Ayet Okuyan Spartacus
Yasin Çolak
3 Şubat 2013
www.19.org
Son yüz elli yıllık geri kalmışlık kompleksinin ülkemiz üzerinde yarattığı travmalar çok farklı sara nöbetlerine sebeb oluyor. Bir kısım müslümanlar, tarihi miraslarıyla hesaplaşıp gerekli dersleri çıkartmak yerine kendi kendilerine cihad ilan eden şaşkın mücahidlere dönüştüler.
Gecekondu yıkıp yerine cennet inşa etme hayali satan ve bu uğurda kalemlerini ve kitaplarını birer buldozere dönüştüren günümüz islam düşünürlerinden bir kısmı, maalesef önümüze moloz yığını bırakmaktan öteye gidemedi. Kendi malzemesiyle kendi cennetlerini inşa edemeyen ve orijinal bir medeniyet tasavvuru ortaya koyamayan bu yazarçizer takımı, başarısızlıklarını şimdi ithal taşeronlarla gidermeye çalışıyor.
Herkese ve herşeye söylecek sözü olan İslam; kapitalizmin, sosyalizmin veya liberalizmin kavramlarını kendisine kredi olarak almadan konuşamayan kekeme bir dine dönüştürülüyor.
Marks’tan veya Adam Smith’ten referans vermeden ne infak edebileceğimize ne de zekat verebileceğimize inanıyoruz. Müslümanlar olarak bireysel özgürlüklerden bahsederken Hayek’i, fikir hürriyetinden bahsederken Rousseau’yu, eleştirel düşünce için Popper’i referans vermeden duramıyoruz. Ragıb El İsfehani yerini Naom Chomsky ve Gadamer’e bırakırken, Ebu Hanife’nin rol modelliğini Martin Luther devralıyor.
Eğitimden sanata, bilimden felsefeye, tarihten sosyolojiye müthiş bir yabancılaşma ve kafa karışıklığına düçar oluyoruz. Geçmişle hesaplaşmamızı bir çeşit katliama ve utanca dönüştürdüğümüz günden beri geleneksel hurafelerden boşalan sepetimizi modern hurafeler dolduruyoruz.
Paris’te hava yağmurluyken İstanbul’da şemsiye ile sokağa çıkan özenti 19.yy Osmanlı kafasını güya terkettiğimizi düşünüyoruz ama yerine getirdiğimize fetva verilen her AB müktesebatıyla mutlu oluyoruz. Artık nizam-i alem için oğullarımızı katletmiyoruz ama namus için kızlarımızı doğruyoruz. Belki gavur icadı diye bilgisayarı üç yüz sene gecikmeyle ülkemize sokmuyoruz ama dünyanın en az okuyan milletlerinden biri olma ünvanımızı da ısrarla korumaya devam ediyoruz. Padişahın kulu olmaktan kurtulurken paranın ve gücün kölesi olduğumuzu unutuyoruz. Dün, hukuki konularda kadıefendinin iki dudağının arasından çıkabilecek birkaç kelimenin korkusunu duyarken; bugün, bilgisayarımızdan çıkartılabilecek ergenekon krokilerinin endişesi içindeyiz.
Daha birkaç yüz yıl öncesine kadar reaya konumundayken ve emeğimizi toprak ağalarına peşkeş çekerken; şimdi, gelir dağılımının en kötü olduğu ülkeler sıralamasında zirveyi zorluyoruz ve para baronları için çalışıyoruz. Biz aslında hep aynı kalıyoruz, hiç değişmiyoruz.
Yaşadığımız bu acıklı savrulma ve kafa karışıklığı din algımızı da etkiliyor. Sadece etkilemekle kalmıyor, Din’e ithal aşılar yaparak sorunlarımızı çözebileceğimizi sanıyoruz. Ebu Zerr’in elindeki kılıcı alıp ona komünist manifestoyu veriyoruz, yetmiyor; Spartacus’e kölelikle ilgili ayetleri okutturuyoruz. Artık putları elimizdeki asa ile değil, Nietzsche’nin “tanrı öldü” lafıyla yıkmaya çalışıyoruz. Dostlar salatta görsün kabilinden zikrettiğimiz paylaşımla ilgili kısacık ayetlerin altına batılı iktisatçılardan uzun şerhler düşmeyi marifet sanıyoruz.
Allah dışındaki herşeye ‘La’ dememiz gerekirken kimizim kapitalizmin, kimimiz sosyalizmin, kimimiz liberalizmin başına ‘La’ koymakla İllaallah dediğimizi düşünüyoruz.
Müslüman; dünyayı İslam’a göre anlayan insan olması gerekirken, biz; dünyadan anladığımızı İslam diye anlatıyoruz. Batıla karşı hakkı ayakta tutmak için bir başka batılın yanında durmamız gerektiği gibi bir anlayışa sahip olmaya başlıyoruz. Tuhaf ittifaklara girişiyoruz. Bu ittifakları kurduğumuz insanların Kuran’ın tabiriyle “bizimle karşılaştıklarında ‘inanıyoruz’ dediklerini ama şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında bizimle alay ettiklerini” bir türlü görmek istemiyoruz.
Türkiye özelinde meseleyi yakından analiz ettiğimizde karşımıza çıkan durum gerçekten de komik bir manzara arzediyor. Kuran’dan demokrasi ve laiklik çıkartanlardan tutun da aynı ayetlerden hilafet ve saltanat devrişenlere; Şura suresini parlamento suresi olarak çevirenlerden, federal sistemi ayetlerle savunanlara kadar genişleyen bir yelpazede hezeyan yağmuru devam ediyor. Hanefi, Şafii, Şia müslümanı olmayı zül addediyoruz ama liberal yahut antikapitalist müslüman adlı modern mezheplere ve fırkalara ayrılmayı seviyoruz. Müslümanlığımızın başına koyduğumuz sıfatların değişmesi dışında, değişmeyen tek şey kendimizi bir türlü “sadece müslüman” olarak tanımlayamamamız. İslam’ı bilinçaltımızda bir ayak bağı olarak gördüğümüzü itiraf edemediğimizden olsa gerek, ona koltuk değneği rolü biçiyoruz… İstikametsiz ve bir tarafı topal bu tuhaf yürüyüşümüzün ideal bir menzile varabilme şansı oldukça düşük gözüküyor.
Elbette inanan insanlar olarak içinde yaşadığımız çağın dünya algısına yabancı ve kayıtsız kalamayız. Üretilen felsefeler, tartışılan konular ve geliştirilen siyaset, müslümanın da gündeminde olmalı. Bu konularda söz söyleyebilmek için gerekli donanıma sahip olmalıyız. Her türlü gelişmeyi yakından takip edip bilgi sahibi olmak, duruşumuzu belirleyebilmek adına önemli bir zorunluluk. İnançlarımızın bizi yönelttiği yolda ayaklarımızın sağlam basması için öncelikle inandığımızı iddia ettiğimiz değerleri iyi bilmeli ve bu değerlerle karşımızdaki her türlü düşünsel ve siyasi tavra karşı doğru yerde konumlanmalıyız. Duruşumuzu belirleyen sağlam bir ipe tutunmadan bize ve inancımıza taban tabana zıt bir kökenden çıkan ideolojilerin terminolojisini kullanarak kutsalımızı çağın idrakine sunmamız mümkün değildir. Ödünç kavramlarla ideolojik eleştiriler getirmek; mesela, kapitalizm yağmurundan kaçarken sosyalizm dolusuna tutulmaya sebeb olabilir. Ya da saltanat totalizminden kurtulalım derken demokrasi faşizmine ram olabiliriz.
Tekfir konusunda hiçbir dini fraksiyonun diğerinden geri kalır yanı yok. En gelenekselinden en modernine tüm islami anlayışlar birbirini acımasız –bazen de kanlı- bir şekilde eleştirebiliyor. Herkes başkasının gözündeki çöpü görme konusunda şahin bakışlıyken, kendi gözündeki merteğe kör. Eleştirdiğimiz şeyleri ne kadar bildiğimiz ayrı bir tartışmanın konusu olmakla birlikte savunduğumuzu zannettiklerimizi hemen hemen hiç bilmediğimiz ortada. Karşı tarafa yüklenirken ve onlara –güya- hakkı tavsiye ederken, kendimizi unuttuğumuz aşikar. Ortaya koyduğumuz eleştirilerin zayıflığı karşıt gördüğümüz ideolojilere sahte zaferler kazandırmaktan başka işe yaramıyor. Bir yalanı ifşa etmek adına bir başka yalanı palazlandırıyoruz ve bundan haz bile alıyoruz.
Batılı, batılın silahıyla ancak yaralayabiliriz ama yok etmek için hakikatin bilgisini kuşanmalıyız. Elimizdeki “silah” düşmanın silahı olduğu için o “silahla” şimdiki düşmanımıza ateş ederken gelecekteki düşmanımıza atmamız gereken mühimmatı tükettiğimizi görmüyoruz. Geçici ve kısa vadeli başarıların sarhoşluğuyla muhtemel geleceğimizi feda ediyoruz.
Fakirlikten yırtık entari giymek zorunda kalan sahabe hikayesi anlatarak kapitalizmi yıkabileceğimizi mi sanıyoruz? Ya da “kıt kaynaklarla sonsuz insan ihtiyaçlarının karşılanması” diye tanımlanan modern iktisadi yerle bir etmek için mızraklarımızın veya pankartlarımızın üzerine “Allah sınırsız nimet verendir” ayetini yazmamız yeterlidir diye mi düşünüyoruz? Yanılıyoruz.
Kafa yormadan, üretmeden, sorgulamadan, bilmeden, çilesini çekmeden, imtihanını vermeden, üzerinde derinden derine düşünmeden atılan “Allah, ekmek, özgürlük” sloganları veya cihad naraları pek bir işe yaramayacak gibi duruyor; tıpkı son yüz elli yılda atılan “çağdaşlaşma ve batılılaşma” sloganlarının işe yaramadığı gibi…
Ne Yapmalı?
1- Her eskinin kötü, her yeninin iyi olduğu gafletinden kurtulmalıyız
2- Teknolojik gelişmişlik düzeyinin her zaman iyi bir şey olduğunu düşünmekten vazgeçmeliyiz
3- Kişi başına düşen gelirin artmasının daha ahlaklı bir toplum olmamızı sağlamadığını unutmamalıyız
4- Geçmişimizle hesaplaşmalı ama ondan utanmamalıyız
5- Tarihi olaylara o günün şartlarına göre ve senkronize bakmalıyız ki; bizi bazı konularda savunma durumuna düşürenlerin aynı konuda hiç de bizden aşağı kalır yanları olmadıklarını görebilelim
6- Sorgulamaktan ve sorgulanmaktan korkmamalıyız. Böylece kendimizi her an düzeltip hatalarımızı görebilmeliyiz
7- Doğru olduğuna inandıklarımızda ısrarcı ve tavizsiz olmalıyız ama hakikat karşısında inatçı olmamalıyız
8- Neyi bilip neyi bilmediğimizi iyi bilmeliyiz
9- Kullandığımız terminolojiye dikkat etmeliyiz. Her düşüncenin önce terminolojisiyle geldiğini unutmadan kendi özgün üslubumuzu ve felsefemizi ortaya koymalıyız
10- Sloganların değil, eleştirel düşüncenin süzgecinden yara almadan geçmiş hakikatlerin ardına düşmeliyiz.
11- Münafıklara karşı dikkatli elden bırakmamalıyız
12- Eski hurafeler kadar modern hurafelere karşı da uyanık olmalıyız
13- Herkesle dialog halinde olalım ama herkesin işbirlikçisi olmayalım
14- Hakkı batıla bulayarak servis etmeyelim
15- Şartları hesaba katalım ama şartların belirleyiciliğine teslim olmayalım
16- Mütevazi olmakla kişiliksiz olmak arasındaki farkı unutmayalım
17- Rızık Allah’tandır, bilelim
18- Hiçbir şart altında adaletten sapmayalım
19- Allah en güçlüdür!
ysncolak@gmail.com