Şeyh Said İsyanı
Yasin Çolak
8 Mayıs 2013
www.19.org
Şeyh Sait olayını incelemeden önce isyanın perde arkasına yani Azadi teşkilatına bakmak gerek.
Fehmi Bilal gibi ateistlerden[1] oluşan Azadi teşkilatı kurulduğu andan itibaren Ankara Hükümetinin dikkatini çekmişti çünkü Hamidiye ağalarından ve bazı Osmanlı subaylarından bir kısmı bu teşkilatın içindeydi. Azadi teşkilatının üç amacı vardı:
- Kürtleri Türk Yönetiminden Kurtarmak
- Kürtlere kendi ülkelerini kurma fırsatı vermek
- Kürtler tek başına ayakta duramayacaklarına göre, İngilizlerin desteğini kazanmak.
Bu amaçları gerçekleştirmek için ilk eylem olarak 1924’de Beytüşşebap Garnizonu’nu bazı Azadi teşkilatı mensubu Kürt subayların yardımıyla ele geçirmeye çalışacaklardı ama başarılı olamadılar. Çünkü:
- Garnizon komutanı plandan önceden haberdar olarak elebaşları tutukladı ve ayaklanmayı bastırdı.
- Yerel Kürt liderler ayaklanmaya Azadi’nin beklediği desteği vermedi. [2]
Amaçlarına ulaşamayan Azadi teşkilatı mensupları önce Irak’a geçip oradan da İngiltere devletiyle irtibat kurdular. İngilizler örgüte umdukları desteği vermemelerine rağmen savaş zamanında bu teşkilatın Türkiye’ye karşı kullanabilecekleri bir koz olduğunu fark etmişlerdi.[3]
Daha sonra Azadi teşkilatı tarafından düzenlenen kongreye katılan Şeyh Sait, Türk Devleti’ne karşı Ruslarla işbirliği yaparak çıkarılacak bir isyana ilk önceleri sıcak bakmayan Hamidiye Komutanlarını dini gerekçeler göstererek ikna etmiş[4], böylece isyanın alt yapısı 1924 yılında oluşturulmuştur.
Nakşibendi şeyhi Şeyh Sait’in 1925 yılında başlattığı isyan önce 7000 daha sonrada 30.000 kişiye ulaşmış bir hareketti.[5] İsyanın amacı Sultan Abdülhamid’in oğlu Mehmet Selim Efendi’yi başa geçirmek, böylece saltanat ve hilafeti tekrar geri getirmekti.[6]
İsyan çıktığında son padişah Vahideddin, bir Fransız gazetesine verdiği beyanatta isyancılara başarılar diliyordu.[7]
Şeyh Sait ve isyanın önde gelen diğer isimleri bölge insanının dini duygularını sömürerek ve onları kandırarak halkın cehaletinden faydalanmışlardı. Kazım Karabekir, halkın dini önderler karşısındaki cehaletini şöyle ifade ediyor:
“Aşiret bireylerinin reislerine karşı olan bağlılıkları cehaletlerinden ve reislerinin zalimane muamelesiyle talan edilecek şeylerden istifade fikirlerden ileri gelmektedir. Hükümetin kudret ve nüfuzu azaldıkça, aşiret reislerinin nüfuzu artar. Her aşiret reisi müstebit bir hükümdar gibi, bu nüfuzun ihlal edilmemesi için elinden gelen her şeyi yapar. Hükümet memurlarının münferit kişilerin dinlenmemesi ve kişilerin her türlü işlerini reisleri vasıtasıyla halletmeleri, reislerin nüfuzunu güçlendirir…[8]
Şubat 1925’te başlayan isyan üç aya yakın sürdü ve her iki tarafında çok sayıda kayıp vermesiyle sonuçlandı. İsyan sürecinde Şeyh Sait beklediği desteği göremediği gibi bir çok aşiret ve dini lider de kendisine karşı çıkmıştı. Hatta ilk başka isyana destek verip daha sonra pişman olanlar da vardı. Diyarbakırlı bir köylü bu konuyla ilgili şunları söylüyordu:
“Şeyh Sait isyanı başladığı zaman aşiretler köyümüze yaklaşınca köy dışından onları karşılamaya gittik ve bugünleri gösterdiği için Allah’a şükrettik. Onları köyümüze getirdik ve köyde herkes gücü kadar koyun kesti, gelenler buna razı olmayıp ‘bizim istediğimiz kadar keseceksiniz’ dediler… O gece zulümleri arttı. Bizi dövmeye başladılar. Az kaldı namusa tecavüz edeceklerdi. Sonra sabah Türk askerlerine yardım ettik ve o günden sonra birbirimize yemin ettik ki biz buna razı olamayız.”[9]
İsyan sırasında bir çok aşiret Şeyh Sait’e karşı mücadele etmiş ve Ankara hükumetine bağlılıklarını bildirmiştir.[10] Bölgede yaşayan 715 aşiretten sadece 50 tanesi Şeyh Sait’e destek vermiştir.[11]
Şeyh Sait mahkemede idamdan kurtulmak için isyanın organize bir olay olmadığını ve bir anda gerçekleştiğini söyledi. Amaçlarının ayrı bir devlet kurmak olmadığını, dini gerekçelerle bu olaya kalkıştıklarını ifade etti. Bütün bunlar Şeyh Sait’in idamdan kurtulmak için yaptığı manevralardı.
Prof. Dr. Ergün Aybars konuyla ilgili olarak şunları yazıyor:
“Ayaklanmanın Şeyh Sait’in dediği gibi, yalnız din ve şeriat gerekçelerinin uygulanmasının sağlanması için çıkmadığı; başlangıç ve gelişmesi sırasında verdiği emirler ve görevlerden, esir aldıkları asker ve subaylara ‘düşman askeri’, ayaklanmaya katılmayan Kürt aşiretlerine de ‘melun’ veya ‘Türk’ denmesi, Üçüncü Ordu Komutanlığı’nın eline geçen Şeyh Sait’e ait belgelerin üzerinde ‘Kürdistan Harbiye Nezareti, Kürdistan Reisi’ veya ‘Hükümeti’ başlıklarının kullanılmış olması, olayın basit bir amaca yönelik değil, geniş ve yaygınlığını gösteriyordu.”[12]
Şeyh Sait isyanındaki İngiliz parmağı, öteden beri konuşulan ve tartışılan bir konudur. Bu konuda somut bir delil olmamasına rağmen bir kısım olaylar ve belgeler İngilizlerin isyanı takip ettikleri ve bu isyanla şu veya bu şekilde yakından ilgilendiklerini ortaya koyması açısından üzerinde durulmaya değer bir konudur.
Özellikle Musul’un kaybedilmesiyle sonuçlanan Şeyh Sait olayındaki bir kısım gelişmeler tesadüf sınırlarının çok ötesindedir. Örneğin isyanın ilk günlerinde İngiliz silah fabrikasından Şeyh Sait’e gönderilen silah katalogları her ne kadar Mete Tunçay tarafından “bu silah fabrikası İngiliz hükümetinin onayıyla hareket etmemektedir[13]” diye yorumlansa da, Uğur Mumcu bu kanaatte değildir. Mumcu’ya göre o dönemde silah şirketlerinin hükümetten bağımsız davranması mümkün değildir.[14]
İsyan sırasında Bağdat’taki Fransız Yüksel Komiserliği’nin Paris’e gönderdiği raporda ise şöyle yazmaktadır:
“Şeyh Sait’in, 1918 yılından beri amacı İngiliz mandası altında bir Kürt devleti kurmaktır ve İstanbul Kürt Komitesine bağlı olarak çalışmaktadır… İngilizlerin Kürt politikasında temel unsur olan Binbaşı Noel’le ilişki kurmuştur.[15]
Şeyh Sait ister İngilizlerle işbirliği yapmış olsun (ki biz bu kanaatteyiz) isterse yapmamış olsun sonuç Türkiye Cumhuriyeti için Musul’un kaybedilmesiyle sonuçlanmıştır. İsyanın zamanlaması Şeyh Sait’in İngilizlerin güdümünde hareket ettiği yönündeki iddiaları destekler niteliktedir.
Nitekim, Mart 1925 tarihinde Fransa’nın Bağdat Yüksel Komiserliği’nden Dışişleri Bakanlığı’na şu rapor gönderilmiştir:
“Kürt ayaklanması (İngiltere için) bundan daha iyi koşullarda patlak veremezdi. Ayaklanma, Türklerin Musul üzerindeki iddialarını araştıran komisyonda Türklerin kendi topraklarındaki Kürtler arasında bile huzuru sağlayamayacağını gösterecekti.[16]
Aynı görüş Atatürk Araştırma Merkezi asli üyesi Prof. Dr. Ömer Kürkçüoğlu tarafından şöyle dile getiriliyor:
“Halifeliğin kaldırılmış olması, Kürtlerin ayaklanmasında önemli rol oynadığı gibi, Kürt unsurunun çoğunlukta bulunduğu Musul üzerindeki Türk iddiasını da zayıflatmıştır.[17]
İsyan bastırılıp Şeyh Sait ve adamları yakalanınca İstiklal Mahkemesi’nde yargılandılar. Davada 81 sanık bulunuyordu. Şeyh Sait’le birlikte 49 kişi hakkında idam kararı verildi. Hakkında idam kararı verilenlerden Salih oğlu Hasan, yaşı küçük olduğu için 10 yıl ceza aldı. On iki kişi beraat etti. Beş kişi hakkındaki ihbarların geçersiz olduğu ve davaya gerek olmadığına karar verildi. Diğerleri ise bir yıl ile 10 yıl arasında ceza aldılar.[18]
Hakimiyet-i Milliye gazetesinde Şeyh Sait İsyanı; Türk inkılabının gücünün kanıtı olarak yorumlandı ve Şeyh Sait düşüncesi yok edilmedikçe memlekette huzur ve refahın kurulamayacağı belirtildi.[19]
[1] Hamit Bozaslan, “Kürt Milliyetçiliği ve Kürt Hareketi, 1889-2000”, Milliyetçilik, ed: Tanıl Bora/Murat Gültekingil, s. 849
[2] Mustafa Akyol, Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek, 2. baskı, s. 92
[3] Mustafa Akyol, Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek, 2. baskı, s. 92
[4] Martin van Bruinessen, Agha, Shaik and State, s. 281
[5] Yaşar Kalafat, Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait Olayı, Karakteri, Dönemindeki İç ve Dış Olaylar, Boğaziçi Yayınları, Ankara, 1992, s. 104
[6] Geoffrey Lewis, Modern Turkey, Londra, 1974, s.98
[7] Ahmet Emin Yalman, Gördüklerim ve Geçirdiklerim, 2. baskı, İstanbul, 1977, cilt 2, s. 994
[8] Kazım Karabekir, Kürt Meselesi, s. 11-53
[9] Hüseyin Koca, Yakın Tarihten Günümüze Hükümetlerin Doğu-Güneydoğu Anadolu Politikaları, Mikro Yay., Konya, 1998, s. 98
[10] Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, Tekin Yayınevi, 1991, s.103
[11] Hüseyin Koca, Yakın Tarihten Günümüze Hükümetlerin Doğu-Güneydoğu Anadolu Politikaları, Mikro Yay., Konya, 1998, s. 82
[12] Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri, 1920-1927, cilt I-II, İleri Kitabevi, İzmir, 1995, s. 315
[13] Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması, 1923-1931, Yurt Yayınları, Ankara, 1981, s. 130
[14] Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, Tekin Yayınevi, 1991, s. 216
[15] Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, Tekin Yayınevi, 1991, s.168
[16] Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, Tekin Yayınevi, 1991, s.97
[17] Ömer Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri, AÜ SBF Yayınları, Ankara, 1978, s. 290-291
[18] Mustafa Akyol, Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek, 2. baskı, s. 97
[19] Aybars, İstiklal Mahkemeleri, 1920-1927, cilt I-II, İleri Kitabevi, İzmir, 1995, s.310-327