Mukallitlerin Develeri
29 Mart 2012
ALİ TUNA TANYILDIZ: Şaban Büyükkal’a: İnsanları inançları yüzünden bir yerlere yamama, birilerine tabi etme düşüncesi içinizde oldukça gerçek islamın her bireye verdiği özgürlüğü hiç anlayamayacaksınız. Allah’ın gerçek dinini yaşamaya çalışan hiç bir müslüman Allah tan başka kimseye tabi olmaz. Beyninizdeki hastalıklı bakış açısı bunu anlamanızı engelliyor. Kuran’ın korunması ile ilgili fikirlerimizi eleştirebilirsiniz ama şahsımızla ilgili bu yaftalamaları hangi vicdanla yapabiliyorsunuz? Beni tanıyor musunuz ki birilerine tabi olduğumu söyleyebiliyorsunuz?
Siz 19 sisteminin sonuçlarını kabul etmenin ve çıkıp bunları savunmanın ne kadar zor bir içsel hesaplaşmayı gerektirdiğini biliyorsunuz? Benim veya diğer arkadaşların Kuran da olmadığına inandığımız sözlerle alakalı konuda nasıl sıkıntılar ve zorluklar çektiğimizi ve bu süreçte ne gibi riskleri aldığımızı biliyor musunuz. Sence bu konu bu kadar basit mi?
Edip Yuksel’in düşüncesini, hayatını riske atarak ve sahip olduğu her şeyi bırakarak savunma işini eğlence olsun diye mi yapıyor? Bu kadar aklı başında, deli olmadıkları açık olan insan, matematiksel bir delili savunma işini eğlence olsun diye mi yapıyor? Aklımızdan zorumuz mu var?
Yukarıda yaptığınız uyarılıları kendimize sormuyor muyuz sanıyorsun? Allah’ın dini ile alakalı büyük bir iddiada bulunmanın risklerini değerlendirmiyor muyuz sanıyorsun?
Elimizde deliller var. Bu deliller de öyle boş deliller değil. Allah’ın evreni yaratırken kullandığı dil olan matematiksel deliller diyoruz. Siz hiç bu adamların iddiaları çok büyük dur bir araştırım deyip te acaba bu konu ile ilgi kaç satır inceleme yaptınız? Kaç tane örnek verip te bura da çürüttünüz? Anlamak mümkün değil.
BURAK YILMAZ: “Senin bu yazın için adama sorarlar sizler o kadar hadisi şerif nakletmiş Buhari müslim gibi bir sürü alimlere peygamber adına yalan uydurmuşlar 4 mezhep imamları için delalete olmuşlar haram hela katmışlar gibi çirkin ithamda bulunurken Kuran ve peygamberden asırlar sonra gelen edip Reşat Halife gibilerinin üzerinde düşündüğün bu şeyi hiç bu alimler hakkında düşündünmü ?”
EDİP YÜKSEL: Güzel bir soru… Hele soru işaretinden önce verdiği gereksiz boşluğu “mü” soru ekinden önce verseydi; daha da güzel olurdu 🙂
Hele’den sonra bir de “keşkem” var. Keşke, yukarıdaki devenin sadece boynu eğri olsaydı… Hani düzeltmek için o kadar enerji ve kelime kullanmayacaktım. Ama deneyeceğim. Ancak Burak’ın bu cevabımı okuyup anlama ihtimali düşük. Niye?
Yanlış anlamayın, ben Burak’ın zeki olmadığını iddia etmiyorum. Aksine Ali Tuna adlı arkadaşın yazısına verdiği bu cevapla zeki bir genç olduğunu gösteriyor. Nitekim daha önceki yazıları da bu algımı destekliyor. Peki, niye bu cevabımı anlamasından kuşku duyuyorum? Zira onda otuz yıl önceki Edib’i görüyorum. Evet, cahiliyye dönemi diye reddettiğim 1 Temmuz 1986 öncesi Edib’e benziyor Burak. Bir zamanlar ben de onun gibi “düşünüyordum”. Daha doğrusu bana ta çocukluk yıllarında ezberletilmiş hikâyeleri kendi ifadelerimle tekrarlayınca düşündüğümü sanıyordum. Bir zamanlar ben de Burak gibi, “dört hak mezhep” diye bana belletilen mezheplerden biri olan Hanefilik mezhebinin mukallidiydim. Gerçi o zaman gerçekleşen İran’daki molla devrimiyle birlikte ateşlenen şeriatçılık gayretiyle hak mezhepleri dört buçuk mezhebe çıkartmıştım ama neticede ben bir mezhebin mukallidiydim. Evet mukallit. Arapçadaki QLD, yani Qa-Le-De kökünün Tefil vezninden türeyen bir ismi faildir muQaLliD. Arapça FeTteŞe’den müFeTtiş… ALleMe’den muALiM…
Ancak, Türkçe’ye geçerken küçük bir mutasyona uğramış. Son harfi D sertleştirilip T harfine dönüşmüş. Tabi bu arada Arapça’daki Qaf harfi de K harfine tenzili rütbe olmuş ve böylece iki harf mutasyonuyla bizim muQaLliD olmuş Mukallit. Ancak bu harf mutasyonuna rağmen, Arapça’dan Türkçe’ye geçen bazı kelimelerin başına gelen anlam mutasyonuna uğramamış her ne hikmetse. Örneğin, Arapça’da “akıllılar” anlamına gelen “uqala” Türkçe’ye “bilgiçlik taslayan” diye değişmiş. Arapça’da “yaşlı” anlamına gelen “şeykh” insanların beynini menkıbelerle ve palavralarla uyuşturduktan sonra beyinlerini yiyen ve onları beyinsiz müritlere dönüştüren din tüccarları için kullanılıyor. Arapça’da dirilme günü ayağa kalkmak için kullanılan qiyame kelimesi Türkçe’ye “dünyanın sonu” anlamında kiyamet diye geçmiş.
Aynı şekilde, Arapça Müfid kelimesi Bitlis’in Liz köyünde doğan kardeşime isim olunca Müfit haline dönüşmüş, ve Edib kelimesi Bitlis’in Norşin köyünde doğan Müfid’in abisine isim olunca Edip’leşmiş…
Evet, Mu-Qal-Lid veya Mu-kal-lit. Lütfen bu kelimeyi heceleyerek tekrar okuyun. Dilerseniz Qaf harfini çatlatabilirsiniz.
Her şeyden önce sevgili Burak, bir MUKALLİT olduğunun altını çizmek lazım ve ondan ciddi bir sorgulama ve araştırma, bir santimden daha derine inerek dini tezler ve doğmalar üzerinde tefekkür beklememek gerekir.
Mukallit ne demek? Bu terimi ben uydurmuyorum. Tüm mezhep kitaplarında Burak gibi mezhep izleyicilerinin yani düşünmeden, araştırmadan, incelemeden, sorgulamadan önüne konan bir mezhebin tüm fıkhını körü körüne izleyen, taklid eden demektir. Mukallitlerin mezheplere uyması böylesine körleme olduğu gibi mezhep seçimleri de körlemedir. Zaten çocukluktan beri belli bir mezhebin mukallidi olarak damgalanmışlardır ve o mezhebin hikayeleriyle beyinleri doldurulmuşlardır. Peki sayıları güya (eve güya) dört olan “hak mezhep” ten birini, inançta güya sayıları iki olan hak mezhepten birini, veya Şii mezheplerden birini nasıl seçiyorlar? Seçme? Yok böyle bir şey. Mukallitlerin hangi mezhepten olacağını kendileri değil, onların doğduğu yer, aile, ülke belirler. Bu mukallitler Hristiyanların çoğunlukta olduğu ülkelerde Hristiyan mezheplerinden birisinde bulurlar kendilerini…
Doğduğu mahalleye en yakın, veya sayıları en çok, yaygaracı, veya güç sahiplerinin desteklediği mezhep lokantasında önüne ne konursa yiyen biridir mukallit. O lokantadaki yemekler pis koksa da, yemeklerdeki bakteriler onu ishal etse de, aşırı dozda katılan tuzdan dolayı tansiyonu yükselse de, yağlı etlerden damarları tıkanıp kalp hastası olsa da yine o lokantaya mukallit mukallit devam eder.
Mukallitlerin gerçek portresini kısaca çizdikten sonra şimdi devenin boynuna ve hörgücüne gelelim.
DEVENİN BOYNU: Her şeyden önce, peygamberden 230 yıl sonra, ismini unuttuğum zengin bir prensin desteğini alarak ortalıkta dolanıp hadis toplayan ve topladığını iddia ettiği 600,000 hadisten 7275 tanesini “sahih” diye kitabına alan Buhari’yi neye dayanarak “alim” diye niteliyorsun? Bu adam neyi biliyordu? Bu adamın tüm yaptığı, kendi iddiasına göre her yüz kişiden 99’unun hadis uydurduğu bir ortamda kafasına göre uydurduğu bir “tadil” yöntemiyle “sahih” hikayeler toplamak! Yani Buhari’nin Allah ve peygamberi adına anlatılan hikayeleri derlemekten öte bir meziyeti yok. Topladığı hikâyelere baktığımızda içlerinde alabildiğine çelişkili, saçma sapan, akıllara zarar hikayeler olduğunu görüyoruz. İslam düşmanları için tam bir hazine bahşediyor senin bir mukallit olarak “alim” diye bellediğin adam… Maymunların zina eden maymunları recmederek Sünnilere örnek olmalarından, keçinin yediği recim ayetine kadar, peygamberin Aişe ile 6 yaşındayken evlenip 9 yaşındayken gerdeğe girdiği iftirasından miraç adlı çocuk hikâyesine kadar nice iftirayı ve çarpıtmayı bu hikaye derleyicisinin kitabında bulabilirsin. Müslim, Tirmizi, İbni Majeh, İbni Hanbel, Ebu Davud bu adamdan farklı değil. Hepsi 6:112-116 ayetlerinde anlatılan peygamber düşmanları, şeytanın ajanları… İslam’ın mesajını tekrar cahiliyye öğretileriyle örten ve hatta onunla değiştiren belamlar bunlar.
DEVENİN HÖRGÜCÜ: Dört mezhep hikâyesini nereden çıkarıyorsun? Kilise nasıl ki İsa’dan 325 yıl sonra üretilen düzinelerce İncil versiyonunu 4 İncil ile sınırlayıp “4 hak İncil” ürettilerse Sünniler de aynısını becerdiler. Her şeyden önce mezhepler tarihini biraz incelesen Sünnilerin düzinelerce mezhep ürettiğini öğreneceksen. Örneğin, Süfyani Sevri’nin mezhebi… Dahası, bu mezhepler ilk başta çıktıklarında birbirlerini DELALET içinde olmakla suçladılar.. Hatta bu sözde “hak mezheplerin” mukallitleri birbirlerini tekfir edip öldürüyorlardı…
DEVENİN İKİNCİ HÖRGÜCÜ: Mezhep imamları da kimmiş? Örneğin, Hanefi mezhebinin kurucusu olarak tanınan Numan Ebu Hanife… Kendi tarih kitaplarını okusan bu adamın mezhep kurmadığını öğreneceksin. Hatta bu adam Emevi ve Abbasiler döneminde “hadislere itibar etmiyor” diye suçlanıp hakaretlere ve hatta eziyetlere muhatap oluyor. Her iki dönemde de hapishanelerde işkencelere maruz bırakılıyor ve hatta Abbasi hapishanesinde öldüğü söylenir… Ebu Hanif lakabı ona zaten bu yüzden takılmıştı. Hanife diye bir kızı olduğu için değil. Hanif, yani MUVAHHİD olduğu için, yani Kuran’ın mesajına ihanet eden Emevi ve Abbasi diktatörlerine ve onların yardakçıları din adamlarına karşı sadece Kuran’ı savunduğu için kendisine bu isim verilmiştir. İbrahim gibi Hanif birisiydi… Ebu ismi illa bir çocuğun babası olmak anlamına gelmez. Bikr (Türkçe’ye Bekir olarak geçmiştir) öncü demektir. Bu yüzden peygamberi ilk destekleyenlerden biri olan Aişe’nin babasına Ebu Bikr yani Öncülerin Babası unvanı verilmiştir.
Emevi ve Abbasi diktatörlerin tüm baskısına rağmen onların istekleri doğrultusunda fetva vermeyen bu hanif adam o zamanlar önemli bir kısmı hala muvahhit olan halk arasında efsanevi bir kahraman oldu. Onun halk arasındaki bu popülaritesini bilen yönetici müstekbirler onun ismini kullanmayı denediler ve kısa zamanda Ebu Yusuf ve Muhammed adlı iki dalkavuk yoluyla bir halk kahramanı olan Ebu Hanife adına hadislerle ve uyduruk fetvalarla dolu bir mezhep oluşturdular.
İşin ilginci, Buhari’yi savunmak için araya koyduğun Ebu Hanife bir tek hadis bile rivayet etmedi. TABİİN idi. Yani sahabeler ile görüşen bir Müslüman idi. Buhari’nin aksine büyük bir ilim adamı idi. Sana “alim” diye yutturulan Buhari neden Mervan ve Yezit gibi sarhoş ve zalim Emevi valilerini “sika” (güvenilir) kabul ederek onlardan hadisler rivayet eder de niye Ebu Hanife’den bir tek hadis bile rivayet etmez? Bu tür sorular mukallitlere ağır gelir. Soramazlar, sorgulayamazlar. Hani sorsalar bile taklit ettikleri din adamlarının sunduğu en uyduruk ve hatta çelişkili cevapları hemen yutmaya hazırdırlar. İşin ilginci, uyduruk hikayeleri savunmak için üretilen uyduruk cevapları aynen alıp bize naklederek kendilerini avutmaya devam ederler.
DEVENİN AYAĞI: Senin alim diye Reşad ile karşılaştırmaya çalıştığın adamlar uydurma hikayeleri vahiy diye nakleden (6:112-116), SADECE ALLAH’a özgü olan islam şeriatına ek ve hatta nazire olarak şeriatlar uyduran (42:21) peygamber düşmanları idi… Bu tiplerin uydurduğu din, mezhep ve şeriatları hayata geçirmeye çalışan Suudi Arabistan, Afganistan ve İran örneklerine hepimiz tanık olduk. O öğretileri ne kadar uygularsan hayatı o kadar cehenneme çeviriyorsunuz. Bu dünyada yarattığınız cehennem aslında ahiretteki cehennemin bir habercisi… 29:45-54 ayetlerine bak dilersen.