Sadrettin ve Zahid

Share
 Sadrettin ve Zahid
Norşin’den Arizona’ya başlıklı Otobiyografimden bir alıntı.
Kitap inşallah yakında yayımlanacak.
Zahid Kotku ve Sadrettin Yüksel

 

Artık kardeşim Metin’e geri dönelim. Salih ve yoldaşlarının yanında Metin’in de Yıldız Teknik Üniversitesine hâkim olan ve Mehmet Güney, Dursun Özcan, Akif Emre, Mustafa Bayraktar, Yunus Torpil ve başka birkaç kişinin daha liderlik ettiği bir grup İslamcıyla iyi ilişkileri vardı. Bu arkadaşlar İskender Paşa cemaatinin müritleri olarak hem nefisleriyle hem de üniversitede saldırgan komünist militanlara karşı onurlarını ve özgürlüklerini savunma amacıyla cihad ediyorlardı. Sonra, alt grubumuz olup lise öğrencilerini organize eden Ak-Lis’in lideri Metin Külünk de Yıldız grubuna katıldı. Gayretli bir genç olan Metin Külünk daha sonra politikaya girecek ve AKP’de milletvekili olacaktı. Yıldızlı Akıncılar bir koltuğa iki karpuzu sığdırıyorlardı. Hem mühendislikte iyi öğrenci olmayı hem de Şeriat uğruna savaşmayı başarıyorlardı.

Bu yüzden Metin kendinden 4 veya 5 yaş daha büyük olan Mehmet Güney’i seviyor ve ona saygı duyuyordu. Mehmet Güney’in grubu, Necmettin’in Fatih semtindeki İskenderpaşa Camisinde konuşlanan dini tarikatına bağlı olduğu için oldukça alışılmadık bir gruptu. Mehmet Güney ve ekibi bu oldukça sofistike olmuş tarikatın genç yüzüydü. İskenderpaşa cemaatı, o zamanlar Şeyh Zahid Kotku’nun (1897-1980) liderlik ettiği Sufi Nakşibendî Tarikatının bir koluydular. Ama birkaç sebepten dolayı diğer Sünni tarikatlardan farklıydılar.  Tarikatın üyeleri oldukça eğitimliydi; birçoğu yüksek mevkilerde bürokrattı (bazıları sonradan milletvekili, bakan ve başbakan olacaktı) ve bazıları da profesör ve başarılı işadamıydı. Bu yüzden siyasete girmeleri de normaldi. Necmettin, MNP’yi (Milli Nizam Partisi) kurarak siyasete atılınca grubun tam desteğini almıştı.

Zahid’in siyasetçi müritleri, ordu ve yüksek mahkemeler gibi güçlü kurumlara hâkim olan laik tarikata karşı beklenmedik bir direnç gösteriyordu. Tarikatın şeyhi sakin ve barışsever bir adamdı. Batı medyasında resmedilen basmakalıp dini liderlerden değildi. Bağırmıyor, işaret parmağını sallamıyor, duygularına kapılmıyor, kışkırtıcı konuşmalar yapmıyor veya vaazlarında cihat çağrısında bulunmuyordu. Aksine, Papa’nın Müslüman versiyonuydu; hesaplı hareket eden bir siyasetçiydi. Papa’nın tersine camisinin dışındaki kalabalığa görünüp halka el sallamazdı. Müritleriyle, sağ kollarından oluşan sıkı bir çemberin içinden iletişime girerdi. Ancak Papa veya herhangi bir din adamı gibi, siyasi bir gündemi olan ve büyük miktarda mali, siyasi ve kutsal güç bahşedilen saygın bir pozisyondaydı. O ve selefleri bu gücü militarist bir laik ortamda kurnaz siyasi becerileriyle bıçak sırtında yürüyerek, bağlantılar kurarak, bağış toplayarak, müritler edinerek ve insan yönetimini iyi bilerek edinmişlerdi. Zahid İran’daki gibi kitlesel bir devrimden yana değildi; toplumsal ve siyasi süreçler vasıtasıyla yavaş bir değişimden yanaydı. Necmettin siyasete girip Mehmet Güney Akıncıların lideri olduğunda Zahid çoktan 70’li yaşların sonuna gelmişti.

Babamla birlikte Zahid’i birkaç sefer ziyaret etmiş olmamıza rağmen ne onunla ne de tarikatıyla yakın bağlarımız yoktu. Babamdan 22 yaş büyüktü ve babamın tersine o iyi kurulmuş bir tarikatın lideriydi. Zahid, babamın itibarının farkındaydı. Babamın öğrencileri bile kendisine Arapça ve Sünni fıkıh dersleri verebilirdi. Zahid ve Sadreddin Müslüman dünyasında iki tür liderliğin temsilcisiydi. Zahid, müritleriyle birlikte Sufi bir tarikat miras almıştı ve çevresinde ruhani bir hale vardı. Din bilgisinin seviyesine bakılmaksızın müritleri üzerinde otorite sahibiydi. Konumunu, ilahiyat bilgisinden ziyade önceki liderle olan akrabalığı, ilişkileri, karizması, psikolojik ve sosyal becerilerine borçluydu. Lakin Sadreddin’in şöhreti yıllar süren emeğin sonunda kazanılmıştı ve mirasla uzaktan yakından ilgisi yoktu. Zahid atanmış, Sadreddin seçilmişti. Zahid’in ölümünden uzun yıllar sonra bile faaliyetlerine devam edebilecek, kendini adamış müritlerden oluşan iyi örgütlenmiş bir grubu vardı; Sadreddin ise davaya pek de sadık olmayan, iyi organize olamamış ve ölümünden sonra dağılıp gidebilecek bir grubun sahibiydi. Zahid’in eli altında büyük bir servet varken, Sadreddin’in böyle bir güce ulaşma arzusu bile yoktu. Zahid bir cami ve çevresini üs olarak kullanıyordu; Sadreddin’se evindeki misafir odasını… Zahid’e ulaşmak kolay değildi, bunun için etrafındaki bürokrasi çemberinden geçmeniz gerekirdi; ama Sadreddin’e bir telefonla veya sadece kapı zilini çalmak vasıtasıyla ulaşabilirdiniz; hatta önceden haber vermeksizin insanlar kapımızda bitiverirdi. Zahid yeni gelenlerle ilk teması onlara elini öptürerek kurardı; Sadreddin’se kimsenin elini öpmesine izin vermez, görüşlerini tutkuyla paylaşarak kendini uzun sorgulama ve eleştiri seanslarına maruz bırakırdı. Zahid, insanlar arasında zenginlik ve itibar bakımından ayrımcılık yapardı; Sadreddin’se zengin fakir, evli evsiz herkese aynı özeni gösterirdi. Zahid, müritlerinin önünde kahkaha atmaktan kaçınırdı; ama Sadreddin böyle Süpermen rollerinden uzak dururdu. Zahid’in konumu tarikatın önceki liderlerine tapınmaya dayanırken, Sadreddin’inkiyse dini konular ve o konular üzerindeki bilgisi ve ustalığı üzerine inşa edilmişti. Zahid’in sakalı vardı, ama Sadreddin tıraş olurdu. Zahid dişlerini misvakla temizlerken, Sadreddin diş macunu ve fırça kullanırdı. Zahid hadis kitaplarını okumayı tercih ederdi; Sadreddin’se fıkıh, tefsir, sarf ve nahiv bilgisi (gramer kitapları) çalışır ve ara sıra şiir ve bilimsel makaleleri okur ve bulmaca çözerdi. Zahid çevresinde insanlar olmadan asla sokakta dolaşmaz ve hiç alışveriş yapmazdı; Sadreddin’se her ikisini de yapardı. Zahid haberleri genellikle yakın çevresinden bilgilendirme olarak alırdı; Sadreddin ara sıra izleyicilerinden haber öğrenirdi ama çoğu zaman radyo dinler, gazete ve dergi okurdu. Dini liderliklerindeki farklılık kuşak farkıyla daha da artıyordu. Zahid Osmanlı İmparatorluğunun; Sadreddin’se kabul etmemesine rağmen Türkiye Cumhuriyetinin ürünüydü.

Share