dışlayan bir anlama sahip olabilir (3:7)! Örnek bir liste aşağıdadır:
2:243 Kharaju veya Khuriju (kapsayan)
3:7 Allah kelimesinden sonra nokta koymak ve/veya Allah kelimesinden sonra durmadan okumaya devam etmek (kapsayan ve dışlayan)
5:43; 5:6 Erculekum veya Erculikum (dışlayan)
11:46 Amelun veya Amile (kapsayan)
21:112 Qale veya Qul (dışlayan)
30:1 Yeğlibun veya Yuğlebun (dışlayan)
42:52 Neşau veya Yeşau (kapsayan)
54:3 Kullu veya Kulle (kapsayan)
74:24 Yu’sir veya Yu’ser (kapsayan)
3:146 Qetele veya Qutile (kapsayan ve dışlayan)
7:57 Buşra veya Nuşra (kapsayan)
Kitab veya Kutub (kapsayan veya dışlayan) birçok ayette
4. Son peygamberin ismi: Muhammed veya Muhammid?
Bir kök kelime olan H8M40D4(HaMaDa)’nın tüm türevleri Kuran’da 68 kez geçer:
yuHeMmeDu (başkaları tarafından övülüp yüceltilmek) Kuran’da sadece 3:188 ayetinde OLUMSUZ bir bağlamda geçer.
HeMD (övgü, isim) kelimesi ise sürekli Allah için kullanılmıştır 1:2; 6:1; 6:45; 7:43; 10:10; 14:39; 15:98; 16:75; 17:111; 18:1; 20:130; 23:28; 27:15; 27:59; 27:93; 28:70; 29:63; 30:18; 31:25; 32:15; 34:1; 34:1; 35:1; 35:34; 37:182; 39:29; 39:74; 39:75; 39:75; 40:7; 40:55; 40:65; 42:5; 45:36; 50:39; 52:48; 64:1; 110:3.
HeMDike (senin övgün) 2:30’da bir kez Allah için geçer.
biHeMDihi (Onun övgüsüyle) 4 kez Allah için kullanılmıştır: 13:13; 17:44; 17:52; 25:58.
HeMiDun (övgüde bulunanlar) 9:112’de bir kez Allah’ı övmek için kullanılmıştır.
HeMyD (övülmüş olan Kişi) 17 kez kullanılmıştır ve hepsi Allah içindir: 2:267; 4:131; 11:73; 14:1; 14:8; 22:24; 22:64; 31:12; 31:26; 34:6; 35:15; 41:42; 42:28; 57:24; 60:6; 64:6; 85:8.
maHMuD (övülmüş olan makam) bir kez, peygambere söz verilen konumuna dair bir açıklama için 17:79’da kullanılmıştır.
aHMeD (daha çok/en çok öven; bir isim kelimesi değil ancak fiil için üretilmiş bir sıfat) 61:6’da bir kez kullanılmıştır.
muHaMmiD (çokça/sık sık öven) 4 ayette kullanılır: 3:144; 33:40; 47:2; 48:29.
Bu bilgiler ışığında büyük resim netleşmiş olmalı. Şeytan, İsa ile gelen tektanrıcı mesajını ‘birleme’ den ‘üçleme’ ye çevirerek bozulmaya nasıl maruz bıraktıysa, Müslümanlar da dini kaynaklar aracılığı ile farklı putlar ve ortaklar ürettiler ve kendi din-adamları tarafından uydurulan mezhep ve şeriat yasalarına riayet etmek suretiyle bunun benzeri bir durumu oluşturdular (42:21), ve insan bir elçinin adını kendi Efendi ve Yaratıcılarından daha fazla yücelttiler, onun adını Allah’ın adının yanına ekleyerek Birleme Sözcüğünü böylece Çoklama Sözcüğüne dönüştürdüler.
İsa tarafından geleceği haber verilen kişi ahmad olarak ifade edilmiştir ki bu “daha çok öven demektir”. Aynı a’lam (daha çok bilen) veya arham (daha çok şefkat gösteren) kelimelerinin dil formundaki gibi, benzer yapıdadır.
61:6 Hani İsa, halkına: “Ey İsrail oğulları, ben, size gönderilmiş ALLAH’ın bir elçisiyim. Benden önceki Tevrat’ı onaylayıcı ve benden sonra gelecek ve “daha öven” diye betimlenen bir elçiyi müjdeliyorum.” Sonra kendilerine apaçık delilleri gösterdiğinde, “Bu apaçık bir büyüdür,” dediler.
İronik bir biçimde, geleceği haber verilen kişinin tanımı AHMED olarak telaffuz ediliyor olsa da (daha çok veya en çok öven) bu kelime yaygın olarak YUHMED veya HAMYD veya HUMIDE anlamında (daha çok veya en çok övülen) çevrilmiştir.
Ortodoks türü okumayı sürdürebilme arzusunda olan bazı Sünniler 17:79 ayetini kötüye kullanmak isteyebilirler. “Eğer Muhammid kendi adıyla da ifade edildiği gibi övülmüş değilse, nasıl olur da içinde bulunduğu mevkisi övülmüş olabilir?” Bu itiraz başlangıçta makul gözükebilir, fakat ufak bir inceleme ile bunun böyle olmadığını görebiliriz. İşte işlenen mantık hatası:
Kişi, sıkça övülen Rab tarafından övgüye layık bir makama yükseltilebilir fakat bu o kişiyi “sıkça övülmüş olan biri” yapmaz. Burada övülmüş olan makamın kendisidir. Yoksa övgüye layık olan şey/kimse Allah tarafından kendisine döndürüldüğü ve böylesi bir makama getirildiği için yine Allah tarafından nimetlendirilmiş olması gereken kişinin kendisi değil.
Eğer bana mucizevi bir işaret verilmiş olsa, ben kendim mucizevileşmiş olmam. Eğer birisi akan ırmaklara sahip bir cennet ile müjdelenmiş ise bu o kişinin kendisi ne akan olur ne de ırmak. Birisi bereket ile ödüllendirildiğinde bu, o kişinin kendisini bereketli kılmaz.
Aslında, Allah bize en iyi misali ve tefsiri 26:58 ayeti ile, benzeşen kelimeleri kullanarak gösterir. 26:58’de Firavun ve onun takipçilerinin “hazinelerini ve onurlu makamlarını (meqamun kerim)” kaybettiklerinin bilgisi verilir. Bununla beraber ne Firavun ne de yakın arkadaşları onurludurlar (kerim), fakat Mısır’da onurlu makamlara (maqamun karim) sahip olmuşlardır!
Muhammid peygamberin vefatından sonra, çoğu münafık kahramanlar onun ismi etrafında bir putlaştırma hareketi başlattılar ve daha sonra bu hastalıklı tutum Muhammid’in ailesine ve tektanrıcı arkadaşlarına, hatta iki yüzlü arkadaşlarına kadar uzandı. Sahabe kelimesi Sünni kaynakların iddia ettiği gibi Kuran’da bahsi geçen pozitif bir kelime değildir; tam aksine, bu kelime çoğunlukla Muhammid’in çevresindeki müşrikleri ve ikiyüzlüleri tanımlamak için kullanılır. Emevi ve Abbasilerin zalim hükümdarları Kuran’ın ön gördüğü demokratik bir seçim ortamına ihanet ettiklerinde, Jizye (savaş tazminatı) kelimesini Hristiyan ve Yahudilerden alınacak fazladan vergi anlamında kullanarak tahrifata yol açmışlardı. (Bu ve benzeri konular üzerindeki detaylı tartışmalar için bakınız Quran: a Reformist Translation)
Seçimle idareci seçme prensibini hanedanlık ve sultanlık ile değiştiren anti-İslami sömürgeci politikalar, Sünni ve Şii mezheplerine katılmaları için birçok Hristiyan ve Yahudi üzerinde baskı oluşturdular. Başlarda bu dönüşümlerinden mutsuz olanlar bir şekilde kendi idollerini yenileriyle değiştirmeyi kolayca başarmışlardı; bu sefer Muhammid ve daha bir çok başka isim ile… Sünni ve Şii din adamları tarafından yapılan değişikliğin derinliğini ve genişliğini bilmek, özellikle de tek tanrılı ilkelere uyan kişilere karşı gösterdikleri tahammülsüzlük ve sergiledikleri saldırganlık göz önünde bulundurulduğunda, Muhammid kelimesinin telaffuzunu yavaşça gelişen bir süreçle Muhammed’e çevirebilmelerinin pek zor bir külfet olmadığı rahatça görülebilir.
Özetle, Kuran’ın öğretisine göre, son peygamberin adı hiç de MuhammEd’a benzemiyor. Onun adı Muallim(öğretmen) veya Musavvir(tasarımcı) kelimeleriyle benzer dil formuna sahip olan Muhammid’dir. HMD gerçek övgüdür ve yüceltmeyi, onurlandırmayı ve hayranlığı ima eder. Böylece, HaMD sadece Allah’a özgüdürü. Tüm HaMD Rabbimiz, Başlatıcı, Tasarımcı, Şefkatli, Yaşayan, Ebedi, Yüce Tanrı. Övgü, Evrenlerin Rabbinedir.