Tevbe Suresinin Son iki Ayeti
Ferhat Sarıkaya
22 Haziran 2014
Merhaba Edip, Üzerinde 19 Var kitabını okuduktan sonra 19’a yazılmış reddiyeleri okudum. İlk olarak babanızın da içinde bulunduğu en önemli reddiye kitabı olan Kur’ân-ı Kerim ve 19 Efsanesi kitabını da büyük bir dikkatle okudum. Doğrusu Sünniliğe bağlı biri olsaydım ve sırf size karşı güçlü bir muhalefet bulmak isteseydim herhalde beni rahatlıkla ikna ederdi. Özellikle Reşad’ın yaptığı sayım yanlışları içimi rahatlatırdı; ama senin ortaya koyduğun şeyleri temelleri ile çürüten bir şeye rastlamadım. Zaten sen de kitabında Reşad’ın heyecanına yenik düşüp erken davrandığını ve hatalarını kabul ediyordun.
Bu sebeple okuduklarımın herhangi biri 19 sistemine olan güvenimi sarsmadığını dile getirmeliyim. Fakat Tevbe Suresinin son iki ayeti meselesini de araştırmadan içim rahat etmeyecekti. Konuyla alakalı hemen hemen tüm kaynakları inceledim ve verilen bilgilerdeki çelişkileri not ettim. Bunu seninle de paylaşmak istedim.
Hadis kaynaklarında geçtiği üzere Kur’an-ı ilk kez cem etme işlemi halife Ebu Bekir döneminde yapılmıştır. Bunun içinse Yemâme Savaşı[1] sırasında Kur’an-ı ezberleyen hafızların sayısının çok azaldığı ve yok olacağı endişesi ile yapıldığı söylenmektedir. Halife Ömer savaşın dehşetini şu sözlerle dile getiriyordu: “Rasulullah’ın ashabı Yemâme’de, kelebeklerin ateşe yapışarak düşüp ölmeleri gibi ölüyorlardı.”[2]
Halife Ömer, Kur’an-ı’n bazı ayetlerinin yok olacağı endişesi ile bu işe pek yanaşmayan Halife Ebu Bekir’e ısrarı ile Kur’an-ı’n cem edilmesi işlemi başlamıştır[3]. Cem işinin başında ise Zeyd bin Sâbit’in bulunması kararlaştırılmış ve bu konuda ikna edilmiştir[4].
Buna karşın Sayrafi, Ubey bin Ka’b ve Abdullah İbn Mesûd gibi Kur’ân okutan önderlerin hayatta olmasına rağmen Yemâme savaşında ölenlerin çokluğundan dolayı yok olacağını ileri sürmenin doğru olmadığını, bunun gerekçe gösterilemeyeceğini ileri sürer[5].
Sayrafi’ye bu konuda hak vermemek elde değil. Zaten vahiy katipliği[6] diye bir müesseseden söz ediliyorken yazılı kaynak haline getirilmiş Kur’an-ı’n yok olacağı endişesi bir hayli ilginç durmaktadır. Nihayetinde kaynaklara baktığımızda peygamberimiz Muhammed döneminde yazılı olduğu dile getirilmiştir. Örneğin:
Semhûdî’nin İbn Zebale’den naklettiğine göre peygamberimiz Muhammed, Rafi’ bin Mâlik ez-Zurakî ile Akabe’de karşılaştığında ona, o güne kadar (10 yıl) inen ayetlerin bulunduğu bir nüsha vermiştir. Böylece Rafi’, Medine’ye dönünce İslam’ın Medine’deki ilk mescidinin etrafında toplanan halka bunu okudu[7].
Bu rivayetin benzeri birçok yerde geçmektedir. Diğer taraftan yine kaynaklarda geçen bir de Arza[8] olayı var. Buna göre Arza ile her yıl Ramazan ayında peygamberimiz Muhammed ile Cebrail Kur’an-ı’n metinlerini gözden geçirmektedir. Hatta Zehebi, Hâkim ve Heysemi ittifakla bu işleme Abdullah İbn Mesûd’un katıldığını söylemektedir. Yine Zehebi, Zerkeşî ve Hamidullah Zeyd b. Sabit’in de buna katıldığını söylemektedir.
Bu açıdan da bakıldığında eğer kaynakların sözü sahih ise ki bunda ittifak edilmektedir, o halde Kur’an-ı’n yazılı halde olduğu ve alelade her önüne gelen şeye yazılmadığı açıktır. Zira metni karşılaştırma yapacaklarsa kemiklerin veya başka ileri sürülen şeylerin üzerine yazıldığı fikri pek de makul durmuyor. Bu durumda karşılaştırmanın zorluğu ve 6234 ayetin bir arada tutulmasının zorluğu gözler önündedir. O halde dönemin şartlarında biraz pahalı da olsa kullanılan Papirüs gibi bir şeye yazılmış olması ihtimali daha kuvvetlidir. Zaten İslam’ın yayılmasının ardından ticaret ile iştigal edenlerin zenginliğini düşündüğümüzde Kur’an gibi önemli bir kaynağın kaybolmaması ve muhafazası açısından Papirüs daha kullanışlı ve yerindedir.
Şu halde cem etme işleminin yapılması çok da makul gözükmüyor. Makul gözükmemesi bir yana uzun tartışmalara neden olan Tevbe Suresinin son iki ayetinin kabulü de yukarıdaki bilgiler eşliğinde incelersek daha da kafa karışıklığına neden olmaktadır.
Zira kaynaklarda geçtiği üzere bu ayetler Halife Ebu Bekir döneminde cem etme sırasında yoktur! Hatta daha sonra Halife Ömer döneminde Ebu Bekir mushafının normal kağıda döküldüğü, ölürken de bunu kızı Hafsa’ya bıraktığı yine kaynaklarda mevcuttur ve Ömer’in mushafında da bu iki ayete rastlanmamaktadır. Bu ayetler ilk defa Osman’ın tasnifi zamanında ortaya çıkmıştır.
Ayrıca bu iki ayetin bulunduğu kişinin kimliği hakkında bile ittifak yoktur. Sayrafi, Huzeyme isminden bahseder[9]. Zerkeşî ise Ebû Huzeyme el-Ensari olduğunu iddia eder ve Ebu Bekir zamanında ortaya çıktığını iddia eder[10]. Buhari’de hadisinde Ebû Huzeyme el-Ensari ismini zikreder[11]. Ahmed bin Hanbel’de aynı rivayeti iki farklı senet zinciri ile zikreder[12]. Tirmizi’de aynı rivayeti farklı bir senet zinciri ile zikreder[13]. İbn Ebî Dâvûd ise Ebû Huzeyme el-Ensari[14] , Huzeyme bin Sabit[15] ve Haris bin Huzeyme[16] isimlerini zikretmektedir. Benzeri birçok kaynakta rivayetleri bulmak mümkündür; ama daha uzatmamak adına burada kesiyorum, çünkü bu 4 isim zikredilmektedir.
Öncelikle zikredilen kaynaklarda zamanı konusunda da ihtilaf vardır. Kimi Ebu Bekir, kimi Ömer ve kimi de Osman dönemine işaret eder. Eğer Osman döneminde çıkmışsa neden 10 yıl boyunca kimse bu ayetlerin eksikliğini fark etmemiştir? Halbuki yukarıda bahsettiğimiz Arza olayına Zeyd b. Sabit ve Abudllah İbn Mesûd’un da katıldıklarını bildirdikleri halde bu durum nasıl söz konusu olur? Ömer döneminde çıksa yine aynı sorun baş göstermektedir.
Ayrıca 4 farklı ismin zikredilmesi böyle önemli bir konuda sıkıntı oluşturmaktadır. Bir kere bu kişilerin güvenilirliğini sorgulamak mümkün müdür? Zira ayetleri getiren kişinin hiç şahidi yoktur! Kaldı ki arza, vahiy katipliği kurumu da düşünülünce insanların bir kişinin dışında herhangi bir kimsenin yazılı delili olmayan bir ayeti Kur’an’dan kabul etmek doğru mudur?
İsmi zikredilen 4 kişiden yalnızca biri için kaynaklarda güvenilir olduğuna dair rivayet bulmak mümkündür; ama rivayeti okuduğumuzda bu kişi tanık olmadığı bir olaya sırf güvenden dolayı şahitlik etmektedir.
Kaynaklarda adı geçen kişi Huzeyme b. Sâbit b. El-Fâkih b. Sa’lebe el-Hatmî el-Ensârî’dir. Evs kabilesinin Hatmoğulları koluna mensup. Bu kişi rivayete göre peygamberimizin bir bedeviden deve satın alması sonucunda ödemek için takip etmesini istediğinde bedevi yavaş yavaş izlemiş ve peygamberimiz parayı alıp getirince fiyatın düşük olduğunu, bu fiyata anlaşmadıkları konusunda itirazda bulunmuş ve yükseltmesini istemiş. Bu arada olaya hiç tanık olmadığı halde Huzeyme b. Sâbit gelmiş ve peygamberimiz lehine şahitlik etmiş. Peygamberimizde de “Huzeyme her kimin lehinde veya aleyhinde şahitlik ederse, onun şehadeti kâfidir!”[17]demiş.
Kanımca görmediği bir işe haklı bir dava da olsa şahitlik eden biri yalancıdır, bu kişinin tanıklığı şüpheli kabul edilmelidir. Kaldı ki peygamberimizin böyle bir kişi bir de herhangi biri hakkında şahitliğinin yeterli görülmesi hepten sakat bir anlayıştır. Zira, bu kişinin nefsine uymayacağının ilahi kaynaklı bir garantisi yoksa bir düşmanı hakkındaki iki kelimesi katli için yeterli sayılabilecektir. Doğal olarak ayetler bu şahıstan gelmiş olsa bile sırf şu rivayet dahi onun şahitliğinin kabul edilmeyeceğinin delili sayılmalıydı.
Şu halde hadis kaynaklarına bakarak Tevbe suresinin son iki ayetinin Kur’an-ı’n aslından olduğunu iddia etmek temelsiz bir görüştür ve 19 sistemi de bunu desteklemektedir. Şu halde ilahi bir kod olarak konulan 19’un bu gibi çözülmesi zor ihtilafları aydınlatması da mucizesine işarettir. Allah’ın vaadi haktı ve indirdiğini korumuştur ve biz artık bunu kesin bir bilgiyle bilmekte ve iman etmekteyiz.
Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun…
GURKAN ENGİN: Bu arada, rivayetleri kabul etmeyenleri de anlayamıyorum. Şöyle ki:
Biz, “rivayetler dinde kaynak değildir ve bunlar uydurmadır” diyoruz. Ama, bunları uyduranlar insan ve bazı gerekçelerle uydurmuşlar değil mi? Yani, rivayetler, “uydurulduğu dönemde, insanların hangi konuları tartıştığını gösterir.”
Şimdi, birileri 9:128-129’un Kuran’dan OLDUĞUNU uydurmak zorunda kaldıysa, bu, neyi gösterir?
Kuran hakkında şüphe uyandıran diğer rivayetler bunun gibi değil. Mesela, sevmeyen biri Abdullah b. Mesud’u karalamak için, onun son iki sureyi kabul etmediğini uydurmuş olabilir veya Kuran hakkında şüphe uyandırmak isteyen münafıklar, bazı ayet-sureler aleyhinde bir şeyler uydurmuş olabilir.
Ama…. 9:128-129 hakkında ŞÜPHE ETMEYİN mealine gelecek bir rivayet uydurulmuş, hangi hissi uyandırıyor sizde.
O halde, biz bu “rivayetleri reddetme” işini tam olarak anlamadık. bu konuda Taberi’ye hayranım. Adam diyor ki, “ben, doğru-yanlış ayırt etmeden, duyduğum her şeyi kayıt altına aldım” Böyle desin sorun yok.
9:128-129 ile ilgili gelen rivayetler, bence son derece GÜÇLÜ kanıtlardır. bu rivayetler, bu iki söz ile ilgili insanların bir zamanlar tartıştığının ve uyduruk bir şahitlik iddiası ile bu tartışmanın üstünün küllendiğinin kanıtıdır.
Gene, “uyduruk” olan bütün rivayetleri düşünün. Hepsi, aslında bize bir şey söyler, dinlemesini bilene.
Kaynaklar
- Yemâme, hicri 12. yılda Halid bin Velid komutasındaki İslam ordusu sahte peygamber Müseyleme’nin öldürüldüğü yerin adıdır. Geniş billgi için bkz. Yakût, Mu’camü’l-Buldan, V, 441 – 447; Grohmann, Adolf, Yemâme, İA, İstanbul 1986, XIII, 370 – 371.
- Jeffrey, Mukaddimetân, s 20; Rafiî, İ’câzu’l-Kur’ân, s 33.
- Buhâri’de geçen rivayete göre Halife Ebu Bekir Kur’an-ı’n cem edilmesine başta pek yanaşmamış, daha sonra ashaba danışarak karar vermiş. (Bkz. İbnü’l Cezeri, en-Neşr, I, 7; Muttakî el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, II, 575 – 576; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, X, 15)
- Bu konuda geniş bilgi için Buhârî, “Fedâ’ilü’l-Kur’ân”, 3, VI, 98; “Tefsîru’l-Kur’ân”, 20, V, 210 – 211; “Kitabu’l-Ahkâm”, 37, VIII, 118 – 119; İbn Ebî Dâvûd, Kitâbu’l-Mesâhîf, s 18 – 19.
- Sayrafî, Nuketu’l-İntisâr, s 96.
- Vahiy yazan katiplerin varlığından bir çok kaynakta bahsedilmektedir: Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 458; İbn Kesîr, İmâdüddîn Ebu’l-Fidâ İsmâil, ”el-Bidaye ve’n-Nihaye”, “Fedâilü’l-Kur’ân”; Belâzürî, Ensâbü’l-Eşrâf bir çok kaynakta geçmektedir. Hatta bunların isimleri verilmiş ve sayıları 24 ile 43 arasında değişmektedir.
- Semhûdî, Nûreddîn Ali b. Ahmed, Vefâu’l-Vefâ bi Ahbâri Sâri’l-Mustafâ, (thk. Muhammed Muhyiddîn Abdülhamid), Beyrut 1393/1971, III, 857; Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 154; Kur’ân-ı Kerîm Tarihi, (trc. Salih Tuğ), İstanbul 1993, s 43-44; Dumlu, Ömer, Kur’an Tefsirinde Yöntem, İzmir 1998, s. 15; Ersöz, İsmet, Kur’an Tarihi, İstanbul 1996, s. 69.
- Arza, arz etmek, sunmak anlamına gelmektedir. İbn Manzûr, Lisânü’l Arab, VII, 168 – 169.
- Sayrafi, age., s 333.
- Ez-zerkeşî, el-Burhân, 1, 234.
- Buhârî, Fedâ’ilü’l-Kur’ân, 3, VI, 98.
- İbn Hanbel, Müsned, I, 10; V, 188 – 189; I, 13.
- Et-Tirmizi, Tefsîru’l-Kur’ân, 9, V, 283 – 284.
- İbn Ebî Dâvûd, Kitâbu’l-Mesâhîf, s 7 – 8 – 9 – 20 – 21.
- İbn Ebî Dâvûd, Kitâbu’l-Mesâhîf, s 6 – 7.
- İbn Ebî Dâvûd, Kitâbu’l-Mesâhîf, s 30.
- Ahmed İbn Hanbel, Müsned, V, 215 – 216.