Sultanı ayıltmanın bir yolu olmalı...
Edip Yüksel
7 Haziran 2013
www.19.org
Suat adında bir yazar Bursaport.com adresinde 7 Haziran 2013’te yayımlanan “Oysa bir özür yeterdi” başlıklı makalede duygu ve düşüncelerimi çok iyi dile getirmiş.
Gökkuşağı rengi gibi farklı siyasi ve kültürel grupları temsil eden bu gençlerin polis başta olmak üzere iktidarın tüm kurumları ve medyası tarafından her türlü hakarete, iftiraya ve aşağılanmaya hedef yapılması ve fiziksel olarak çektikleri eziyete ek olarak iktidar ve medyası tarafından topluca, sarhoş, çapulcu, dış güçlerin ajanı, faiz lobisi ajanı olarak suçlanmaları, resmi dille ve merasimle linç edilmeleri vicdanımı sızlatıyor. Böylece bu gençler tümüyle yabancılaştırıldılar ve düşman olarak yaftadandılar, mahkum edildiler.
Güce ve iktidara tapanlar, maalesef mazlum oldukları vakit ağlarlar ama güç ve iktidar ellerine geçtiğinde ağlatırlar. Paranoyak laik gücün asker vesayetinde güç sahibi oldukları dönemde benimle birlikte baskıya, zulüm ve hakarete maruz kalmış birçok dava arkadaşımın AKP içerisinde yaşadıkları karakter değişimini veya erozyonunu anlamakta, kavramakta zorluk çekiyorum. Çoğu polisçi, devletçi oldular. Hem de fanatik cinsinden. Şunu bir kez daha anladım ki iktidar alkolden çok daha tehlikeli ve daha sarhoş edicidir.
Suat yazısını “Mağrur olma BAŞBAKANIM senden büyük ALLAH var!” cümlesiyle bitirmiş. Katılmıyorum. Bir sultanı veya başbakanı haşa Allah ile karşılaştırmayı saçma ve şımartıcı buluyorum. Bence, daha makul bir hatırlatma şu olmalıydı:
Mağrur olma Tayyip senden büyük ağaçlar var.
Veya
Mağrur olma Tayyip senden daha bilgili ve yetenekli çapulcular var.
Ben herkese ilk ismiyle hitap etmeyi seçiyorum. Felsefe öğrencilerim de bana ilk ismimle hitap ederler. Çocuklarım küçükken bana ilk ismimle hitap ediyorlardı ama sonra bana “baba” demeyi adet edindiler… Makamlar insanları değiştiriyor. Senin benim gibi insanlar belli bir makam ve künye alınca farklı yaratıklara dönüşüyorlar. Canavarlaşıyorlar… Onlara “efendim, kralım, padişahım, başbakanım, şahım” diye hitap edile edile asıllarını unutuyorlar. Bu kişiler zamanla kendilerine yöneltilen eleştirilere tahammül bile edemez olurlar. Eleştiri getiren herkesi düşman veya karizmayı çizen bir işgüzar olarak görürler ve etraflarından uzaklaştırırlar. Kısa bir sürede bu makam hareket halinde koca bir mıknatısa dönüşür. Paslı demir parçalarını, çivileri ve cıvataları toplayan bir mıknatıs… Etrafındakiler ona aşıktır ve onun istediği tipten metaldirler… Böyle bir mıknatısın dünyasında bir tahta, bir taş, bir cam parçası veya bir pırlanta yabancıdır, çapulcudur, dış güçlerin ajanıdır. Belli bir süre sonra tahtalar, taşlar, cam parçaları ve pırlantalar yok edilmeleri gereken unsurlar olarak görünür.
Tayyip eski halini hatırlamalı diye düşünüyorum… Acaba bir yarar sağlayacak mı? Ben Fatih Akıncılar örgütü lideri iken o partimizin Fatih İlçe teşkilatı başkanı idi. Bir ara 300 kişiyle birlikte peşime takılıp, Fatih’te sokak ortasında toplu namazda arkamda durduğu için bir geceyi Metris tutuk evinde geçirdi. Nitekim o günden sonra bir daha organize ettiğim hiçbir etkinliğe katılmadı. Tayyip benim gibi sokak militanı değildi. Sürekli ceketli ve gömlekli idi. Benim gibi işsizlerle, evsizlerle, öğrencilerle, ilgilenmezdi; arkadaşlarının büyük çoğunluğu esnaftı ve bir kısmı çok zengindi… Bu dönemi hatırlamasının pek yararı olmayacak galiba…
Belki de birkaç yıl daha geriye gitmeli ve öğrencilik günlerimizi hatırlamalı… İstanbul İmam Hatip’te birlikte öğrenciyken okulun Yeni Çeri takımı vardı. 29 Mayıslarda gösteri yapardı. Tayyip takımın önünde elinde yere dik tuttuğu uzun bir mızrağı (?) indirip yükselterek iki ileri bir geri yürüyen Çorbacıbaşı idi. Boyunun uzunluğu ona o makamı vermişti. Çorbacıbaşı olmak başka özel bir yetenek gerektirmiyordu. Sesi gür olduğu için de Şiir okuma yarışmalarında okulumuzu tercih ederdi. (Tayyip Munazara (tartışma) takımında öylesine başarılı değildi. Sonradan AKP milletvekili olan Ali Kul adındaki arkadaşımız daha iyi tartışma yapardı ve okulumuzu o temsil ederdi.) Sanırım bu da yetmez Tayyib’in ayaklarını yere bastırmak, aslına döndürmek için… Zira o zamanlar da kasılıyordu, alkışlanıyordu… Daha geriye, ta çocukluk dönemindeki haline, fıtratına daha yakına gitmeli… Ama maalesef onu hatırlamayacaktır…
Tarihe baksın diyeceğim, ama tarihe de çok seçmeci bakıyor. Doğru dürüst bir kitap, tarih kitapları dahil, okuduğuna da pek ihtimal vermiyorum. Tayyip gençlik döneminde bizim gibi kitap okuyan birisi değildi. Biz o dönemde Seyyid Kutub’un, Havva’nın, Yeken’in, Ali Şeriati’nin kitaplarını hatim ederdik. Tayyib’in bunlardan bir tanesinin kitabını okuduğunu sanmıyorum. Belki de başarısının temelinde ve halkla iyi diyalog kurmasında bu yönü bir avantaj sağlıyor. Tayyip MSP’nin İl başkanı iken de bir aktivist olmaktan çok, memur ve tüccar karışımı bir rolü oynuyordu. Erbakan’ın sadık bir memuru idi. Eminönü’nde bir sucuk şirketinde çalışıyordu galiba… Ne olarak çalıştığını anımsamıyorum. Muhasip olabilir… Bir gün onunla Fatih’ten çalıştığı şirkete doğru yürüdüğümü hatırlıyorum… O zaman bile etrafında bir balon vardı. Benim gibi rahat, gülen, şakalaşan bir karaktere sahip değildi. Ben içimdeki çocuğu hiçbir zaman öldürmedim; aksine hala ona şeker ve oyuncaklar veriyorum. Ama, Tayyip ta İmam Hatip’te iken içindeki çocuğu öldürmüştü. Ciddi, cipciddi bir adamdı. Mehter takımının Çorbacıbaşısı olması ve MTTB’nin Çağaloğlundaki salonunu tıklım tıklım dolduran dinleyicilere, ön sırada Necip Fazıl Kısakürek gibi ünlü şairlerimiz varken avazının çıktığı kadar “Yüz üstü çok süründün; ayağa kalk Sakarya!” diye bağırması onun ciddiyetini daha da pekiştirmiş ve içindeki çocuğu daha da derinlere gömmüştü.
Ancak, partideki en önemli görevi esnaf ile iyi ilişki kurması ve onlardan iyi aidat toplaması idi… İstanbul’da mahallelerde organizeli ev toplantıları düzenleyen gayretli ve çalışkan biriydi Tayyip… Ben periyodik cetveli, Avogadro’nun sayısını ve daha nice şeyi ezberledim ve insanları örgütleme işinde pek işime yaramadı ama Tayyip tanıştıklarının isimlerini aklında iyi tutardı…
Tarihe geri dönüyorum… Evet, Tayyip tarihin detaylarını, hele felaketli sayfalarını bilmez ve merak bile etmez. Onun için Osmanlı tarihi bir ŞAN ve ŞEREF tarihidir. Bir Disney hikayesidir… Onun için Tayyib’ten tarihten ibret almasını beklemek nafiledir. Örneğin, tarih denince, babasını ve iki kardeşini taht için öldüren Yavuz’un birçok ülkeyi talan ederek, on binlerce insan katlederek taaaaaaaaaaaaa Mısır’a saldırıp uyduruk hilafeti Merci Dabık savaşında zorla gasp etmesi anını düşünür… Büyük olasılıkla modern bir Yavuz olma hayali var… Belki de Amerika’nın desteği ve onayıyla kansız bir biçimde bunun gerçekleşebileceğini hayal ediyor… Ama geçici de olsa iktidarın bir kısmını kendisine destek veren bir şeyhülfistan ile paylaşmaya razıdır… Onun okyanus ötesinde ölmesini bekleyerek…
Bu yüzden tarih de Tayyip için iyi bir ilaç değil. Son otuz yılın Orta Doğu’suna baksın derim… Diktatörlerin sonundan ibret alsın derim. Başarısızlıklarını sürekli “dış güçlere” mal eden eski diktatörleri… “Ama ben seçildim. Yüzde 50 beni sultan, yok başbakan olarak seçti ve bir daha ki seçime kadar ben dilediğimi yaparım” diye düşünebilir… Son olaylar gösteriyor ki gerçekten öyle düşünüyor. Medyanın, ve geçmişi sabıkalı ve muzarisi şaşkın muhalefetin yardımıyla bir daha ki seçimde oylarını büyük oranda arttırırsa bana sürpriz olmayacaktır. Ancak, o zaman iktidarla daha da sarhoş olacaktır ve muhalefet daha da bilenecektir. Müstekbir ve sarhoş bir iktidar tarafından düdüklü tencerenin içinde ısıtılan bir muhalefet küçük bir azınlık da olsa çoğunluğun desteğini alan sarhoş iktidarların başında patlayabilir.
Şahsen Tayyip’in iyi niyetli bir sultan olduğuna inanıyorum veya inanmak istiyorum… Kötülük yaparken de iyi niyetle yapıyordur büyük olasılıkla… Polislerin göstericilere işgalci düşman askerine saldırır gibi saldırmalarını; yakaladıkları gençleri müthiş bir öfkeyle tekme, yumruk, cop ve sopayla meydan dayağı çekmelerini; deniz kenarında oturan kadınlara saldırmalarını, tokatlayıp saçlarını çekmelerini ve daha nice taşkınlıklarını ve azgınlıklarını haklı çıkarmak için bile büyük olasılıkla kendi kafasında haklı bahaneler üretmiştir.
Tayyib’in akıbetinin bir Şah veya Mübarek olmasından korkuyorum. Böyle bir sonunun Türkiye’ye çok büyük bir maliyeti olacak… Evet, bir yolu olmalı hayalinde kendini bir sultan olarak gören Tayyib’i ayıltmanın… Bir yolu olmalı… Bunun üzerinde düşünüyorum ve düşüneceğim. Ondan sonra paylaşacağım, inşallah.
Bilvesile: Gazla, suyla ve copla söndürmek isteyen polislere ve provokatörlere rağmen, Gezi Parkında özgürlük kandilini yakan gençleri kutluyorum 🙂